Sınıflı uygarlık ile birlikte başlayan ve günümüze kadar süregelen ataerkil zihniyet mevcut gerçeklikte elinde bulundurdukları militarist devlet sistemleriyle dünyayı yaşanılmaz hale getirmişlerdir. Binlerce yıldan beridir yaşanan sömürü savaşları, nemrutlar, firavunlar, kral ve günümüzdeki temsilcileri tarafından sürdürülmektedir. Kadın ile başlayan, doğa ile devam eden ve şimdi toplumun tüm dokusuna nüfus eden iktidarın saldırılarıyla kuşatılmış durumdadır. Bunun günümüzdeki ifadesi ulus-devlet sistemidir. Burada bir öz savunma mekanizmasından bahsedemeyiz. Tam tersine öz savunma mekanizmalarına saldıran bunu işlevsizleştirmek için savaş başta olmak üzere şiddetin her yöntemini kullanan bir yapı söz konusudur. Toprak, su ve petrol savaşlarının yanı sıra insanın doğal varlık koşullarına dönük saldırılar sürmektedir. İktidar tekelinde insan hücrelerine dek kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Foucoult’un ortaya koyduğu bio-iktidar, bio-siyaset kavramları da bunu anlatmaktadır. Artık iktidar tek tek bireyleri egemenliği altına almakta duygu ve düşüncesini kontrol etmektedir. Bilişim çağında geliştirilen her tür iletişim aracı en çok bu amaca hizmet etmekte, insanın en doğal öz savunma mekanizması olan toplumsallığı tahrip edilmektedir. Toplumsal bir varlık olan insanın bu yönüne saldırılmakta, insanlar yalnızlaştırılmaktadır. İnsanın bütün duygusal ve düşünsel yetileri bireyin tekliği üzerine kurgulanan bir ideolojik hegemonyanın tehdidi altındadır. Birbirinin gözünün içine bakmadan, dokunmadan, hissetmeden sanal bir dünyada insanın yaşayabileceğinin kültürü oluşturulmaktadır.
Ulus devletin bir öz savunma politikası yoktur. Tam tersine öz savunmaya büyük bir saldırıdır. Mar örneğinde belirttiğimizi gibi kadın ve doğa ile başlattığı tahakkümü toplumun dokusunu bozarak sürdürmektedir. İnsanın doğal varlığına ve öz savunma sistemine karşıt olan bir sistemdir. İnsanın en temel öz savunması olan toplumsallığını tahrip ederek bunu yapmaktadır. Toplumsallığı en büyük öz savunma mekanizması olan insan şimdi zincirlerinden boşalmışçasına bundan kaçmakta ve tek başına bütün güdülerini tatmin etmenin yollarını aramaktadır. Bu insanın doğal yaşam yetilerine de vurulan bir darbedir. İnsan yaşamı için gerekli olan beslenme, üreme, korunma içgüdüleri de bu sistemin hizmetine koşturulmaktadır. Dünyanın başındaki en temel tehditlerden olan obezite, AİDS hastalıkları ile bir çok devlette polisin sınırsız öldürme hakları bunu göstermektedir. Yine corona insanın toplumsallığına vurulan en büyük darbe olarak gündemde yer aldı. Toplumsal ilişkileri felç eden, toplumsallığı en büyük tehdit olarak gören bir politikanın adıdıydı corona. İnsanın doğadan ve toplumdan kopuşunu sağlamanın politikasıdır. Sermaye tekel güçlerinin sınırsız kar hırsına hizmet etmektedir. Toplumsal ilişkilere vurulan en büyük darbedir. Kadına yönelik şiddetin bu politika ile paralel geliştirilmesi bilinçlidir. Kadınlar ve ezilen halklar öncülüğünde dünyada yeniden geliştirilen öz savunma yöntemlerini de manipüle etmenin bir yöntemidir.
Dünyanın her yanında yaşanan su, toprak, petrol ve sömürge savaşları da bu gerçeğin bir başka ifadesidir. Kar kaynaklarını arttırmayı amaçlayan merkezi hegemonik sistemin doğaya ve doğanın bir parçası olan insanın en temel öz savunma mekanizması olan toplumsallığına militarist saldırılarını ifade etmektedir. Militarizm ise iktidar patentli bir yaklaşımdır. Bu ister kültürel ister sosyal ister askeri bir şekilde yapılsın, anlamı aynıdır. Ulus devletin her yaklaşımı militarizme hizmet etmekte, militarizmde duygu, düşünce ve fizikte insanı esir almak için her tür yöntemi kullanmakta, insanın doğal yaşam kaynaklarına saldırmaktadır.
Toplumun ahlaki ve politik dokusunu bozmakta, güdüleri yaşamın eksenine alan insan ile sınırsız bir tahakkümün ve şiddetin politikasını üretmektedir. Toplumun temel yapıtaşı olan ahlakın devletin yasaları ile ortadan kaldırılması da bunun bir ifadesidir. Rêber Apo’nun dediği gibi, ‘‘Ahlak bir toplumun çimentosu gibidir. Ahlakı olmayan hiçbir toplum yoktur. Ahlak insan toplumunun ilk örgütlenme ilkesidir. Esas işlevi, analitik zekâ ile duygusal zekânın toplumun iyiliği için nasıl düzenleneceği, nasıl ilke ve tutumlar haline getirileceği ile ilgilidir. Tüm topluma eşit düzeyde, ama farklılıkların rolünü, hakkını da gözeterek davranır. Başlangıçta toplumun kolektif vicdanını temsil eder. Hiyerarşi ve siyasi erkin devlet olarak kurumlaşması, ahlaki topluma ilk darbeyi indirir.”
Sonuç
Bu temelde varlığın temel koşullarından olan öz savunma insan yaşamında toplumsallık ile anlam bulmaktadır. Toplumsallığın temel ilkesi ahlaktır. Öz savunması olan toplumlar, kadınlar, kesimler bu anlamda ahlaki politik toplumlardır. Ve bu toplumlar canlılığın tüm özelliklerini kendilerinde taşımaktadır.
Bununla bağlantılı olarak öz savunmanın yaşamın bütün boyutlarında geliştirilmesi gereken bir durum olduğu açığa çıkmaktadır. Her davranışımızın, sözümüzün bir ideolojiye hizmet ettiğinin bilinciyle kendimizi sürekli eğitmek, bakış açımızı demokratik sosyalist ve kadın kurtuluş ideolojimize göre düzenlemek, her an kendimizde mücadele halinde olup kapitalist sistemin etkilerini ortadan kaldırmak öz savunmanın kendisidir. Mevcut kadınlık ve erkeklik rolleri insan doğasının ne kadar tahrip edildiğinin somut verilerini sunmaktadır. Var olan toplumsal cinsiyetçi rollerin dışında çıkmak bu anlamda öz savunmanın en temel yönlerinden biridir. Bunun içinde demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı paradigmamız ekseninde kadın kurtuluş ideolojimizin temel ilkelerinde yoğunlaşmak, kendimizle sürekli bir mücadele halinde olmak önemlidir. Öz savunma her şeyden önce ideolojik bakış açımızı güçlü bir şekilde kurmayı başarmaktır çünkü. Bunu başardığımızda askeri, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, bilimsel, felsefik başta olmak üzere hayatın bütün alanlarda ne istediğini bilen, nasıl yaşamalı sorusunun cevabını arayan militanlar olmayı başarırız. Öz savunma yaşamı tehdit altında olan sömürge toplumlar için bu anlamda bir yaşam andıdır.
Zîlan Konya