4–Cinsiyetçilik;
Kapitalizm dincilik, milliyetçilik, bilimcilik ve cinsiyetçiliği en üst aşamada yaşayan ve yaşatan bir sistemdir. Bu dört ideoloji ile sürekli iktidar ve devlet üretir. Cinsiyetçilik politikaları ile devletin olmadığı koşullarda da iktidar üretir. İktidar kurumlara ve kurallara bağlanınca devlet oluyor. Nitekim iktidarın kalıcılığını sağlayan ve devletleşmeye yol açan, onun kurallara bağlanmasıdır. İktidarda hukuk bu nedenle devreye girer ve iktidarın kurallı olmasını sağlamaya çalışır. İktidar bir başkasını kullanma aracıdır, nesneleştirir. Yani eşyalaştırma ve mallaştırma üzerine kuruludur. Toplumsal bölünmeye tekabül eder ve toplumsal bölünme ile kendisini ayakta tutar. İktidar, devlet aracılığıyla toplumu idare eder.
Kadına yöneltilmiş iktidar aygıtı uygarlığa geçişle birlikte kuralsızdır. Bu kuralsızlıkta ne ahlak ne de hukuk bulunur. Ahlak, doğal toplumlarda değerler bütünlüğünü; hukuk ise uygarlıkçı toplumlarda kuralları ve yasaları ifade eder. Kadına karşı geliştirilen hiyerarşik-sınıflı toplum uygarlığı bunların aşılmasını ifade ediyor. Kapitalizm ile bu bir adım daha derinleştirilmiş ve toplumun tümüne yaydırılmıştır.
Bu durum, kadının neolitik devrim ile başardığı büyük zihniyet devriminin aşılması ve saldırı altına alınması demektir. Tanrıçalar eliyle oluşturulan zihniyet dünyası öngörü, sorumluluk bilinci, bakış açısı, düşünce biçimi sonucu oluşan değerleri ifade eder. Toplum tarihsel bir olgu ise, bu tarihin içinde aktif yer alan ve tarihin yaratıcıları-yazıcıları olarak kadınların birinci ve ikinci cinsel kırılma ile günümüze dek kölelik, baskı, eşitsizlik, sömürü ve hâkimiyet altına alınmaları, onların yönetim gücünün yani özne olma hallerinin ellerinde alınması ve nesneleştirilmesi, cinsiyetçi ideoloji ve politik saldırılarla sağlanmıştır.
Önderliğimiz bu konuda; “Cinsiyetçilik normal bir biyolojik işlev değildir; en az milliyetçilik kadar iktidar ulus-devlet üreten bir ideolojidir. Erkek egemen için kadın cinsiyeti, üzerinde her tür ihtirasını gerçekleştirdiği bir obje, nesnedir. Kutsal kitaplardaki “kadın tarlanızdır, istediğiniz gibi sürebilirsiniz” deyimiyle, modernitenin “kadın bir saz gibidir, dilediğiniz gibi çalabilirsiniz” deyimi bu gerçekliği dile getirir. Tüm iktidar ve devlet ideolojileri ilk kaynağını cinsiyetçi tutum ve davranışlardan alırlar. En derin, örtbas edilmiş ve üzerinde her tür kölelik, baskı ve sömürünün gerçekleştirdiği toplumsal alan kadın köleliliğidir. Tüm iktidar ve devlet biçimlerinin üzerinde denendiği, kaynak bulduğu toplumsal nesnedir. Kapitalizm ve ulus-devlet, en kurumsallaşmış egemen erkeği ifade eder. Kapitalizm ve ulus-devlet, zorba ve sömürgen erkek tekelciliğidir”değerlendirmesini yapmaktadır.
