Emek, Toplumu Var Eden Esas Değerdir

0Shares

1 Mayıs işçi ve emekçilerin birlik ve dayanışma günü olarak kutlanılmaya çalışılırken bugüne vermemiz gereken anlam hiç şüphesiz sosyalizm sorunlarını kavramaya ve emeğin sahiplerinin çıkarması gereken sonuçların neler olması gerektiğini belirtmek yerinde olacaktır.

Son birkaç yıldır sosyalizmin üzerine büyük bir saldırı yöneltilirken sosyalizmin yapması gereken neydi? Neden sahip çıkmak gerekir? Nasıl sahip çıkılır? Bunca saldırılara uğramasının nedenleri nedir? Bünyesindeki zayıflığı, yanlışlığı nedir? Tekrar çıkış için neler yapılmak durumundadır? Bu sorular sorulup ve cevaplar geliştirilirse, güne de gereken anlamlı yaklaşım gösterilmiş olur.

Sosyalizm, insanlık tarihiyle birlikte kendini gittikçe bilimselleştiren bir ütopya olarak gelişir. Sosyalleşme, yani toplumsallaşma, insan türünün çıkışıyla birlikte başlayan bir varlık şeklidir.

İnsanlar sosyalleştikçe kendi türlerini kanıtlarlar.

Bir anlamda insanlaşma, toplumsallaşmayla başlar, sosyalleşmeyle başlar. Sosyalizm de bu, sosyalleşmenin daha bilimsel ifadesi olma iddiasındadır. Dolayısıyla sosyalizmden kuşku duymak, insandan kuşku, onun sosyal varlığından kuşku duymaktır ki, bu da mümkün olamaz. İnsanın varlığı, sosyal varlığı var oldukça, geliştikçe, sosyalizm de var olacak, gelişecektir. Ve tabii bu da gelişmenin dönemeçlerine göre giderek daha da zenginleşecektir. İnsanlığın kaderi kendi emeğiyle yazdığı yazgısıdır. O, nereye kadar giderse, neye el verirse, sosyalizm de bir o kadar onun aydınlanmış ifadesi olacaktır.

Sosyalizm durağına tarih boyunca kolay gelinmemiştir. Çok büyük mücadelelerin sonucu olarak onun bilimsel ifadesine yaklaşıldığını biliyoruz. İnsan toplumunun şekillenmesinde, toplumsal mücadele sürekli bir motor rolünü oynuyor. Yine bugüne baktığımızda bile mevcut saldırının altında da şiddetli bir toplumsal mücadelenin icra edildiğini görürüz. Son tahlilde ulusal ve uluslararası çerçevedeki mücadele toplumsaldır. Sosyalizmin bir mücadele kozu olarak buna katmak istediği daha bilimsel olmaktır.

Son yılların sosyalizmi bulanıklaştırıcı, hatta inançtan düşürücü gelişmelerini değerlendirmek daha yerinde olacaktır. Çünkü gerçekten bir saldırı var ve sosyalizmi savunmak, hatta ilerletmek neredeyse ayıplı bir duruma gelmiştir. Reel sosyalizmin sorunlarını bütünüyle sosyalizmin sorunları olarak ortaya koyma hatası çok yaygındır. Hatta bu sosyalizmin etkisi altından ne kadar kendimizi kurtardığımızı bile kestiremeyecek durumdayız. Sosyalizmin özünü bütünüyle kavrama düzeyimiz hayli sınırlı. Bu sadece bizim gibi çok geri toplumsal özelliklerde seyreden bir halk için değil, dünya genelinde öyle anlaşılıyor ki sosyalizmin teorisi geliştirilemediği gibi uygulaması da çok çarpık ve hatta özüne ters yansıyacak biçimlere kadar varmıştır. Yine öyle anlaşılıyor ki reel sosyalizm, yani gerçekleşen sosyalizm, sosyalizm için belki de kapitalizmden daha tehlikeli bir hasım durumuna gelmiştir.

Sosyalizmin özüyle çelişen hatalar nelerdi, yanlışlıklara nasıl başlanıldı, nasıl gelişti? Öyle anlaşılıyor ki yoğun bir eleştiriyle yönelinecektir. Sosyalizmi sadece Marksist-Leninist kavram içine sığdırmak onu daraltma olur. Marks’ı da, Lenin’i de sosyalizmin gelişmesinde bir durak olarak değerlendirmek daha yerindedir. Ve eğer sosyalizm bir düzen olarak gelişiyorsa, bu bilimde çeşitli durakların da temsilcilerinin olması gerektiğini anlamak zor değildir. Herhangi bir bilim dalı, sadece bir usta tarafından temsil edilemez. Bilim ekolleri çok çeşitli bilim adamlarının çabalarıyla ve daha günümüzde de bitmemiş bir biçimde sürüp gitme özelliğindedir.

