Özel Savaş-7

0Shares

1Dincilik;           

Önderliğimiz; “İnsan metafiziksiz yapamaz. Kültür-sanat, müzik, ahlak vb. metafiziktir. Burada önemli olan güzel ve yararlı olan metafizik şeyleri çoğaltmaktır” tespitinde bulunmaktadır. Toplumun maneviyatı ve morali için metafizik alan, bir ihtiyaçtır. Hiçbir toplum metafiziksiz yaşayamaz. Sanat, kültür, inanç, ahlak, tarih, edebiyat benzeri birçok alan metafizik ihtiyaçlarımızı karşılar. İnsan düşünen bir varlık ise, aynı zamanda hisseden ve duyumsayan bir varlıktır da. Nasıl ki doğal toplumlarda toplumun yararına cevap olan bir gıda veya eşya kutsal bir toteme dönüşüyorsa, sınıflı toplumlarda da din bir düşünce gücü olarak toplumsal düzenleme ve örgütlenme aracı olarak varlığını korumuştur. Her din çıkışında toplumsal bir ihtiyaca cevap olma arayışı ile çıkar. Toplum, doğal toplumlarda canlıcılık ve ruhçuluk düşüncesi ile evreni ve doğayı canlı görmüş ve kutsal yaklaşmıştır. Bu düşünce tarzı doğayla uyum, birbirine saygı ve birbirine dönüşen-hisseden bir duyarlılık ile ele alınmış ve farklılık içinde bütünlük ilkesine bağlı kalınmıştır.

Tek tanrılı sistemlerin erkek ideolojileri olarak gelişmesi bir tesadüf olmadığı gibi, sınıflı hiyerarşik topluma geçişte oluşan yeni forma verilen yanıttır. Halklaşma ve milliyetleşme dinin etkisiyle olmuştur; İslam ümmeti, Hıristiyanlık ve Yahudilik ümmeti gibi. Peygamberlik geleneği, düşüncenin ideolojik olarak teorileştirilmesi ve inanç sistemi ile form kazanması ve toplumun hem sınıfsal olarak hem de cinsler arası bölünmesi ve düzenlenmesi temelinde yasalara bağlanmış kuralları ifade eder. Tek tanrılı dinlerin oluşumu ile birlikte ahlak önemini yitirmiş değildir. Ahlaklı davranış bir erdemdir. Zina yapmama, çalmamak, alçakgönüllülük, paylaşmak, dayanışmak gibi toplumcu yönler ahlaki değerlerden kopuşun sağlanmadığını göstermektedir.

Bununla birlikte sınıflı uygarlık ve tek tanrılı dinler ile birlikte topluma düşman kesilen tanrı ve toplumu sürekli cezalandıran bir tanrı figürünün yaratılmış olması, egemenlerin topluma bakışı ve toplumdan ne beklediklerini gösteren bir din oluşturma çabaları ve dincilik politikaları ile bağlantılı gelişmiştir.

