Evrenin Adalet İlkesi İnsanlığı Aydınlatacak-I-

0Shares

Heja ZERYA

Eşitlik, adalet ve özgürlük arayışı, devletçi ve iktidarcı sistemin inşasından bugüne insanlığın ortak bir arayışı olarak devam ediyor. Bu arayış insana özgü olsa da, doğada ve evrende de böyle bir denge arayışının, tüm varlıklarla uyumlu yaşamın sürdürülebilirliğinin gözetildiğini söyleyebiliriz.

 

Önder APO, “Özgürlük evrenin amacı diyesim geliyor” derken, adaleti de insanı büyüleyecek bir kapsayıcılıkla beynimizi ve yüreğimizi aydınlatan bir tanıma kavuşturdu. Bu tanımlama insanı umutlandırıyor, kapitalist modernitenin zindanlaştırılmış dünyasında insan olmanın erdemini geri iade ediyor. İnsanı onurlandırıyor ve şöyle diyor;

Evrende bir adalet ilkesi olduğuna inanmak gerekir. Hiçbir oluşum; koşulları ve izahı olmadan doğmaz. Doğa; oluşumda görebildiğimizden daha adildir. Şaşırtılmış, çarpıtılmış gözlem yeteneklerimizin kaybından uygarlık toplumunu sorumlu tutmak daha yerinde bir değerlendirmedir. İnsan oluşumu da adil gerçekleşen bir gelişmedir. Denebilir ki, tüm evrensel düzen, biyolojik âlem ve toplumsal kuruluşların kendileri insan oluşumunun hizmetindedir. Bundan daha büyük bir adalet olabilir mi?”

Özgürlüğün ancak adaletle bağlantılı yakalanabileceğine vurgu yapan Önder APO; “Özgür seçimler en çok zihinler bağımsız kaldığında gerçekleşir. Zengin algılamalarla bağımsız olgu arasında yakın ilişki vardır. Zihnin bağımsızlığıyla kastedilen daha çok adalet ölçülerinde davranabilmedir. Gerçekle adalet arasındaki ilişkinin altında evrensel düzenin yattığını söyledik. O halde adil olabilen zihin evrensel düzene göre özgür seçim şansını en çok kullanma duruşunu yakalamıştır denilebilir. Bunun için özgürlük tarihi en büyük eğitici güç olarak zihnimizi eğitmekle (toplumsal tarih) onu doğru seçimlere hazırlar” demektedir.

Eşitlik, özgürlük, adalet… birini ele alırken diğerini göz ardı edemeyeceğimiz birbirini tamamlayan ve insanlığın uğrunda en çok mücadele ettiği, yaşamını ortaya koyduğu ahlaki ve  politik toplum arayışının temel taşları. İnsan toplumunun sömürüyü, köleliği, devleti, parayı, kenti tanımadan önceki doğal toplum döneminde eksikliğini hissetmediği bir doğal yaşam biçimi; eşit, adil ve özgür. Farklılıkların birbirini yok etmediği, uyum ve birbirinin ürettiklerine karşılıklı saygı içinde paylaştığı, toplumsallığın insanı, insanın toplumsallığı geliştirdiği bir dünya. kadın etrafında örülen ana toplum. Yalanın, dolanın, zorbanın, erkek egemenliğinin devreye girmediği bu dönem binlerce yıl Mezopotamya ve Kürdistan topraklarında insanlığı besledi, büyüttü. Yarattığı değerler göz kamaştırdığında ve iştah kabarttığında el koyma, üzerinden iktidar olma, kentleri büyütme, devletleri oluşturma gelişinceye kadar insanlık huzur içindeydi. Toros ve Zagroslar Fırat ve Dicle boylarında böyle bir insanlığa beşiklik etti.

O günden bugüne yaşananı özetleyen Önderlik bu çarpıcı gerçeği şöyle tanımlar; “Ortadoğu’nun tümünü bir tarafa bırakıp Kürdistan’da statü sağlayan devletlerin iktidarlarına baktığımızda, neredeyse ilk yayılmacı Sargon’dan beri kendilerini bu toprakların mutlak fatihleri olduğunu ve iradeleri dışında bir çakıl taşına bile yan bakılamayacağını idea etmekteler. Bundan daha açık şiddet temelli bir iktidar tanımının yapılamayacağını Kürdistan’daki iktidar uygulamaları çarpıcı biçimlerde göstermektedir. Kürt kendi diliyle eğitim yapamaz, modern iletişim teknolojilerini kullanamaz. Kendi siyasi kararlılığını belirleyemez. Ekonomik düzenleme yapamaz. İç ve dış politik ilişki geliştiremez. Milli ve demokratik kurumlar oluşturamaz. Bu gerçeklikler şiddetin, fetih hakkını, iktidarı; -her nasıl olmuşsa- iktidarın ise genel düzeydeki tüm kamusal, sosyal, ekonomik ve entelektüel kurumları belirlediğini kanıtlar. Adalet bunu kabul etmese bile, zihniyet yapısı ve iktidar kurumları belirleyici olanın güç ilişkisi olduğundan kuşku duyamazlar.”

