Aile ve kadın sorunu aile ve erkek sorunu olarak da değerlendirilebilir. Bu sorun bir bütün olarak komalıksa ve masaya yatırılıp acil bir ameliyatla kendine getirilmek zorundaysa, onun uzuvları, parçaları için giriş kabilinden neler söylenebilir?
Toplum, erkek ve kadından müteşekkildir. Toplum erkeksiz ve kadınsız olmaz. Aile, erkek ve kadının aile ilişkisi veya evlilik ilişkisi gibi çeşitli adlarla bir araya getirilmesine denilir. Tanım çok basittir. Ama günümüzde bizde gerçekleşen biçimine bakıyoruz; aman Allah’ım aileye ne oldu, bu ne kadınlık, bu ne erkeklik dememek elde değil. Nasıl erkek, nasıl kadın, nasıl aile? Aileye, yuva da denebilir, “ana-baba değerli varlıklardır” denir. Buna inanıyoruz ve böyle öğreniyoruz. Ama çok erken yaşlarda da bizdeki biçimiyle büyük bir sorun olduğunu, bunun en çarpıcı bir biçimde ailede ortaya çıktığını veya onun adeta barometresi olduğunu söylersek abartmış olmayacağız. Ulusal-toplumsal düzeyi anlamak istiyorsanız aileyi, erkeği, kadını, evliliği, ilişkilerini iyi kavrayın. Neler bulmazsınız ki! Biz ulusal kavram, toplumsal düzey tabirlerini aslında fazla derinliğine bilmeyiz. Bunları kavramak biraz daha gelişkin kültür ve bilinç ister. Fakat siz, aileyi daha iyi kavrayabilirsiniz. Çünkü en çok bu gerçekle biraz haşir-neşir oldunuz. Onun için aile kavramını ulusal ve çeşitli toplumsal düzeyleri anlatmak için kullanmakta isabet vardır.
Toplumsallığa, ulusallığa ilişkin süreçleri ailede görmek veya ondan başlatmak mümkündür. Bu açıdan bu konuya ağırlıklı yer veriyoruz. Sadece aileyi veya erkeği-kadını ve özellikle sanıldığı gibi kadın köleliğini, özgürlüğünü anlamak için değil, ulusal gerçekliği, toplumsal düzeyleri, ahlakı, geleneksel şeref, onur, yiğitlik gibi kavramları anlayabilmek açısından da; yine düşman kavramını, düşkünlük kavramlarını kavrayabilmek için de bu konuya ağırlıklı bir yer vermek yöntem açısından da isabetlidir. Duygu, sevgi kavramlarına da açıklık getirmek için aile kavramını irdelemek öğretici olabilir. Daha değişik yaklaşımlarla ve şimdiye kadar söylenenleri tekrarlamaktan kaçınarak yaklaşımlar geliştirmek istedim. Ama düzeyleriniz bize her şeyi neredeyse sıfırdan başlatma gereğini dayatıyor. Bu nedenle konuyu tekrar tekrar ele almaya zorlanıyoruz. Çok dikkat etmezsek, bütün yaptıklarımız boşa gidebilir. Biraz özgür kadın-erkek yaratalım dedik, ancak yoğun bir mücadeleyi iç içe götürmezsek, bu konuda saptırmalar bile bizde çok tehlikeli bir namus olgusu biçiminde dönüştürülmüş, en tehlikeli bir metalaşmanın da merceği, odağı haline getirilmiş bir olguyu eğer çözemezsek, bütün yanılgıların boy vereceği bir sapmayı başından yaşamaya mahkum oluruz ve çoğunlukla da öyle yaşanılıp gidiliyor. Bunun çok ağır etkisi altındayız.
Aile en büyük yabancılaşmanın yaşandığı yerdir. Erkek ve kadının sözde birbirini anladığı yer diye tabir edilir, ama bana göre birbirlerine en çok yabancılaştıkları yerdir. Aile, bu konuda çarpıcı bir örnektir. Bana, “sen onun etkisi altındasın, kendi ailen öyle, bize de bunu dayatıyorsun” demeyin, sorun o değil. Ailemin, gerçeği çırılçıplak ortaya koyması benim için bir şans olmuştur. Muazzam küfürleşmeleri, kavgaları bu kurumun çarpıcı etkisini erkenden görmeme yol açmıştır. Sizin aile gerçeğiniz bunu çok sahte ve örtbas ederek yaşadı, dolayısıyla kandırıldınız.