Dolayısıyla kadının ikinci cinsel kırılmasının yaşandığı tek tanrılı dinler süreci, kadının toplumda silikleşmesi ve bitiş hikâyesinin tanrı kelamıyla toplumlara benimsetilmesi sürecidir. Yahudilik yasakçı mantık üzerinden günah ve tabuları pekiştirerek, kadını erkeğin uzantısı haline getirmiştir. İlk recim, ilk mirastan men, kadının kutsallıkları arasında olan doğumun günah, adet döngülerinin kirlilik olarak gösterilmesi, kadının bedenine yapılmış ilk ciddi saldırılar olarak Yahudilik inancı ile geliştirilmiştir. Yahudi inancına göre kadının tarifi, kadına olan bakış açısını özetler niteliktedir; ‘kadın gibi korkak olasın’, ‘kadına öfkelendiğin zaman değil, onu sevdiğin zaman korkacaksın’, ‘tanrım beni dünyaya erkek olarak getirdiğin için sana minnettarım’, ‘kadın eliyle ölmek günahtır’, ‘nefsi en düşkün kişi kadındır’ gibi belirlemeler hem kadın cinsinden ne kadar korktuğunu hem de bir erkek ideolojisi olduğunu kanıtlamaktadır. Hıristiyanlık ilk çıkışında kadına yer verse de; bu kimlikler, İsa’nın ölümünden sonra Meryem Ana ve günahkâr Maria örneğine indirgenmiş ve kimlikleri silikleştirilmiştir. Roma’nın Hıristiyanlığı iktidar ve resmi din haline getirmesi ile birlikte bir erkek ideolojisi olarak ruhban sınıfı eliyle kurumlaşmıştır. Kiliseler, katedraller inşa edilmiş, tanrılar panteonu Roma’da merkezileştirilerek papalık kurumu ile kutsal yasalara dönüştürülmüştür. Roma Hıristiyanlık âleminin koruyucu gücü, yasa koyucu ve uygulayıcı olarak cinselliği pis ve şeytani dürtülere bağlarken, sadece üreme aracı olarak başvurulması gereken bir araca dönüştürmüş ve kadın bedenini şeytani ve karanlık göstermiştir. Kadınların doğurma yeteneği erkek kıskançlığıyla yergi konusu yapılmış, utançla ve esefle karşılanmıştır. Toplum, tanrılar ve gökler adına korkutularak, tanrı krala ve devlet babaya el pençe divan biat ederken diğer yandan tanrıya başkaldıran itirazcı ve isyancı Lilith şahsında kadının kırbaçla terbiye edilmesi, ateşlerde yakılması ve avlanması gereken bir cadı olduğu ayinlerde ve vaazlarda söylenmiştir. Müslümanlık ise bu iki dinden feyz alıp Arap orta sınıfına hitap ederek, kadınları zevk ve keyif aracı olarak meşrulaştırmış, cinselliği öne çıkartmış, kadını kadınsılık kimliği ile kabul etmiş, erkeğin ihtiyaçlarını gideren bir araç olarak görmüş ve yaklaşmıştır.

16.yüzyıl ile birlikte ortaya çıkan kapitalizm ve ulus devlet sisteminde ise din yerine dincilik geliştirilerek, dinlere ve moral değerlere faydacılık ilkesi temelinde yaklaşılmış ve kullanılmıştır. Din ile devlet işlerini birbirinden ayırma adına geliştirilen laiklik algısı bir kandırmaca olarak kilisenin gücünü kırmayı ve kapitalistin serbest pazar anlayışında ortaya çıkabilecek yobazlıkları ve dogmaları aşmayı gerektirmiştir. Pazar için farklı coğrafyalara açılmak gerekir; bu coğrafyalarda farklı kimlikler, dinler ve kültürler olabilir. Bu durumda paranın ve gücün tekeli dışında bir din tekeline ihtiyaç duymayan kapitalizm, hem siyaseti hem ekonomiyi hem de inanç alanlarının birbirinden farklı olduğunu topluma benimsetmiştir. Yeri geldiğinde din adına savaşlara girmiş, işgaller geliştirmiştir. Bunun çarpıcı bir örneği olarak, elinde bir haç ve İncil ile girdiği Latin Amerika kıtasında altın, gümüş ve incilerle çıkarken, kitap ve haçı bir ödül gibi oralara taşımıştır. Yine Osmanlı’nın parçalanma döneminde Hıristiyanlık adına sahip çıktığı Yunan, Ermeni ve Süryani halklarını çıkarları gereği ortada bırakmış, soykırım ile bu halkları yerinden yurdundan ederek dünyanın dört bir yanına savurmuştur. Yine iç politikasında gündemleri saptırmak için zaman zaman kürtaj yasağını kilise eliyle sert söylemlerle gündeme taşırma ve yasal tedbirlere yönelme, diğer yandan özü cinsiyetçiliğin yeni düzenleniş politikasına dayalı olarak gelişen LGBT gibi doğal olmayan bir cinsel kimlik eğilimini doğal gösterme, bunu meşru kılmak için evlenme ve çocuk sahibi olma hakkını tanıma yoluna gitmiştir. Böylelikle toplumsal dokunun varlık olarak ikililiğe ve onun toplumcu niteliğine bir kez daha savaş açılmış, cinsiyetçilik buna dayalı üretilerek araçlaştırılmasına devam edilmiştir. Totaliter rejimler eliyle kutsallıkları, kilise-kutsal ana-aile etrafında muhafazakâr bir zemine çekme diğer yandan liberalizm ile din fanatizmine meydan okuma yine kullandığı yöntemler olmaktadır. Bütün bu politik yaklaşımlar ne istediğini bilememe ile ilgili değil de toplumu kriz ve kaos anlarında dincilik ile yönlendirme ve kontrol altına alma ile bağlantılıdır.

