Burada da şimdiden daha şiddetli bir sosyal ulusal mücadelenin için için geliştiğini görmek zor değil. Burada Sovyet deneyimi bahane edilerek geliştirilen anti sosyalist hücumlar kesinlikle burjuva karakterli ve sosyalizmden zarar gören bütün çevrelerin, sınıfların saldırısıdır. Sosyalizmin burada kendisini savunmada zorlanması, gerçekten teorik olarak, pratik olarak kendini geliştirmemesinde aranmalıdır. Güçlü önderler bu dönemlerde yetişmemiştir. Sosyalizm bu nedenle günümüzde kendisini savunamıyor. Doğu Avrupa ülkelerindeki deneyimler, koca bir bürokrasinin şişmesinden başta bir şey değildir. Sosyalizmle de fazla alakaları yoktur.
Milliyetçilik temelinde bir devlet kapitalizmidir.
Milliyetçi devlet kapitalizmi ile bir yere ulaşmak istediler. Yıkılan budur. Sovyetlerde bugün yıkılan bu olacaktır. Yerine neyi koyacaklar? İşte, yerine bir şey koyamıyorlar. Zaten Gorbaçov’un bir türlü gidememesinin nedeni de budur. Yerine bir şey konulamıyor. Neden konulamıyor? Sosyalizm adına söylenmesi gerekenin, yapılması gerekenin söylenip yapılmamasıdır. Sancısı çekilen budur. Öyle anlaşılıyor ki geçen yıl sosyalizm daha fazla saldırıya uğruyordu. Daha fazla tu kaka ediliyordu, ama şimdi Sovyetler içinde bunun çıkış yolu olmadığı anlaşılıyor. Ve bugün her zamankinden daha fazla bunalım vardır. Bu son bir yıl içinde gerçekten siyasi kaos, ekonomik kaos oldukça gelişmiştir.
Bu; Gorbaçov reformlarının Sovyetleri kurtaramayacağını, daha doğrusu kapitalizme yönelmenin kaosu geliştirmekten başka bir sonuca yol açmayacağını gösteriyor. Bu çok önemlidir. Kapitalizme yönelme Sovyet deneyimini çözemeyecek veya ona çözüm yolu olamayacaktır. Sonuna kadar kapitalizme evet denildi. Serbest piyasa, özel mülkiyet ve kapitalizmin diğer bütün kurumları kabul edildi. Gorbaçev istediği her şeyi kanunlaştırdı. Fakat gelişen, hem ekonomide, hem devlet bünyesinde ağırlaşan bunalımdı. Daha fazla kapitalizme yönelelim dendi. Öyle anlaşılıyor ki, çok büyük bir toplumsal patlama olacaktır ve daha şimdiden bunun ipuçları vardır.
Dünyanın bile altından çıkamayacağı bir bunalımdan bahsediliyor. Şimdi burayı da iyi anlamak gerekiyor. Sovyet deneyimi sosyalizmde yoğunlaşmıştır. Tekelcilik biçiminde kapitalizmde yoğunlaşmıştır. Kapitalist ögeler, kendi temsilcileri vasıtasıyla ABD’ye sığınıyorlar, Avrupa’ya sığınıyorlar, Almanya’ya sığınıyorlar, “bize gelin yardım edin” diyorlar. Şimdi ABD’nin, Avrupa’nın, Japonya’nın kendi kapitalizmlerini bile ilerletme olanakları sınırlıdır. Sovyet kapitalizminin sorunlarını nasıl halledecekler! Bu sorunlarının daha da ağırlaşması anlamına gelir ve nitekim de öyle olmaktadır.
Ayrıca sosyalizmin yoğunlaşması vardır. Sosyalizmin yoğunlaşması böylesine bir gidişatın patlamayla sonuçlanmasına yol açar. Sovyet insanı yalnız Sovyetler Birliği sınırları dahilinde değil, bütün Doğu Avrupa’da, hatta mevcut Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da kurulan bütün bu deneyimler, belli bir yaşam standardına alışmışlar. Yaşam alışkanlıkları var. Kolay kolay vazgeçemezler. Mesela basına sık sık şunlar yansıyor; Sovyet insani için “gözleri hemen nerede yiyecek gördüler mi” diyor, “hepsi adeta kapışıyor. Hepsi yiyeceğe saldırıyor.” Bu ilginç bir gelişme aslında!