Cinsiyetçilik ilk ulus, ilk sınıf ve ilk köle olan kadın cinsinin sömürü ve baskı ile egemenlik altına alınmasıdır. Toplumların köleleştirilmesi ve baskı altına alınması ise kadına ilişkin politikaların sonuç vermesiyle paralel uygulanmıştır. Cinsiyetçilik, tek cinsin egemenliği altında toplumun şekillenişidir. Tek cins etrafında örülen egemenlik statüsü son sözü söyleyen, karar alan-uygulayan, çıkarlarını her şeyden üstün gören, herkesi kendi hizmetine koşturan bir algı ve duruştur. Her ne kadar erkek cinsi içerisinde sınıflaşmalar, statüler ve güç odakları temelinde bir kümelenme olsa da, oluşturulan algı erkeğin kadını ezebileceği, doğaya hâkim olabileceği, toplumu hiçe sayabileceği algısıdır. En güçsüz, zayıf ve çaresiz erkek bile bu algının kurbanı olarak kendisini bir şey sanabilir; bu bir şey sanma yanılgısı ile sistemin gönüllü kölesi olarak kadın, toplum ve doğa karşısında bir jandarmaya dönüşebilir. Erkek de oluşan duygu ‘hırslı olursan, ezersen, rekabet edersen güçlenebilir sınıf ve statü atlayabilirsin. Yeter ki erkek gibi kararlı, ideallerinin peşinde koşma iradesini göster ve önüne geleni ez geç felsefesine uy’ dur. Bu şekilleniş çocuk yaşta sistem tarafından öğretilen okulda, işte, sokakta belletilen ve tersi durumda dışlanan ve hiç görülen bir gerçeklik haline getirilerek gönüllü benimsetilmektedir. Kışkırtılmış erkeklik, egosu şişirilmişlikle erkek hiçleştirilmesine rağmen, ‘ben her şeyim’ algısı ile aile, kadın ve dış dünyanın üstüne salınmaktadır. Cinayetler işleyen, tecavüz eden, şiddet uygulayan ve dehşet saçan bir varlık haline dönüşmektedir. Erkeksilik bir rol model olarak kabalık, sertlik, bencillik, güdüsel davranışlar birer meziyet olarak yükseltilmiş, pısırık olan kadınla özdeşleşmiş, canavarlaşması için geleneksel toplum baskısı yaratılmıştır. Erkeklerin dünyası olarak şekillenen sistem, beş bin yıldır erkeklik miti üzerinden derinleşmiş ve sistemleştirilmiştir. Elbette kurnaz şamanın mirası aşama aşama geliştirilerek günümüze kadar getirilmiştir. Özünde ise erkeklik ideolojisi, bir egemenlik ideolojisidir. Sömürü, baskı, eşitsizlik üreten bir sistemdir. Çünkü bu sistemde iktidar ve güç odakları tekelleşme ve merkezileşme adına savaşlar çıkartmış, seferler düzenlemiş, işgaller geliştirmiş ve şiddeti kutsarcasına kullanmıştır. Cinsiyetçilik bir rol model olarak egemenin ince ayarı şeklinde geliştirilmiştir. Esas rol modeller oluşturulmadan önce geliştirilen sömürü ve baskının gizlenmesi bu konuda ideolojik araçların, argümanların geliştirilmesi sorunudur. Bunu da, ilk şaman eli ile erkeği görünür kılma ve değerli kılma tarzında başarmıştır. Erkeğin avcılık alanındaki fiziksel gücü, onu sanki ayrıcalıklı kılmış gibi ele alınmıştır. Bunu daha sonra tek tanrılı dinler eliyle kitaba, kelama, peygambere mal ederek gökyüzüne çıkartılan ilahi güç ile sürdürmüştür. Gerçekte olan biten ise her şeyin yeryüzünde kirli ittifak ve kurnazlıklarla yapılmasıdır.
Dinlerdeki peygamberlerin hemen hepsinin erkek olması bir tesadüf olmadığı gibi, hepsinde kadına verilen yer ve sorumluluğun sınırlılığı, hatta silikliği temel bir karakter olarak gözükmektedir. Dinler bu anlamda gökleri de yanına katarak gizem, korku ve merak ile erkeği yücelten bir yaklaşımla cinsiyetçiliği bir adım öteye taşıyabilmiştir. Cinsiyetçilik, bir Allah vergisi olarak kabul edilmiş ve büyük bir minnetle karşılanmıştır. Bundan ötürü cinsiyetçi politikalar, din ile iç içe, sıkı sıkıya uygulanmıştır. Kadının bedensel yetmezliği Havva-Adem ikileminde yaşanan kaburga kemiğindeki mitosa bağlanırken, kadının ana olarak çocuk doğurma görevi asli kılınmış ve bir dini görev olarak tanrıya yani kocaya hizmet olarak sunulmuştur. Tanrı-kral, tanrı-koca ve göksel baba üçlüsü hep erkeği koruyup kollayan ve hep onun yaşamı ve etkinlik alanı için yasalar indirmiş ve görüşler dile getirmiştir. Özünde, erkeğin ideolojik olarak kurumlaşma sürecinde tanrısal güçleri oluşturması, akıl oyunlarından yararlanması ve göksel güçleri toplumsal algı operasyonları için iyi bir silah olarak kullanma becerisini göstermesi önemli bir ayrıcalık yaratmıştır.
