Ölümü İmkansızlaştıran Ve Başarıyı Kesinleştiren Tarz

0Shares

Tabii dilsiz bırakılan bir halk gerçekliği. Sürekli iflas ettiren bir pratik yaşam. Yapacağını düşman yapmış. Bu zor yolda ne kadar kazandırabiliriz size? Endişelenmemek elde değil. Bunu aşabilmek için çok iyi bir takipçi olmalıydınız. Ama siz çok iyi bir keyfiyetçisiniz. Düşünmek sizi zorluyor herhalde? Onun yerine kör pratikler, düşünce yoğunluğu olmayan davranışlar sergileniyor. Bunlar da zarara yol açıyor. Bu da acımasız bir savaş. Öyle bir olay ki, milimi milimine gereklerini yerine getirmelisin.

Aslında bu savaşa karar vermek ve onun sorumluluğunu üstlenmek, bildiğiniz gibi çok büyük bir tarihi ağırlık, mutlak karşısında, çok aşağılık bir düşman karşısında, engin şeyler yapılması gereken bir yaşam. Bu yüzden olağanüstü çoğalmaya çalışıyoruz. Halk savaşçılığı, sorumluluğunu bilen, kendini sürekli eğitmeyi ve başarmayı şart kılan bir savaşçılıktır.

Biz biraz canlandırmaya çalıştık. Belki biraz yaşamaya çalışacaksınız. Savaştığınız oranda olur bu. Savaşı geliştiremezseniz bu da ölümdür. Şu veya bu biçimde kaybettirir ve istemiyorum böyle ölmenizi. Zaten ben ölüme karşı direniyorum. Halen hatırımdadır, bu ölüm biçimlerinin çok tehlikeli olduğunu gördüm. Sizi doğal ölüm sınırlarına getirmek bile büyük bir başarıdır. Düşmanın çok kötü dayatmaları altında ve çok hüzünlü acılı bir ölüm. Her ölüm hüzünlüdür diyeceksiniz, ama bizimkilerin hepsi sosyal-siyasal ölümlerdir. Doğal bir ölüm değildir. Bu çok acı verici. Onun için “diriliş önderliği, kurtuluş önderliği” diyoruz. Tamam, ben halen tam yaşayamıyorsam da, dayatılan ölüm tarzına da boyun eğmiş değilim. Sahte yaşamı da kabul etmiş değilim. Ne ölümü, ne sahte yaşamı, ne bilmem neyi… Evet, direnmeden vazgeçmiyorum. Ölümden kurtulunca, sahte yaşamla da yaşamak istemem. Gerisi fırtınalı bir savaş ve iddialı bir yaşam.

Bu gücü gösterecek misiniz, benim bu umudumla. Beklentim hep bu oldu. Gösteremezseniz de ben yapayım. Hani derler ya, “böyle gelmiş, böyle gider” veya böyle yaşamaya böyle sonuç kaçınılmaz olur.

Burada ölüm ve sahte yaşam dayatmalarını boşa çıkarmak istedik. Bunu fazlasıyla yapmaya çalıştık. Elimizden gerisi gelmiyor. Gelmeyince de ne kadar yaşadıksa yaşayalım diye kendiliğinden, biçimde bir kadercilik anlayışıyla aslında gün dolduruyorsunuz. Benim öngördüğüm bu değildir. Öyle gün doldurma, kadere boyun eğme diye bir şey yok. Yaşamı yaratıyorum. Mümkündür de. Tabii biçimiyle de iğne ucu kadar bir fırsatı değerlendirerek. Siz benim yaşamı nasıl kazandığımı anlayamadınız. Halbuki o kadar da size açıkladık. Benim tarzım size çok ağır geliyor, fakat başka çareniz de yok. Ben kendi tarzımın farkındayım. Bu ülkede düşman bunun dışında her şeyi yener, yenmiştir de. Tarih bütünüyle böyle. Diğer örgütlerin durumu tamamıyla bunu kanıtlıyor. Halen yenilmeyen tek tarz benim ki. Hatta PKK içinde de böyle. PKK içinde yenilmeyen kişilik yoktur. Yaşamaları yüzde yüz benim aldığım tedbirlerle bağlantılıdır. Ya fiziki ölüm, ya ayakta ölüm; ya da hepsi. Duyguda, düşüncede ölüm bilinmez. Daha doğrusu durumları budur, ortadadır doğrusu.

