İlk dağa geldiğimde her arkadaş gibi bende baya bir zorlandım. O dağlar ki yıllar boyu özgür Kürt ve Kürdistan uğruna isyanlara stargeh olmuş ve destanlara konu olmuştur. Üstünden yüz yıllar bile geçse önemini hep korumuştur. Bu yüzden olsa gerek bugün bile mücadele tarihimizde dağlarımızın yeri başkadır. Dağa aşık olmak, dağı sevmek bir çok kişinin yaşadığı ortak bir duygudur. Ben de bu duyguları yaşayanlardandım. Dağlar her sevdalıya kucağını açıyor ancak öyle çabucak gönlünü açmıyor. Belki de denemek istiyor seni, ne kadar kararlı olduğunu görmek, öyle yüreğini açmak istiyor kendince. Kim bilir? belki dağlarında hafızası ve dili var da biz insanlar bunu bilmekten aciziz! Hele ki bu dağlar Kürdistan dağları ise her şeye ve herkese karşı büyük emek ve bedel sonucu özgürleştirilmişse bu durum daha fazla önem kazanıyor. O dağlar ki binlerce gerillaya kucak açmış, saklamış, korumuş ve bazen de bir namerdin kurşunuyla kaybetmiş ansızın. Ayağının bastığı her yer elinin ve bedeninin değdiği her kaya, ağaç büyük hayal ve amaç uğruna şehit düşmüş bir çok gerillanın emeğine şahitlik etmiştir. O yüzdendir belki de dağların bu tutumu. Layık olmak lazım sevdasına, Egitlerin emeği var nede olsa. İşte bende bu duygularla dağa geldim. Layık olmak adına, yarım kalmış hayalleri ve hayatları daha ileriye taşıma adına… Tabi bu benim duygularım ama dağda yaşamak ve ona alışmak başka bir şey. İşte bende tamda bu tanıma ve alışma sürecinde yaşadıklarımı yazmak istiyorum. Delal Amed arkadaşa anı borcumu ve layık olma borcumu ödemek adına…
Uzun bir yolculuktan sonra dağa geldim. Sonbaharın son demleriydi, kışa az kalmıştı. Arabayla yüksek olmayan bir dağ silsilesinin eteklerine, eğitim devresinin üstlenme noktasına indim. Yolda beni almaya tanıdığım bir arkadaş geldi. Böylece eğitimin bir parçası olan üstlenme sürecine bende dahil oldum. Belli zorlukları olmakla birlikte fena değildi, yani o kadar çok zorlanmadım. İhtiyaç temeli ilk ağaç kesimine heval Şilan Goyi ile birlikte gittim. Ağacı nasıl kesmem gerektiğini anlatmıştı ve ben ilk defa ağaç kesmiştim. Anlamı derindi benim için. Şu an bile capcanlı bir şekilde ve her zaman olduğu gibi yüzümde çocuksu bir gülümseme ile heval Şilan sanki karşımda duruyor. Grupta ben ve benim gibi zorlanan birkaç tane arkadaş vardı. Deneyimli arkadaşlar bu durumu göz önünde bulundurarak daha kolay işlere bizi yönlendiriyorlardı. Tabi bu durum hep böyle sürmezdi.
