Direniş şehitlerimiz gelişmenin gerçek sahibidir-2
Başarı şansına onun önderliğinde kurtarılacak, özgürleştirilecek halk tarafından bile zor inanılan, inanılmaktan da öteye kaçınılan, ama doğruluğu da gittikçe açıkça ortaya çıkan bir durum söz konusuydu. Mutlaka belli bir grup tarafından temsil edilmesi gereken, karşısında her dönemde olduğu gibi çok vahşi, zalim bir gücün yok etme tehlikesini iliklerine kadar hisseden, ama buna rağmen yine de yürümeyi şart kılan bir dönemin savaşçıları büyük savaşçılardır. Bunların şehitliği büyük şehitliklerdir. Şehitler PKK’nin oluşumunda amaç uğruna gerektiğinde insanın kendini verecek kadar doğru ve yetkin olduğunu kitlelere inandırmamızda en büyük kanıt oldu.
Şehitler, tam da bu noktada en değerli varlıklarını, en değerli yaşam kesitlerinde gözlerini kırpmadan düşmanın vahşiliğini, zalimliğini bilerek üzerine gidip başarmışlarsa, işte zaferin en temel koşullarından birisini elde etmiş sayılırlar. Şehitlerimizin rolü böylesine büyük bir roldür ve büyüktür. İlk şehitler olması anlamını çok daha fazla büyütüyor. İlk şehitler alacakaranlıkla aydınlık bir gelecek arasında kurulan bir köprü olurlar. Bu köprü biraz ilerlemek isteyenlerin mutlaka üzerinden geçmesi gereken bir köprüdür. Onlar, yüzyıllardan beri kitlelere sinmiş korkuyu kırmakla, bilinçsizliği aydınlığa çevirmekle ve bu konuda gerekirse kendini nasıl feda edebileceğini göstermekle böylesine bir köprü rolünü yerine getiriyorlar. Aslında daha sonrakiler biraz açılmış bu yoldan ilerlemeye koyuluyorlar. Dikkat edilirse, insan daha az cesaret ve fedakârlık yapmayla böylesine aydınlanmış yolda yürüyebilirler. Dolayısıyla esas olarak yolu düzleştirme ve kolaylaştırma söz konusudur. Şehitlerin gerçekleştirdiği büyük hizmet de budur.
Eğer bir çok kişinin tamamen çekindiği, ama mutlaka ilerlemek isteniliyorsa kurbanların verilmesini emreden bir dönemde böyle mensuplarını ortaya çıkarmış ve onlar da gerektiği gibi davranmışlarsa, o davanın yürüme şansı yüksektir. PKK davasının daha başlangıçta böyle bir şansa kavuştuğu söylenebilir. Doğruluğu ve çıkış gerekçeleri bunu mümkün kılıyor. Şehitler bunun yoğunlaşmış ifadesi oluyor.
Böylesine tanımlayabileceğimiz şehitler kurumu, daha sonraki gelişim sürecinde neleri ifade eder? Başta Haki Karer olmak üzere, tüm şehitlerimizin çok yüksek bir ifadeye kavuştuğunu söyleyebiliriz. Bir ideolojik inanç grubunu yaratmaya çalıştığımız bu dönemde, inançlarımıza ve ideolojimize kararlı bağlılığımızın ne kadar keskin, dönülmez olduğunu bu şehidimizin örneğinde çok net olarak ortaya koyduk. Düşünceleri uğruna şehit olmak, inançları uğruna gözünü kırpmadan kendini feda etmek bizim ideolojik gruplaşmamız döneminde gerçekleşmiştir. Daha o dönemde bile bu oluşumun temelinde, gerekirse kanımızı akıtarak yürüyebileceğimizin güçlü ifadesi söz konusudur. Elbetteki karşı tarafın da grubumuzu köklü inançlarımızdan, düşüncelerimizden, çabamızdan uzaklaştırması ve bunun için yok etmeyi gündeme sokması söz konusudur. Bu böylesine bir aşamadır ve cesaret edilmiştir, geriye adım atılmamıştır.