Mitoloji, insanlığın çocukluk dönemi düşüncesiyse, felsefe de insanın varlığına anlam arama, var oluş ve özgürlüğü arayış sürecinde soru sorma ve yorumlarla yeni bir aşamayı ifade eder. Bu nedenle felsefe, kavram sanatını kullanır. Felsefe kurgusal yanı ağır basan zekâ olsa da, somutu gözlemleme düzeyi vardır. Felsefe, zihniyet devriminin en gelişmiş halidir. Felsefe yorumdur, ancak boş söz değildir. Animizm (canlıcılık-ruhçuluk) felsefenin ön versiyonudur. Yani ilk felsefe biçimidir. Bilim ve felsefe birbirinden ayrı değildir. Bilim, bilmekten türemiştir. Felsefe yapmak için bilmek lazımdır. Bilim felsefenin temelidir, felsefe de bilimin yorumlanmasıdır. Bilim deneye dayanır, felsefe yorumunu yapar. Örneğin; bilim ateşin yanıcı olduğunu söyler, felsefe ise Zerdüşt de olduğu gibi ateşin kutsallığını ve yaşamla bağını ortaya koyar. Bilim ve felsefenin bu ilişki düzeyi ile metafizik, materyalizm ve diğer düşünce biçimleri gelişir. Bilim bilgi veriyor, felsefeyse nasıl yorumlanacağını, nasıl ele alınıp işleneceğini ele alıyor. Felsefe sorularla başlar, arayışla ilerler, yanıtlarla somutlaşır ama sonu gelmeyen cevaplarla bedenleşir.
İlk filozofların branşı yoktur, bütünlüklü düşünürler; ancak daha sonra bu durum aşılarak parçalılık gelişir. İdealist felsefeciler ruha, materyalist felsefeciler ise maddeye inanırlar. Bu, doğa, toplum ve kadının ele alınışında ve yaklaşımda, oluşturulan zihniyet ve ideolojik öğretilerde olumsuz bir rol oynamıştır. İdeolojiler felsefe ve bilimden yararlanarak ete-kemiğe bürünüp, iktidar ve devlet kurumlarına hizmet etmiştir. Ataerkil sistemin anlamsallığını ve yapısallığını geliştiren öğretilerle günümüzde olduğu gibi sistem içileştiler. Fatma Gül Berktay; “felsefe bugün ataerkillikle, sınıfla, tek tanrılı dinlerle kutsal evliliğini yaptı, bu nedenle sistem içileşti” belirlemesiyle bu gerçekliği doğrular.
Cinsiyetçi politikaları teşvik eden öğretileriyle Pisagor, Platon, Aristoteles, Kant, Bacon, Jean Jack Rousseau, Hegel ve ismini burada sayamayacağımız diğerleri erkek tekelciliğinin geliştirilmesinde, iktidar ve devlete büyük katkılar sunmuşlardır. Bunların temel öğretisi; kadının kötü, karanlık, başıboş-kuralsız-karmaşa ve kaosun merkezi, akılsız, doğa ve toplum dışı oldukları için yeteneksiz, yorum yapamayan, edilgen, üretimsiz, evrimini tamamlamayan, doğruluğu ispatlanmamış cins, eksik insandır. Bunların öğretilerinde ruh erkek, beden kadındır. Bu tezden hareketle doğaya benzetme ve tecavüz meşrulaştırılmış, egemen sisteme akıl hocalığı yapılmış ve bunun için görevler üslenerek çalışmalar yürütülmüştür. Felsefe adına cinsiyetçiliğin ve ataerkil sistemin borazanlığının yapıldığı bu tespitlerden, egemen devlet ve sınıflar yararlanmışlardır. Devletin yapılanmasında, toplumun düzenlemesinde ve yaşamın kurallarında bu tespitler yasalara dönüştürülerek, kadın ve toplum aleyhine kullanılmış ve baskı aracına dönüştürülmüştür.
