Bu anlamda bizim sıkça kullandığımız lanetli halk, lanetli sınıf gerçekliği de budur. Kendi egemenlerinin, kendi ezenlerinin kuyruğunda, onların çıkar ilişkilerini ağından kurtulamama, hatta ona yaltaklanma lanetli bir halk veya sınıf, kişi olma anlamına geliyor. Bu da her türlü düşkünlüğün, aşağılanmanın, hor-hakir görülmenin temel nedenidir. Kendi gerçekliğini özgürce görememek; kendi hakimlerinin, sömürücülerinin, bir anlamda düşmanlarının izinde yürümek, yaltaklanmak, hatta dalkavukluk etmek içine düşürülecek en aşağılık durumdur. Ahlaksızlığın temeli de budur. Her türlü kıt düşünmenin, hatta maddi olarak asgari çıkarlarını bile karşılayamamanın da nedeni kesinlikle budur. Israrla biz de bu noktada “iğrençlik, alçaklık” kelimelerini çok yaygın kullandık ve yerindedir. Bunda son derece ısrarlıyız. Bu anlamda sosyalizm ufkunu büyük bir kararlılıkla savunmak, bunu oldukça özgürce ve savaşarak yapmak önemlidir. Yaparken dogmatik olmamak, saplantılar içinde kalmamak çok önemlidir.
Çünkü, toplumu bilimsel anlamda ancak emekçiler daha iyi anlayabilir. Hemen her emek dışı sınıf, yalana, her türlü dogmatizme baş vurabilir. Çok çeşitli uydurmaları kalıcı ideolojilermiş gibi, hatta mutlakmış gibi dayatabilir. Ama tarihinin her döneminde olduğu gibi, emeğin sahibi olanlar, onun sonuçlarıyla yakından ilgilenenler ise, yeni devrimci olan ideolojiyi geliştirmekte zorluk çekmezler, bunda kararlıdırlar ve ortaya da çıkarırlar. Günümüz sosyalizm tartışmalarında en çok yetmiş yılı aşkın ve oldukça da dünyanın büyük bir kısmını etkileyen, kurulup da bugün çözülen veya aşılan sosyalizm tartışılıyor. Buna bir kez daha değinmekte yarar olabilir. Biz bu sosyalizmi genel olarak da değerlendirebiliriz. Sosyalizmin her şeyiymiş gibi, bu kurulmuş sosyalizmi değerlendirmek büyük bir darlığı içerir. Zaten Leninizm’in de esas itibarıyla politik-taktik yanı ağır basan yaklaşımları göz önüne getirildiğinde, bunu sosyalizm tarihinde bir taktik aşama olarak değerlendirmek en uygunudur. Nedir bu aşamanın en temel özellikleri?
Kapitalist-emperyalizmin çok açık çelişkileri ve insanlık için gerçekten o iki dünya savaşını dayatması var. Öncesinde de bir çok anlamsız savaş, dünyanın halkları aleyhine bölüşülmesi, emekçileri üzerinde yine çok kaba sömürü biçimlerinin sürüp gitmesi, bu arada bilimin, tekniğin çok hızlı gelişmesi, emekçilerin bu temelde hızlı bir uyanışa, yine ulusların, halkların hızlı uyanışı ve uluslaşmaya yönelmeleri çağında Leninizm büyük bir özgürlük hareketinin adı oluyor. Ve gerçekten de çok büyük bir etkinliğe yol açıyor. Denilebilir ki; 20. yüzyıl Leninist yüzyılıdır. Her ne kadar günümüzde “gözden düştü” deniliyorsa da, aslında yüzyılı bütünüyle etkileyen Leninizm’dir. Başlangıcında iyi biliyoruz ki, bilimsel-sosyalizm Marks-Engels’le büyük bir aşama kaydetmiştir. Özellikle dünya görüşü daha bilimselleşmiş ve örgütlenmeye doğru da yol almıştı. Ama politik-taktik anlamda fazla gelişmiş değildi. Özellikle Paris Komünü deneyimin de olsun, buna benzer bazı ayaklanmalarda olsun etkisi çok sınırlıydı. Leninizm, ona bu politik-taktiği usta bir biçimde yerleştirdi ve dünyanın devrimle değiştirilmesine, sosyalist devrimin geliştirilmesine büyük bir ivme kazandırdı. Onun ideolojik-moral yönlerine hiç şüphesiz fazla öncelik tanımadığı gibi, eski sömürücü dünyanın ve en başta da kapitalist-emperyalizmin etkilerini de çok yönlü gözden geçirip, çözümleyecek durumda değildi.