Ben önce bir propagandadır, diyordum. Ama öyle anlaşılıyor ki, bir gerçekmiş. Korkunç! Gözlerini basit bir meyveye, basit bir tüketim eşyasına dikiyorlar. Aç insanlar gibi saldırıyorlar. Aslında aç değiller. Yani üç günde bir et yiyorlar. Meyveleri de var. Aslında bizim standartlarımıza göre çok ilerdedir. Onların toplumsal durumları gelişmiştir. Fakat yine de gözleri doymuyor. İşte hastalığın özü burada. Burada sosyalizmin çok kötü bir kuruluşu, ahlaki söz konusudur. Tamamen ekonomik insan yaratmışlar. Yani işi gücü yeme içmeden ibaret bir sosyalizm yaratmışlar. Daha fazla yemek, daha fazla tüketim maddeleri. Sağa sola bakarken hep yiyecek arıyorlar. Manevi değerlermiş, hatta siyasi değerlermiş, demokrasi değerleriymiş, hiç umurlarında değil. Faşizm de olsa, yeter ki biraz fazla yiyecek versin. Bu, sosyalizmin ölümü demektir. Bu insanlar bir şey yapamaz.
Doğu Almanya’nın çözülüşünü gördük. Doğu Almanya’nın çözülüşünü sağlayan Batı Berlin’deki emperyalizmin sunduğu geniş tüketim maddeleridir. Gidiyorlardı tüketim maddelerini görüyorlardı, gelip kendi Doğu Almanyalarında sosyalizmi yıkmaya çalışıyorlardı. Biz sosyalizmin tüketim maddesi olduğuna inanmıyoruz. Kendini bu kadar demokrasinin dışına, insanlığın dışına atan ve sadece bir kaç yiyecek peşinde koşan insan ilk çağda bile yoktur. O dönem bile insan tanrıyı arar, ahlakı arar, devleti arar, manevi kuvvetleri arar. Onunla kendini biraz doyurmaya çalışır.
Sovyet ülkelerindeki insanların durumu; nasıl ki vahşilik veya ilkel dönemlerdeki insan tanrı kuvvetini ararsa, manevi kuvvetlere sığınarak biraz yaşamın sancılarını hafifletirse, işte bu da tıpkı vahşi insanlar gibi biraz daha fazla gıdaya sarılarak, tüketim maddelerine sığınarak, bir nevi vahşi sosyalist insan gibi o da öyle tatmin olmak istiyor. Vahşi sosyalizm dediğimiz olay budur. Bu, sosyalizm değil ama, ortaya çıkan biraz da bu oldu. Şimdi bu insanlığı doyurmak mümkün değil, dünyayı yedirsen onları doyuramazsın. Kaldı ki kapitalist toplumlarda bile insan böyle tatmin de edilmez. Yani paraları çok olan da bu yöntemle mutlu olamayacağını çok iyi biliyor. Ne biçim bir mutluluk anlayışıdır ki, tamamen mutluluğu böyle maddi değerlere saldırıda görsünler! Hiç şüphesiz bunun temelleri derindir. Yani kaba materyalizm devletin, bireyin inisiyatifini kesip, sınıf mücadelesini dondurmuş, insanlara sahayı kapatmış. Geriye ne kalıyor? Bireysel olarak yaşayabildiğin kadar yaşa. Kapitalizmin bile çok daha gerisinde bir insan kalıbının ortaya çıkarılmasıdır.
Ekonomik insan kapitalizmde geliştirilmiştir. Fakat Sovyet deneyiminde bu daha da fazla geliştirilmiştir. Kendi saflarımızda bile bazı değerlendirmeler geliştirirsek, göreceğiz ki rahat yaşam arayışı peşinde olanlar bizde bile sosyalizmin zıddıdır. Ona en çok saldıran, zarar verenler bunlardır. Şimdi bireysel düzeye biraz indirgedik, tabii mesele bu kadar basit değil, daha da bütünsel olarak ifade edersek; devlet olgusunda sınıf mücadelesi dondurulmuş diyoruz. Demokrasi, aslında kapitalizme göre daha da geliştirilmeliydi. İnkar edilmiş, özden boşaltılmıştır. Şüphesiz böyle bir durumda çok kötü bir bürokrasi gelişecektir. Ve bu da olsa olsa tercihi kapitalizme yapacaktır.
Sosyalizmin ustaları, daha başından itibaren proleter demokrasisinin veya işçi-köylü demokrasisinin, burjuva demokrasisinin çok ilerisinde olacağını söylerler. Bu, özgürlükler anlamında, bireysel inisiyatif anlamında daha ileri bir aşama demek. Yine devletin sönmesinden bahsederler; “Devlet, sosyalizmle giderek sönecektir” derler. Burada devlet çok daha fazla geliştirilmiştir. Yani bir faşist devlet kadar gelişmeden bahsetmek mümkün. Sovyet devleti bir ağ gibi bütün toplumu kuşatmış, hatta bu geri ülkelerde bile buna özenen bazı modeller vardır. Onlar tamamen diktatörlüğe kadar gitmişler. Bu sosyalizm teorisinin gerekleri değil, tam tersine onun öngörmedikleri bir durumun ortaya çıkmasıdır. Devlet bu kadar geliştikçe demokrasi bu kadar dıştalandıkça, tepede devlet bünyesinde gelişecek olan yozlaşmış bir bürokrasi, bütün değerlere devletin el koyması, bu değerlere en yakın olanların da bu değerlere el koymasıdır. Değerlere her zaman el koyanlar, emeğin sonuçlarına her zaman el koyanlar egemen sömürücü sınıflardır ve bir kez daha egemen sömürücü sınıfın Sovyet deneyimi içinde ortaya çıkmasıdır.