Bir toplumsal bilim dalı olarak sosyalizm de çeşitli aşamaların pratiğine bağlı olarak kendini geliştirecektir. Teorisini ve pratiğini sık sık gözden geçirerek ki toplumun bilimsel ifadesini, bir kimyanın bilimsel ifadesinin çok daha değişik ve hatta kesinlikten öteye, olasılıklarla,  olasılıklara daha fazla yer bırakan bir özellikte olduğu için  kesinlikten kaçınılacak, böylece giderek daha fazla iç olasılıklarına göre bu temelde kendini geliştiren, dolayısıyla da birçok dönemde bir çok temsilciyle veya bunun teorisi ve pratiğiyle uğraşanlarca ilerletilecektir.

Burada mühim olan insanlık tarihi boyunca bir sosyal mücadelenin varlığıdır. Giderek sosyalizm karşısında olanın, toplumun üstünde dolayısıyla toplumsal emeğin üstünde kendine bir yer edinmek isteyenin ve her zaman tarihte karşımıza egemen sömürücü simalar olarak çıkanların, bunu inkar etmek istedikleri, bunun yerine başka teorilerle veya uyuşmalarla sosyal mücadelelerinde hep sosyalizmi ret etmişlerdir.

Bir toplum gerçekten emeğe dayalı olarak gelişen bir organizmadır. Muamma türüdür. Emeğin türleri vardır. Hiç şüphesiz bilimsel emek, siyasal emek, ekonomik emek kategorilere ayrılabilir ama mühim olan toplumsal gelişmenin öyle kendiliğinden toplum üstü kuvvetler tarafından olmadığı, talihle, kazara toplumun içinden bazılarının gelişine yol açmadığıdır.

Toplumu toplum yapan, çalışanların emeğinin sonucudur.

Sosyalizmin esası da budur. Emperyalizm, günümüzde öyle noktalara saldırıyor ki sanki bunlar yerle bir edildikçe sosyalizm de yerle bir edilecektir. Hatta toplumsal mücadeleler bir daha asla vücut bulamayacaktır. Hayır, toplum içinde ileriyi hak etmediği, emeğinin üstünde kendine bir yer ayırmak istediğinde burada toplumsal bir mücadele başlamış demektir. Emeğiyle orantılı olmayan ekonomiden tutalım, sanat, hukuk, siyaset her alanda yer işgal etmek istiyorsa ve burada devlete dayanıyorsa, çeşitli yöntemlerle kendini güçlü konuma getirme çabası içine girmişse orada bir toplumsal mücadele vardır. Ve dolayısıyla başkalarının emeği üzerinde, ister yüzyıllardan beri üretilmiş değerler olsun, ister günlük olarak üretilen değerler üzerine olsun, bir çekişme varsa, bu çekişmede taraflar vardır ve bu taraflar arasında da bir mücadele vardır. Bu sosyal mücadeledir ve günümüzde bu mücadele biraz daha bilimsel, öngörülü yapılmak isteniyorsa bu, sosyalizm mücadelesi olur.

Öyle anlaşılıyor ki günümüzde sadece insanların emeği üzerine değil, bütünüyle yaşamın objektif temelleri üzerine, doğa üzerine de görülmemiş bir çullanma olduğuna göre, bu sosyal mücadele gelişecek ve sosyalizm her zamankinden daha fazla kendi varlık nedenini savunmaya çalışacaktır. Dünyanın bugünkü durumundan çok büyük şikayetler vardır. Toplumsal çevre denilen doğa kirlenmesinden tutalım, toplum içi kirlenme  ki bu daha büyük bir tehlikedir  hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar kirlenmiştir. Toplumun doğal çevresi veya çevre kirlenmesiyle iç, yani onun maddi ve daha çok da ruhi kirlenmesinin vardığı boyutlar bazı kentlerde, hatta birçok ülkede gelişmiş ve yaşanmaz bir durum yarattığını her gün izlemekteyiz.