Aileyle işe başlamak birçok açıdan isabetli olabilir. Aile tarzını, aile alışkanlıklarını, aile geleneklerini açıklığa kavuşturmak, sizi muazzam aydınlanmaya ve yeniden yapılanmaya götürür. Yine ana-baba olgusunu ele almaktan tutalım eş-dost-çocuk kavramlarına açıklık getirmeye kadar, sizi önemli sonuçlara götürebilir ve götürmelidir. Doğru yaklaşım gücünüz çok zayıf. O kadar yanılgılarla dolu yaklaşım var ki, hangi ana-babadan bahsedeceğiz? Hepsi zavallı. Hangi çoluk-çocuktan bahsedeceğiz? Hepsi perişan. Hangi erkekten, kadından bahsedeceğiz? Hepsi yüz karası, çaresiz. Oysa bu kurum, bu ilişki güç vermeliydi. Zaten onun için çok büyük öneme sahiptir. Ailenin, toplumda en köklü ve vazgeçilmez temel bir kurum olduğu iddia edilir, ama bizde tam tersine güçsüzleşmenin, giderek içinden çıkılmaz sorunların altında boğulmanın aracı olan -bu rolü düşman tarafından oynatılıyor- bir kuruma dönüştürülmüştür.
Sömürgecilik ve aile, tarih boyunca aile, özellikle 12 Eylül ve aile, yine genel anlamda kadın-erkek ilişkisi, eşit, özgür ilişkiler gibi konular üzerine teori yapmaya fazla gerek yok. Özellikle saflarımızda bazı saptırmalar ortaya çıkıyor; özgürlük hareketinin tabiatı gereği kadın da, erkek de bu işe istediği gibi katılır dediğimizde, en temel bir ilişki biçimi olduğu için, kadın-erkek ilişkisi gırtlağına kadar düşmana, gaflete bulanmış bir konumdan devralınca, tedbir almazsan, dikkat etmezsen, en büyük belayı kendi başına çekmiş olursun. İlişkilerin yeniden düzenlenmesi için mücadeleye katılış gereklidir. Ama doğru biçimini dayatmadın mı, kendi başına bu, orduyu dağıtması için yeterlidir. Kadın-erkek ilişkileri parti ilkesiyle, eşit, özgür temellerde, yoldaşlık yaklaşımları dediğimiz tarzda olmazsa kendimizi iki günde tasfiye ederiz. Bu, hem de “tutku”, “sevgi” adına yapılır. Tedbir alınmadığında birçok bölgemizin tasfiye olduğunu veya tasfiyenin zor bela önlendiğini gördük. Bu konuda da kendi deneyimlerimi veya gözlemlerimi ortaya koyuyorum. Bu konuda cesur olmak kadar, çok çarpıcı olmak da kaçınılmazdır. Biz burada hangi geleneği, hangi mallı-mülklü, yaklaşımı esas aldığı, yine kime, ne çıkar sağladığı; düşmana mı, kendisine mi çalıştığı; özgürlüğe mi, köleliğe mi götürdüğü belli olmayan birçok yaklaşımı, ilişki biçimini bütün yönleriyle ortaya çıkarmadan, niçin devrim yaptığımızı da fazla anlayamayız ve çok acımasız bir çabanın başımıza bela kesilmesini önleyemeyiz.
Mücadeleye gelen yanılgılı kadının eğer önünü biraz almazsanız sizi bitirebilir. Kendimizi erkenden bu konulardan ayrı tuttuk. Çok erken yaşlarda konuya kuşkulu ve geleneklere aykırı bakmayı becermeseydim, çoktan bitmiştim. Çevreme aldansaydım, ana-babamın dayatmalarını, hatta gelenekleri kabul etseydim, kendimi çoktan bitirmiştim.