Bir hafta sonra haber gelip asıl yerimize geçeceğimiz söylenince toplanmaya başladık. Sanırım öğleden sonraydı araba gelip bizi aldı. Ve benim ‘zor’ diye tanımladığım serüvenim başladı. Araba bizi çok yüksek bir dağ silsilesinin dibinde indirdi. Bizler var olan eşyaları indirdikten sonra etrafa bakınmaya başladığımda ilk şoku yaşadım. karşımda çok yüksek bir dağ öylece duruyordu. Ben mi ona o mu bana bakıyordu bilmiyorum ama ilk bakışmamız beni baya bir ürküttü. Gayri ihtiyari şimdi biz bu dağa mı tırmanacağız dedim. Hemen yanımda duran heval Güle benim yaşadığım şoktan daha büyük bir şokla “ben asla buraya tırmanmam” dedi. Onun sesiyle kendime geldim. Yok yok, öyle göründüğüne bakma o kadar yüksek değil, bize öyle geliyor, zirvesine çıktığımızda o kadar yüksek olmadığını göreceğiz gibi tuhaf cümleler kurdum o anın şokuyla. Daha sonra bu diyaloğumuza şahit olan arkadaşların skeç konusu olduk. Bütün devre sayemizde baya bir güldü. Ne diyeyim canları sağ olsun. Göreceli zaman kavramı tamda bu durumlar için söylenmiş herhalde. Yanımdaki birkaç arkadaşın yirmi dakikalık tırmanış dediklerini duyduğumda bütün korkuma rağmen inanmak istedim. Hadi gidelim sesini duyduğumda kalbim küt küt atmaya başladı. Ama yapacak bir şey yoktu ve tırmanmaya başladık. Her iki adımda bir nefesim kesiliyor, bacaklarım titriyor ve kalbim duracak gibi oluyordu. İşin ilginç tarafı zorlanmaya değecek bir ilerleme yoktu, yerimde sayıyordum adeta. Her arkadan gelen arkadaş beni geçiyordu. Üstelik çok rahattılar yani öyle çok zorlanmıyorlardı. Halla halla dedim kendi kendime biz aynı dağa mı tırmanıyoruz? Aynı arkadaşlar ikinci defa aşağıya inip çıktıklarında ben ancak onlarla tepeye varabildim. Ama deyim yerindeyse ölüp ölüp dirildim. Hayatımdaki ilk dağ tırmanışımı ancak kırk beş dakikada tamamlayabildim. Tırmanmaya başladığımızda saatime bakmıştım. Ama bu kırk beş dakika bana asırlar gibi geldi. Evet zaman kavramının konum ve durumlara göre ne kadar göreceli olduğunu pratik yaşadım. Ve en tepedeydim, bütün zorlanmama rağmen başarmıştım. Bitkin ve mutluydum. O en tepeden etrafı seyretmeye başladığımda hayatımın en güzel anlarından biri olduğunu anlamıştım. An da oluşum denilen şey bu olsa gerek. Öncesinin sancısı, sonrasının ise ebesidir an da oluşum. Başkadır tadı ve hissettirdikleri.
O sarhoşlukla şikeftın kapısından içeri girdim. Aman tanrım birde ne göreyim daha doğrusu göremiyordum etraf çok karanlıktı ve de daracık bir koridor. Neyse feneri olan arkadaşlar geldi ve önümü görmeye başladım. Tabi önümü görmeye sevinmemle üzülmem bir oldu! Ne mi oldu? Koridorun tavan kısmına dikkatli bakmamışım herhalde. Meğer koridorun tavanı yer yer yükselip alçalıyormuş. Tabi ben bunu kafamı kırmadan önce fark etmedim. Kafam ‘dank’ diye koridorun alçalan kısmına çarptığında içim geçti zor ayakta durdum. Bunu fark eden arkadaşın yardımıyla koridor üzerindeki ilk mangaya geçmem ve sağlıktan anlayan Awesta arkadaşın pansuman malzemesiyle yanıma gelmesi bir oldu. Kırılan kafa birde ölen beyin hücrelerimi eklersek fiziki kayıplarım daha iyi anlaşılacak diye düşünüyorum. Neyse ki yeni yaşamıma yavaş yavaş alışıyordum. Devre bileşeni toplandı. Bu devreye heval Delal’ın geleceğini duydum. Heval Delal’ı TV’de görmüşlüğüm vardı. Ama canlı canlı görmek çok farklıdır. Akşamdı sanırım arkadaşlar, heval Delal’ın geldiğini söylediler. O akşam görmedim onu. Sabah hepimiz eğitim mangasında toplandık ve heval Delal