Onun kurtarmak istediği; çok kaba sömürü ve baskı düzenini aşıp, emekçiler, halklar için biraz daha uygun yaşam dünyasını yaratmaktı. Ve bunda da aslında başarılı olunmuştur. Biz, bu anlamda reel-sosyalizmin öyle tümüyle çözüldüğü, başarısız kaldığını söyleyemeyiz. Bu büyük bir yalan olur. Hiç şüphesiz sosyalizmle bağdaşmayan yetersizlikleri, yanlışlıkları oldukça fazla olmakla birlikte, emekçilerin özgürleşmesinde, maddi ve manevi gelişimlerinde çok büyük bir aşamayı ifade eder.
Aynı biçimde halkların uluslaşmasında ve özgür, bağımsız gelişiminde de Leninizm gerçekten tarihin en önemli bir aşamasını ifade eder. Veya sosyalizmin bu aşaması, bu anlamda oldukça büyük başarılarla doludur. “Peki çözülen, aşılan gibi gözüken nedir?” denildiğinde, bu, aslında kendini yenileyememesi, yeniden güncelleştirememesi, yeni sorunları ve çözüm yollarını görememesi biçiminde formüle edilebilir. Yüzyılın başlangıcındaki program aslında az-çok Sovyet deneyiminde uygulandı ve başarıldı. Örneğin asrın son çeyreğinde komünizme bile ulaşmaktan bahsediliyordu. Bunun bir hayal olduğu, abartma olduğunu daha o zaman biz kendimiz görebiliyorduk. Kapitalist-emperyalist dünyanın o kadar güçlü olduğu ve hatta daha önceki köleci toplum biçimlerinin bile yaygın yaşandığı, hele bireyde yaygın yaşandığı bir süreçte komünist iddialardan bahsetmek kendini abartmak, yanıltmaktır.
Bununla anlaşılması gereken; Leninist taktiğin sonu veya görevini yerine getirerek yeni bir aşamanın eşiğine getirmesidir. İşte daha geçenlerde özellikle Türkiye’yi de ilginç bir biçimde dolaşan bir Gorbaçov var. Bu çözülüş işinde adından en çok bahsedilen kişidir. Anlayarak veya anlamayarak da olsa bu çelişkiyi aslında yaşıyor. Belki de söylemeye çalışıyor. Fazla kanıtlamaya gerek yok ki, halkların özgürlük düzeyi 19. yüzyılla kıyaslanamaz bir biçimde ilerledi. Yine emekçilerin özgürlük düzeyi de hakeza kıyaslanmaz bir biçimde ilerledi. Bunlar tamamen bilimsel-sosyalizmin, onun en önemli Leninist pratik-taktik başarılarının bir sonucudur.
Bunda hiç şüphesiz kurulan partiler vardır. Özellikle bu partilerin mücadele taktikleri vardır. Hepsi de Leninizm de kapsamlı işlenmiştir. Ama günümüze doğru geldiğimizde artık alınması gereken mesafe alınmış, ulaşılması gereken hedeflere az-çok ulaşılmış, yeni hedefler belirlemek gerekiyor. Bu da insanlığın güncel durumunu değerlendirmek, bundan yeni hedef-programları çıkarma, ya eski komünist partileri yenilemek, ya yenilerini kurmak, böylesine yeni bir aşamaya, evreye sosyalizmi ulaştırmaktı. Gerekli olan buydu. Fakat yeterince yapılmayan da buydu. Biraz da yapılması zordu. Çünkü Sovyetlerdeki devletleşme düzeyi buna engeldi. Asıl çelişki burada. Hiç şüphesiz sosyalizmin bu aşaması için devletleşme gerekliydi. Bu inkar edilemez, ama devletleşmenin bu kadar abartılması, büyütülmesi sosyalizmin özüyle çelişirdi.
Öyle anlaşılıyor ki, sosyalist bir devlet, hatta proletarya diktatörlüğü kurmak sosyalist bir toplum kurmak değildir. Sosyalist bir insan yaratmak hele hiç değildir. Yanılgı veya yanlışlık ağırlıklı olarak buradadır. İyi bir devlet kurmanın her şeye yeterli olacağı sanıldı. Ve neredeyse günümüzde devletçilik anlayışı en ultra düzeye kadar gelmiştir. Hemen herkes kutsalmış gibi “devlet, devlet çıkarı” diyor. Ama ilginçtir ki, bugün en çok da aşırı devletçilikten herkes şikayet ediyor. En çok devletçilik yapanlar, devletçilikten en çok çıkarı olanlar bugün devletçiliğe karşı çıkma gereği duyuyorlar. Bu sosyalizmin ne kadar gerekli olduğunu açıkça ve kendiliğinden gösteriyor. Devletleşmeye en çok karşı duran aslında sosyalizmdi. Hatta devletin tükenişi, sönüşünü teorik olarak ifade etmiştir.
Önder Apo