Türkiye’de Seçim Tiyatrosu

0Shares

“Türkiye’de seçim olacak mı? Olmayacak mı? Erken seçime mi gidilecek? Seçimler ertelenecek mi? Erdoğan tekrar aday olacak mı, olmayacak mı? Yasalar yol veriyor mu, vermiyor mu?” vs. derken yoğun tartışmaların yaşandığı bir atmosferde ansızın 14 Mayıs’ta seçim tarihine karar verildiği açıklanıyor kamuoyuna. Tüm Türkiye halkının açıklama beklediği bir atmosferde beklenen tarih açıklandı açıklanmasına da yeni cevapsız soruları da beraberinde getirmişti. Yapılan açıklama 21 yıllık iktidarın karakterine uymuyordu. Mevcut iktidar pat diye böyle bir kararı almazdı. Toplumu açlıkla yüz yüze tuttuğu, demokrasiyi ayaklar altında süründürdüğü, ülkenin tüm ekonomisinin yatırıldığı savaşta, üzerinde rant sağlayacağı bir başarısı da yoktu. Garê’de bir haftada tarumar olmuş, “24 saatte yerle bir ederim” dediği operasyona başlamasıyla-çekilmesi bir olmuştu. “Kilit” operasyonuyla “inlerini başlarına yıkacağız” demiş, operasyon boyunca dünyanın gözü önünde savaşta bile yeri olmayan her türlü ahlaksız saldırı konseptine başvurmuş, güvendiği teknik üstünlüğüne karşın veremediği bilançosunun altında kalmamak için kendi askerlerinin cenazesini Zap, Metina ve Avaşin hattında yakarak yürüttüğü operasyonunun tahribatlarını arkasında belgeli bırakarak “Türkiye’nin şanlı tarihine leke getirerek” prestiji yerle bir etmişti.

%10’nunu bile saymadığımız iktidarın tasfiye pratiği hem Türkiye kamuoyunda hem de dünyada yavaş yavaş ses getirip iktidar medyasının sansür duvarlarını da aşarak tepkilere dönüştüğü böylesi bir atmosferde seçime gitmek… Bu tartışmalar  birden bire yerini “hükümet neyine güvendi de seçime gitme kararını aldı” sorusuna bıraktı.

Evet gerçekten de bu çete iktidarı neyine güvendi? Ya da yine neyin peşindeydi? Kafasında kırk tilkinin dolaştığı bu iktidarın bir bildiği olmazsa aleyhinde yükselen isyan seslerini duymazdan gelmez tahtını riske atmazdı.

Asıl tiyatro tam da bu perdede sahnelendi. Tabi ki en heyecanlı yerlerde açılır sahnelerin perdeleri yoksa neye yarar gösteriler? Yoksa kimin ilgisini çeker ki? Ya da vermek istediğin mesajı ne kadar yutturabilirsin? Kamuoyunu ikna edebilirsin… Zamanını iyi tutturamazsan seyirci bile bulmak bir risk. Aktörler ve yönetmenlerin uzmanı olduğu bu konuyu onların taktirine bırakarak gelelim esas tiyatromuzun senaryosuna ve sahnelenen perdelerine. Ama önce amacına yönelik birkaç tüyo verelim.

1-Sahneye halk kamuoyunun oluştuğu ve kendisiyle büyük riskler taşıdığı bu süreçte çıkarak gündemin seyrini değiştiriyoruz.
2-Yaşamdan bezmiş kamuoyunun önüne bir umut koyarak tepkisinin yönünü farklı bir yöne veriyoruz.
3-Öyle ustaca oynamalıyız ki bu halkın ne söyleyecek bir sözü, ne de gösterecek bir tepkisinin kalmasına izin vermiyoruz.
4-Erdoğanın yeniden aday gösterilebilmesinin uygun bir yolunu buluyoruz.