Ortadoğu’da ise din, ümmet-kavimcilik ve milliyetçilik adına dönemine ve çıkarlara göre ele alınıp kullanılmıştır. Dini fanatikleştirerek, öz yerine biçimsel ritüellere indirme bir politika olarak geliştirilmiştir. Bu nedenle softalık geliştirilmiştir. İmam Gazali ile başlayan bu süreç, karanlık bir perde gibi Ortadoğu’nun bilge-bilgi ve ışık saçan felsefesine inmiştir. Farabi, İbn-i Sina, El Kindi, İbn-i Rüşt ve İbn-i Haldunların geliştirmek istediği tanrı bilimi zındıklıkla damgalanarak, dogmatizmin önü açılmıştır. ‘Akıl ile tanrı yorumlanamaz,  bunu yapmak tanrıyı reddetmektir.  Akıl yerine inanç ile tanrıya ulaşılır’ felsefesi, tutuculuk ve dogmatizmi bir kader haline getirmiştir. “Düşünmek şeytanın işidir. Kuran okuyun, ezberleyin”’. Yani ‘düşünmeyin’ dönemi, bu softalığın Ortadoğu düşünce sistemine dincilik adına vurduğu ilk büyük darbe olmuştur. Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan fanatizm ve aşırı dinci akımlar, kaynağını bu öğretiden almıştır. Ötekileştirme, farklılıkları kendine benzeştirmek için zora başvurma, farklılıkları tanımama, suçlular olarak sorgulama günümüz DAİŞ vb. örgütlerin temel bakış açısı olmuştur. İmam Gazali öğretisi, İslami hanedan ve sultanlıklarda resmi bir öğreti olarak devletçi çizgiyi beslemiştir. Milliyet ve ümmet anlayışı ile Kuran’a göre örgütlenen devlet yapılanmalarını, toplumsal düzenleri ve cinslerin statülerini belirleme dışında hiçbir görüş ve yoruma açık bir kapı bırakılmamıştır. Kadınlar bu sistemde cariyedir, oluşturulan haremlerde cinsel köledirler. Varlıklarını erkeğe adama temelinde yaşam hakkı tanınan köleler ordusudur. Dincilik politikaları ile saç telinden başörtüsüne, ayağındaki ayakkabının boyundan tokasına kadar, evin içindeki duruşu, çocuklara nasıl bakacağı, nasıl ve kaç tane doğuracağı, erkek karşısındaki duruşu-oturuşu-gülüşü ve sözcükleri hepsi kurallarla belirlenmiştir. Bu kurallara uymayan kadın yoldan çıkmış, günahkârdır. Bu nedenle terbiye etme amaçlı her türlü zor ve zulüm kullanılır ki bu zorbalık meşrudur, hak yolunda harcanması gereken kutsal bir görevin yerine getirilişi olarak desteklenir ve teşvik edilir.