Kapitalizm ise kadınsılık ve erkeksilik rolleri ile kışkırtılmış bireycilik ve güdülerle kaba eşitliği sağlamış olmanın becerisiyle kadın cinsini kendini sunma, erkek cinsini de sunulanı yutma konusunda bir hayli eğitmiş ve şekillendirmiştir. Erkek özel savaş araçları konusunda genellikle bilgisiz ve cahildir. Ancak efendileri bu konuda onu eğitir. Öğretilmiş rol modellerle sahaya sürer. Yarattığı algı ve öğrettiği şekillenme ‘erkekler ağlamaz’, ‘erkeksin ayıptır, öyle yapma’, ‘erkeksin duygularını gösterme’, ‘erkeksin güçlü ol, soyunu sürdür’ , ‘erkeksin canın ne kadar cinsellik istiyorsa sınırsız kadını kullan, ihtiyaçlarından ötürü utanma, gururlan’ motivasyonu ile sınırsız güdüsel kılmanın adımları atılmış olmaktadır. Öğreti erkeksiliği biçimsel kılmış ve kutsamıştır. Cinsiyetçilik, kaba anlamda kadını mallaştırma-mülkleştirme sürecinde etkin kullanılmıştır. Kadının insanca var olan doğal hakları, onun yarım insan olma haline indirgenerek erkek insafında ve ölçüsünde sınırlandırılmıştır.
Kadınların kendilerini ispatlayarak iş yapmaları, meslek kazanmaları ve mesleklerini icra etmeleri cinsiyetçi politikaların en uç noktası olarak yansımaktadır. Kadınların eksik etek, saçının uzun aklının kısa olduğu gibi özdeyişler bir öğreti olarak topluma belletilmiştir. Bununla birlikte kadını cinsel obje konumunda tutan birçok öğreti vardır. Çin atasözü olan ‘bütün kadınlar karanlıkta aynıdır’, yine bir Türk atasözü olan ‘kadının sırtında sopayı, karnında sıpayı eksik etme’ deyişleri kadınların cinsel obje ve soy sürdürme aracı olarak görüldüğünün somut itirafları olmaktadır.
Kadının erkeği kapsayan bedeni, yaşamı çoğaltan zekâsı erkekte her zaman korku, hırs ve kıskançlık duygusu yaratmıştır. Bu nedenle eksiklik duygusu kadın karşısında kompleksli duruşa, onu küçümsemesine ve aşağılamasına neden olmuştur. Kadına biçilen rol, itaatkâr anne modeli ve kutsal aile içinde eşi ve çocukları için saçını süpürge eden fedakâr kadın tipidir. Uysal, evcil ve yumuşak başlı kadın, erkeklerin tercihi olarak öne çıkartılmaktadır. Kavgacı kadınlar sert, mücadeleci kadınlar yorucu, itirazcı kadınlar dırdırcı, iradeli ve kararlı kadınlar kuru ve soğuk olarak nitelendirilip dışlanır. Bu tipolojiler ile erkek nasıl bir kadın istiyorsa, öyle bir kadın görmek ister. Onun beğeni ölçüsüne göre giyinmeli, hoşuna giden yemeği yapmalı, onun gönlünü hoş tutmalı, zevk aracı olarak ihtiyaçlarını leb demeden anlamalı ve onu hoşnut etmek için fantezi sahibi olmalı ama bunu sadece erkeği için yapmalıdır, yoksa o kadının gözü dışarıda olabilir ve bu tehlikeli bir duruma yol açabilir. Bu nedenle erkeğin oyuncağı olabilecek ve onu tatmin edecek bir robota dönüşmeyi başarması gerekmektedir.