Kadınla toplumsallık birlikte yürümeli. Bu konuda çok hassastık ve yedi yaşından bugüne kadar bir tarzı geliştirmeye çalışıyoruz. Siz yedi yaşından bugüne kadar çoktan bu işin içine girerdiniz. Zaten bir farkımız da böyle ortaya çıkıyor. Örneğin, birbirinizi çok kolay beğendiğinizi, kolay aşık olduğunuzu, duygulandığınızı sandınız. Kim bilir içinizde ne büyük tutkular var, fırsat bulsanız bunları hangi biçimlere dökersiniz? Bütün bunlar var diye sizi suçlamıyorum. Cinsel güdü çok doğal bir cinsi güdüdür, kadın-erkek tutkuları çok doğal tutkulardır. Sorun, bunlar neden sizde var diye eleştirisini yapmak değil, bunu yaparsak doğallığı inkar etmiş oluruz, bu da gerçeklikle bağdaşmaz. Sorun daha değişiktir. Örneğin, güdüler ve aşk adına başımıza neler geldi? İlişkiler adı altında nasıl aldanıyoruz, aldatıyoruz? İlişkilerin içinde yalan, kölelik, ilişkisizlik ve inkar var. Biz burada artık çıbanı patlattık. Bu tür ilişkiler neden ve hangi irinden ortaya çıkıyor? Ben bunu icat etmedim. Düşman yüz yıllardır oynamış, yarayı kangrene dönüştürmüş, belki kendine gelir diye iğneyi batırdık, kendine gelsin istedik. Boşuna bu ilişki objektif ajanlık ilişkisidir demedik. Bu objektif ajanlık, Ulusal Kurtuluş Hareketini partiyle birlikte yerle bir etmeye yeterdir. Köleliğin her biçimine olduğu gibi, bu alandaki biçimine de kolay boyun eğmeyeceğiz, birbirimizi köleleştirmeyeceğiz. Güdüleri, ucuz duyguları, hatta bazı aşkları yaşayalım diye büyük hataları yapmayacağız. Yanlış tutkunun ve aşkın burada öldürülmesi gerektiğine, doğru temelde bir şeyler gelişecekse nerede, ne zaman, nasıl olursa olsun onun uğruna büyük kavganın göze alınması gerektiğine inanacağız.
Bu sorun, düşmana karşı dayanıp dayanmama gibi bir şeydir. Bir yerde dökülüş, kaybediş varsa, karşı direnmeyi geliştirirsiniz. Duygu, aşk adına kaybetmişsiniz, bundan ne anladınız? Adam bir kadın uğruna her türlü namussuzluğu yapıyor, buna da “namus” diyor. Vatanını, evini, kısaca her şeyini bir kadın için satabiliyor. Kadın da, kaba cinselliğiyle kendini ömür boyu yaşatacağını sanıyor. Bunları gördük ve uzak durduk.
Acaba bu konuda hepiniz ne kadar akıllıydınız? Bu ilişkiden ne anlıyor, ne veriyorsunuz? Anam bile bana “Senin anan değil miyim, senin üzerinde bu kadar hak-hukukum var” diyordu. Ben küçük bir çocukken bile bir ana neden bu kadar talepte bulunsun ki diyordum. O zamanlar bir çardak altında tavukla civcivi yürüyordu, anama işte bunların ilişkisi neyse, benimle senin ilişkin odur dedim. Çok kaba bir benzetmeydi, ama söyledim. Sonra anladım ki, gerçek biraz da budur. Çünkü aile plansız, aile bilinçsiz, aile sorumsuz. Olup biten bazı evlilikleri gördüm. Adam Çukurova’ya gidip yıllarca çalışıyor, “şu kadar başlık parası karşılığında kız aldık” diyor. Benim bacılarımı da bu şekilde götürdüler. Bunlar olağan durumlar olabilir mi?
Böyle sorularla başladık, sonra iş büyüdü. Bazıları alışkanlık, bazıları da gelenek gereği evlenirler, bizimki politik esasları ağırlıkta olan bir evlilikti. Eğer kadın ilişkisini kendi başına doğru bir yaklaşımla ele almasaydık, mükemmel bir devlet adamı olmaya kadar giderdik. İyi ki uyanık çıktık. Karşımızdakinin ajan olup olmaması da önemli değil, çok dürüst birisi de olabilirdi. Fakat o anlayışla, o tarzla mücadele edilmeseydi, kaybederdik. Acaba bizim gibi yaşamayı bilen bir kişi daha çıkar mı?
Devrimciler cesur ve özverilidirler. Gaflete, hıyanete götüren duygularından, aşklarından gerektiğinde vazgeçerler, eşlerini de bırakırlar, boşarlar. Bu gücü göstermezlerse yaman devrimci olamazlar. Bunu kendime de uyguluyorum. Bütün eleştirilerime rağmen, aileye doğru bir biçimde bağlıydım. Köye, kente, vatana bağlılığı tartışmıyoruz. Büyük eleştiriye rağmen, en büyük bağlılığı biz gösteriyoruz. Bunun nasıl, nerede, ne biçimde olduğu önemli değil. Halen yoğun bir biçimde uğraş veriyorum. Aşk, duygu dedik ve bir baktık ki, bu aşk yüzünden kendimizi öyle bir hale sokmuşuz ki, düşmandan daha beter olmuşuz. Bunun üzerine bağlılık nasıl gelişmeli dedik.
