Adalet, günümüzde içi boşaltılmış durumdadır. Yani gerçek anlamından uzaklaştırılmıştır. Gerçek anlamına nasıl kavuşturulur? Adalet bireysel midir? Toplumsal mıdır? Bu açıdan adalet kavramını nasıl ele almalıyız? gibi soruları çoğaltabiliriz. Yaşadığımız çağda adalet hukuka feda edilmiş durumdadır. Her şey devlet ve egemenlerin çıkarı için. Bunu da belirleyen aşırı kar mantığıdır, bu da kapitalizmin can damarıdır.
Bütünlüklü bir bakış açısıyla adaleti tanımlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığımızda her zamanki gibi bize ışık tutan ve hakikatin yaşandığı doğal topluma gideceğiz. Orada adaletli bir yaşamın nasıl olduğunu değerlendirmeye ve yorumlamaya ihtiyaç var. Adalet, doğal toplum sürecinde vicdanlı yaklaşım, dürüstlük, hakkaniyet, doğru yaklaşım gösterme tarzında karşımıza çıkar. Doğanın adaleti, evrenin adaleti, kadının adaleti, toplumun adaleti kendini en fazla gösterdiği dönemdir. İnsanın, toplumun, canlıların hem kendi aralarında hem de doğayla birbirinin farklılıklarını ve haklarını gözeterek bir uyum, denge ve eşitlik vardır. Buradaki yaşam tarzında gerçek adalet vardır. Kendi içerisinde oluşturduğu ahenk, eşitlik ve hakkaniyet adalet ilkesiyle sürdürülür. Bu ilke büyük deneyimler sonucu gelişir ve topluma mal edilir. Kadın öncülüğünde toplumun ve doğanın çıkarları için kullanılır. Kadın adaleti özgürlük ve eşitlikle doğru orantılıdır. Toplumsallığın yaratıcısı olan kadının oluşturduğu komünal değerlerin özü olarak toplumun hafızasında yer edinir. Birey de bu değerlere göre şekillenir. Düşünüşü, yaşam biçimi bu değerlerle anlam bulur. Bu değerler günümüze kadar direnenlerin bin bir emekleri sonucu ulaşır.
Uygarlık tarihinin mimarı olan kurnaz erkek her şeyi kadından çaldığı gibi adaleti de çalarak kendi sistemini güçlendirmek için kullanır. Çok dikkatli bir şekilde incelendiğinde, uygarlık güçleri her şeyi ters yüz ettiği gibi adalet kavramını da aynı şekilde içeriğini de boşaltmış durumda olduğu görülür. Devletçi uygarlığın mimarı olan egemen erkek zihniyeti bunu büyük bir ustalıkla pratikleştirir. Ve Kapitalist modernitenin gelişim aşamalarında iktidarı elinde bulunduranlar hukuk adı altında kendi azami karları için çok iyi kullanır. Oluşturdukları hukuk kuralları ile insan da ve toplum da oluşturduğu zihniyet kalıpları ile daha fazla sömürü ve denetimi geliştirir.
Toplumun elinde bulunan adaleti alarak devletin çıkarı için hukuku oluşturarak toplumun ve bireyin çıkarını savunuyormuş algısını oluşturur. Bu şekilde devleti daha da güçlendirerek bir avuç egemenin de çıkarlarını garanti altına alır. Egemen zihniyet temsilcileri kendi denetimi dışında hiçbir şeyin kalmaması için her şeyi en ayrıntılı bir şekilde hukuk kurallarına bağlamış durumda. Önderlik “Hukuk çokça söylendiği gibi birey ve toplum haklarını ve görevlerini düzenleyen yasalar bütünlüğü olmaktan çok, kapitalizmin tarih boyunca yol açtığı büyük haksızlıkları biçimsel adalet anlayışıyla meşrulaştırmaya dayalı aşırı sayıda yasalarla yönetme sanatıdır.”
Yazılı hukuk tarihini incelediğimizde kadının lehine bir şey göremeyiz. Dolayısıyla kadın kırımının tarihi olduğunun tespitini yapmak yanlış olmayacaktır. Devletin oluşum esnasında, iç düzenini yine toplum ve bireyle ilişkilerini hukuk kriterleri adı altında belirlenir. Bireyin, devlet iktidarının güçlenmesini sağlayacak kural ve kaideleri egemen güçler belirler. Egemen güçlerin belirlediği kriterler de hem kadına dair, hem de ezilenlere hatta doğaya dair adalet beklemek saflık olur. Bundan kaynaklı hukukun özünde doğaya, kadına ve ezilenlere yer yoktur. Önderlik “Hukukun kendisi uzun vadeli kural ve kurumlara bağlanmış siyasetten başka bir şey değildir.” Bu kural ve kurumlara bağlanmış siyaset iktidarı elinde tutan kesimlerin çıkarları içindir.