Özel savaş, cinsiyetçi politikaları körükleyen bir merkez gibi çalışır. Özel savaş gündemleri arasında kışkırtılmış güdüler, cinsel sapkınlıklar, yoz toplumlar için düşürülmüş kadın ve erkekler yaratmak esaslı bir iştir. Özel savaşın yöntemlerinde sıkça kullanılan güdüsellik, kışkırtılmış cinsellik ile porno ve tecavüz kültürünü yaygınlaştırır. Bugün birçok Avrupa ülkesinde sex shoplar açılmıştır. Bu dükkânların camları genelde boyanmıştır. Gizli ve ahlaksız bir işin yapıldığını toplum bilir, ama oraya giden erkeği kınama ve ahlaksızlıkla yargılama gibi bir tavır da gelişmez. Yine fahişelik sözde saygı duyulması gereken bir meslek olarak ‘seks işçiliği’ olarak tanımlanır. Bu alanda çalıştırılan kadınlar, Amsterdam başta olmak üzere Brüksel gibi başkentlerde kendilerine ayrılan sokaklarda camlı vitrinlere konularak erkeğin beğenisine sunulur. Ortadoğu erkeği cinselliği kaba yaşar ve yansıtır. Avrupa erkeği ise doyuma ermiş gibi yansır, ancak inceltilmiş yöntemleri bu alanda kullanır. Örneğin; sınırsız cinsellik adına hiçbir kural ve ölçü onun için geçerli değildir. Anı yaşama özgürlüğü onun temel felsefesidir. Aşk sevgiden ve emekten soyutlanarak, karşılıklı bir elektriklenme olarak itim ve çekim kuvveti ile anda yaşanır. Beğeni ölçülerini dayatmaz gibi yansıyan, ama beğeni ölçülerine göre seçim hakkını kullanan bireycilik ve bencillik arayışına ön ayak olur. Özünde ise erkek, kışkırtılmış güdülerinin esiri ve mahkûmu olarak sistemin kölesi haline getirilmiş ve sistemin kendisine sunduğu kuruntulardan yararlanmanın karşılığı olarak sistemin bekçiliğine soyunan ve onu besleyen bir birey olarak şekillenmiştir.
Bununla birlikte cinsiyetçi politikalara geçerlilik sağlayan bir diğer kurum da medya araçlarıdır. Medyada kadın gazetenin süsü, televizyonun bir jeneriği gibi albeniyi güçlendiren bir çekim merkez rolü oynar. İştah açacak görüntü, kadının bedenine bahşedilmiştir ve kadının bu sunumu yapması teşvik edilir. Cinsiyetçi dil kullanılır. Cinsiyetçi dil ile kadının ikinci sınıf duruşu ve statüsü normalleştirilir. Kadınların ikinci sayfa haber oluşları cinayetlerle, tecavüzlerle ve şiddet ile gündeme taşınır. Fail sistem olmasına rağmen sistemin yarattığı koca, baba, sevgili, dost-arkadaş için hazin bir öykü yazılır ve toplum buna inandırılır. İnsanlarda “su testisi, su yolunda kırılır” algısı yaratılarak, onaylayıcı bir pozisyon geliştirilir. Bunlar psikolojik savaşta uygulanan yöntemlerdir ve sonuç alıcılığı kesin olan uygulamalardır.
Cinsiyetçilik bir rol bölüşümü değildir. Kadın şunları yapar, erkek de bunları biçiminde bölümlenmiş bir iş bölümüne dayanmıyor. Cinsiyetçilik, zihniyette oluşturulan erkek üstündür, yeteneklidir; kadın ise aşağıdadır ve hiçbir nitelik taşımaz bakış açısına dayanır. Bu düşünüş tarzı erkekle kadını eşit görmeyeceği gibi, oluşturulan statüleri gerekli de görür. Cinsiyetçilik, toplumu köleliğe, gelenekselliğe ve gericiliğe mahkûm ederken hem kaderciliği geliştirir hem de dümenin kırılmaması için erkeği güçlü halka olarak toplumun içine ajan olarak koyar ve örgütlülüğünü sağlamlaştırır. Kadın, bu halka da ajanın ajanı haline ancak getirilebilir. Kadın ne kadar kendin olmaktan çıkmış ve erkeğe ait olmuşsa, o kadar ajanlık yapabilir ve erkeğe hizmet edebilir.