Çok zor bir kavgayla kurulan yaşam daha değerlidir ve yıkılmaz olur
Sizin büyük aşkınız varsa, ona yer yapacak bir ülke, özgür bir halk gereklidir. Çünkü jandarma gelir, kocanızı, karınızı elinizden alır. Düşman her gün geliyor ana-avrat sövüyor. Bu ilişkiden ne anladınız? Düzen koşullarında veya kendi geleneksel ölçülerinizle bir ilişkiyi geliştirmeniz artık mümkün değil. Sorun artık düzen sınırları dahilinde de çözümlenmekten çok uzak. Bütün bunlar bizleri düşündürmeli, yaşadığınız bazı ucuz duygular, ilişkiler varsa, onları gözden geçirmeye yol açmalıdır. Bu konuda biraz yiğit olmanız gerekiyor.
Aile ve kadın-erkek çözümlememiz, bu temel sorulara karşılık vermek içindir. Bu konuda bazı cevaplar verilmişti. Ama iş biraz daha ağırlaştığı için, özellikle de sorunu ortaya koyma, hatta çözümlemeyi geliştirme değil de, cevabı biraz öne çıkarma zorunluluğu kendini dayatıyor. Aileyi yıktık, çözeceğimizi çözdük, fakat yeniyi nasıl kuracağız, biraz öne çıkarılması gereken yan burası oluyor. Aile, kadın-erkek ilişkisi, sevgi-duygu ilişkisi nasıl olmalı? Bu konularda ilişkiler nasıl olmalıdır diye sorguluyoruz. Örneğin, bu bir yaşam ilişkisiyse nasıl bir yaşam gerekir diyoruz. Zaten adını nasıl yaşamalıyız biçiminde de koyuyoruz. Büyük bir tartışmayı bu nedenle geliştiriyoruz. Geçmişte ne yaptığınız o kadar önemli değil, önemli olan onları bilince çıkarmak, çözmeye tabi tutmak ve yeniyi nasıl kurabileceğimiz, geliştirebileceğimizdir. Bunu büyük bir açıklıkla, özgür tartışmayla geliştirmeliyiz. Hiçbir iki yüzlülüğe, sahtekarlığa, kandırmaya gitmeden, özellikle yurtseverliğe, temelde özgürlük savaşımına, onun öncü gücüne ters düşmeden, özgür tartışmayla onu güçlendirme, bu kavramlara açıklık getirme temelinde ne geliştirebiliriz, buna ne kadar gücümüz var, ilişkiye ihtiyaç var mı, yok mu, kadın-erkek nasıl ilişkilenebilir? Bu işi kadın ordulaşmasına kadar getirdik. Şimdiden eşit-özgür ilişkiler komitelerini geliştirdik. Bütün bunlar henüz işin başlangıcında olduğumuzu gösterir. Sorunu ortaya koyuşta da, çözümü derinleştirmede de daha yapacağımız çok iş var. Yeter ki bu konularda kendinizi zincirlerden kopartın. Duygu, aşk ve evlilik zincirleri var. Bütün bunları kaba anlamda değil, yanlış biçimlerden koparıp doğruya sevk etme anlamında belirtiyorum. Örneğin, evlisiniz veya aşıksınız, o zaman kendinizi yanlış biçimlerden koparın. Hiç olmazsa ruhunuzda, bilincinizde yenisini kurmaya çaba harcayın. Çünkü yanlışta ısrar etmek, köleliği çok derinliğine yaşamak demektir. Bu da sizi öldürür.
Eğer dürüst olmasaydım, bir kadın aldatmasına veya erkeklik güdülerine esir olsaydım, örgütün başına en büyük belayı kendim getirebilirdim. Ama bildiğim tarzda ele alıp buraya kadar getirdim. Sanırım sonucu iyi olmuştur. “Bu da erkekliğe sığar mı” denilmemeli. Bence erkekliğe ve kadınlığa sığmayacak olan; birbirini kandıran, hiçleştiren, sevgi adına her türlü sevgisizliği, güdüler adına her türlü düşkünlüğü sonuna kadar kendine reva gören yaklaşımlardır. Benim yaklaşımım özgürlüktür. Kendimi ne diye gelenek uğruna köhnemiş bir ilişkiye mahkum edeceğim. Bu bana yakışmaz. Doğru olan da budur. Neden sırf kızın, karın oldu diye ona bütün yaşamı haram edecek bir yaşantıya boyun eğdireceksin? Kaldı ki burada da çirkinlik ve kölelik vardır.