“Seçim Tiyatrosu’undan daha iyi fırsat mı var elimizde” dedi stratejistler. Biliyorsunuz ülkenin ekonomisinin büyük bir payı da bu stratejistlerin midesine iniyor. Bunun için kafa yormayacaklarsa ne güne duruyorlar. Devam edelim;

5-Ve yüksek seçim kurulu Erdoğan’ın tekrar aday olmasında herhangi yasal bir sorun görmemeli.
Bir taşla bayağı kuşun birden vurulduğunun yeterince farkına vardıktan sonra esasa geçelim.

Ne yapmalı? nereden başlamalı?

Ana muhalefete bakalım ve oraya verilen ayarı çözme işinden başlayalım. Birkaç soruyla konuya giriş yaparsak; Türkiye Cumhuriyetinin entellektüel, aydın seviyesi Türkiye’deki mevcut muhalefeti örgütleyip arkasından sürükleyecek, öncülük yapacak güce sahip değil mi? Yoksa Türkiye’de artık bir vatansever mi kalmamış? Ki Yıllardır “Türkiye Cumhuriyeti” halkı CHP ve Kılıçdaroğlu’nun “ana muhalefetliğine” mahkum olmuş. Peki Kılıçdaroğlu’nun öncülüğündeki “ana muhalefet” gerçekte nasıl bir muhalefet yapıyor? Türkiye’nin temel sorunu işsizlik, asgari maaş, yoksulluk vs.den mi ibaret? İsterseniz buna iktidarın yolsuzluklarını da ekleyelim.  Gerçekten bu ülkenin bu hale gelmesinin esas nedenleri bu kadar mı? Kılıçdaroğlu’nun kişiliğine yönelik bir diyeceğimiz yok. İyi bir insan da olabilir, fakat iyi bir politikacı ve lider mi?  CHP’deki derin devlet zihniyetini ne kadar eğitebilir, tabanını ne kadar ikna edebilir? Hadi CHP ve Kılıçdaroğlu’nu bırakalım. Diğer parti liderlerine bakalım. Davutoğlu veya Babacan’a mesela.

Davutoğlu ve Babacan, iktidarın tüm kirli çamaşırlarını en iyi bilen adamlar, yıllarca siyasetin en gözde elemanları olarak görev alıp halkı yönettiler. Peki bunların iktidara yaptığı eleştiriler incir çekirdeğini dolduruyor mu? İktidarın gerçek yüzünün açığa çıkmasına ne kadar vesile oldular? Türkiye’de dönen dolapları, çeteleşmeyi, ülke ekonomisinin nereye aktarılıp çökertildiğini vs ülke neden bu hale geldi, bunun çözümü nedir? Ya da bu ülkenin can alıcı sorunlarını ne kadar doğru, cesaretle halka aktardılar? Cevapsız soruların arkası gelmeyecek. Vereceğimiz birkaç cevapla taktiri halka bırakalım.

