Newroz Ceren
Kendinizi kafeste ki kuşa benzettiğiniz anlar var mı? Uçmak isteyip çaptığınız parmaklıklar hiç olmadı mı yoksa? Benim oldu.
İçinizde konuşamayan bir ben olduğunu hiç düşündünüz mü? Bağıra çağıra şarkı söylemek isteyen, kim olduğunu haykırmak isteyen bir insanın yüreğinizin bir yerinde suskun kaldığını konuşmaya korktuğunu düşünmediniz mi yoksa? Ben çok zaman içimde susmuş bir yanım olduğunu düşündüm.
İçinizden bir ceylan gibi koşma istemi hiç uyanmadı mı? Benim oldu.
Çok zaman kendime sorular sordum. Ben özgür müyüm diye kendi kendime tartıştığım yüzlerce gece vardır. Özgürlük nedir? Ben özgür müyüm? Ben kimim diye birçok soru sordum kendime. Nasıl sormam ki bir kadın orta doğulu bir kadın ve Kürdistanlı bir kadın olunca bu soruları sormakta cevap vermekte zorlaşır. Özgürlük zordur, hele bir de Ortadoğulu bir kadın olunca çok daha fazla zordur. Önderliğimiz 1994 yılı newrozunda Avrupa’da kendini yakan Ronahi ve Berivan arkadaşları örnek gösterip derki “ Özgürlük kolay olsaydı Ronahi ve Berivanlar kendini yakmazdı.” Bu denli zor ise eğer neden peşine düşeriz özgürlüğün ve nedir özgürlük.
Nedir özgürlük?
Yaşam ve özgürlük kavramları din, felsefe ve bilim gibi hakikat biçimlerinin en çok tartıştıkları konulardır. Her insan da hayatının bir döneminde yaşam ve özgürlüğe dair birçok şeyi sorar kendine. Sadece felsefe alanına baktığımızda en az 200 tanımı vardır özgürlüğün. Nietzsche’ye göre “Öz saygı istencidir” özgürlük. Tolstoy’a göre her insanın kendi kanaatlerine göre yaşaması ve eylemesidir.” Ünlü anarşist Bakunin’e göre ise “ insanın zekâ, onur ve mutluluğunu geliştirebilecek yegâne araçtır.”. Daha birçok örnek vere biliriz bu tanımlardan.
Neden bu denli çok tanımı var özgürlüğün? Çünkü özgürlük kavramı mutlak değildir. Özgürlük dogmatik değildir çünkü. Önderliğimiz özgürlüğü tanımlarken “özgürlük evrenin amacıdır diyesim geliyor.” demiştir. Bu tanımın kendisi özgürlüğün tüm dogmatik tanımlarını yıkıyor. Aklımızın hayal etmekte zorlandığı kadar dev büyüklükte ki bir ve hala sırları karşısında cahil olduğumuz bir evrenin amacını nasıl dogmalara sığdıra biliriz. Var olma yeteneği olan, tüm yaratıcı ve yıkıcı güçleri içinde barındıran, bin bir çeşidin farklılaşmanın gelişmesine izin veren bu evren hiçbir dogma ile izah edilemez.
Özgürlük salt insani bir eylem değildir. Eğer doğada özgürlük gerçekleşmesi olmasa insanda da olamazdı. İnsan varlığı, doğadaki evrendeki oluşum ve gelişim toplamlarının tümünü barındırır kendinde. Özgürlük de öyledir. Kafeste esir tutulduğu için yemek yemeyip intiharı seçen kuşlar, zorlu yollardan zorla geçirilince intihar eden atlar bile özgürlüğün insan dışı doğada da yaşandığını, baskıya tahammülün olmadığını gösterir. Özgürlük konusunda bencil olmamak gerekir. Özgürlük evrenin eylemi ve var olma biçimidir. Evrenimizin küçücük iğne başı kadar bir maddenin patlamasından oluştuğu söyleniyor. Dünyanın, suların, yıldızların, ayın, insanın ve doğada gördüğümüz bin bir şeyin o iğne başı kadar olan maddenin farklı ve çeşitli sıralanmaları sonucu oluştuğunu söylemek yanlış değildir o zaman. Demek ki evren farklılık ve çeşitliliğe açık bir özgürlük anlayışı ile evren olmuştur. Özgürlük var oluşun doğasında vardır.
Evrendeki özgürlük mutlak özgürlük kalıplarını yıkar. Evrendeki her oluşumun her canlılığın özgürlük anlayışı vardır. Özgürlük ne tek bir biçimde yaşanır ve ne de sadece insan içindir. Yalnız özgürlük kavramını ahlakın, siyasetin ve sözün konusu yapan insandır.
İnsanın Özgürlük Sorunu ve Özgürlüğün Alanı;
İnsan soyu özgürlüğü sorunsallaştıran bir soydur. Özgürlüğe bin bir anlam yüklemiştir. Üzerinde bin bir düşünce olan bu konu hala da ciddi bir problemdir. Günümüzde özgürlük için yapılan tartışmaların temelinde bireysel özgürlük mü toplumsal özgürlük mü daha fazla özgürlük getirir konusudur. Esasta hayat paradigmamız özgürlüğü nasıl ele aldığımızı belirler. Her insan kendini ve hayatı ele aldığı temel değerler üzerinden özgürlüğü tanımlar. Bunun için her özgürlük sorunun kökeninde tarihin o en eski sorusu vardır “ben kimim?”. Ben kimim sorusu, insanın kendini nasıl tanımladığını gösterir. Bu soruyu kendine sorduktan sonra artık kimliğinizi ortaya koymuş oluruz. Yani nasıl var oldum, nasıl var olacağım sorusudur esasta bu sorunun altında ki temel cevap. Biz insanlar varlığımızı tıpkı bir halı örer misali geçmişimizde, deneyimlerimizle, çevremizdeki ilişkilerle öreriz. İlişkilerimiz, çevremiz ve tarihsel gerçekliğimizle özgürlüğü tanımlaya biliriz. Bunun için özgürlük tarihsel ve toplumsal alanın konusudur. Ancak tarih ve toplumsallığın bilgisi ile özgürlüğe doğru tanım getire biliriz.
Eğer kendimizi bazen kafesteki kuş gibi hissediyorsak bunun tarihsel ve toplumsal nedenleri vardır. İnsanlık var oluşuna özgürlükle başlamıştır. Eğer özgürlüğün antisi yani karşıtı olarak köleliği tanımlarsak ki bu en doğrusu olur, buna özgürlüksüzlük de diye biliriz özgürlük başlangıçtan beri vardır. Kölelik ise sonradan yaratılmış bir kavramdır. Köleliğin kökenini evrende aramak doğadaki bazı durumları kölelik olarak tanımlamak yanlıştır. Evrende kölelik yoktur. Karşılıklı bağımlılık vardır. Ama kölelik yoktur. Bir yıldızın gezegeni o yıldızın kölesi değildir. Aslanların ormanların kralı olarak tanımlanması ve diğer orman hayvanlarının onun tebaası olarak tanımlanması da insan zihnini ürettiği bir gerçektir. Ve en önemlisi -önemlisi diyorum çünkü tüm köleliğin oluşturuluşunu orda aramak mümkün- kadın köleliğinin toplumun var oluşunda izahı ve anlamı yoktur. Özcesi özgürlüksüzlük ve kölelik kavramları ve kendini kafeste bir kuş gibi hissetme ancak tarihin belli bir zamanında olmuştur.
