Tarihi Köklerimize Yolculuk

0Shares

Hakikat tarihsel köklerimizde, biz hakikatin içinde saklanmış bir gerçeği yaşamaktayız. Saklanmışlık bilgisizlikten ve tarihsel gerçeklikten kopmanın bir sonucudur. Tarihimiz egemenlikçi zihniyetler tarafından unutturulmaya ve çarpıtılmaya çalışılmıştır. Tarihsel yolculuklara çıktıkça ve tarihsel gerçeklikte kendimize baktıkça gerçek daha çok aydınlanıyor ve içinde bulunduğumuz kaos daha çok anlaşılıyor. Köksüz olan bir toplumun ve bireyin geleceği olmaz, başkalaşmış, eklektik bir birey ve toplum oluşur. Kürdistan gerçekliğine baktığımızda tarihsel gerçekliğimizin çok köklü olduğunu görüyoruz. Ancak yüz yılardır Kürdistan’da uygulamaya sokulan politikalarla Kürtler tarihsel köklerinden, kültüründen koparılmaya ve köksüzleştirilmeye çalışılmaktadır. Başkalaşıma uğratılıp, yaratılan değerler ve birikimler çalınıp varlığı unutturulmak istenmektedir. Önderlik savunmalarında bu gerçeği çok yalın bir dilde ve insanı sarsarcasına dile getirmektedir. Bu gerçeği okudukça derinden bir öfke hissetmekte ve köklerimizin derinliğini yakıcı bir tarzda tekrar tekrar hissetmekteyiz. Önderlik; “15 bin yıl analık yap, insanlık için gerekli olan her şeyi yarat, sonra en çaresiz bir kul durumuna düş! İlk tanrıçaların doğduğu memleket ol, insanlık için gerekli her şeyi hem yarat ve doğurt, hem de sonra bir bez parçası gibi kullanılıp bir köşeye atıl! Tüm tanrıları ve büyüklükleri yarat, sonra hepsinin en çaresiz kulu ol! Tüm insanlığı doyurmanın zanaatlarını yarat, sonra aç kal! Her tarafı barınaklı kıl, sonra barınacak yurdun olmasın! Herkesi aydınlatan bir mum ol, sonra karanlıktan kurtulma! Herkese ses ol, müziği ve şiiri yarat; sonra dilsizlere, sağırlara dön! Herkes için bilimi, saygıyı ve tekniği yarat, sonra en cahili ve çaresizi kal! Herkese sarayı, hanı yarat, sonra yerleşecek bir avuç yere muhtaç ol! “ demektedir. Bu sözlerin sarsıcılığını hissetmek ve anlamak için 15 bin yıl önceden başlayıp günümüze doğru uzanan tarihsel sürece bakmak gerekmektedir. Günümüzü doğru yorumlamak ve hakikatle buluşmasını istiyorsak o dönemde yaşanan tarihsel gerçekliği ele almamız gerekmektedir. Bu yazıyla kısada olsa o dönemi değerlendirmek, yorumlamak istiyoruz. Elbette bir yazıyla bu gerçek tam aydınlanmayacaktır, bundan dolayı bizde birkaç yazıyla tarihten günümüze yaşanan süreçlerin kültürel şekillenmemizde yarattığı etkiyi değerlendirmeye aydınlatmaya ve az da olsa anlaşılmasına vesile olmaya çalışacağız.

Mezopotamyada yaşanan tarihsel süreç, toplumu toplum yapan ilk mekan olma özeliğine sahiptir. İnsanlığın toplumlaşması bu coğrafyada yaşandı. Verimli hilal olarak tarihe adına yazdıran bu coğrafyada yapılan her kazı, yeni kanıtlar ortaya çıkarmaktadır. Her tepelik insanlığı toplumsallaştıran kalıntılarla doludur. Her karışı hiçbir değerle karşılaştırılmayacak kadar zenginliklerle doludur. İnsanlığın ilk mekanı, ilk yurdu, varlığını toplumsallaşmayla üst bir aşamaya sıçradığı ana vatandır. Önderlik bu toprakları toplumsallaşmanın bing-bangi olarak yorumluyor. Nasılki ilk bing-bang milyarlarca yıl önce meydana gelmiş ve hala bu patlamanın devam ettiği belirtiliyorsa, toplumsallaşmada milyonlarca yılların oluşturduğu deneyim ve birikimin bu topraklarda büyük bir emekle buluşmasını ve toplumsallığın yaşanmasına neden olmuştur. Doğal toplum diğer adıyla Neolitik olarak adlandırdığımız bu dönem insanlık aşamasında önemli bir röle sahiptir. Toplumsallaşma yaratılmasaydı insanlık gelişimi olmaz ve belki de insanlık yok olmayla yüz yüze gelirdi. İnsanın toplumsallaşmasını ve kültürel şekillenmesini oluşturan coğrafya bu coğrafyadır. Neolitik olarak adlandırılan bu mekanlarda üretilen ürünlerle, geliştirilen inançlarla ve yaşam tarzıyla inanılmaz düzeyde bir gelişim sağlamıştır. Bu açıdan kültürü yaratan ve toplumsallığı oluşturan büyük bir patlama yaşanmaktadır diyoruz. Bu patlama günümüzdeki gibi yok etme değil yaratım patlamasıdır ve insanlık hala bu kültürel patlamanın ürünlerinden faydalanmaktadır, bu kültürel değerlere dayanmaktadır.