Seçim tarihinin belirlendiği sıralarda Kılıçdaroğlu Amerika ve Britanya gibi ülkelere özel olarak davet edildi, ya da gitti. Bu görüşmeler sırasında neler oldu bilmiyoruz. Ancak şunu net biliyoruz ki bu ziyaretler sonucu Türkiye halklarında “dış güçler de bu iktidarı istemiyor” izlenimi veya umudu gelişti. Bunun daha fazla alevlenmesi için elbette iktidarın -danışıklı dövüş gereği- sözüm ona bu konu üzerinden ana muhalefet ve özellikle de Kılıçdaroğlu’na karşı yürüttüğü saldırıları hiç hesaba katmıyoruz bile. Sonra 6’lı masa adı altında “muhalefet liderleri” bir araya toplandı. Kendilerine çizilen çizelge çerçevesinde herkes başladı seçim propagandasını yapmaya. Bizlerse heyecanla 6’lı masadan çıkacak çözüm perspektiflerini bekliyorduk. Hepsinin propagandasını bir araya toplayalım –HDP ve ittifakını dışında tutarsak- ve bakalım Türkiye halklarına sunulmuş, önüne konulmuş bir demokratik çözüm paketi var mıydı? Bu ülkenin en temel sorunlarından biri olan demokrasi için neler söylendi? İstanbul sözleşmesini geri getirmekle şiddet gören, öldürülen, faili meçhul kadın cinayetleri ve kadın intiharlarının önüne gerçekte ne kadar geçilecek? Kadının eşitlik, özgürlük ve yaşam hakkı sorunlarını bu muhalefet nasıl ele aldı? Kürt halkının Dil, Kültür, Kimlik, Özgürlük vs. sorunlarını ne zamana kadar görmezden gelmeye devam edecekti? Peki ya Filistin-İsrail, Ukranya-Rusya savaşını bile geride bırakan “terör sorunu” adı altında yürütülen  Kürdistan’daki savaşın gerçek bilançosunu ne zaman öğreneceğiz? Kim bu sorunu ele alıp gerçek bir çözüm projesiyle yola çıkacak? Bu ülke bu sorunla daha ne kadar yaşamaya devam edecek? Birileri ülkede “dil sorunu var” demekle gerçekten halkı ikna ettiğine, edeceğine mi inanıyor? Ana muhalefette iktidar gibi bu sorunları görmezden gelerek iktidara gelebileceğine halkı da buna inandırıp, gerçek öncüleri olduğunun propagandasına devam mı edecek? Türkiye’de buna inanacaklar var mı gerçekten?  Hayır halk da, muhalefet de, iktidar da neyin ne olduğunu gayet iyi biliyor. Fakat bilmedikleri bir şey var. O da burada oyun içinde oyun olduğu gerçeğidir. Türkiye halkı bir özel savaş konseptiyle yaşıyor. Zira bundan haberi yok.

Biz yine gelelim senaryonun esas kısmına. 21 yıldır iktidarı iktidarda tutan “ana muhalefetçilere” yine muhalefette kalma görevi verildi. Hemen sonrasında da iktidar seçim tarihini belirledi. Böylece tiyatronun ilk perdesi açıldı. Olmadık teoriler oluşturmak gibi bir niyetimizin olmadığının iyi anlaşılması için tüm kamuoyunu seçim sürecinin ayrıntılarını yeniden gözden geçirmeye davet ediyoruz. Hepsini bir araya topladığımızda ve son sahneyle birleştirdiğimizde göreceğiz ki taşlar bir bir yerine oturacak, sorularımıza kısmi cevaplar bulacağız.

Son sahne; “Kılıçdaroğlu seçim sonuçlarıyla ilgili saat 9:30’da açıklama yapacak” deniliyor. Kılıçdaroğlu çıkıyor ve konuşmaya başlıyor? Halkımın şu, şu sorununa kayıtsız kalmamalıydım, kalmadım diyerek mücadeleye devam mesajı veriyor. Hemen “neydi bu şimdi” diyoruz. Onca baskı, ihlal, açık belgeli saldırı vs. seçim esnasında yaşanan yolsuzluklara yönelik tek bir kelime yok. Beklenmedik bu açıklamanın devamında, Halkımız metin olsun bir dahaki seçimde yani 5 yıl sonra şansımızı yeniden deneriz mahallinde bir konuşmayla kapanıyor perde.

Son bir soru AKP-MHP-Hizbullah iktidarı 5 yıl daha iktidarda bu halkın başına neler getirecek? 5 yıl sonra gençlik ve kadının geldiği durum ne olacak? Biz açlığın hangi sınırında olacağız? Savaş daha kimleri saracak? Daha kaç 5’li yılları geride bırakacağız?

Ben bu muhalefetin iktidardan çok iktidarı ayakta tutma çabasında olduğundan artık kesinlikle eminim. Bundan zerre kadar kuşku duymuyorum. Ya Siz?

O halde 5 yıl daha beklemeye, bu iktidarla yürümeye mahkum değiliz. Ve bekleyecek zamanımız yok. Ekmek su kadar gerekli olan ülkemizin demokrasi mücadelesini yükseltmeye…

Roj Pery

Attachment