İnsanı merkeze koymadan, doğanın adaletini anlamak önemli. Çünkü insan merkezli bakış açısı bu adil doğa sistemini ve her oluşumun dengesini, anlamını yitirinci, ortaya bir ekolojik felaket çıktı. İnsan hem doğayı hem kendi doğasını bozdu. Yaktı, yıktı, tahrip etti. Toplumun gücü, iktidarcı güç odakları lehine etkisizleştirildi, özne olan insan ve toplum nesneleşti ve kaderi başka yerlerde yazılmaya başladı. Dün bellekten silindi. Gün piramitlere, yüksek kalelere taşınan taşların altında ezilen bedenlere dönüştü. Gelecek ‘alınyazısı’ denilen kaderci bir teslimiyet ruhunun altında ezildi. Toplumun elinden alınan güç, toplum adına sayıları giderek azalan bir avuç kesimin eline geçti. Bu adaletsizliğe, insanlıktan çıkma-çıkarılma  sürecine ‘Dur’ demek mümkün.

Önder APO “Eğer toplumdaki büyük hiyerarşik ve devlet çarpıtmaları bu gerçeği örtbas etmişse, sorumluluk bizzat bu insanı çarpıtma güçlerinde aranmalıdır. O zaman da görev, bizzat adaletin peşindeki insana ait olacaktır. Adalet için her tür kavram ve eylemi geliştirebilecek olan insandır. Tabi ‘Adalet arıyorum’ diyen insanlar bu göreve talip olabilecekleri gibi gereklerini de anlamlı, örgütlü ve eylemli kılabilecek, sürdürebilecek olanlardır” diyor.

Bu çarpıtma kadını toplumun dışına, insanı doğanın dışına itmiştir. Her oluşuma anlam vermenin büyüsü bozulduğunda insan da bozulmuş ve en değerli varlığını, adalet duygusunu, oluşumunun anlamını kaybetmiştir. Bu oluşum özgürlüğü, toplumsallığın içinde doğup büyüyüp anlam kazandığından, kaybedilen hakikattir. Hakikat arayışçıları aynı zamanda kadını, özgürlüğü ve toplumsallığı yeniden bulma arayışçıları olarak, varlığa anlam verme mücadelesiyle inceden inceye bir tarih yazmaya başladılar. Yazılı olmayan tarihin yazıcıları olarak insanın özgürlük tarihi içinde yerini aldılar. Bu yakıcı, amansız bir arayıştır. Bazen yakılmayı, bazen kılıçtan geçirilmeyi, asılmayı, lime lime edilerek arayışçılara ibret olsun diye tüm toplumun öz duygularını, özgürlük duygularını öldürmenin sembollerine dönüştürülmeyi göze almak demektir. Çünkü devletçi sistem büyük bir çarpıtma ve topluma ait olana el koyarak kendine benzeştirmekte ve bunun üzerine yeni binalar inşa etmekte, devletler kurmakta ve hareket alanını giderek büyütmektedir. Bu adaletsiz sistemin karşısında duran kim varsa acımadan katletme, kendi içinde eritme geleneğine dayalı bir tarih yazmaktadır.

Bu çalma ve çarpıtmayı Önder APO “Adalet hukukun esas işlevini belirler, devlet iktidarını kendisiyle daha da pekiştirip toplumsal alanı gittikçe daralttıkça hukukun propagandası çok yapılır, ama esas işlevi çokça açıklığa kavuşturulmaz. Toplumun sürekliliğini, beslenmesini ve korunmasını sağlayan kurallı yaşamı yerine ikame edilen hukukla bu imkân elinden alınmakta, toplum özyönetimden ve politikadan yoksun kılınarak, iktidarın ve devletin üstten tek taraflı hazırlanmış hukuku ve idaresiyle kuşatılmakta, sınıfsal baskı ve sömürüye tabi kılınmaktadır……. Özellikle kapitalist sömürü sistematiğinde hukukun korkunç boyutlarda gelişmesi, sistemin sınır tanımaz azami kâr eğiliminden ileri gelmektedir” biçiminde formüle etmektedir.

Yine devamında çarpıtılan adalet anlayışını mahkum etmektedir; “Kapitalist modernite bütün meşruiyetini hukuka dayandırmaya çalıştı. Topluma aşırı müdahalesi ve onu sömürmesi hukuk denilen karmaşık, adaleti biçimselleştiren araca başvurmasına yol açtı. Hukuk çokça söylendiği gibi birey ve toplum haklarını ve görevlerini düzenleyen yasalar bütünlüğü olmaktan çok, kapitalizmin tarih boyunca yol açtığı büyük haksızlıkları biçimsel adalet anlayışıyla meşrulaştırmaya dayalı aşırı sayıda yasalarla yönetme sanatıdır.”

