Özgürlüğün erişilmez değeri olarak kızıl kanlarla emeğin teriyle sulanmış olan doğurgan topraklarda yeni yeni evlatlar yetişiyordu. Cudi’nin büyüleyici güzelliğine bürünmüş olan Bilika Köyü yeniden kahramanlıklarla buluşma sahnesine dönüşmüştü. Cudi’nin Erdal’ları, Cuma’ları, Hamza’ları, Berivan’ları ve Adar’ları yeniden seslenişe geçmişlerdi. “teslimiyete hayır, direnişe davet var” şiarı can buluyordu.
Evet 1997 yıllında Cudi’de sürülen kara leke ve Heftanin’de 1999’da sergilenen teslimiyet lanetlenmeliydi. Bu topraklar bunu hak etmemişti. Binlerce yiğidi bağrında saklıyordu bu topraklar. İşte onun için 1998’deki toplu direniş sesleri her yeri inletiyordu. Arşınlamadığı zapt edemediği tek karış yer, tek hücre kalmamıştı. Bütün kulaklar bunu dinliyor ve savaşan yürekler bu direnişlerin sesiyle coşuyordu. Coştukça savaşıyor ve kabaran direniş dalga dalga yayılıyordu. Ama nafile, siper tutmuş, kenetlemiş canlar yanında doğal korumalı, işlemeli Cudi arazisiyle düşmana geçit verilmiyordu. 1998’in direniş şarkısının duyarak, onu hissederek savaşıyordu sevda dolu yürekleri.
İlk anda çatışmanın verdiği sevinçle bir bayram çocuğu kadar şen olan Çiya arkadaş aramızdan ayrılmıştı. Son görevini yerine getirmenin iç huzuru ile boylu boyunca uzanmıştı.
Vurulup düşmüşsün
Yatarsın kan revan
Yatarsın boylu boyunca
Buz tutmuş bedenin
Gözlerin açmış
Çözülmemiş yumruğun….
Sanki bizi seyreden bir hali vardı. Gelip geçen herkes intikam sözünü yineliyordu. Savaş içerisinde birçok defa yaralanmasında ötürü “sana gazilik unvanını vermek gerekli” diyerek arkadaşlar espri yapıyordu. TC’nin sömürgeci okullarında öğretmenlik mesleğine kadar okumuştu. Parti içinde de öğretmen olmuştu. Savaştaki ve yaşamdaki tecrübeleriyle parti ilkelerine bağlılığıyla komutasındaki savaşçılara öncü olmuştu. Zaten partide öğretmenlik, parti doğrularını çevresine aşılamak anlamına geldiğinden Çiya arkadaş bunun bilinciyle gereklerini yerine getirirdi.
Evet yoldaşlar, Çiya arkadaşa söz verdikleri gibi mevzilenmiş ve düşmanın çaresizleşen haliyle alay edercesine, binlerce tekniğe inat savaşıyorlardı. Sonunda BKC ile taranan bir kobra darbe almıştı. Direniş Komutanı Hamza Yoldaş “haydi çavê min kim isabet ederse o ödüllendirilecek” diye gür keskin sesiyle çevresine moral oluyordu. Hele düşmanın teslim ol çağrılarına karşı “ biz Apo’nun intikam şahinleriyiz, şahinler teslim olmaz, gelin siz PKK adaletine teslim olun” diye yanıtı yok muydu? İşte bu sözler sürecin Apoculuk ruhunu etrafında pekiştirdiği gibi, düşmanın içine düştüğü yenilgiyi de açıkça ispatlıyordu. O direnişten bir kalkan olarak düşmana korkular saçıyordu.
Botan’ın en eski komutanlarından ve Botan’ın savaş ustası sıfatıyla nam salmıştı. Hele hele bunca yıldır en zorlu anlardan geçmesine rağmen sürekli parti hizmetinde koşturması ve hesapsız iş yapması yok muydu? İşte buda kendi denetimindeki bölüğün günlerce dinlenmeksizin bellerinde yük taşımalarına rağmen Hamza arkadaşın kendini işlere katması ve morallığı tüm yorgunluklarını atıyor, onun emektarlığı karşısında ancak ona bakıp gönüllü iş yapma istemi gelişiyordu. Bir çocuk gibi koruduğu saf ve temiz dünyası onun içten dürüstlüğü vardı. Daraldığı kızdığı noktalarda kimse rahatsız olmaz ve onun içtenliğine, samimiyetine olan güvenle Hamza arkadaşa sığınılırdı. Önderlik sahasına alındığı zaman onca yıldır okumuş olmasına rağmen neden Botan’da sadece pratikçiliğe dayalı bir yaşamı seçtiğine dair bir yargılamaya geçmiştir. Geç kalmanın sabırsızlığı ile kendini eğitime açmış ve yeni başlayan çocuk merakıyla arayışlara kapılmış ve Önderliğin çözümlemelerinde yoğunlaşmıştı. Evet Apo’cu bir militan olarak düşmanı teslimiyete çağırmış ve ölümün lanetli gerçeğini tutsak etmişti. Cudi’de merhaba demişti yaşama ve aynı yerde bu sefer elveda diyordu. Ama yeni yaşamda buluşma umuduyla elveda diyemiyor. Merhaba merhaba diyordu son sözlerinde.
Mücadele Arkadaşları