Grubumuz ilk şehidin anısına bağlılığını hareketin amaçlarına daha bir derinlik kazandırma, bunu daha ileri bir örgütlülüğe kavuşturma olarak gösterdi. Bağlılığın bir gereği olarak hep daha ileri amaçlar çizme gerçekleştirildi. Vurgulamak istediğimiz; dava arkadaşlığına bağlı olma, anıya üstün değer biçme, onu mevcut koşullar içinde nereye kadar, nasıl ilerletilebiliyorsa oraya götürmesini bilmektir. Ağlamak, sızlamak anıya ihanettir. Çünkü o çok temel bir şey için öne atıldı, onun zaferini ve başarısını istiyordu. Dolayısıyla anıya bağlı kalmak isteyen, eğer tutarlı olmak istiyorsa, şehidin bıraktığı yerden daha güçlü, daha örgütlü, bu anlamda daha kapsamlı bir amaca kavuşturarak yürümeyi bilmelidir. Bağlılığın bundan başka bir tanımı olamaz. Biz tam da bu dönemde böyle yaptık. Amaçlarımızın Parti programına dönüştürülmesi ve gevşek örgütlenme yerine, daha resmi, daha bağlayıcı olan örgütlenmeye dönüşmesinin gerektiğini söyledik. Bu anıya bağlılıktır, cesaret ve öne atılmadır. Bildiğiniz gibi kendimizi bir adım daha ilerletme böyle sağlanmıştır.
Biz anılara bağlılığa her yıl daha güçlü bir eylemlilik ve örgütlülükle karşılık verelim derken, şehitlerimizin de sayısını artırdık. Bu şüphesiz daha sağlıklı olmanın, gerekirse bunun için daha çok fedakârlığın ve cesur davranmanın gereğidir. Ve yapılan da budur. Eğer 1978-79-80’lerde her bakımdan daha yoğun bir gelişme yaşanmışsa, bu özelliğimizle yakından bağlantılıdır. Her yıl dönümünde yürütülen eylemler, hem düşmanı biraz daha geriletti, hem de fedakârlık oranımızı arttırmıştır. Ve bunlar sürekli yeniden bir başlangıç, doğuş anlamına da gelmiştir.
Haki Karer’in anısı Hilvan gerçeğine dönüşmüştür. Şahadetinin birinci yıldönümünde, Halil Çavgun, Hilvan gerçeği içinde ortaya çıkan bir şehidimizdir. Ve Hilvan gerçeği daha sonra kitleselleşen bir gerçek olmuştur. Bu da Siverek direnişine yol açmıştır. Orada da feodalizmin en güçlü bir kalesinin sarsılması, iliklerine kadar bastırılması söz konusu olmuştur. Halil Çavgun’un anısına bağlılık, faşist ve gerici bir çetenin Hilvan kitlesi üzerindeki her türlü baskı ve sömürüsünün yerle bir edilmesi olmuştur. Yöredeki güçlü feodalizmin otoritesinin önemli oranda parçalanmasına götürmüştür. Kürdistan’ın modern ulusal direnişinde dönemin en ileri çıkışına yol açmıştır. Hilvan direnişi büyük bir özgürlük atılımıdır.
Siverek direnişi Partimizin resmi ilanı, eylemle ilanı ve kitleselleşmenin temel adımı olmuştur. Demek ki anıya bağlılık, onu halkımızın gerçeğine dönüştürmesinde ifadesini buluyor. Daha kararlı bağlılık, onun özgürlükçü atılımının gerçekleştirilmesinde bizi şiddetli kararlı bir tavıra itmiştir. Bu direniş gerçeğinin altında şehide bağlılık vardır. Bu anlamda şehidin zaferi söz konusudur.