Öyleyse adaletin ve hukukun temsilcisi olarak kullanılan kadın figürünün, bir elinde terazi, bir elinde kılıç ve gözlerinin bağlı olmasını nasıl yorumlamak gerekir? Hukuk kriterleri içerisinde kadının lehine dair bir şey olmadığına göre kullanılan kadın figürü ve heykeli bireyi ve toplumu yanıltmaktan ve kandırmaktan başka bir şey değildir. Hele tarafsızlık adına gözünün bağlanması aslında kime hizmet etmesi ve kimin tarafında olması gerektiğini belirtir. Özcesi adaletli ve vicdanlı olmak, görmek ve bilinçli olmakla ilintilidir.
Erkek egemen zihniyetin etkisi altında olan en küçük toplumsal örgütlenmeden tutalım, devlet kurumuna kadar hukuk, en gelişkin aşamalarında bile kadın için aynı şekilde uygulanmaya devam etmektedir. Hem de büyük bir kandırmaca ile sanki hukuk, kadının haklarını koruyor algısı yaratılarak. Örneğin, kadına yönelik aile içi şiddet hukukta karşılıksız kaldığı gibi, aile kurumunu koruma adına kişiliği ve cinsiyetine yönelik her tür taciz ve tecavüz de karşılıksız kalmaktadır. Çıkarılan kimi yasalar da erkeğin denetimindeki ya da mülkiyetindeki kadının bazı namus ölçülerinin korunmasına dairdir. Bunun yanı sıra devlet, toplum içinde kadının aleyhine şekillenen ahlak-töre gibi geleneklerin uygulanmasına da göz yumulmaktadır. Namus cinayetlerini, kadın intiharlarını, kadın katliamını besleyen geri tüm gelenek ve göreneklere devletin yaklaşımı kadının aleyhinedir. Eril zihniyetin kadına yönelik saldırganlığını önlememek ve teşvik etmek bir insanlık suçudur. İktidarcı devletin hem erkeği koruma hem kendi çıkarlarını garanti altına alma amaçlı oluşturduğu hukukun kadına ve topluma dönük adaletinden bahsetmek mümkün değildir.
Yine kapitalist batı devletleri kendi çıkarlarını koruma ve meşruiyetini sağlama alma amaçlı hukuk ilkelerini çok iyi oluşturur. Batı hukuku incelendiğinde de kadın lehine çok fazla bir şey görülmez. Toplumlar için en küçük bir davranışın hukuki kurallarını belirlerken, kadına yönelik şiddet ve tecavüze karşı yaklaşımı görecelidir, net değildir. Tüm bunlar hukukun cinsiyetçi yaklaşımını gözler önüne sermektedir. Mevcut hukukların adalet kavramını kullanarak cinsiyetçi yönünü saklamaya çalıştıkları apaçık ortadadır. Önderlik, Kapitalist modernite bütün meşruiyetini hukuka dayandırmaya çalıştığını belirtir. Topluma aşırı müdahalesi ve onu sömürmesi, hukuk denilen adaleti biçimselleştiren, karmaşık araca başvurmasına yol açtığı tespitini yapar.
Sonuç yerine, Özellikle adalete dayalı olmayan bir hukuk karşısında örgütlenen, bilinçlenen ve her koşul altında hakkını arayan , özgürlük mücadelesi yürüten kadın toplumsal adaletin öncülüğünü yapabilir. Bu öncülüğü yürütürken hem kendini hem de toplumu bilinçlendirir ve örgütler. Toplumsal adaletin gerçekleşmesi için başlangıçta tüm insanlık için adil bir hukuk gerçeğine ulaşmak gerekir. Adil bir hukukun gerçekleşmesi için kadın lehinde ayrımcılık ilkesi esas alınarak düzenlenir. Devletin tekelinden çıkarılarak insan hak ve özgürlüklerini kapsayan, tüm insanlık için geçerli olan ve kadının özgürlüğünü merkezine alan bir evrensel hukuk anlayışı gereklidir. Bu evrensel hukuk anlayışı kadının tarihsel, toplumsal, siyasal, ekonomik vb. tüm alanlarda sahip olduğu dezavantajları gözetir.
Adaleti mülkün temeli olarak her yere yazan ve kazıyan kurumlaşmış erkek egemenliği karşısında kadın eşitlik ve özgürlük mücadelesini çok yönlü geliştirmek zorunda. Bunun için adaleti özgürlüğün temeli yapar. Kazanımlarını garanti altına almak için toplumsal adalet ilkelerini oluşturur.
Ronahi Malatya