Gelişen bu oldu. Tabii bu işin bir yönü. Diğer yönü de, Sovyet deneyiminde işçi sınıfının yoğunlaşması da vardır. Bir defa örgütlüdür ve Sovyet deneyimi içinde kendine has bir yeri de vardır. Her ne kadar yaratıcılıktan uzaklaşmışsa da, kurumlaşmış bir çok çıkarı söz konusudur. Kolay kolay onlardan vazgeçmez. En azından işte bahsettiğimiz yaşam kalıpları vardır. O yaşam kalıpları aşıldı mı isyan ediyor. Daha geri bir yaşam kalıbını dayatamazsın. Sovyet işçi sınıfında yaşam kalıpları geriletilirse isyana yol açar. Nitekim grevlerde dile gelen de budur. Demek ki, kapitalistleşme sürecinde olan bir bürokrasi ile kurumlaşan, ama inisiyatifi, yaratıcılığı kesilen bir işçi sınıfı. Çıkarları bugün çatışma halindedir. Ve onun için kapitalizm tek seçenek olamaz.
Sanıldı ki, bir parti sekreteri kapitalizme çark yaparsa veya peş peşe kapitalizmin üst yapısına ilişkin kurumlar yasallaştırılırsa, sosyalizm de biter ve Sovyet deneyimi tamamen tasfiye olur. Bunun kolay olamayacağı anlaşılmıştır. Ve hatta çok sınırlı olabileceği, istediğin kadar yasa çıkar, fazla etkili olamayacağı ortaya çıkmıştır. Fakat bu bir çözüm müdür? Hayır! Kapitalizme yönelme bir çözüm olmadığı gibi, Sovyet deneyiminde sahiplerinin, yani onun sosyalist sözcülerinin pek yaratıcı, pek yeni şeyler geliştiremediğini de gösteriyor. Kaos budur aslında!
Kapitalizme yol alma fazla olanaklı değil, fakat sosyalizmi ilerletmenin, teorik olarak olsun, pratik olarak olsun geliştirilmemesi, yani bir anlamda sınıf mücadelesinin dondurulmuş olması ki, bu sınıf mücadelesine, sosyal mücadeleye yanlış bir yaklaşımdır nedenleri ne olursa olsun, Sovyetleri şimdi alternatifsiz bırakıyor ve bu da bunalıma yol açıyor. Bu bunalımın şimdi daha gelişeceği anlaşılıyor.
Bir defa kapitalizme yol almak isteyenler daha da hızlı adım atmak isteyecekler. Emeğin sahipleri veya emekçi sınıfları, kendi yaşam standartlarından vazgeçmeyecekler, dolayısıyla bunların biraz daha sosyalizme sarılmaları kaçınılmazdır. Bu bir çıkmazdır. Aynı zamanda tarafların birbirlerini nötralize etmesidir. Tabii ki bir çözüm olmadığı için de gelişecek olan bunalımdır. Sonuçta çatışmalar daha da gelişiyor. Öyle anlaşılıyor ki Sovyet deneyimi yeniden bir altüst oluşa doğru gidecek. Yani daha fazla büyük uluslar; Ruslar, Ukraynalılar, beyaz Ruslar… kendilerini kapitalize etmek, Avrupa’ya yaklaştırmak isteyeceklerdir.
Ezilen uluslar veya bu konuda daha zayıf olan uluslar, buna tepki duyacaklar. Milliyetçiliğe sarılacak, orada da bir burjuvalaşma, Bati değerlerine hızla yönelme söz konusu olacaktır. Bu aynı zamanda ezen ezilen milliyetçilikler arasında çekişmedir. Diğer yandan burjuvaziye doğru yol almak isteyen bürokrasiyle işçi sınıfının kendisi arasında da bir sosyal mücadele biçimi sürecektir. Şimdi grevlerle oluyor, gösterilerle oluyor. İleride daha şiddetli biçimlerde olabilir, bunlar daha da gelişecektir.
Önder Apo
Mayıs 1991
Devam edecek