Partileşmenin bu döneminde görülüyor ki, şehitlerimiz sayıca artmıştı, kitlesel bir temele kavuşturulmuşlardı. O dönemde düşman buna devlet çapında Maraş katliamıyla cevap vererek susturmak istemişti. Biz de direnmeyle karşı koyacağımızı, resmi Parti ilanıyla gösterdik ve bu da gelişmeye yol açmıştır. Bu gelişmeleri korumak için daha fazla çaba, daha fazla kararlılık ve cesaret gösterme gereği ortaya çıkmıştı. Böylece Partiyi yaşatmanın derin endişesi ve çabası içine girilmiştir. Bu bizi Partiyi her halükarda yaşatmak için çareler bulmaya itmiştir. Halkımızın modern ulusal direnişinin kesintiye uğratılmaması için ilk defa yurt dışına uzanabilecek kadar çare aramaya, onu bu tarzda sürekli kılmaya zorlamıştır. Bu da daha fazla direnme, daha fazla sorumluluk demektir. Daha fazla sorumluluk demek ise, daha fazla çaba harcamak demektir. Bu da bütün çareleri düşünüp en uygunlarını gücümüz oranında uygulamamız anlamına gelir. Türkiye’de faşist-askeri rejim kurulduğunda böylesine duygular, çabalar, çıkış yolları içindeydik. Aslında küçümsenmeyecek adımlar da atıyorduk.
Siverek pratiği 197980’lerde büyük sorumluluk istiyordu. Feodal güçle ve faşist devletle bizi karşı karşıya getiriyor, daha fazla örgütlülük ve silah istiyor, savaşçı istiyordu. Bu da bizi ya altından kalıp ezilme, ya da daha fazla ilerleme zorunda bırakıyordu. Bu anlamda direniş ve yığınca kan dökmüşüz. Onları yerde bırakmamak için 1979’da Parti ilanından hemen sonra Salih Kandal şehit düşmüştü. O da Hilvan direnişininin ikinci bir halkası olan Siverek direnişinin, tam da Parti ilanın denk geldiği dönemin şehididir. Bizim açımızdan önemli bir şehittir. Peşpeşe Cuma Tak ve beş arkadaş ve bu arada bir yığın yurtsever köylü direnişçi ve şehitler oldu. Bütün ülkeye yayılan bu mücadele ve şehitlerle Partimizin büyük bir politik gelişmeye öncülük etmesi Türkiye’nin sistemini allakbullak ediyordu. Bu noktada daha fazla sorumluluk, bizi daha fazla çare aramak zorunda bırakıyordu.
Partimizin kalıcılığını, sürekliliğini sağlaması, daha güvenli mevzilere çekilme ve orada güçlenmeyi sağlamak, yurt dışına çıkış, ülkede mücadeleyi biraz daha geliştirip ilerletme bizim için çok önemliydi. Ve 12 Eylül’ün buna tepkisinin nasıl sert olduğunu biliyoruz. Önemli bir imtihan döneminde, yani 12 Eylül’ün gelişiyle bir çok örgüt hemen boyun eğdi, çok az direndiler; ya ezildiler, ya tasfiye oldular, ya da teslim oldular. Tam da bu dönemde eğer bir örgüt tarihi amaçlarıyla çelişmek istemiyorsa, ilerdeki gelişmeyi sağlama almak, kendisiyle tutarlılığını kanıtlamak ve özellikle halk nezdinde çok önemli olan prestijini korumak istiyorsa, sözünün eri olduğunu kanıtlayacak, direnecek, gerekirse de şehit verecektir. Bu dönemde de şehitler oldu.
Başta Delil Doğan olmak üzere, Şikestun şehitleri vardır. Onlar, bu döneme denk gelen direnişçilerdir ve ilk defa orduya karşı olmuştur. Arkadaşlarımız açık çatışmayı göze alıyorlar. Bu şehitlerimiz de, bu nedenle tarihi önemi büyük olan şehitlerimizdir. Türk egemenlerinin en çok güvendikleri ordu silahıyla karşı karşıya gelerek, sonuna kadar direnebileceklerini kanıtlayan şehitlerimizdir. Dolayısıyla ileri bir dönemin şehitleridir, anlamı da büyüktür. 12 Eylül faşizmine karşı direnebileceğimizin, boyun eğmeyeceğimizin ilanıdır. Ordu da olsa sinmeyeceğimizin, kaçmayacağımızın, teslim olmayacağımızın kanıtıdır. Daha sonra direnişlerimiz yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla 12 Eylül’le karşılaşmamız kahramanca, PKK’nin direnişçi geleneğine uygun ve amaçlarımızla tutarlılık içinde olmuştur. Bu konuda bir yandan halka sağlam bir direnişçi gelenek mirası bırakırken, öte yandan da daha sonra mücadeleyi sürdürecek olanların nasıl davranması gerektiğine dair sağlam bir miras sağlanmıştır. Bu yoldan geriye dönülemeyeceğini ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla 12 Eylül sonrası uygulamalara karşı, doğru devrimci tutumun ne olması gerektiğini kanıtlamışlardır. Bu, bize yurt dışında direnişten vazgeçmeme temelinde bir pratik hazırlık yapmamazı, aynı zamanda zindana alınan Partiye dayatılması gereken direnişçi yolun ne olduğunu açıkça dayatan ve onu şehitlikleriyle kanıtlayan yüce değerlerdir.