Benimde halka verdiğim sözler var. Ölümü imkansızlaştıran, başarıyı kesinleştiren bir tarzı ve nefes nefese olan bir tarzı, bana şart kılan sözlerdir. Öyle sıradan bir sözle kesinlikle, kendimi geçiştiremiyorum. Böyle olmalıydı bu söz veriş tarzınız. Ama uygulatabildik mi? Bana diyemezsiniz ki bu kadar yapabiliyoruz. Ben insan oğlunun gelişim tarzını biliyorum. Atomu bile parçalamıştır. Biz bir halk savaşımı veremeyecek miyiz? Maddeyi parçalayan insan beyni, halk savaşımı gibi bir patlamayı neden yapamasın?

Biz size inanıyoruz ve hatta sizden fazla ben bu konuda çok çocukça olduğumu söyleyebilirim. Ama başka çaremiz yok ve inanmak zorundayız. Bir halkın değerine, genelde de tüm insanlara güvenmek gerekir. Aksi halde hiçbir şey yapılamaz. İyisiniz, güzelsiniz dediğimizde laf olsun diye söylememeliyiz. Sonuna kadar ısrarla gereklerini de yerine getirerek kanıtlamalıyız. Bu insanlık kavgasıdır. İnsanlık onurudur, çiğnetmeyiz. Ne kadar zorda olsak da çiğnetmeyiz.

Ruhunu bağlayabileceğin en büyük kutsallık; görevindir

Ne mutlu o insana ki, devrimin en bitik insan tipini yaratan toprağına. Ve çok büyük değerleri bağrında taşıyan, ülkesi uğrunda çok anlamlı ve mutlaka koşulması gereken görevine doğru yürüyene ve bu şansı elde edene.

Halen düşünüyorum: büyük yürüyüş ne olabilir? Bundan daha tempolu ve aktif yürüyüş bulamadım. Bu halk değerlerinin dışında (tüm dünya değerleri dahil) hiçbir değer kabul edemiyorum ve bağlanamıyorum.

Üzerinde ne kadar düşünülürse düşünülsün, en güzel düşünce bu görev olabilir. Ruhunu da bağlayabileceğin en büyük kutsallık budur. Yine bağlanmamak en büyük şansızlık olurdu. Umudum hiç olmadığı halde nasıl yürüdüğümü anlamaya çalışıyorum. Gerçekten bu konuda tek bir umut işareti, umuda dair dayanabileceğimiz bir işaret olmadığında yürümeye başlamıştık. Sizler elinizi uzatsanız zaferi tutacaksınız. Ama halen fazla duyarlı veya keskin sergilenecek bir yaklaşımı kendinizde yakalayamıyorsunuz. Tabii bunun nedeni küfür kişiliğidir. Param parça edilmiş kişiliktir. Yani bir söz var; “oğlum okul okur mertek mertek…” Biz buna şunu da ekleyebiliriz; oğlum büyür büyür gafil olur. Biz de bu temelde bir büyümeye vardık. Yoksa sizin bu kutsal amaçlar temelinde bir yetişmenin, büyümenin sağlanamayacağı, başarı elde edemeyeceği bir şey olamaz.

Böyle olmasaydı ben kendimi verebilir miydim? Bu kadar zorluklarla uğraşma gücünü kendimde bulabilir miydim? Bir Cumhurbaşkanı bile olunsa, en büyük bir devlet için bile böyle yaşanma göze alınamaz. Ama ben tüm bunları göze alıyorum. Neden? Çünkü amacın büyüklüğü, kutsallığı sürüklüyor da ondan. İşte bunu ben sizlere tam kavratamıyorum. Tecrübeye dayanarak söylüyorum. Emredilene uygun cevap veremeyip, fakat yine de en güzel yürüyüşü isteme hakkına sahibim. Benim otuz-kırklık heyecanlarımın temelleri, çalışmalarım ve mücadelelerim oluyor. Bu yürüyüşün amaçlarını size kavratmak, hissettirmek istedik. Ama halen sizin niçin ve ne amaçla yaşadığınızı anlayamıyorum.

