Kelime ve köken olarak kültürü tanımlayacak olursak, yapılan araştırmalar sonucu kültür köken olarak Latince ekin ekmek, yetiştirmek, toprağı işlemek anlamına gelen colere fiiline ve bu fiilden türeyen ekilen, ekilmiş anlamına gelen cultus sözcüğüne dayanıyor. Kürtçe’de kültür anlamına gelen çand sözcüğü de ekin ekmek ve toprağı işlemek manasında kullanılır. Bu anlama ulaştığı dönem tarihin derinliklerinde doğal toplumda özellikle tarım devrimine denk gelmektedir. Bu dönem topraktan ekin elde etme ve toplumsallaşma sürecidir. Kadın kültürünün ve zihniyetinin yaşamda etkili olduğu ve bilgisinin, bilincinin geliştiği yaygınlaştığı an’lardır. Doğayı iyi gözlemleyen bilge kadın tohumun nasıl toprağa düştüğünü, nasıl filizlenip ürüne dönüştüğünü görür. Doğanın iyi bir öğrencisi olan kadın yerleşik yaşama geçtiğinde bunu ilk pratikleştirendir.
Bu yorum ışığında günümüze kadar ulaşan toplumsallaşma ve komünalleşmeye ait her bir değerin kadın emeği ile bağının olduğunu söyleyebiliriz. Kadın kendi elleriyle ilmek ilmek örerek bugüne kadar kültürü ulaştırdı. Kadın emeğiyle, zihniyetiyle, ruhuyla, duygusuyla oluşturduğu kültürü çıkarsız ve karşılıksız olarak toplumla paylaşarak yaygınlaştırır. Tıpkı doğanın yaptığı gibi karşılıksız çıkarsız tüm canlıları kendi bağrında besler.
Kadının bugüne kadar getirdiği kültürü erkek egemen zihniyet ortadan kaldırmak için elinden gelen her şeyi yaparak kendi kültürünü oluşturur. Adeta Ana kadın kültürünün ve emeğinin üzerine oturur. İlk başta kadına ait olan bütün kültürel değerlere el koyarak her şeyi ters yüz ederek kendi çıkarı için kullanır. Erkek kültürünün temel özellikleri olan baskı, sömürü, tahakküm, yalan dolan, aşırı kar, kendi özüne yabancılaşma kapitalist modernite kültürünün de temel taşlarıdır. Ataerkil kültür kapitalist modernite kültürünün besleyicisi ve temsilcisidir.
Kapitalist ataerkil kültür azami karı için her şeyi yok etmeyi göze alarak yoluna devam eder. Her şeyi , herkesi yıkıp dökerek, acı çektirerek. Hem manevi kültürü, hem de maddi kültürü yok etmeye çalışır . Bu şekilde kendine ait kültürü şekillendirir ve güçlendirir. Önderlik kapitalist modernite tarafından kadına, tüm halklara, ezilen ve işsiz bırakılan sınıflara çektirilen acıyı çarmıhta can vermeye benzetmektedir. Bu tarz ve yöntemiyle insanı, toplumu ve dünyayı sömürü kaynağı haline getirerek tüketmektedir. Son aşamada her şey SOS verme durumuna gelmiştir. Ekolojik kriz ile toplumsal kriz iç içe geçerek yaşam insanlık ve diğer canlı türleri için yaşanılmaz hale getirilmiştir. Bu durumdan nasıl kurtulunur? Kapitalist kültüre, ataerkil kültüre muhtaç mıyız? Alternatifimiz nedir? Yaşam hep böyle miydi? Bu sorulara cevap ararken hakikat kültürünün yaşandığı tarihin başlangıcındaki kültürü anlamlandırmaya çalışalım.
Önderlik “Toplumsal doğanın kendisi kültürdür” diye belirterek, “Zihniyetin ele avuca sığmaz etkisini her an taşımaktadır” belirlemesinde bulunarak kültür ile zihniyet arasında diyalektiksel bağın önemini belirtir. Zihniyet kültürün, kültür zihniyetin aynasıdır. Ana kadın zihniyeti ve kültürü uzun süre yaşama damgasını vurmuştur. Kadının doğadan öğrendiği bilgiyi bilince ve kültüre dönüştürmesi devrimsel bir durumdur. Toplumsal kültüründe geliştiği dönemdir. Özcesi kadın öncülüğünde komünal yaşam kültürünün üretimle buluştuğu filizlenip dallanıp budaklanarak ürüne dönüştüğü süreç. Komünal kültür, ortak üretim, kar gütmeyen, çıkarsız, paylaşıma dayalı kısacası iyiye, güzele ve doğru yaşama dayalıdır. Canlılar arasında simbiyotik ilişki esastır. Böyle bir ilişki de tahakküm ve sömürü akla gelmez. Farklılıkların bir arada kendi renkleriyle bir arada yaşadığı bir yaşam gerçekliği. Bütünlüklü bir yaşam, ahenk, uyum ve çok kültürlülüğün yaşandığı an’lar.