Çağdaş Kawa direnişçiliği
Zindana alınan Parti üzerine görülmemiş baskı kurulmuştur. 1981-82 yıllarının çok büyük bir zulüm ve ona karşı da çok büyük bir direnme dönemi olduğunu biliyoruz. Burada Kürdistan’la ilgili düşünce ve davranışın her bir kelimesi kan olmayıncaya kadar idamla yargılanmak istendiği, mahkûm edildiği ve tüm bunların da görülmemiş bir işkenceyle başarıya ulaştırılmak istendiği bir dönemdir. Burada içeriye alınan Parti üzerinde tarihin ender sahip olduğu uygulamalar dayatılmıştır. Eğer burada Parti direnirse, eğer bu direnişi sonuna kadar götürürse, aslında daha sonraki büyük zaferlerin temelleri atılmış demektir. Oradaki Parti önderlerinden açık cevap bekleyen soru; Partinin nasıl temsil edileceğidir? Ve düşman da bunun farkındaydı. Partinin önde gelenleri ve bunun önderlerine çok şiddetli işkencelerle birlikte, içten provakasyon körüklenerek düşürülmeye çalışılmıştır. Aslında geliştirilen sistemli işkence ve provakasyon, başta Mazlumlar olmak üzere, Parti düşüncesini öldürmek içindir. İhanet büyüktür, direniş büyüktür ve bu noktada hayatını ortaya koymaktan başka hiçbir şey durumu kurtaramayacaktır.
Mazlum’un buradaki direnişinin anlamını iyi kavramak gerekiyor. 21 Mart!.. Biz buna Çağdaş Kawa direnişçiliği dedik. Bunun nedeni ve anlamı büyüktür. Partiyi ilerletmek için kendini feda etme, başka çarenin kalmaması ve önder düzeyde bunun gerçekleştirilmesi gereği var. Zafer kazanmak isteyen bir halk için, bir Parti için bundan başka bir şeyin yapılamayacağı açıktır. Bilindiği gibi, tam da onun dönemine, onun gününe ulaşıldığı zaman, bilinçli tercih edilen bir şahadet olmuştur. Bu nedenle de anlamı gerçekten büyüktür. Partinin bu koşullarda da direnebileceğini, şehitlerini verebileceğini, geri adım atmayacağını kanıtlamış oluyor ki, içinde gerçekleştirildiği koşular düşünülürse PKK’nin direnişçiliğinde daha ileri bir hamle, dolayısıyla bu hamlenin daha da ileri bir şehitliğidir.
21 Mart, Mazlum’un şahadet konumu, daha sonraki direnişlerin başlatıcısı, özellikle zindan direnişinin başlatıcısı ve sürdürücüsü olarak ona komuta etme anlamında dönülmez, geri adım atılmaz bir direnişçiliktir. Daha sonra da büyük zindan direnişi başlamıştır. Günümüze doğru geldiğimizde en anlamlı sonuçlarını verdiğini görmekteyiz. Kemal ve Hayriler’in “aslında bu direnişi biz göstermeliydik” derken, bu tarihi gereği dile getirdikleri ortadadır. Öncülüğe layık bir tutum takınılmıştır. Bu şehitlerimizin hemen arkasından Ferhat Kurtay ve üç arkadaşın, ancak Vietnam Devrimi’nde tanık olduğumuz büyük fedakârlık, cesaret hareketi söz konusudur. 18 Mayıs, yani Haki Karer ile Halil Çavgun yoldaşların şehadet yıldönümlerine denk geliyor.