İklimin bozulmasından tutalım, doğanın bozulmasına ve daha çok da insanın muazzam bir biçimde ruhunun baskı altına alınması, büyük ölçüsüzlükler, özellikle günümüzdeki insana yönelik saldırı araçlarıyla, nükleer silahlardan tutalım, basın-yayın araçlarına kadar  yöneltilen büyük tehlikeleri göz önüne getirdiğimizde her zamankinden daha fazla bir sosyal mücadele veya onun bilimsel ifadesi olarak sosyalizm mücadelesine şiddetle ihtiyaç duyulacağı açıktır.

Bugün eleştirilmesi gereken sosyalizmin çıkmazı veya sosyalizmin anlamsızlığı, gereksizliği değil, tam tersine bu muazzam sorunlara karşı kendini yeterince hazırlayamamasıdır. İnsanlığın karşısına çıkan dev gibi sorunlara sosyal mücadele adına, sosyalizm adına yeterli cevapların verilmemesidir. Sosyalizm adına, reel sosyalizm adına verilen cevapların yetmediği gibi, sorunları daha da ağırlaştırmasıdır. Sosyalizm bilimsel ifadeye XIX. yüzyıl ortalarında her zamankinden daha fazla kavuştuğunda, kapitalizmin bir olgunluk döneminden geçtiği söylenir. Bu dönemin sorunları gerçekten bugünkü kadar değildir. Aşırı düzeylerde işçi sınıfının sömürüsü vardır. Belki de günde on dokuz saat çalışır, çok zor işlerde çalıştırılır ve çok az bir ücret verilir. Sağlam eğitim olanakları yoktur, sınırlıdır.

Dolayısıyla o zamanın sosyalizmi yalın kat aşırı bir proleterleşme veya aşırı yoksullaşmanın sosyalizmidir. Bunun için işte ‘Kapital’ yazılır. ‘Kapital’in esas olarak ispatlamak istediği artı değerdir. Artı değerin oluşumu ve nasıl vakfedildiğidir. Ve bu da daha çok neyi halletmek istiyor? Gözler önünde çok yoğun bir sömürü vardır. Bu da nasıl ifade edilir? İşte çok yoksul bir işçi sınıfı, dolayısıyla işçi sınıfı ve sosyalizm ikilemi kurulmaya çalışılır. İşçi sınıfının ekonomik mücadelesi, onun giderek siyasi mücadelesinin nasıl olması gerektiğine dair çözümler aranır.

Dolayısıyla o dönemin halletmek istediği sorunlar daha çok da Marks, Engels döneminin sorunları, teorik ve pratik olarak biraz teoriktir ve sendikaldir. Teorik olarak, artı değer ve onun sızdırılması, yine pratik olarak sendikalar geliştirilir ve belli bir ekonomik mücadeleyi vermesi bu amaçladır. Bu da bildiğimiz gibi XIX. yüzyıl sonlarına kadar belli bir gelişme kaydeder. Teorisi biraz geliştirilir, sendikalar güçlenir, hatta siyasi mücadeleyi biraz geliştirirler. Parlamentolara kadar, burjuva parlamentolarına kadar girerler, partiler kurulur. Ama temelde henüz düzenin sınırları dışına çıkılmamıştır.

Burjuva demokrasisi veya cumhuriyeti ya da iktidarları dahilinde bir hak mücadelesi söz konusudur. İşçi sınıfının kendi sınıf kimliğini ideolojik, siyasi olarak ifade etme, kendini diğer sınıflardan ayırma, kendi partilerini kurma, kendi önderliklerinde siyasi mücadeleyi ekonomik mücadele ile birleştirme gibi bir çaba söz konusudur bu dönemde. Yerindedir, gereklidir ve bu dönemin temel ilerleme aracıdır. Özellikle yüzyılın ikinci yarısı ağırlıklı olarak böyledir. Daha önce de sosyal mücadeleler ve sosyal mücadele teorileri vardır. Değer üzerine, ekonomi politika üzerine ‘Ekonomi Politik’ oldukça geliştirilir. Onun felsefi ifadesi, hatta tarihi incelemeler içinde ele alınmıştır.