Bir grup Al. yoldaşı da yolluyoruz. Öyle sanıyorum ki bazı yönleriyle sizden daha heyecanlı ve coşkuludurlar. Orada devrimci bir hukuk var. Onları sürükleyen de odur. Devrim onlar için bir çağrıdır. Bu son derece heyecan vericidir, sürükleyicidir.

Evet, büyük bir şans oluyor. Ben otuz-kırk yıldır bu şansı yakalamak için gerçekten akıl almaz bir serüvene girmişimdir. Bu bana dayanma gücünü gösteriyor. Diyeceksiniz ki bunda ne var; APO’nun ülke dediği, devrim dediği, silah dediği ne ki! Bütün bunlar can sıkıcılıktan başka ne veriyor ki? Ama eminim ki çoğunuz da bunlardan dolayı hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Çünkü bu bir yanılgı noktasıdır. Bu işi “katırlaşma teorisine” göre izah etmek mümkündür. Katır katırdır. Sırtına yük vurmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bunu kırmanız gerekecek iddiasında bulunuyorum. Yani orada en değerli hazine vardır. Çalışmalar, çalışmaların en değerlisidir. Kesin güzellik kaynağıdır orası. Başka türlü ve hiçbir yerde bu çalışma dışında bir gelişme, yaşam olamaz. Güzellik de olamaz diyorum. Bunlar benim tespitlerimdir. Bu saydığım özelliklerin gerekleri yerine getirilemezse başarı şansı olmaz. Hangi işe kendini versen (altın işleri bile olsa) buradaki işler kadar kazançlı olamaz, ürünü bol olamaz.

Artık bunu size ne kadar kavratabildik? Yürüyüşünüz ne kadar bu özellikleri içeriyor? Sürekli bunu sorguluyoruz. Çok fena yanıltılmış, çok kölece işlerde kullanılmış, çok boşa çalıştırılmış bir kişiliğiniz ve bir sosyal gerçekliğiniz var. Bu çok önemlidir. Bunu mutlaka anlamanız gerekir. Derince, büyük sorumluluklar hissetmelisiniz. Büyük bir hoş görüyle, büyük bir dirayetle ve anlamanız gerekir ki, bir büyüme imkanını, başarmayı yakalayasınız. Neden bu coşkumuzu paylaşamıyorsunuz? Neden bu çalışma tutkusu sizde gelişmiyor? Dünya kadar yük var omuzlarımızda, biz bu kadar dayanabiliyoruz, ama sizler ise kendi sıradan görevlerinizi başarmak için bile dayanamıyorsunuz.

Hangi nedenler sizi bundan alıkoyuyor? Bu çaresizlik neden? Kuralsızlık, disiplinsizlik, başına buyrukluk, baş belamız olmuş. Biz bunu da çözmek, aştırmak istedik. Bunu ne kadar kavrayabiliriz? Hep sorguluyoruz. Bu alanda bizi bekleyen görevler ve omzumuzda bulunan çalışmalar var. Hani hazine arayıcıları olur ya, çok titiz ve işlerini büyük bir ustalıkla yaparlar. Yine buna benzer bilimsel keşifler var veya bir başarının büyüklüğüne kaptıranlar var. Bütün bunların bileşiminde çok üstün arayıcılık faaliyeti var. Başarma tutkusu ve azmi bu çalışmalar için gereklidir.