Büyük özgürlük tırmandırılışı, aynı zamanda güzellik tırmandırılışıdır. Bu da emeğin yarışmasıdır. Güzel emek, güzellik emeği, güzel çabanın, şansın gelişmesi demektir. Örneğin, altmış yaşında bir adam, gelenekler uğruna, akrabalık bağıyla, biraz da parası varsa, çok güzel bir kızı alıyor. Bunda bir çirkinlik, büyük bir haksızlık var. Bunu paraya, gelenek-göreneğe dayanarak yapıyor. “Namustur, ne diye karşı çıkıyorsun, karısıdır, dokunma” demek, bana göre doğru değil ve o karısını elinden almak gerekir. Doğru olan budur. Bu temelde kurulmuş binlerce ilişki var. Hepsi haksız temelde olmuş ve geriliğe hizmet ediyor, bunları parçalamak gerekir. Birbirlerini kandırmışlar, bu ilişkiye neden boyun eğelim? Bizim onay vereceğimiz ilişki; sonuna kadar aydınlanmaya ve özgür iradenin varlığına dayanan ilişkidir. Bu ilişki aynı zamanda kopmaz bir ilişkidir. Bizim saflarımızda kurulan bütün ilişkiler bile, yönetme, yönetilmenin ve gücün etkisine dayanır. İçinde özgürlük, irade, emeğe ve mücadeleye dayalı bir ilişki yok, sadece boyun eğme var. Bu ilişkiyi nasıl kabul edeceğim? Her gün karşımıza böyle birçok ilişki çıkıyor. Bu tarz ilişkiyi eleştirmemiz, ilişkiyi reddettiğimiz anlamına gelmiyor. Ama doğru ilişkilenme biçimi de gelişmelidir. Aşık olmayın demiyorum. Aşık olun, ama bu en büyük aşka bağlılık temelinde gelişmelidir. Hatta en büyük bağlılığa aşk diyelim. Örneğin, bunu yapan kişi büyük bir vatanseverlik aşkı ve bunun savaşıma yansıtılmasını sağlasın, ben alkışlayayım. Bence doğru olan budur; şeref de, namus da budur. Bazılarının gayreti, aşkı olsa düşmanına karşı başkaldırır, iradeyi ona göre konuşturur ve örgüte koşar. Çoluk-çocuk sevgisi varsa, milyonlarca çocuğun başına gelenleri düşünür, onları sever. O da büyük bir yüreğe yol açar. Ana-baba sevgisi olsa, ana-babası mahvolmuş, onları düşünür. O düşünce ona, büyük bir eylem kapasitesi kazandırır.
En önemlisi de kölelik biçimlerinin derin yaşanmasıdır. Kölelik öyle etkili ki, kişiyi beşikten mezara kadar yönlendiriyor. Bir kontrgerilla komutanının yapamayacağı yönlendirmeyi bu ilişki yapıyor ve yönlendiriyor. Tüm bunları aşmadan özgür militana ulaşamayız. Bu kurumun veya bu tarzın yarattığı köleleştirici etkiye, ya yoz güdülerine teslim olan ya da intihara götüren tarza kendinizi kaptırdığınız ve doğru bir ilişkiye güç getiremediğiniz için zayıf kalıyorsunuz. Zor bir konu, ama uğrunda çaba, hatta savaşım vermeye değer bir konudur. Ben, bazı yönleriyle sorunun nasıl anlaşılması gerektiğini ortaya koyuyorum. Anlaşılır hususları tekrarlamaktan ziyade, özellikle daha çok çözüme doğru götüren tarza veya doğru ilişki tarzlarına nasıl yaklaşmalıyız sorusuna açıklık getirmek istiyoruz. Gerillada olsun, bütün yaşam kesitlerinde olsun, doğru yaklaşım tarzları, örgütleme ve çözüm araçları nasıl olmalı sorularını biraz geliştirebiliriz. En önemlisi de bu ilişkiler aynı zamanda bir duygu ve sevgi ilişkisidir. Bu konularda derinleşmelisiniz.
Doğru sevgi, doğru duygu nedir? Bu, nasıl ele alınmalıdır? Anlayış düzeyinizi bu temelde geliştirmeli ve kendinize güvenmelisiniz. Yıkmak, her şeyin kaybedilmesi değildir, ama ucuz yapılanmalara da fazla tenezzül etmeyin. Çok zor olan, çok zor bir kavgayla kurulan yaşam daha değerlidir ve yıkılmaz olur.
Önder Apo
Kaynak: Sosyal Devrim Ve Yeni Yaşam
17 Ocak 1994