Kapitalist modernite sisteminin küreselleştiği bir yüzyılda, sistem karşıtı güçlerde birleşerek bütünlüklü mücadele etmeyi esas aldı. Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmayı ilmek ilmek örerek demokratik moderniteyi oluşturma hedefiyle. Özellikle bu dönemin öncülüğünü yürüten Kürt Özgür Kadın hareketi, dünya kadın hareketleri ile ortaklaşarak bütünlüklü hareket etmeyi stratejik olarak benimsedi.
Genel olarak bakıldığında dünya genelinde kadın hareketleri arasında parçacılığın ve kopukluğun ciddi düzeyde olduğu görülecektir. Özcesi küresel düzeyde gelişebilecek kadın hareketi, dünya demokratik kadın konfederalizmine evrilip sistemleştiğinde anlamlı, özgür bir yaşama ve topluma ulaşır.
Tarihi derinliklere baktığımızda Ana tanrıça kültürünün farklı şekillerde ve dönemlerde dünyanın dört bir yanına dağılmış ve kök saldığını görürüz. Beş bin yıllık ataerkil zihniyet yapılanması hem bu kültüre el koyarak üstüne oturmuş hem de kendi denetimine alamadığı yönleri de yok etmeye çalışmıştır. Tüm baskı, sömürü, şiddet ve tahakküme rağmen günümüze kadar kadının bu direngen damarı geldi.
Dünya kadın hareketinin köklerini ve örgütlenme derinliğini elde ettiğimiz veriler ışığında Fransız devrimiyle geliştiğini ve yayıldığını belirtebiliriz. Dünya kadın hareketinin örgütlü mücadele tarihi doğal toplumdan Fransız Devrimine kadar kendi değerlerini ve hafızasını oluşturarak devrimin etkili güçlerinden biri oldu. Fransız Devrimi ve Paris Komününde kadınlar önemli bir role sahiptiler. 1789 yılında ‘eşitlik, kardeşlik ve özgürlük’ sloganıyla gerçekleşen Fransız Devrimiyle toplumsal, siyasal ve kültürel anlamda önemli değişiklikler yaşandı. Kraliyet sistemi ya da monarşi diyeceğimiz sistem kaldırılarak yerine parlamenter sisteme geçildi. Ulus-devletin inşası, insan hakları beyannamesinin ilan edilmesi örnek olarak verilebilir. Devrimin ön saflarında mücadele eden kadın insan olarak kabul edilmediğinden insan hakları beyannamesinde ona dair hiçbir şey geçmemekte ve kadını kapsamamaktadır. Sadece erkek insan olarak kabul edildi. Bu da gösteriyor ki kadınların verdikleri bedelin yetmediği, daha fazlasını vermeyi göze alarak mücadelesini örgütlü bir tarzda devam etmesi gerekiyor.
Dünya Kadın Hareketleri yürüttükleri direnişler çerçevesinde kendi mücadelelerini üç dalga biçiminde adlandırdılar. Bu dalgalar nelerdir? Farklılıklarını neye göre belirliyorlar? Özellikleri nelerdir? Bu bölümde bu sorulara cevap bulmaya çalışalım.
Birinci Dalga Kadın Hareketi
Bu dönemde yer alan kadın hareketleri daha fazla yurttaşlık veya vatandaşlık ve siyasi haklar için mücadele ettiler. Kadına ait hiçbir hakkın olmadığı bir dönemdir. Kadın siyasi haklara sahip değil, oy hakkı yok, parlamenter olamıyor kısacası seçme ve seçilme hakkına sahip değil. Bunun farkında ve bilincinde olan kadınlar örgütlenmeyi esas alır. Örneğin, birinci Dalga’ da özellikle Amerika ve Britanya’da ‘Süfrajet’ adı altında kadının oy hakkı çalışmaları için kadın hareketleri gelişti. Birinci dalganın kadın hareketlerini ılımlılar, radikaller ve sosyalistler olarak ele alabiliriz. Siyasi ve ideolojik olarak birbirinden farklıdırlar. Ilımlılar; burjuva toplumunun içerisinde adım adım değişime gitmeyi hedefliyorlar. Yani bütün düzenin değişmesi yerine burjuva sisteminde ılımlı bir şekilde yavaş yavaş biraz değişiklik yaparak kadın haklarını kazanmaya çalışıyorlar. Zaten kendileri de burjuva sınıfına mensup. Bu ılımlı kadınlar “erkek ve kadın farklıdır” kadın ile erkek aynı haklara sahip olamaz düşüncesini benimsediklerinden küçük kazanımları