Partimizin bütün ideolojik-siyasi saptamaları bunu açıklayabilmek ve militanı kapsamlı düşüncelerle donatmak, yoğunlaştırabilmek içindir. Başka türlü sizi taşımak, hatta yüzünüze bakmak zor. Görevlere bağlanmayan militan, onun bütün kutsallığını, sorumluluğunu, duyarlılığını göstermeyen militan hiçbir şey anlamamış demektir. Ve en kötüsü de siz çok çirkin kalacaksınız o zaman. Bunu önlemek istiyoruz. Yaşama saygısızlık yapılamaz. Biz de ise yaşamın içine edilmiştir, biz de yaşam işkencedir. Yaşama egemen olan saygısızlıktır.

Ancak bizim buradan açıklığa kavuşturmak istediğimiz yaşamın kutsallığına, yaşamın layık tarzına bir adım atmaktır. Mükemmel bir şans önünüze serilmiş, bunu kullanamazsanız ben kendimi fazla zorunlu hissetmem. Gerçekleri kavratma konusunda zorunluluğu hissetmem şurada kalsın, eskiden değerlendirme yapardım, ama onu bile yapma gereğini duymam artık. İnsanlarla ilgilenilmediğinde bazen çok üzülürler. Neden böyledir, şundan: Zamanında ona gereken değeri, ağırlığı vermediğin içindir. Mesela bir çocuk büyüyecek, muhtemelen oldukça da yiğitleşebilir ve gelişim de başarabilir. Çeşitli ilgisizliklerle veya yaklaşım yetersizlikleriyle onu koruyamazsak o insan üzülür. Nitekim analar öyle erken kayıplara ağlarlar. Hatta unutmazlar.

Nedenini söylediğim gibi, beklentileri vardır. Gelişebilirdi. Zamansız gitti, ilgisiz gitti, kaza sonucu gittiler. Elbette ki insan buna üzülür, ama her şeyi verip, sonuçta bile bile kayba yol açana üzülenmez. Ancak “ne düğü belirsizin tekiydi, kafasını çalıştırmadı gitti” denilir. İşte böyle olmamanız, böyle bir duruma düşmemeniz gerekir. Bunu sizlere bu kadar anlattıktan sonra yine de böyle giderseniz eğer, gerçekten hakkınızda söylenecek söz budur. Çocuk değilsiniz. Sizinle çok ilgilenildiği halde, gereken rolü oynayamazsanız alan veya görev için söyleyecek hiçbir söz kalmaz. Arkanızdan da ne ağlayanız ne üzüleniniz ne de anlamlı bir söz söyleyeniz olur.

Dikkat ederseniz, ben ilk şehitlerin ve ilk giden grupların ardından çok kapsamlı değerlendirmeler yaptım. Hakiler, Kemaller, Mazlumlar ve Hayriler için öyle değerlendirmelerim oldu. Yine Agitler için oldukça kapsamlı değerlendirmelerim oldu. Son zamanlarda ise bunu yapmamamın nedeni; doğruya gelmeleri için çok kapsamlı eleştiriler yapıldı ve hepsi aşağı-yukarı bu çalışmalarda geçirildi. Bu çalışmalar çerçevesinde doğruyu son derece tutabilir ve gereklerini yerine getirebilirlerdi. Tabii bunu yapamadıkları için artık arkalarında bir şey bekleme gereğini duymuyorum. Giderek daha ağır eleştiriler, hatta suçlamalar yapmak zorunda kaldım. Bu da güncel bir gerçekliktir. Bunu sıkı sıkıya kavramanız gerekiyor.

Göreve yüklenirken hakkını vermeniz gerekiyor. Mücadele alanında güzel olanı ve şansı yakalamak kaçınılmazdır. Bu konuda bir şansa sahipsiniz. Kendi tecrübeme dayanarak şunu söylemek istiyorum; kariyerist bir kişilik olsaydım, dünya malına, bilmem başkalarının tutkuyla sarıldığı değerlere kapılsaydım, benden daha gelişkin olunamazdı. Veya şanslısı olunamazdı. Ama bunu düşünemiyorum bile, hatta bir yük gibi görüyorum. Benden bir şey alıp götürürler diye korkuyorum. Bu maldır-mülktür, bu bilmem işte şandır, şöhrettir; bunları kafamda bile geçirmiyorum. Daha çok düşündüğüm yeni başarıların nasıl gerçekleşeceği, yeni değerlerin, yeni icatların nasıl icat olabileceğidir. Beni sürükleyen budur. Dedim ya, eskiden bir yemeğin tadı olabilirdi, hatta bireysel gündemlerin de bir anlamı olabilirdi. Şimdi bana saçma geliyor. Ağır bir yük gibi hissettiriyor bütün bunlar. Daha çok gerekli olan bu hızlı, yaratıcı çalışmalardır. Bütün bunları anlayabilmelisiniz.

