B- PKK’nin Devrimci Halk Savaşı Deneyimi Ve Sonuçları

0Shares

PKK’nin temellerinin Ankara’da atılması klasik sömürgecilik politi­kasının tipik bir yansımasıdır. Dünya genelinde sömürge-metropol ilişkisi bağlamında çok sayıda benzer örnek yaşanmıştır. Ankara’dan çıkışın sancılı geçtiğini belirtmeye çalıştım. Bunun en zor süreçlerden birisi olduğu açık­tır. Zorluk kaba güçten değil, ‘Beyaz Türk’ faşizminin özgünlüğünden, onun boğucu psikolojik-kültürel ortamından kaynaklanıyordu. Oraya giriş yap­mak ne denli güçse, çıkış yapmak da o denli güçtü. Hangi kültür ve ruh­la çıkış yapıldığı büyük önem taşıyordu. Kültürel soykırımın tam zaferini yaşadığı ortamda; Kürt Ulusal Hareketi’ni diriltmek ölüyü mezardan sağ çıkarmaya benzer. Durum “Çıkmayan candan umut kesilmez.” deyişini akla getiriyordu. Canlanma emarelerini gösteren hastamızı taşımak, başka bir ortamda daha sağlıklı hale gelmesini sağlamak temel görevdi. Urfa’da­ki durumumuz Eyüp Peygamber’in hastalığına da benziyordu. Terki-di­yar etmek en acil seçenekti. Stratejik çalışma alanı olarak Ortadoğu’nun en sıcak bölgesini seçmenin amaçla ilişkisi daha tutarlıydı. Benzer birçok güç çıkışını Avrupa’ya yapmıştı. Ancak Avrupa çoktan devrimci çalışma merkezi olmaktan çıkmıştı. Başa bela ettiği Türk modernitesinin anası ba­bası rolündeydi. Türkiye’de kaba dayakla terbiye edilmek istenen devrim­ciler, Avrupa’da psikolojik tedaviyle sözüm ona kendilerine getirileceklerdi. Elbette Avrupa’da çalışılabilir, ama Avrupa stratejik merkez yapılamazdı.

İlk yılımız lojistik ihtiyaçların giderilmesi ve grubun yeniden derlenip toparlanması çabalarıyla geçti. Öyküsünü sonraya bırakırsak, yeni mekân ve zamanı doğru değerlendirmek büyük önem taşıyordu. 1970’lerin Tür­kiye ve Kürdistan PKK’si ideolojikti. Reel sosyalizmin ulus-devletçi ideo­lojisini benimsemişti. Demokratik özellikler kendisinde potansiyel olarak mevcuttu. Ama reel sosyalizmdeki revizyonizmle mücadele edecek kap­asiteden yoksunduk. El yordamıyla ancak ilkel milliyetçi ve sosyal şoven ideolojilerle başarıyla mücadele edebiliyorduk. Ortadoğu’nun yeni mekân ve zamanında buna gerek olmadığı gibi koşulları da yoktu. Koşullar içte devrimci savaş PKK’sini geliştirmeyi, dışta da diğer örgütler ve reel sosyalist devletlerle ittifak yapmayı gerektiriyordu. İdeolojisindeki muğlâk unsurlara rağmen, ideolojik PKK özgür yaşam umudunu fazlasıyla vaat ediyordu. Fakat ideolojik vaatler özgür yaşam için asla yeterli olamazdı. Bunun için savaş PKK’sini yaratıp işlevsel kılmak zorunlu bir aşamaydı. Savaşı göze almadan hiçbir özgürlük elde edilemezdi; özgür yaşamı bir yana bırakalım, öz kimliğimizi bile kazanamazdık. Ankara’da hayal edilen şey özgür yaşam olmaktan uzaktı; hayal edilen belki de öz kimliğe ilişkin bir ad kazanmaktı. Bunun bile büyük riskleri vardı. Sonuçta riskli de olsa, Kürt öz kimliği ad olarak kazanılmıştı. İkinci büyük adım, kazanılanı tekrar etmek olamazdı. Kimliğin özgürlük savaşına girişilecekti.

Burada karşımızdaki temel sorun yine oldukça felsefidir. Temel felsefi sorun, kimlik ve özgürlük arasındaki ilişkidir. Özgürlük olmadan kimlik yaşanabilir miydi? Toplumsal kimlik olmadan bireysel anlamda özgürlük mümkün müydü? Eğer bu iki temel soruya olumlu yanıt verilemiyorsa, o zaman eylem ve özgürlük, diğer bir deyişle irade ve özgürlük arasında­ki ilişkiyi anlamlandırmak gerekecektir. Kürt kimliğine dayatılan baskı ve sömürü tarzı, örneğin herhangi bir Avrupalı ulus-devletin baskı ve sömürü tarzı gibi değildir. Kürdistan’da uzun vadeye ve bütün toplumsal alanlara yayılmış kültürel soykırım yöntemleri yürürlüktedir. Bu yöntemler yürürlükte kaldıkça varlık veya kimlik söz konusu olamazdı. Özgürlük ise ancak hâkim ulus-devletin modernite unsurları için geçerlidir. Orada da yurttaşların ezici bir kısmı modern köleliği yaşamaktadır. Kürtler ise varlık ve kimlik olarak parça parça tüketilmekte, ortadan kaldırılmaktadır. Bunun için tüm asimilasyonist ve soykırımcı araçlar devrededir. Sadece siyasi baskı ve ekonomik sömürü söz konusu değildir. Tarihsel-toplumsal varlığın, öz kimliğin kendisi imha ve inkâr sürecini yaşamaktadır. Dolayısıyla Avrupa türü siyasi ve ekonomik mücadeleyle kazanılacak bir özgürlük söz konusu olamazdı. Avrupa’da varlık savaşına da gerek yoktu. Çok az istisna dışında, kimlikler baskı altında da olsa, imha ve inkâr sürecini yaşamıyorlardı. Her ne kadar özgür olmadan kendi kimliğini yaşamanın pek değerli olmadığı söylense de, yine de varlıklı ve kimlikli olmak önemlidir.