Neolitik aşamaya geçmeden Paleotik ve Mezolitik aşamaları yaşanmaktadır. Paleotik en uzun süren bir aşamadır. Klan tarzındaki yaşamalarıyla bilinirler. Çeşitli aşamalardan geçen, ilerledikçe gelişim kat eden, yeni aletlerle yaşamlarını devam eden ve toplumsallaşmanın zemini olup kültürel şekillenmeye adım atılan bir dönemdir. Uzun sürmesinin sebebi bu dönemin ağır ilerlemesinden kaynaklanmaktadır. Mezolitik süreç Neolitik sürece geçmenin ara bir aşamasıdır. Kültürel birikimleri toparlayan ve yeni bir aşamaya geçmesine vesile olan bir dönemdir. Mezolitik dönem sonunda artık buzulların eridiği, yerleşikliği oluşturacak değerlerin biriktiği, Verimli Hilal olarak adlandırdığımız mekan oluştuğu ve inanç sistemine adım atıldığı bir dönemdir. Ateşte yemek pişirmenin insan kültüründe ve yaşamında oluşan etkiler büyüktür. Paleolitik, Mezolotik ve Neolitik diye adlandırdığımız dönemlerin toplamına Doğal toplum demekteyiz. Önderlik; “Doğal toplumdaki insan, kendisini birlikte olduğu klan üyeleriyle bir bütün olarak yaşatmak kuralına olmazsa olmaz kabilinden bağlıdır. Klanın bir üyesi diğerinden ayrıcalıklı bir yaşamı düşünemez; klan dışında yaşamı düşünemez. İnsan türünün toplum olarak gelişimi uzun süre hakimiyet ilişkilerine değil, dayanışma ilkesine dayanır. Doğayı bağrında büyüdüğü bir ‘ana’ olarak hafızasına yerleştirir. Kendi aralarında ve doğayla bütünlük esastır” demektedir. Yaşam tarzları komünal ve bütünlüklüdür. Düşünüş tarzı animist ve inancı totemdir. Animist düşünce tarzı çok önemlidir. Dünyayı felakete götüren şey nedir diye sorulursa buna vereceğimiz bir cevap animist düşünce tarzından kopulması olarak değerlendirebiliriz. Animizim nedir, canlıcılık. Yani doğayı kendisi gibi canlı görmesi ve saygı göstermesidir. Bundan dolayı fazla malı ve ürünü ahlaki görmez ve asla kabul etmez, iihtiyaca göre doğadan faydalanır ve ihtiyaca göre hareket eder. Ancak günümüzde yaşanan sistemlere bakın, bırakın doğayı canlı görmek insanlar bir diğer insana ve halklara bile canlı bakmıyor ve kendisi dışında hiçbir yaşama saygı duymuyor.

Toplumsallaşma olmadan insan insan olmazdı. İnsanı insan yapan toplumsallaşmadır. İnsan doğadaki en zayıf olan canlıdır. Zayıflığını toplumsallaşmayla aşmış ve gelişim kat etmeye başlamıştır. Önderlik; “Toplum insan türünün araç yaratarak ve bilinçlice ortak amaca yürümeyi esas alan hem cinsleriyle birleşip kendini en yakın hayvan türünden kopmasını ve bir arada yaşamasını ifade etmektedir.” demektedir. Toplumsallaşma insan eliyle yaratılan, gerçekleşen bir eylemdir. İnsan güçsüzlüğünü toplumlaşmayla aşmıştır. Birlikte olma, ortak hareket, dayanışma, yardımlaşma olmasaydı insan yaşamının zorluklarını kendi başına atlatması mümkün olmazdı. Birlikten güç doğar deneyiminin kökeni milyonlarca yıl önceye dayanmaktadır. Komünal tarzdaki yaşam ve doğayla iç içe olmak bu aşamanın olmazsa olmazıdır. Bir çok canlının doğadan korunacak biyolojileri ve yapıları varken insanın bu yapısı yoktur. Bu açıdan doğada yaşamak için insan aklını kullanmak ve diğer hayvanların kendilerini koruyan yönlerini gözlemleyerek dıştan araçlar yapmaya başlamıştır. Taşlardan yapılan aletler bu açıdan önemlidir. Taştan aletlerle insanlar kendilerini korudukları gibi avcılık yapmalarını ve beslenmelerini sağlamıştır.