Biz, çok değer verdik. Sizleri çok silahlandırdık. Size ve emeğinize saygılıyız, neden saygılı olmayalım ki? Bunun anlamı da karşılığını görebilmektir. Sizin için de bunun anlamı şudur; kolay ölmemekle beraber, günlük çalışmalarında amansız başarıların sahibi olmaktır. Başka hiçbir şey bizi affettirmez. Bir ölüm bile bizim için bir kurtuluş olamaz.

PKK şehitliğinin bir anlamı var; borçlu olma. Bütün şehitler için bu söylenebilir. Bunun anlamı da şudur; günü başarıyla geliştirememe ve bunun yarattığı büyük üzüntüyü duyma, “neden bu genç yaşımda böyle düştüm?” şehidin söylediği son söz budur. “Neden bu ölümü kabul ettim?” bütün bunları şehitlerin anısına bağlılığın bir gereği olarak açmamız gerekiyor. Çok açık söyleyeyim, ben şehit düşsem şunu söyleyebilirim; aslında biraz iş yaptım, bu da beni rahatlatabilir, fazla yaptık demiyorum, ama bir şeyler gösterebildik, anlayana bir değer verildi, hem de yüzyıllarca kullanabileceği kadar. Bunun dışında hiçbir şey ölümü rahat karşılayamaz. Bu sizin için de geçerlidir. Şehitlerin anısına bağlı kalmanın gereği olarak son nefesimizi verdiğimizde doğru-dürüst bir iş yapamadık üzüntüsü olmamalıdır. Bu koca gençliği ve bir bütün olarak devrimci yaşamı çarçur ettim diye, acılar içinde kıvranarak son sözü söylememeniz çok önemlidir.

Bu yaşam şansı; mükemmel ve müthiş kullanılmayı gerektiriyor. Sonraki süreçte hayıflanmayasınız diye bunları söylüyorum. Bu neyi gerektirir; işte fırtına çalışma tarzı, müthiş uyanıklık, müthiş çözümleyici güç, müthiş sonuç alıcı, müthiş vurucu güç ve her konuda yaratıcılığı esas alır. Geliştirme özelliğine sahip olursanız üzüntülerinizin, öfkelerinizin önüne şimdiden geçebilir, başarı şansını yakalayabilir ve kendinizi yaşatabilirsiniz. Bu olumlu özelliklerden sonra ölüm gelse de fazla endişelenmeye gerek yoktur.

Bu olumlu özellikleri bağrında taşıyarak, yaşama şansını gösteren insanlara değer veriyorum. Bu temelde bugün ki grubumuzun yola çıkışı daha büyük bir anlam ifade ediyor. Partimizin kuruluşunun 17. yıldönümü haftasına girmiş bulunuyoruz. Bu partinin resmi yaşıdır. Bunun daha öncesi de vardı. Bunun tüm derslerini alan ve 17.’sinde bulunan bir delikanlıyı düşünün, bu delikanlının enerjisini, var olan coşkusunu hesaba katmak gerçekten güç olur. Bu fırtınalı yılların enerjisini kendimizle bütünleştirdiğimizde müthiş bir enerjinin ortaya çıkması gerekir. Tarihte eşi görülmemiş bir parti tarihi demeyeceğim, bir ulus tarihi de demeyeceğim, yeniden diriliş de demeyeceğim, ama bu tarihimizi bir insanlık destanı olarak değerlendiriyorum.

Önder Apo

(Ekim 1995 tarihindeki çözümlemeden derleme yapılmıştır.)

Attachment