Kürt olgusunda durum farklıdır. Kürt varlığı ve kimliğinin kendisi inkâr edilmekte ve geriye kalan parçaları üzerinde amansız bir imha süreci yürütülmektedir. Bu durumda varlık ve özgürlük iç içe geçmiş iki kavram oluyor. Biri kazanılmaksızın diğeri gerçekleştirilemiyor. Özgürlük istiyorsan varlığı kazanacaksın, varlığı istiyorsan özgür olmayı başaracaksın. İnkâr ve imha sürecinde psikolojik ve kültürel araçlar (ideolojik aygıtlar) da yoğun­ca devrede olmasına rağmen, esas uygulama yöntemleri fiziksel güce day­alıdır. Ordu, polis, kontrgerilla, sivil faşist milisler, korucular ve milis ajanlar ağ halinde tüm varlık gözenekleri üzerinde faaliyettedirler. Arkalarında NATO ve diğer müttefik güçler vardır. En azından yüz yıllık tarihsel bir arka planı bulunan fiziki imha güçleri geleneksel iktidarcı ve hiyerarşik güçleri de hep kullanmaya çalışırlar. Bu fiziki güç gerçeklerini göz önüne almadan, onlara yönelik bir eyleme girişmeden veya mücadele vermeden, ne varlık ve kimliğin ne de özgürlüğün kazanılması söz konusu olabilir.

Modern dönem Kürt işbirlikçiliğinde görülen burjuva sınıf güdümlü bazı cılız çıkışlar, ilkel milliyetçilikler ve hâkim ulus-devlet işbirlikçisi Türk sosyal şovenler, Kürt varlığı ve kimliği üzerindeki inkâr ve imha sistemini, soykırımcı uygulamaların yöntem ve araçlarını fazla göz önüne almadan, genel ve kategorik bir özgürlük mücadelesinden bahsederler. Bunlar dürüst olsalar bile, soykırım uygulamalı statüyü göz ardı ettikleri için, objektif olarak bilinçli inkâr ve imha güçlerinden daha olumsuz rol oynarlar. Hiç geçerliliği olmayan, sahte ve demagojik ağızlarla kimliğin ve özgürlüğün kazanılabileceğinden bahsederler. Olmayacak duaya âmin dedirtmek is­terler. İnkâr ve imhanın eşiğindeki bir varlığı, örneğin bir kanser vakasını aspirinle tedavi etme türünden yöntemler önererek sözde tedavi etmeye, aslında hastayı öldürmeye çalışırlar. Yıllarca bu yöntemleri denedikleri halde sonuçları ortadadır. Büyük bir sahtekârlıkla, olmayan insan hakları ve özgürlükleri varmış gibi davranarak, ideolojik ve siyasi mücadeleyle öz kimliklerini tam ve özgürce yaşayacaklarını sanırlar. Sanmaktan da öteye propagandasını yaparak, halkın bilincini ve iradesini köreltmeye çalışırlar.

Açık ki, imha ve inkâr sisteminin yöntemlerine karşı değişik türden de olsa, onların etkisini kıracak yöntem ve araçlarla mücadele etmek varlık, kimlik ve özgürlüğün birlikte kazanılması için şarttır. İdeolojik ve siyasi araçlar gerekli olmakla birlikte, mevcut koşullarda belirleyici olamazlar. Bu araçların etkisi ancak imha ve inkâr araçlarını devrimci araçlar ve yöntem­lerle sınırlandırdıktan sonra söz konusu olabilir ve anlamlı bir rol ifade ede­bilir. Zaten çok yetersiz de olsa PKK’nin çıkışındaki eylemli halinin halk­ta güçlü destek bulmasının altındaki temel etken de bu gerçeklikti; yani doğru yol, yöntem ve araçlarla mücadeleyi göze almasıydı. Muğlaklıklar da içerse, başlangıçtaki anti-sömürgeci Ulusal Kurtuluş Savaşı stratejisi önem­li doğruları barındırıyor, bu nedenle de destekleniyordu. Yine bu stratejik doğrultuda geliştirilen sınırlı bazı eylemler olağanüstü bir ilgi ve destekle karşılanmıştı. Ortadoğu sahasına inildiğinde, varlık ve özgürlük sorunlarına ilişkin bu yönlü tartışmalar yaşanıyordu. Yaşanan bazı olaylar eleştiriliyor, daha doğru, yeni strateji ve taktikler aranıyordu.

Önder Apo
Beşinci Savunmadan (Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak) Alıntı

Attachment