Cinsiyetçilik, politikacıların her dönem başvurdukları ve kullandıkları bir yöntem olmuştur. Erdoğan’ın ‘sizlerden üç çocuk istiyorum’ deyişi ile Putin’in ‘bizim kızlarımız fahişe olsa bile dünyanın en güzelleri bizdedir’ deyişi, yine Trump’un şükran günü vesilesi ile annelere ‘Amerikan değer yargılarını siz koruyun’ deyişi aynı politikanın sonucudur. Bedenin sana ait der kapitalizm, ama diğer yandan kiliseyi kışkırtarak kürtaj yasağını destekler ve kadına ‘ayağını denk at’, der.
Kapitalizm, biz kadınlara özgürsünüz dediği noktada tasma ve zincir takmayabilir ama ruhlarımız, duygularımız kelepçe altında bırakılır. Dışta güven dolu bir kadın duruşu, ama zorluklar karşısında ise cam fanus da büyümüş bir çiçek muamelesi yaparak narin, kırılgan fizik ölçülerimizi önümüze bir ayak bağı olarak atabilir. O yüzden ‘şu meslek size göre değil, ama bu meslek sizin için biçilmiş kaftandır’ sözü, kendi ihtiyaç alanlarını doldurma amacından başka bir anlam taşımaz. Yine bununla kadını oyalama, esas olarak da özgürlük meselesinden uzaklaştırma politikaları yatar. Günümüzde cinsiyetsizlik adına ne kadın ne de erkek olduğu belli olmayan tipler piyasaya sürülmüştür. Bazıları da cinsiyet değiştirerek, cinsiyetçiliği aşacağını söylemektedir. Kimisi de farklı cinsel tercihlerde bulunarak cins kimliklerini aşındırdığını ve maçoluğu yıktığını söylemektedir. Bu eğilim ve yönelimlerin hepsi kapitalizmin çarpıttığı özgürlük ve mücadele gündeminden uzak tutma ve gerçek çelişkiyi muğlaklaştırma operasyonlarıdır.
Cinsiyetçi politikalarda, özellikle Meksika örneğinde olduğu gibi maçoluk kültürü kadınlara şiddet biçiminde yöneltilmiştir. Maçoluk, sınırsız kadın katliamları, kadına tecavüz ve şiddet olarak geliştirilmiştir. Meksika’da her yıl binlerce kadın bu biçimde katledilmektedir. Bu erkek egemenlikli kültür, sistemin faşistleşen bir kesimi olarak maçoluk ve çetecilik de zirvede olurken, sistemin bu işten kendisini sıyırması ve kendisini hukuk kurallarına bağlı sunması ikiyüzlü cinsiyetçi politikalardan kaynağını alır. Faşizm, çılgınlaşmış erkeksilik olarak gücün cins ve toplum kırım boyutunda sınırsızca kullanımıdır. Hukukun dışına burada çıkılır ve kişi yasa haline gelir. Bu nedenle faşizmde her erkek bir yasa koyucu olarak toplumsal cinsiyetçiliği besler ve yürütür. Bunu Almanya’da, Türkiye’de, İtalya’da, İspanya’da ve Ortadoğu totaliter rejimlerinde çokça görmek mümkündür. Devletin kutsal yatağına giren Hitler, Mussolini ve Franco toplumu karılaştırmak üzerinden sert koca rolü ile hüküm sürmüş ve hâkimiyet geliştirmiştir.