içeri girdi. Öyle bir heybetliydi ki evet komutan dediğin böyle oluyormuş dedim içimden. Önderliğin o anlamlı sözleri aklıma geldi. Sanki heval Delal için söylenmişti. “Savaşan kadın özgürleşir, özgürleşen kadın güzelleşir, güzelleşen kadın sevilir.” Önderliğin bu sözleri Heval Delal de vücut bulmuştu adeta. Hepimizle tokalaştı, sarıldı ve öptü. Ondan olsa gerek belli bir tanımadan sonra ara ara ona komutanım diye hitap ediyordum, o da gülüyordu. Sonbahar bitip kış başladığında bir kez daha dağların sınavına tabi olacaktım. Bu defa soğuk ve karlı olacaktı sınavım. Soğuk hadi neyse de şu kar işi bozuyordu. İlk haftalarda kar yağışı azdı baya bir sevimli geldi bana. Daha sonra kar yağışı fazlalaştı. Şikeft kapıları kapanmasın 24 saat grup grup kürek salladık. Bir süre bu durum böyle devam etti. Nihayet kar yağışı durdu. Şikeften dışarıyı seyretmek baya güzeldi. Her taraf bembeyazdı. Ta ki cihazdan erzak geldi haberini alana dek. Hepimiz göreve çıkacaktık. Tüm itirazlara rağmen Heval Delal’de göreve geleceğini söyledi. Kar elbiselerimizi giydik ve yola çıktık. Boyumuzu aşan kar patikası heval Berfin’in boyu kadardı, görünmüyordu kafası. Tabi siz kafanızda heval Berfin’in boyunu bir yetmiş olarak düşünmeyin…
Tahmin edeceğiniz gibi ben en arkalarda kar ile boğuşuyorum. Kendi kendime bu karın da iki yüzü var. Uzaktan çok güzel görünüyor ama yakın temasta öyle değil. Korka korka yürüyorum. Birden arkamdan bir ses geldi. Seste hafif gülümseme tınısı vardı. O ses heval Delal’ın sesiydi. Korkma yere güvenli bas, biz buradayız hiçbir şey olmaz, doğayla bütünleş sana zarar vermez diye arkadan bana sesleniyordu. Dönüp baktım bir yandan kendime güvenim artı diğer taraftan bendeki de şans mı YJA-STAR komutanına yakalandım diyorum. Tamam komutanım dedim, karşılıklı güldük. Yürümeye devam ediyoruz. Bir yere geldik yokuş aşağıydı. Bir çok arkadaş yukardan kendini aşağıya bıraktı. Çok eğlendikleri çığlıklarından anlaşılıyordu. Tabi bende nerde o cesaret ben o yokuştan aşağıya nasıl ineceğimi düşünüyordum. İnsan iki kere Delal Amed arkadaşa yakalanır mı? Ben yakalandım. Tekrar heval Delal seslendi, “heval Sara sen niye kaymıyorsun diğer arkadaşlar gibi?” sordu. Ama bu defa benden istenilen biraz, yok yok çok zor bir şeydi! Ama diyorum kendi kendime heval Delal taktı bana. YJA-STAR tanrıçası az değil ben en iyisi “Yastar!” (tanrıça) sesleneyim belki imdadıma yetişir. Yok hiçbir güç beni buradan kaymaya zorlayamaz diye söyleniyordum. Benim bu ikircikli halimi anladı YJA-STAR komutanı tekrar bağırdı ama bu defa sesinde bir komutan talimatı vardı. “Sara diyorum aşağıya doğru kay!” Hemen devamında bu defa yumuşak bir sesle “kay” dedi “uçuyor gibi oluyor insan bu anın tadını çıkar.” Ama dedim ki kayalıklar var ya çarparsam. “Yok arkadaşları takip et, bir şey olmaz.” Dedi. Ve ben bütün korkuma rağmen denemeye karar verdim. Yukardan kendimi aşağıya bıraktım. Evet gerçekten de uçuyor gibi oluyorsun. Anlamak ve bakmanın ötesinde bir duygudur yaşamak. Benimde çığlıklarım arkadaşlarınkine karıştı. Aşağıya ulaşan arkadaşlar resimlerimizi çekti. Delal Amed arkadaşın deyimiyle benim de uçarken çekilmiş bir resim karem var. Güle oynaya erzaklarımızı yük yapıp yola koyulduk…
Sana anı borcumu ödüyorum. Hayallerini gerçekleştirmek ise boynumun borcu, yük ve sorumluluktur. Aynı o erzakları taşımak gibi….varacağımı varacağımızı biliyorum ve buna çok inanıyorum şehit Delal Amed anısına…
Sara Zerdeşt