Hakikat yitimi ve kültürel yabancılaşma, ana kadın kültüründen kopuşla başlar. Kendine yabancılaşma ile doğaya yabancılaşma paralel gelişir. Yabancılaşma kendi öz değerlerinden, kendi kültüründen uzaklaşmadır. Kendi olmaktan çıkma başkasına benzemedir. Xwebun olmaktan uzaklaşmadır. En büyük ölüm kişinin kendi kültürüne yabancılaşmasıdır. Zihniyet dünyasının çoraklaşması, üretimsizlik, emeksizlik, robotlaşma. Bu da kapitalist kültürün ekmeğine yağ sürmedir.
Kapitalist modernite kültürünün kadın, doğa ve toplum arasında yarattığı uçurum buna neden olur. Bu uçurum yukarıda da belirttiğimiz gibi hem kendine hem de bir birine yabancılaşmadır. Doğal toplum kültüründe doğa anadır, kapitalist modernite kültüründe ise sınırsız kar elde etmek ve faydalanmak için sonsuz sömürülmesi ve talan edilmeli, bunun için her yol, yöntemin mubah görüldüğüdür. Pozitivist bilim paradigması, kapitalist zihniyetin gelişmesi ve kurumlaşmasına hizmet ederek ekolojik krizi derinleştirir.
Demokratik modernitenin demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigması özgürlükçü kültürün esasıdır. Özgürlükçü kültürü temsil eden ana nehir demokratik modernitedir. Egemenlikçi ve kölelik kültürünü ise kapitalist modernite temsil eder. İkisi arasında kıran kırana bir mücadele vardır.
Özellikle demokratik modernite özgürlükçü paradigması ( demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma) ile kadın kültürünün esası olan ekolojik duyarlılığa bağlılığı, maneviyatı ve sezgiselliğiyle, hakikat değerlerini yeniden açığa çıkararak mücadele etmeyi esas alır.
Sonuç yerine, azami örgütlenmiş tekelciliğin kâr hırsı hiçbir kutsal gelenek ve kültüre acımadan yok etmeyi görev bilmiştir. Bununla birlikte tek tipleştirme kültürünü esas alarak kültürel ve fiziki soykırımı en üst düzeyde pratikleştirdi kapitalist modernite kültür. Önderlik, kültürel soykırım fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türü olarak tanımlar. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felakettir; bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir. Aslında zaman zaman fiziki soykırımlara da varan direngen toplumlara uygulanan kültürel soykırım, kapitalist modernitenin gerçekliğini tüm çıplaklığıyla gösteren en çarpıcı ve trajik örneklerin başında gelmektedir.
Özcesi kültürün gerçek sahipleri ile kültüre düşman, kültürel bunalımlara yol açanlar arasındaki uzlaşmaz bir çelişki vardır. Toplumsal doğadaki tahribin giderilmesi ile kültürel varoluşu kesintiye uğratan süreçleri aşmak mümkündür.
Unutmamak gerekir ki, Demokratik modernite yaşama verdiği büyük anlam düzeyiyle, gerçek kültürleşme ve kültürün yaşam zeminidir. Özgürlükçü paradigma ışığında cins ve sınıf mücadelesinin kültürel olarak yürütülmesi büyük kazanımlar sağlar. Kültürün temsil ettiği özgürlük, toplumsallık, hakikat düzeyi ve potansiyeli ile insanın, kadının varoluşu önündeki engelleri aşma gücüne sahiptir. Yaşanan toplumsal kriz ve ekolojik kriz aşılırken maddi ve manevi kültürde de büyük dönüşüm yaşanır. Yaşamı renklendiren, canlandıran, bütünleştiren, özgürleştiren kadın kültürü ile hakikate ulaşılır.
Ronahi Malatya