Özel savaş, cinsel güdü olgusunu doğallığından çıkartarak günlük yaşamın parçası ve vazgeçilmezi haline getirdiğinde düşünme, muhakeme ve bilinçlenme yetisi yerini anlık doyum noktalarına bırakır. Önderlik cinsel güdü için şunları ifade eder; “cinsel güdü görünüşte doğal bir güdü, ama bir taraftan geçmişiyle, geleceğiyle en kötü kullanılan bir nesne haline, bir mal haline getirilmiştir. Şu da bir gerçek ki; bir cinsellik insanın çökertilmesine, imhasına yol açar. Erkek için cinsellik ve güdüler sadece egemenlik konusudur. O mülkiyet düzenini geliştirmek için bunu kullanır. Bu konuda ikiyüzlüce bir maske takar ve kadını kendine bağlamanın aracına dönüştürür”. Önderliğimizin de ifade ettiği gibi kadının mülk, erkeğin sahip olarak oynadığı bir rol vardır. Burada kölelik ve efendilik ikilemi üzerinden eşitsizlik ve sömürü derinleştirilerek sisteme hizmet edilir.
Kapitalizmde cinsiyetçi politikaların somutlaşmış hali;
Kadın-erkek arasındaki mülkiyet ilişkileri aşk aracılığıyla en tehlikeli dönemi yaşamaktadır. Kölelik derinleştirildikçe, kadına karşı despotizm artmıştır. Ahlaka yer vermeyen bilimcilik politikaları ile sosyal yaşamın canına okunmuştur. Sosyal yaşam, sosyal ilişkiler, eşitsizlik ve iktidar üreten araçlara dönüştürülmüştür.
Özne idealizm, nesne materyalizmdir gibi ayrımlarla özne ve nesne mutlaklaştırılmıştır. Bu, kadının bir mal-mülk olarak alınıp satılmasına ve cinsel obje olarak eşyalaştırılmasına yol açmıştır. Erkek zorbalığı, sahiplik-efendilik algısı üzerinden despotlar üretmiştir.
Hiyerarşik sınıflı topluma geçişle birlikte iktidar ve devlet eli ile yürütülen operasyonlar ve ideolojik formasyonlarla birlikte oluşturulan aile toplumu, geleneksel ve modern toplum, kadının içinde eritildiği, sistemin oluşturduğu kadın kimliğinin varlık kazandığı, zihni şekillenişin erkeğe bağımlı uydulaştırıldığı ve gönüllü köleliğin adım adım biçimlendirdiği yeni bir anlamsallık ve yapısallık içine girme sürecini kapsamaktadır. Oluşturulmuş kadınlık, geleneksel kadınlık çizgisinde başkalarına ait, yaşamını başkalarına adayan ve başkalarının geleceğiyle uğraşan bir düzeneğe getirilmiştir.
Liberalizm, en anti-toplumcu ideoloji ve pratiktir. Yarattığı birey, en az devlet ve iktidar kadar topluma karşı bir savaş halindedir. Toplum karşıtlığı, onu pozitivist bilimcilik çağında canavarlaştırmıştır ve lanetli analitik aklın ürünü olan devlet ile kutsal ittifaka götürmüştür. Özgürlük anlarını verili ve kurulu sistem üzerinden kendi şahsında günlük yaşamda ve ilişkilerde üreterek, bizzat iktidar üretir hale getirilmiştir.
Cinsiyetçilik politikaları, karılaştırılmış toplum hedefli çok yönlü bir saldırı aracıdır. İradesi felç edilmiş, bilinci dumura uğramış, andaki enerji tüketimidir. En özgürüm diyen erkeğin gerçek niyetinin açığa çıktığı alan, cinselliğe olan yaklaşımıdır. Bu konuda güdülerini terbiye etmiş, güdülerin esaretinden kendini kurtarmış, güdüleri siyasallaştıran bir erkek gerçekliği olmadığı için, kapitalist sistem liberal yaşam ölçüleri ile kolayca kendine çekebilmekte ve kendi sistemine dahil edebilmektedir. 21. yüzyılın temel karakterini nasıl ki cins çelişkisinin doğru çözümü belirleyecekse, tersinden bu çelişkiyi çarpıtmak ve cinsiyetçi politikalarla karşı bir saldırıya dönüştürmek de o kadar mümkündür. Liberalizm, ideolojilere sızma ve değiştirme konusunda bir hayli ustadır. Bu nedenle kadın, özgürlük ve eşitlik meselesinde liberalizmin tuzaklarına düşmemek için, kadın özgürlükçü kimlik ve cins mücadelesinde doğru paradigmasal duruş ve ideolojik doğrultu önemli olmaktadır.
Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi