Bazı ideolojik-politik sorunlar ve onların PKK’de çözümlenme ve gerçekleşme düzeyi
İnsan gelişmesinin tasarım gücüyle yakından bağlantısı vardır. insansal gelişme ne kadar gerçekçi olmasa da veya onun sınırlı yönlerini dikkate alsa da, tasarım veya diğer bir deyişle düşünce ve onun irade, ruhsal durum üzerindeki etkileşimi olmadan, pratik yaşam gelişemez. İnsan söz konusu olduğunda, öncelikle böylesine bir tasarım, düşünsel gelişmeye ihtiyaç vardır. Hayvan niçin hayvandır? Kaldı ki onlarda da az çok meyil kabilinden bir şeyler vardır ki yürürler, yoksa bir hayvan bir taş gibi yuvarlanmaz. Ama insan, toplumsallaşmaya başladığında kesinlikle düşünce yönü gittikçe ağır basan bir var olma olayıdır.
Bunları şunun için söylüyorum; sizin pratikleşme düzeyiniz düşünceden kopmuştur ve bu da çok tehlikelidir. Çünkü ilkel yaratıkların düzeyine benzeme tehlikesini taşır. Ağır doğal sorunlar karşısında insan düşünceyle cevap veriyor ve öyle bir var olma olayı sürüp gidiyor. Kendi içindeki toplumsal sorunları da yine düşünce gücüyle çözmeye çalışıyor. Kısaca düşünce, tasarlama, hayal etme olmadan yaşam olmaz. Yine bunu şunun için vurguluyorum; neredeyse düşünmeyi unutmuşsunuz veya düşünce diye belledikleriniz yaşamdan kopuktur. Daha somut söylersek, bizim devrimci bir yaşamımız var ve sizin düşünceniz ondan kopuktur. Devrimci eyleminiz için ne kadar düşünce, nasıl düşünce sorusuna layıkıyla cevap verememişsiniz ve hâlâ da veremiyorsunuz. Bunun ne kadar tehlikeli bir yanılgı olduğunu uyarmak açısından söylüyorum.
Demek ki toplumsal varlık böyle düşünce ön koşulunu gerektiriyor. Şimdi biz burada insanlığın düşünce tarihini kapsamlı olarak açacak değiliz. Burada tarih boyunca insanlığın düşünsel gelişmesini irdelemek gibi bir derdimiz yok. Bu sorun bir akademik konudur, burada buna fazla yer vermek gereksizdir isteyen böyle bir tarihi araştırıp inceleyebilir. Zaten düşünce tarihi büyük bir ders olarak tüm akademik üniversite çevrelerinde okutulur.
Düşünce tarihinin bazı ana durakları vardır. Şimdi buna bir-iki kelimeyle değinebiliriz. Başlangıçta insanda çok geri bir düşünce düzeyi ve hatta düşüncenin ilkel, primitif diye tabir edilen bir biçimi vardır. O da daha çok sihir, büyü ve dinlerin ortaya çıkışında kendini dile getirir. Gerek sihir, büyü ve gerekse dinsel akımlar aslında düşüncenin başlangıç biçimleridir. Din de bir düşüncedir, ama bilimsellik diye tabir ettiğimiz disiplinin oldukça gerisinde bir durumu ifade ediyor. Ama halen din varlığını sürdürüyor ve sürdürecek de. Sihir, büyü de vardır. Bunun nedeni insanın varlığıyla bağlantılıdır.
Bir insan tümüyle bilimsel olabilir mi? Bütün hareketini bilimsellik temelinde götürebilir mi? Tabii bunlar aynı zamanda felsefi sorunlardır. Bu konuda iddia var ve oldukça bilimsel düzeyde gelişiyor. Ancak hayalin, dogmanın, dinin de ortadan kalkacağını düşünmek pek olası gözükmüyor. Bu da insanın tabiatında gizlidir. İnsan doğası gerektiği kadar hayale, dogmaya kutsal değerler diye tabir edilen dini konulara, hatta ahlaka, morale kesin yer vermek zorundadır. Özellikle moral diye tabir ettiğimiz kavram gerçekleşmeden, insanın sağlıklı gelişmesi ve hatta yaşaması oldukça sorunlu olacaktır.
Göreceğiz ki, sosyalizm ideolojisindeki tıkanıklık da moralden kaynaklanmıştır, dini, moral sorununu doğru ele alamaması, reel-sosyalizmin çözülüşünün en temel nedeni olsa gerek. Yani ne kadar bilimsellik, bilimsel düşünce gerekliyse de, halen bunu kaba-materyalizmde olduğu gibi “her şey reçeteye göre gelişir” demek, insanı tanımamak demektir. Reel-sosyalizmde biraz kaba-materyalizm uygulandı. Ortaya çıkan sonuç; oldukça kötü bir çözülüştür. Hiç şüphesiz bundan çıkarılacak çok fazla ders olacaktır.
İnsan toplumu neden böyledir? Gerçekten diyalektik bu konuya biraz açıklık kazandırıyor. Diyalektiğin temel yasaları var. Eğer bunlar kaba-materyalizmle saptırılmazsa, yani sosyalizmin bugüne kadar tanıdığımız halini aşabilirsek, kendimizi anlama gücümüz daha çok artar.
Bilimselliği tek başına ele aldığımızda, en az dini dogmalar kadar tehlike arz ediyor. Determinizm veya kaba-materyalizm de denilen katı bir bilimsellik insanın yaratılışına pek uygun düşmüyor. Biz burada ebetteki felsefeye giriş yapmak istemiyoruz. Yani ruh mu önce gelir, madde mi, bilinç mi maddeyi belirler, madde mi bilinci belirler gibi felsefik soruları burada irdelemiyoruz. Bilim ne kadar gelişmişse de, bunlara henüz tam çözüm bulamamıştır. Fiziğin, biyolojinin, hatta psikolojinin kaydettiği en son gelişmeler bu sorunların hiç de basit olmadığını göstermektedir. Madde zerreciklerinin duygulu varlıklar olup olmadığı bile tartışılıyor. Hatta bir noktadan sonra madde-enerji dönüşümü yine ruh-madde karışımı adeta siliniyor; hangisi hangisinin öncesinden gelir veya daha da derinleştirirsek, aslında fiziğin ötesi ki buna metafizik deniliyor veya ruhun ötesi ki, buna da tanrı deniliyor, son derece insan havsalasının alamayacağı durumlardır.
İnsanda bir izafiyet, aslında oldukça da sınırlılık var. Her ne kadar kendini tanrı yerine koyuyorsa da insanın öyle olamayacağı, olsa bile yine kendini diyalektiğin yasalarına uydurmaktan kurtulamayacağı söylenebilir. Düşünsel gelişmenin maddi etkileşimi önemlidir ve bu yaşamı belirler. Ancak çok maddeci olmak kadar, çok fazla ruhsal kesilmek de içinden çıkılmaz durumlar yaratıyor.
Bugün çağımızda en temel sorun halen budur. Görünüşte bu ilk insanın ortaya çıkışının sorunuydu, ama şimdiki insanın da sorunudur. İlk insanda olağanüstü kavramlar, kuvvetler düşünme ve tapınma var. Bu biraz çözümlendi fakat şimdi de eskisini aratmayacak cinsten tehlikeler var ve ona bilimsel çözümler aranıyor. Aralarında pek az fark olduğu gibi, belki de şimdiki sorunlar insanlığın bir kaç on bin yıl önceki sorunlarından daha ağırdır. Aslında burada ebetteki insanı daha da ele alabiliriz. Hatta onun düşünsel yanıyla maddeyi, doğayı iç içe ele alabiliriz. Fakat bu konumuzu aşar ve şu anda felsefeye çok fazla giriş yapmak konumuz çerçevesinde zorunlu veya gerekli değildir, ama felsefeyle bağlantısını kurmadan da edemeyiz.
Hiç kimse bu hareketin güçlü bir ideoloji temeli olmadığını sanmasın, aksine var ve hem de en gelişkin düzeyde bir ideolojik temele sahiptir. Görüldüğü gibi de ne reel-sosyalizmi, ne de şu veya bu başka ideolojilere benzemiyor. Bizde dinamik gelişmesini sürdüren bir ideolojik yaklaşım söz konusudur. Ancak ideolojik gelişme deyip geçmeyin. Açıkça bilmek gerekir ki, ideolojiyle bağlantınızı koparırsanız, hayvanlaşırsınız. Zaten sizin halihazırda kendinizi kontrol edememenizin en temel nedeni ciddi bir ideolojik zemininizin olmayışıdır. İnsan sizden ürküyor, çünkü ideolojisizsiniz.
Eskiden “dinsiz, ahlaksız” denilirdi. Ahlaksız insan, felaket bir durumu, yine dinsiz bir insan çok tehlikeli bir durumu ifade eder ve hepsini de toplum lanetleyerek en ağır cezayı verirdi. Şimdi ideoloji bütün bu kavramların yerini tutuyor. Hele bizde ideoloji, artık olmazsa olmaz bir koşuldur. Ben kaba-materyalist ideolojiden, reel-sosyalizmin şu veya bu gerçekleşme düzeyinden bahsetmiyorum; ben çok temeli bir ihtiyaçtan, ideolojik ihtiyaçtan bahsediyorum. Üstelik bu yalnız şimdi veya PKK’li olduğunuz için gerekli değil, evvel-ahir gereklidir. İlk insana da gereklidir, son insana da gerekli olacaktır, ama çağlar boyu değişiklik gösterir.
Eğer bugün halk olarak biz, herkesin çokça lanetlediği, kendi kendisinden bile nefret ettiği bir düzeydeysek, bu ideolojiden, yani kendi maddi gerçekliği konusunda düşünce, moral değerlerden yoksun olmaktan kaynaklanıyor. Düşünsel ve moral gücünü kendi maddi gerçekliğiyle bağlantılı ele alabilen bir halk olsaydı, kesinlikle mevcut düzeyi söz konusu olmazdı. Bu durum “sömürgecilik, tarih boyunca halkımızı şu veya bu biçimde ideolojik moralden koparmıştır” diye de anlatımda bulunabilir. Ama mühim olan bu durumun gerçekleşmesidir.
Herkesin çokça söylediği, “halkımız cahildir, düşüncesizdir” sözü yerine en genelde şöyle diyeceğiz; halkımız ideolojisizdir, moralsizdir ve bu temel kavramlardan koparıldığı için de hayvanlık düzeyine getirilmiştir ve istenildiği kadar sömürülür, istenildiği kadar binilir, istenildiği kadar öldürülür ve buna sesi de hiç çıkmaz. Çıksa da hiç kimse ciddiye almaz. Benim kendimi gerçekleştirme durumumu düşünün, eğer ben büyük bir ses olabildiysem, bunun en temel nedeni kendimi ideolojik olarak geliştirmemdir. Dikkat edilirse, aslında ben kaba silahla iş yapmadım. Yine parayla da iş yapmadım. Benim iş yapma tarzım ideolojiyledir. Benim büyük ve oldukça maddi gerçekliğimize uygun düşünce gücü olmam, düşünce üretmem ve onu dilimle söyleme durumuna kendimi vardırmam, beni büyük bir patlamaya dönüştürür.
Ben neden bu kadar etkili olabildim? Toplumdaki, Kürt gerçeğindeki ideolojisizlik, moralsizlik durumunu kendi şahsımda çözümlediğim ve bu çözümle kendimi gerçekleştirme düzeyimde de maddi koşullarıyla oldukça uyumlu olduğu için şu anda ben mucize kabilinden değerlendiriyorum. Zaten her tarihsel çıkışımın mucizevi karakteri bu nedenledir. Bir Arap Yarımadasındaki İslam öncesi Arap maddi durumunu göz önüne getirelim veya Avrupa’da Fransız Devrimi öncesindeki yine maddi durumu, hatta Ekim Devrimi öncesi Rusya’daki maddi durumu göz önüne getirelim. Bunlar bildiğimiz bazı devrimler olduğu için söylüyorum.
Büyük bir ideolojiden uzaklık, moralsizlik var veya çok dar bir çıkar grubunun, toplumun genelini hiçe sayan, onlar için oldukça da cehalet, moralsizlik anlamına gelen bir hükümetleri vardır. Buna dikta da, zulüm idaresi de denilebilir. Birileri çıkar, tam da bu süreçte ideolojiden, moralden kopanların ideolojik moral öncülüğüne soyunur. Tek veya bir kaç kişi de olsa, kısa bir sürede büyük bir toplumsal patlamaya dönüşür. Bunun adı da devrimdir.
Hz. Muhammed’in büyüklüğü nedir? Onun çok kaba ve ilkel toplumsal koşullara sahip olan dönemine ileri bir düşünce ve moralle karşılık vermesidir. Dinsel kırıntıları toplayarak -o zamanki düşünceler dinsel sözcüklerle ifade edilirdi- Kuran’da birleştiriyor ve bunu üstün bir moralle sunuyor. Böylece büyük bir İslami patlama ortaya çıkıyor. O zamanki Arap maddi varlığı çok geri ve düşünceyi bilemiyorlar. Bu nedenle kolayca, basit çıkarlar uğruna insanlık çok düşürülüyor ve buna benzer çok lanetli durumlar var. Bu çıkış buna çözüm buluyor.
Fransız Devrimi sırasında, proleterleşme de, aristokrasinin asalaklığı da en tahammül edilemez boyutlara varmıştır. Bir taraf üstten hayvanlaşmayı, diğer taraf alttan hayvanlaşmayı yaşıyor. Elbette ki buna büyük bir ideolojik moral çıkışıyla karşılık verilecekti ve nitekim bu dönemin filozofları da en büyük düşünürler ve ahlak kuramcısıdırlar. Bunun da sonucu Fransız Devrimi’dir. Rus Devrimi’nde de bu devam eder ve Rusya’da daha da geri koşullarda yaşanan, hem üstte, hem altta bir hayvanlaşma söz konusudur. Buna da çok radikal bir sosyalist yaklaşımla, onun düşünce ve moraliyle karşılık verilir ve bu da büyük bir devrim olur.
Kürdistan gerçekliği de biraz bunlara benziyor. Tam bir hayvan rejimi söz konusu; üstten uygulanan hayvanca bir yönetime, altta katlanan da hayvanlaşıyor. Biz bunu gördük ve bunun hangi düşünce ve moralle aşılacağını kestirmeye çalıştık. Sonuçta da çok ciddi bir patlamayla Kürdistan Devrimi diye tabir ettiğimiz gelişme ortaya çıktı. Yoksa biz gücümüzü nereden aldık? Biz parayla, eski toplumsal alışkanlıklarla, hatta toplumun sınıf ve tabakalarına örgütlemiş oldukları biçimiyle dayanmadık. Tam tersine, hepsini paramparça ettik. Çünkü hepsi düşmüş, düşürülmüştü. Bizim sunduğumuz hem kendi gerçekliğini doğru değerlendirme, hem de ondan çıkış yapmaya en uygun düşünce ve moral oluyor. Bunu basite alamazsınız, çünkü gerçeğiniz ortadadır.
Bu nedenle size her gün yaşama yeterli düşünce ve moralle yaklaşmanızı söylüyorum. Ama halen sizin düşünce gücünüz, moraliniz kendinizi bile kurtarmaya yeterli değil. Kendinizi bir zavallı olmaktan kurtaramıyorsunuz. Hanginizin üstten morali söz konusu ve düşüncesi maddi koşullarını cevaplandırmaya yeterlidir? Bunlar siz de olmadığı için, size ilkelsiniz, gafilsiniz diyorum ve bu doğrudur da. Sizin özellikle Önderlik çözümünü yakalayamamanız, sizi geriden ve hatta sahte bir PKK’li yapıyor ve o yüzden de gelişemezsiniz, çünkü gelişmenin kanunları var.
Demek ki genelde düşünce ve özelde onun ideolojik biçimi söz konusudur. Düşünceyle ideoloji arasında bir bağlantı kurulabilir. Düşünce; genel tasarımlar, genel fikirlerdir. İdeoloji ise; bir toplumun maddi koşullarına uyarlanmış, o toplumun çıkarı olarak düşünülmüş ve hatta formüle edilmiş düşüncelerdir. Yani bir toplumun gerçekliğini ister ilerleme yönünde, ister geriletme, muhafazakarlık yönünde bir yaklaşımı, onun düşüncesini ifade ediyor. Bir gerici ideolojiler vardır, bir de ilerici ideolojiler vardır; muhafazakarlık vardır, değişkenlik yaratmaya çalışanlar vardır. İdeolojiler somut bir toplumsal düzeyle ilintilidir.
Önder Apo