Marks’ın yaptığı, ekonomi politiği, diyalektik yöntemi ve ütopik sosyalizmi inceleyip hepsinden bilimsel bir sosyal ifadeye, sosyalizm ifadesine geçmektir ki, ütopik sosyalizmi de incelersek, kökenleri daha önceki tarihlere uzanır. Ekonomi politik ilk çağlara kadar uzanır. Yine diyalektik ilk çağlara kadar uzanır. Sosyalizm, bilimsel sosyalizm olarak bütün bunların senteziyle ifade bulur. XIX. yüzyılda en güçlü bir ideoloji olarak kendini kabul ettirir. İşçi sınıfının eylem silahıdır. Eylem kılavuzudur. Ayağa kaldırır, halk mücadelesine iter. Bunun için örgütlenme gereğini önüne koyar. Gelişmek için bazı sonuçlara da ulaşılır.

Buna Lenin’in yaptığı katkıyı da biliyoruz. Lenin’in yaptığı katkı, o dönemin sınırları dışına çıkmak, mevcut burjuva iktidarları, burjuva demokrasilerini aşmak, düzen içi bir hak mücadelesinden düzeni yıkarak, bir iktidar mücadelesine, onun diktatöryasına ulaşmak gibi bir sonuca da götürür. Leninizm’in de esas katkısı buradadır. Leninizm, sosyalizmin tarihinde emekçi sınıfın mücadelesini sadece ideolojik, ekonomik olarak sınırlamaz. Hatta siyasi olarak da düzen sınırları dahilinde siyasi hak, siyasi yönden hakları geliştirme olarak da kabul etmez. Daha da ilerleterek mutlaka iktidarı, mevcut iktidarı parçalayarak yerine emekçilerin iktidarını kurmayı esas alır. Ayırt edici özelliği budur ve bu da kapitalizmin emperyalizm çağına denk düşüyor.

Dolayısıyla Leninizm, kapitalist emperyalist teorinin işçi sınıfı açısından çözümlenmesi ve onun aşılması çabası olarak karşımıza çıkar. Lenin’in bu konudaki gerek öngörü, yani teorisi ve gerekse pratiği yani iktidar, parti ve iktidar mücadelesine ilişkin geliştirdikleri Ekim Devrimi’nde güçlü bir uygulamaya kavuşuyor.

Sovyet deneyimine yol açıyor. Bu deneyimin ağırlıklı olarak Rusya içinde gerçekleşmesi söz konusudur. Bir sosyalizm türü bulunur. Lenin’in yönetemediği, yani kurucusunun yönetemediği, bir sosyalist inşadır bu. Devrimin karşıdevrim tarafından ezilme sürecinde Lenin olmakla birlikte ki, o dönemde de Bolşevik Partisi içinde şiddetli tartışmalar vardı, tasfiyeler vardır, inşa döneminde bu çok daha şiddetlidir, fakat o süreçte Lenin yoktur.

Bildiğimiz gibi Stalin önderliğinde bir sosyalizmin inşası süreci başlatılır. Ekonomik inşaya gidilir. Devlet iktidarı, işçi sınıfı diktatörlüğünün inşa edilmesi, ekonomik ve siyasi iktidarı güçlü bir çabaya tanıklık eder. Bugün bu çok tartışılıyor. Sovyet deneyimi topa tutuluyor adeta. Özellikle Stalin pratiği topa tutuluyor. Bunu biraz daha iyi anlamak gerekir. Stalin deneyimi nedir? Leninizm ile bağlantısı nedir ve hatta bugün, Gorbaçov reformları denilen gelişmelerle ilişkisi nedir?

İnsanlar genel olarak güncelliğin ağır etkisi altında bulunurlar. Güncel olarak yaşanan gelişmelere mutlak bir gelişme, son söz değerinde bir yer vermek isterler. Bu darlık kesindir! Ortaya çıkan her din kendisini en son din ilan ettiği gibi, her peygamber de kendini en son peygamber ilan eder. Veya her teori ortaya çıktığında sahipleri onun en son teori olduğunu söylerler, en son doğru sözün artık bu olduğunu söylerler. Bu insanların özelliğidir. Sosyalizmde de buna benzer bir şeye rastlanır. Her dönemin en ileri sosyalizm teorisi ve uygulanması kendini biraz da mutlak gibi sunma ihtiyacını hisseder. Öyle anlaşılıyor ki, Stalin döneminin pratiğinde  hatta bunu Lenin dönemiyle de kapsamlaştırabiliriz. Lenin, Stalin’le özdeşleştirilemezse de  kendini oldukça mutlaklaştırdığı söylenebilir. Büyük bir sübjektivizm yaşandığı da anlaşılıyor.

Önder Abdullah Öcalan
Mayıs 1991
Devam edecek

Attachment