Eşitlik adaleti gözeten bir hassasiyetle geliştirildiğinde toplumsal gerçekliği güçlendirebilir. Mutlak eşitlik anlayışı ve uygulamaları toplumsal hassasiyetleri ve öncelikleri, farklı zaman ve mekanlarda özgün gelişimi yadsıyabilir. Her zaman toplumsal gerçekliği geliştiren, güçlendiren bir ilerlemeye yol açmayabilir. Adaletin yerini bulması için gerçekleştirilen zorlu yürüyüşte Önder APO gerçek adaleti tanımlıyor ve kapitalist modernite kadar reel sosyalizmin de toplumsal adalete hizmet etmediğini dile getiriyor;

“Eşitlik daha çok bir hukuk terimidir. Fert ve topluluklar arasında fark gözetmeksizin, aynı hak paylaşımını öngörür. Oysa farklılık, evrenin olduğu kadar toplumun da esaslı bir özelliğidir. Farklılık aynı türden hak paylaşımına kapalı bir kavramdır. Eşitlik ancak farklılıkları esas aldığında anlamlı olabilir. Sosyalist eşitlik anlayışının tutunamamasının en önemli nedeni, farklılığı hesaba katmamasıdır. Bu da sonunu getirmenin en önemli nedenlerinden biridir. Gerçek adalet ancak farklılıkları temel alan bir eşitlik anlayışı içinde gerçekleşebilir” diyor. Eşitlik ve adalet arasında böyle bir hasss denge vardır.

Reel sosyalizmin adil bir düzeni yaratmak ve insanlığın temel sorunlarına çözüm olmak yerine içine düştüğü durumu kapitalist modernitenin bir mezhebi olma biçiminde tanımlayan Önder APO’nun tespitleri özgürlük arayışındaki insanlığa ışık tutuyor: “Kendini emeğin savunucusu ve eşitliğin temsilcisi, dolayısıyla adaletli ve bilimsel yaklaşımın esas sahibi gibi gösteren ‘bilimsel sosyalizm’, bu sıfatına sahip olmaktan henüz çok uzaktır. Kanıt, ‘reel sosyalizmin’ içine düştüğü ve yol açtığı en büyük ahlaki bunalım ve adaletsizliktir. Şüphesiz bu da tarihe ve topluma doğru ve adil yaklaşamamanın karşı intikamıdır. Şu görüşü kabul ediyorum: Tarih ve toplum canlı organizmalardır. Onları yanlış yorumlayanlardan ve inkar edenlerden er veya geç ama mutlaka karşılığını verecek ve hak ettiği tokadı vuracaktır. Toplumsal proje ve programları soyut şemalara ve yanlış tarih görüşlerine dayandırmak, en acı sonuçlarını ‘reel sosyalizm’, ‘reel faşizm’ vb. birçok toplumsal hareket ve devlet kurumlaşmasında göstermiştir. Temeli yanlış örülen, gereken düzeltmeyi yerinde ve zamanında yapmazsa, içeriğine göre bir yıkılışı yaşayacaktır. Hiçbir çağ, çağımız kadar bu kuralın doğruluğunu yaşamamıştır.” Umut bitmedi ve özgür yarınlar için mücadele devam ediyor.

Adalet hakikate ulaşma ve yaşanır kılma mücadelesiyle gerçek tanımına kavuştuğuna göre, bunun anlamı sosyalizmin özü olduğuna göre; devamını Önder APO’nun hakikate eren düşünce deryasıyla tamamlayalım:

“Toplumsal gerçeği hep dolu yaşamak, onu tüm geçmiş birikimini içinden geçilen anın oluşum heyecanı ve geleceğin engin umutlarıyla yaşamak, hakikate en yakın yaşam gerçeğidir. Bu tarz bir yaşamı gerçekleştirmeyi sosyalist teori ve pratiğin temel sorunu olarak görmek büyük değer taşır. Bu gerçekleşme toplumsal hakikatin hem ifadesi hem de doğru yaşanması olarak anlam kazanır. Sosyalizmi sadece geleceğe ilişkin bir proje veya program olarak görmek yerine, anlık özgürleştiren, eşitliği ve adaleti gözeten, estetik değeri olan ahlâki ve politik bir yaşam tarzı olarak hakikatleştirmek gerekir. Sosyalizm hakikati ifade eden bilinçli bir yaşam tarzıdır.”

Demokratik sosyalizmin adil sistemini tanımlayan Önder APO “Demokratik ulus kavramı ve gerçeği ulus-devlet çılgınlığına karşı geleceğin en anlamlı, barış, adalet, özgürlük içindeki toplumunu ifade eder” diyor. …