Toplumsallaşmayı yaratan en önemli özellik nedir diye sorarsanız kadının toplum içinde oynadığı öncülük rolüdür diyebiliriz. Yaşam Ana-Kadın eksenli sürmektedir. Ahlakı geliştiren, yaşama ilke kazandıran ve toplumu-klanı bir arada tutan, doğurtan ve yaşam veren kadındır. Bu açıdan yaşam kadın etrafında şekillenmektedir. Kadının doğurganlığı, çocuğu kendi bedeninden beslemesi, iyi bir toplayıcı olması, koruyan, yaşatan durumda olması, öncü olmasında önemli bir nedendir. “Neolitik toplumun ideolojik kültürünü küçümsememek gerekir. Analık hukuku, toplumsal dayanışma, kardeşlik, çıkarsız ve salt toplum amaçlı sevgi, saygı, iyilik düşüncesi yani ahlak, karşılıksız yardımlaşma, gerçek değer üretenlere ve toplumu yaşatanlara saygı, kutsallık ve tanrısallık kavramlarının saptırılmamış özüne bağlılık, komşuya saygı, eşitliğe ve özgür yaşama özlem gibi ölümsüz değerler bu toplumun temel varlık nedenleridir ve aynı zamanda toplumsal yaşam sürdükçe varlıklarını asla yitirmeyecek değerlerdir.” Doğal toplum aşamasında yaratılan değerlerin bütününü kültürel devrim olarak ele almamız gerekmektedir. Yaratılan tüm değerler toplumsal kültürün şekillenmesini sağlamıştır. işlenen her alet, şekillenen her yaşam, ahlak, saygı ve birliktelik kültürün yaşam bulmasına sebebiyet vermiştir. İlk müzik aletleri, ilk ritüeller, ilk inanç, ilk oyunlar, danslar, resimler, kabartmalar, heykeller, inanç yerleri, köyler, çömlekçilik, tekerlek, tarım, hayvan evcilleştirme ve daha sıralayabileceğimiz bir çok yaratım bu döneme aittir. Günümüzde yaratılan değerlerin her biri bu dönemde yaratılanlarla mukayese edilmemelidir. 16. Yüzyılda gelişen teknoloji dışında kullanılan her şey o dönemde yaratılan değerlerin bir devamıdır. Günümüz koşullarında Neolitik kültürün aynı coğrafyada hala izlerine rastlamamızın sebebi Neoloitik kültürün ne denli köklü olduğunu göstermektedir. Uygarlık bu değerleri alt üst etmek için ne denli ideolojik argumanlarla saldırsa da, kadın köleleştirilmeye çalışılsa da, yok etmek için inanılmaz katliamlar yapılsa da izleri tamamiyle yok edilememiştir. Kadın bilincinin derinliklerinde bu gerçeklik örtülüde olsa da varlığını sürdürmektedir. Kadının özü bu değerleri yarattığından dolayı kadın var oldukça bu değerler sürecek ve toplumsal buluşmada rolünü oynayacaktır. Hiçbir ideolojik ve fiziksel saldırı bu köklü şekillenmeyi tamamiyle ortadan kaldıramaz. Çünkü kadının biyolojisi toplumsallaşmaya, yaratıma ve yeniliğe açıktır. Kadındaki enerji akışkanlığı, yaratılan oluşturulan sınırları-bentleri aşarsa Dicle ve Fırat nehri gibi gürül gürül akmaya ve tekrar yenilikler yaratmaya başlayacaktır. Kadın yapısı forma gelmediği gibi akışkan ve yaratıcıdır. Kapitalizmin yarattığı bentler yıkıldıkça, darbelendikçe kadının akışkan enerjisi yoluna devam edecek ve esas kaynağına ulaşacaktır. Bu açıdan kadınlar başta olmak üzere toplumun tüm dinamikleri kadının enerjisini kafesleyen engelleri yıkmalıdır. Bunun için de kapitalist zihniyetle hem ideolojik hem fiziki mücadele etmek gerekmektedir.

Kevana Zerin Şehit Mizgin Akademesi

Attachment