yeterli gördüler. Bundan kaynaklı bu düşünce biçimi derinlikli ve kalıcı bir mücadele biçiminin önünde engel olduğundan değişim ve gelişim yaratmadı. Radikaller; mücadelelerini siyasi bir partiye bağlı olarak yürütmekten çok bağımsız olarak yürüttüler. Özellikle kadının oy kullanma hakkını kazanmak için sosyalistlerle birlikte mücadele ettiler. Daha çok orta sınıf özelliklerine sahip kadınlar vardı. Cinslerin eşitliğini ve toplumun radikal değişimini savundular. Sosyalistler; bu gruba mensup olan kadınlar yalnızca özgün olarak kendilerini örgütlemiyorlardı. Sosyalist örgütlerin içerisinde yer aldıklarından kendilerini genelden de sorumlu gördüler. Öncü grup içerisinde Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg yer alıyordu. Şu görüşü savunuyorlardı; “Kadın ve erkek arasında eşitliğin olabilmesi için kadının ilk başta ekonomik boyutta bağımsız olabilmesi gerekir. Eşitliğin ön koşulu olarak kadının ekonomik bağımsızlığını kazanması gerekir. Ama ekonomik bağımsızlık olmazsa, cinsler arasındaki eşitlik de olmaz.” Ayrıca kadınlarla erkeklerin maaşlarının eşit olmasını istiyorlardı; çünkü işçi kadınlar fabrikalarda erkeklere göre daha az maaş alıyorlardı. Mevcut durumu gündemleştirerek, buna karşı mücadele ettiler, özellikle kadınların sendikalara üye olmasını engelleyen yaklaşımları da teşhir ettiler. Dünya kadınlarının ortak karar ve mücadele etme olanaklarını yarattılar. Örneğin 20. yüzyılın başında iki tane Uluslararası Kadın Konferansını ve iki tane Sosyalist Kadın Konferansını örgütlediler. Dünya Kadın Tarihinde çok önemli olan 8 Mart bu dönemde ilan edildi, Clara Zetkin ‘in önerisi sonucu gündemleşti.
İkinci Dalga Kadın Hareketi
Bu dönemde kadın, özgün örgütlenmenin bilinç düzeyine ulaşarak kendi örgütlenmelerini geliştirir. Hem genel hareketler içerisinde yer aldı hem de özgün örgütlenmeler içerisinde çalışmasını sürdürdü. Kadınlar arasında özgün örgütlenmenin bilinci güçlendikçe eylemsellikler de gelişmeye başladı. Kadınlar gittikçe cins çelişkisinin esas bir çelişki olduğu bilincine ulaşıyor ve buna göre bir yaklaşım gösteriyor. Bu süreçte kadınlar içerisindeki desteğin güçlendiğini, kadının birliğinin yaratılması gerekliliğinin farkındalığı açığa çıkıyor. Bilinçlilik fikirsel ve düşünsel olarak da gelişiyor. Kadın; aile içerisindeki, iş yerindeki, toplum içerisindeki konumunu derin bir şekilde sorgulamaya başladı. Bu dönemin bir diğer sloganı da “Şahsi olan politiktir”. Bu söylemle özel bir şeyin olmadığını, toplumun özel alan ve politik alan olarak ayrıştırılmasının yanlış olduğu belirtilmektedir. Ev içerisinde olan durumların sırf özel olduklarından karışılmamasını yanlış buluyorlardı. Her şey siyasi olduğundan, her şey herkesi ilgilendiriyor. Her şeyin ayrılığını kadınlar parçaladı. Bu yaklaşımlar o dönemin eylemleri üzerinde etkisini yaptı.
Bu dönemde kadın ve kadın bedeni üzerindeki birçok tabuyu yıkmaya çalıştılar. Kadınlar taciz konusunda erkeği teşhir etti. Diğer önemli bir konu ise kadının beden özgürlüğü ve cinsel özgürlüğü üzerinde en fazla tartışmaların yürütüldüğü dönemdir. Birçok feminist; kadın sorunu, erkek egemenliği ve kökenleri üzerinde araştırma ve inceleme yaparak kitap ve materyal çıkardı. Bu tür çalışmalar feminist hareketlerin üzerinde önemli etki yaratmıştır. Üniversitelerde kadın bölümleri oluşturulurken, üniversitelerin dışında da birçok özgün araştırma kurumları açıldı. Anaerkillik araştırmalarının da özellikle İkinci Dalga’ da geliştiğini görmekteyiz. Yine bu dönemin talepleri içerisinde, kürtajın yasallaşması içinde mücadele yürütülmektedir.