AKP Türkiye’sinde dincilik günlük bir politika olarak kendisini üretir. AKP’nin kurmuş olduğu düzende Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olan devlet ve devletin başındaki babanın tanrı kelamını dile getiriş ve uygulaması dışında kimseye bir şans tanınmaz. AKP dincilik maskesini takarak, totaliter bir rejim inşa etmiştir. Herkesin yerini bildiği ve görevlerine sadık olduğu bir toplum yaratmıştır. Kadınlar, AKP’nin hizmet alanındaki çalışanlarıdır. Kadın emeğini sonuna kadar sömürerek kendi hizmetine akıtan AKP, muhafazakâr aile ve toplum modelinde kadına verdiği rolü pratikleştirmiştir. Kadınların bedeni sık sık AKP siyasetçileri tarafından müdahale ile karşı karşıya kalmıştır. Çocuk doğurma sayısı, kadınların okul ve toplu taşıma araçlarında aynı yerlerde olmamaları, tatillerini ayrı deniz ve kaplıcalarda yapmaları, bedenlerini sadece kocalarına göstermeleri, bunun dışında günahkârlığın gelişeceği sıkça dile getirilmiştir. Kadın siyasetçilere hakaret edilerek onurları rencide edilmiş, kadınların bedensel ölçüleri çirkinlik ve dalga malzemesi haline getirilerek küçümsenmiş ve üzerinden siyaset yapılmıştır. Bir taraftan ‘cennet anaların ayaklarının altındadır, anamın ayağını öperim’ diyen Erdoğan, diğer taraftan ‘kadın da olsa çocuk da olsa saldırın-ezin-geçin’ diyen bir Erdoğan gerçekliği açığa çıkmıştır. Bu, Erdoğan’ın dincilik adına taktığı maskeyi kendisini kabul etmeyenlere karşı indirmesi ve onları açıktan hedef haline getirmesidir. Bu nedenle en fazla AKP döneminde şiddet ve tecavüz artmış ve iyi hal indirimleri ile suçlular salıverilmiştir. Mahkemede bir takım elbise giymek ve ‘hakim bey’ demek iyi hal indirimi için yeterli görülmüştür. AKP’nin cinsiyetçi politikaları kadınlar arası dayanışma yerine, birbirine karşıt derin sınıflaşmalara yol açmıştır. Laik bir kadın Müslüman bir kadını tehlikeli görürken, Müslüman bir kadın da laik bir kadını büyük bir tehlike ve düşman olarak görmektedir. Hoşgörüsüzlük, dincilik politikaları ile geliştirilmiştir. Kadınları eve kapatma politikaları ile kocanın ve devletin eline bakar hale getirmiştir. Kazancı olmayan, üretimden çıkartılmış kadın, geçiminin sorumluluğunu koca ve devlette bulmuştur. AKP çocuk parası yasası, yine çeyiz parası gibi uygulamalarla kadınları kendisine bağlamaktadır. İmam nikâhı ile erken ve küçük yaşta evlilikleri teşvik ederek devrimci dinamik potansiyeli eritme ve aile yolu ile enerji potansiyelini yutmaktadır.