Dayatılan durum çok hunharca ve kesinlikle Mazlum direnişçiliğini geri adım atmaya dönüştürmek isteyen, onu daha da işkence ve karanlığa boğarak tasfiye etmek isteyen bir durum var. Dolayısıyla da provakasyon alabildiğine başını uzatıyor, ihanetle direniş tamamen boğuntuya getirilmek isteniyor. Partinin büyük kitlesinde ise kafa karışıklığı, büyük endişe ve tasfiye tehlikesi beliriyor. Bu tehlikeye karşı bir arayış söz konusu. Kemal ve Hayri yoldaşların bunu durdurma çabaları var. Henüz nasıl bir uygulama içine gireceklerini tam kararlaştırmış değiller. Ferhat Kurtaylar bu noktada tam çareyi görüyorlar ve çok kararlı bir direnişle 18 Mayıs’ta çok bilinçli ve planlı bir eylemle, büyük şehitlik mertebesine kendilerini ulaştırıyorlar.
Büyük siyasi amacı kadar, büyük direnme gerektiren, çok büyük cesaret isteyen bir eylem türü. Birde en ileri boyutlu bir eylem biçimi seçildiği için, çok daha yüksek değerde bir şehitlik olayıdır. Yalnız Kürdistan tarihinde değil, insanlık tarihinde de eşine ender rastlanan bir şehitlik olayıdır. Daha sonra Kemal Pir’lerin “aslında biz yapmalıydık, bizim görevimizdi” derken önderlere nelerin yakışması gerektiğini ortaya koyuyorlar ve gerekeni yapıyorlar da. Daha sonra bildiğimiz gibi, o büyük kararlılık hareketi parçalandı, ilk baskı hareketi parçalandı. Zindanda bir aydınlanma, daha sonraki zaferlerin küçümsenmeyecek temeli ortaya çıktı. En başta da büyük ihanet hareketi geri tepti, ezici bir kitle Partiye sahip çıktı. İşkence mahkûm edildi, sömürgecilik mahkûm edildi. Kürdistan gerçeği kabardı.
Bunlar tabii ki böylesine büyük değerlerin yaşamı pahasına sağlanmıştır. Aslında orada kazanan özgürlük, kaybeden de bin yıllık işkence ve katliam tarihidir. Bu direniş şehitlerinin büyük anlamını bu çerçevede görmek gerekiyor. Partiyi yaşatmak için, özgür halk gerçeğini yaşatmak için, bilimsel sosyalizmin onurunu sürekli yükseklerde tutmak için, bu konuda Partimizin önderliğini kayıtsız şartsız neye mâl olursa olsun savunmak için bunu gerçekleştirmişlerdir. Zindan şehitlerimizin tarihe kazandıkları büyük gerçek budur.
O dönemde, Ortadoğu’da Filistin halkının direnişi içinde bir grup yoldaşımız şehit düşmüştü. Bu şehitlik Partimizin yurt dışında da direnen bir halkın yanında ve omuz omuza, gerekirse hayatını verecek kadar dürüst ve içten davrandığı, bu temelde kendisine yer ve onur kazandırmak şerefini nasıl elde edileceğini ortaya çıkarıyor. Kokuşmuş mültecilik, şuna buna yamalanma bir yaşam değildir. Savaşçı bir yaşam, engin bir enternasyonalizmin ruhunun gelişmesi, şerefimizle kendimize yaşam alanı açmamızla sağlanır. Görülüyor ki Filistin şehitlerimizin hayatları, bugün bizlerin böylesine güçlü bir gelişmeyi yaşamamıza yol açmıştır. Onların döktükleri kanı esas aldık ve vazgeçmedik. Onları sürekli yücelterek Parti için sağlam bir mevziiye dönüştürdük. Bu mevzilerde savaşan Partimiz güçlendikçe güçlenmiştir. Onların anılarına bağlılık, bizi ülkemizin doruklarında savaşmaya itmiştir. Ülkeye büyük dönüş hareketinde kararlı ve azimli olmaya itmiştir.
Önder Apo
(Mart ayının 1988 yılındaki çözümlemesinden alınmıştır.)
Devam Edecek