Hiçbir toplumsal oluşum kölelik üzerine kurulamaz. Toplum olmak için özgür koşullar gerekir. İnsanların bir araya gelip ortak yaşadığı ilk klan toplumu özgür bir topluluktur. Beş yüz bin yıl önce köle olan hiçbir toplum yoktu. Hiçbir birey köle değildi. Belki gelişkin özgürlük anlayışları yoktu, belki birbirini öldüren kabileler olmuştur. Ama ben bu klanı kendi kölem yapıp kendi ihtiyaçlarım için çalıştırayım, diyen hiçbir klan var olmamıştır. Beş yüz bin yıl önce hiçbir erkek bir kadını kendi kölesi olarak görmemiştir. Yüz bin yıl önce ben tanrının abdıyım-kölesiyim diyen hiç insan olmamıştır. Yüz bin yıl önce hiçbir kadın kendini kafeste ki kuş gibi düşünmemiştir. Zaten bir kuşun zevk için kafeste tutulmuyordu yüz bin yıl önce. Bunun için eğer içimizde söyleyemediğimiz konuşamadığımız şeyler varsa, bedenimiz ve mekânımız eğer ruhumuza dar geliyorsa nedenini tarihin içinde araya biliriz. İnsanoğluna kölelik sonradan öğretilmiştir.
Özgürlük ve kölelik ilişkisi üzerine zihnimizde yaratılmış kalıplar vardır. Bu kalıpların en birincisi kadının var oluşundan itibaren eksik olduğu düşüncesidir. Toplum içinde kadın “havadan beri ilk günahın kaynağı”, “saçı uzun, aklı kısa”, “erkeği tahrik eden, şeytan ruhlu” olarak tanımlanır. Hatta bunun teorisi daha yapılmıştır. “kadın bedensel olarak zayıftır”, “ kadın duygusaldır, düşünce ve akıl olarak zayıftır” biçiminde tanıtımlar yapılmıştır. Bu saydığımız söylemlerin hiç biri insanlık tarihinin tümüne mal edilemeyecek ancak ve ancak hiyerarşi ve devletçi toplumun gelişimi ile izah edilebilecek söylemlerdir. Fakat bize öğretilmiştir. Kadın olarak ailede, toplumda, işte, evlilikte, erkeklerle ilişkilerde hem karşılaştığımız hem de kendimizin de özümsediği bir zihin yapılanmasıdır bu. Biz eksik ve yetersiz bir cinsken, erkek; aklın, gücün, ruhun, enerjinin, yaratma yeteneğinin sahibidir. Toplumsal cinsiyetçilik olarak adlandırdığımız bu durum tüm köleliklerin temel kaynağıdır. Kadın ilk sömürge statüsüne alınan ulustur. Tüm ulusların köleleştirme tarihini kazırsak en başta köleleştirilen ulusun kadınlar olduğunu görürüz. Fakat kadın köleliği doğanın ve evrenin doğal durumu olarak insan zihnine yerleştirilmiştir. O zaman kendimize sormak gerekiyor: bize öğretilen tarih doğru tarih mi? Biz kendi tarihimizi biliyor muyuz? Önderliğimiz “Kadının tarihi yazılmamıştır, özgürlük tarihi ise yazılmayı beklemektedir.” diyor. Kadının tarihsiz bırakılması erkek egemen toplumun büyük komploları ile gerçekleşmiştir. Önce mitolojiler icat edilmiştir. Kadın yavaş yavaş erkek karşısında kaybeder. Sonra tek tanrılı dinler bu kaybedişi tanrı sözü ile onaylar. Artık erkeğin kaburgasından hatta eğri bir kaburgadan yaratılan bir kadın vardır. Felsefe döneminde kadının adı geçmez. İdealizm ve materyalizm ayrımında felsefe hakikati yok ederken kadını daha görünmez kılmıştır. Devletçi, sınıfçı, hiyerarşik bir sistem ad değiştirir içerik değiştirir ama öz aynı kalır. Öz ataerkilliktir. Ataerkillik, uygarlık tarihinin özüdür.
Bu kısa özet bile bize şunu gösterir. Eğer kafeste bir kuş gibi hissediyorsak kendimizi bunun tarihi bir nedeni vardır. Her özgürlük arzusu kendini evrenin ve insanın tarihine dayandıra bilir ancak. Biz kadınlar için daha fazla böyledir. Kafeste kuş olaya mahkûm değiliz. Fakat beş bin yıldır öğretilen bir tarihe karşı tarihi diriltmeye çalışacaksak özgürlüğün doğru bir tanımını yapmaya ihtiyacımız var.