Dincilik; dinin maneviyatına saldıran, dinin toplumsallığını parçalayan, dinin ahlak yargılarını dejenere eden, toplum vicdanını satın alan ve politik alanın parçalanmasını hedef alan bir gerçeğe sahiptir. Dincilik, dogmatizm zihniyeti ile katılaşan zekâ, yani doğadan toplumdan ve kadından kopan zekâdır. Duygusal zekânın kaybı analitik zekânın kazanma, biriktirme silahıdır. Dincilik sahtelik, yapaylık üreten bir mekanizma ve zihniyet şekillenişidir. Dincilik ile toplum kırım, kadın kırım gerçekleştirilerek, soykırım süreçlerinde bir etnik temizliğe dönüştürülmektedir. Dincilik okullarda, işte, devlet kurumlarında tekçiliği geliştiren katı merkeziyetçi bir oluşumdur. Demokratik katılım ve yönetim biçiminin ortadan kaldırılması ve toplum hafızasının emir komuta zinciri içinde eğilmez-bükülmez kalıplara sokulmasıdır. Dincilik ile devlet Kuran’ın, İncil’in ve Tevrat’ın gücünden kendi lehine yararlanır ve onları anlamsızlaştırarak kendi çıkarlarına kurban ederek kutsallıkları ortadan kaldırır ve kutsallıkların gücü ile alay ederek değersizleştirir. Bu nedenle dincilik bir siyaset yapma tarzıdır ve bu siyaset tarzında toplum karşıtlığı, halklar ve kadınlar adına bir yok oluş ve inkâr geliştirilir. Takkiyecilik yani yalancılık ve sahtecilik, dincilik adına revaçta olan politik yöntemler arasında yer almaktadır. Takkiye, söz ile eylem arasındaki uçurumdur. Sözü, toplumu kandırmak ve yönlendirmek için bir silah olarak kullanırken, kendisi inanmadığı sözün çıkarlarına nasıl hizmete dönüşeceğini örgütler ve ortaya çıkan sonuçları iktidara taşımanın zemini haline getirir. Özel savaş, önce düşünce, ruh ve duyguları ele geçirme ise; bunu da toplumun metafizik alanı olan maneviyat ve moral dünyasına saldırıyı inanç üzerinden geliştirerek, bilinçleri ve vicdanları dumura uğratarak yapar. Günümüzde kapitalizmde din önemsizleştirilirken, dinin yerine geçirilen para komutasında toplumun kutsallıkları anlamsızlaştırılmıştır. Esasında bu da bir dincilik politikasıdır. Önce dini silah olarak sonuna kadar kullanmakta, daha sonra ise o silahı toplumun elinden alıp çaresiz bırakma ve kendine mahkûm etme aracı kılmaktadır. Kapitalizmde din ve vicdan özgürlüğü adına dinsizlik ve vicdansızlık, toplumu ahlak ve politik ölçülerden soyutlamak amacıyla kullanılmaktadır. Ne kadar apolitik ve ahlaksız bir toplum yaratırsa, o denli köleler ordusu genişlemektedir. Özel savaşın etkili kullanıldığı bu alan, kapitalizmin elinde bir oyuncak olarak zaman-mekân döngüsü içinde çıkarları doğrultunda her zaman seçenekler arasında yer almıştır. Bosna Hersek ile Sırplar arasında yaşanan savaşta, mezhep savaşları-milliyetçilik sosu ile harmanlandırılarak büyük boğazlaşmalar yaşandı. Binlerce Bosnalı kadın Sırp askerleri tarafında Müslüman oldukları için tecavüze uğradı. Yine Irak iç savaşında Şia ve Müslümanlar arasında yaşanan çatışma süreci aynı ulustan olmalarına rağmen mezhep çatışmaları üzerinden her gün bombalar patlatılmış, sokaklarda çatışmalar yaşanmış ve özelikle kutsal gün olarak kabul edilen Cuma namazlarında toplu katliamlar yapılmıştır. Şia mezhebi Sünnileri baş düşman görürken, Müslümanlar ise Şia mezhebini zındık ve yok edilmesi gereken bir düşman olarak görmüşlerdir.

Dincilik, dinin siyasete ve iktidara alet edilmesi ve kullanılması ise bu politika Ortadoğu’da ABD tarafından Irak’ta, Afganistan’da, İran’da, Pakistan ve Hindistan’da, Çin’de kullanılmıştır. ABD’nin Ortadoğu’daki yeşil kuşak teorisi ve pratiği, dinciliğe en bariz örnek olarak verilebilir. ABD, Sovyetlere karşı Afganistan’da Taliban gibi gerici, dinci kesimleri destekleyerek bir katiller ordusu yaratmıştır. Günümüzde Suriye, Irak ve BOP projesi için DAİŞ gibi bir güruh saldırı aracı olarak ortalığa salınmış ve nerede kaos lazım ise oraya gönderilmiş, yaratılan kaos üzerinden ABD orada kök salmak için hemen manevra alanı oluşturmuştur. Yine Çin’i kuşatmak için Müslüman olan Uygur Türklerini etnik ve dini temizlik meselesi olarak kimi zaman görünür kılmış, kimi zaman Pakistan ile Hindistan arasındaki Hindu-Müslüman çelişkisini öne sürüp gerginlik yaratmış ve toplumları birbirlerini öldürmeleri için cesaretlendirmiş ve büyük kıyımlar-boğazlaşmalar yaşanmıştır. Özel savaş, dincilik silahını kimi zaman gri propaganda aracı olarak kaynağı belli olmayan güçler ve taraflar yaratarak yürütmüş, kimi zaman da kara propaganda aracılığıyla milliyetçilik sinir uçlarına dokunarak, dini bir millet sorunu haline getirerek hayata geçirmiştir.

Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi

Attachment