Üçüncü Dalga Kadın Hareketi
Amerika’da Feminizme karşıtlığın çok fazla yürütüldüğü ve Feminizmin özellikle karalandığı dönemdir. Yürütülen karalama kampanyasında “feminist” kavramı bir küfür gibi kullanıldığından anti-feminist yaklaşımlar oldukça fazla açığa çıktı. Feministlerin mücadelesi, bu süreçte dünyadaki siyasi gelişmelere dayalı olarak Amerika’da zayıflamıştı. Sovyetler Birliğinin çöktüğü, soğuk savaşın bittiği ve ideolojilerin sonu olduğu ilan edildi. Bu dönemde çok güçlü ideolojik saldırılar halklar üzerinde yürütüldü. 90’lı yıllardan itibaren, özellikle de batıdaki kadın hareketleri de bir zayıflama yaşadı. Böylesi bir dönemde Rebecca Walker, “Üçüncü Dalga” kavramını geliştirdi. 1992 yılında Amerika’da yaşanan bir tecavüz olayında mahkeme tecavüz eden adama ceza vermiyor ve serbest bırakıyor. Kadınlar arasında büyük bir tepki yaratıyor. Rebecca Walker buna tepki olarak bir makale yazıyor. Bu makale de: “Bütün kadınlara, özellikle de kendi kuşağımdan kadınlara çağrıda bulunuyorum. Öfkelenin erkeklere, öfkenizi siyasi güce dönüştürün. Bizim için çalışmadıkları müddetçe onlara oy vermeyin. Sizin bedenleriniz ve hayatlarınız hakkında karar verme özgürlüğünüze öncelik vermezlerse onlarla sevişmeyin, ekmeği onlarla bölüşmeyin, onları beslemeyin. Bir post-feminist değilim, Üçüncü Dalgayım.” şeklinde çağrıda bulunur. Bu kavram artık daha çok kullanılıyor. 90’lı yıllarda ve 2000’den sonra özellikle bu dalgalar beliriyor. Toplumsal ve biyolojik cinsiyet ayrımı konuları öne çıkıyor. Çünkü 90’lı yıllara kadar cinsten bahsedildiğinde biyolojik bir kategori olarak ele alınıyordu; kadın ve erkek sanki sadece biyolojik varlıklardır gibi algılanıyordu. Ancak 90’lı yıllarla birlikte kadın sadece biyolojik bir varlık değildir, toplumsal bir varlıktır anlayışı öne çıkıyor. Toplumsal cinsiyetçilik bir kavram olarak daha fazla gündeme giriyor. Farklı farklı teoriler gelişiyor. Yine 2000’den sonra dünya genelinde kadınların ortak eylemlerinin geliştiğini görüyoruz.
Ortadoğu Kadın Hareketleri
Ortadoğu’da Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi şahsında belki de dünyanın en örgütlü, bilinçli ve özerk Kadın Özgürlük Hareketi yükselirken, aynı zamanda kadın üzerinde çok korkunç ve vahşi kölelik de dayatılmaktadır. İkisi de aynı coğrafyada yaşanmaktadır. Özgür yaşamın da kölece yaşamın da tohumunun atıldığı topraklar yani Ortadoğu coğrafyası. Avrupa’da kadın hareketleri yeterli olmasa da mücadeleleri sonucu kadına dair belli haklar ve kazanımlar elde edildi. Ortadoğu’da milliyetçiliğin, dinciliğin ve cinsiyetçiliğin etkileri çok ağır, bu durum kadının görünmez kılındığı bir yaşam gerçekliğinin gelişmesini sağlıyor. Özcesi Ortadoğu’da etnik, ulusal ve buna bağlı olarak siyasal kimliğin önde oluşuyla kadın kimliği çoğunlukla ikinci planda kaldı. Ortadoğu ‘da kadın iki kez baskı altındadır. Bir yanda muhafazakar, gerici, feodal, din veya geleneksellik adına uygulanan baskılar, diğer yandan ise son 100-150 yılda kapitalist modernitenin kadına karşı uyguladığı yozlaştırıcı, kimliksizleştirici politikalarıdır. İkisinin de üzerinde durmamız, iyi çözümlememiz, pratikte nasıl uygulandığını görmemiz ve buna göre politikalar geliştirdiğimizde güçlü bir gelişim olur.
Sonuç yerine, günümüzü diğer zamanlardan farklı ve önemli kılan birçok değişime açık ve gebe olmasıdır. Mevcut imkan ve olanakların kadın devrimine dönüşmesi için bütünlüklü, küresel düzeyde güçlü bir örgütlenme ve mücadele imkanları doğmuştur. Kürt Özgür Kadın Hareketi, üzerine ölü toprak atılan kadına umut olarak, Ortadoğu topraklarından doğup dünyanın dört bir yanına yayılmış durumdadır. Egemen erkek sisteminin kendini bütünsel olarak örgütlediği bir durumda kadın da kendi gücünü ortaklaştırıp ve bütünsel hareket ettiği sürece kazanımlar elde eder. Kadının ortak gücü ve bakış açısıyla oluşturulacak ‘ Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi’ küresel düzeyde özgür kadın ve özgür toplumun olmazsa olmazıdır.
Ronahi Malatya