ZİNDAN YAŞAMINA VE YAŞAMIN ZİNDANLAŞTIRILMASINA KARŞI KUTSAL DİRENİŞİN ADI!
Önderliğimizin bir yılı aşan bir süredir, zaten çok sınırlı olan ilişkilerinin kesilmesi, tecrittin akıl ve duygu almaz sınırlarda uygulanması, İmralı denilen sistemi daha güçlü anlamamızı ve bu doğrultuda bu sisteme karşı mücadelemizi daha da yükseltip bu sistemi aşma başarısını mutlaka göstermemizi emretmektedir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, İmralı’dan bahsederken sadece cezaevi demiyoruz, sistemi diyoruz. Önderliğimize güncel olarak uygulanan bu akıl ve duygu dışı uygulamaları ancak ‘sistem’ kavramı etrafında anlayabilir ve ifadelendirebiliriz.Nitekim Önderliğimizin bizleri en fazla eleştirdiği ve “hala derinliğini anlayamamışsınız” dediği boyut da budur. Bu nedenle İmralı’yı bir sistem olarak anlamak ve bu sisteme karşı alternatif sistem mücadelesini geliştirmek, esas başarıyı getirecek ve elbette ki Önderliğimizin fiziken esaretine son verecek olandır.
Sistem kavramı sözlükte “Bir sonuç elde etmeye yarayan yöntemler düzeni” olarak tanımlanıyor. Yani bir amacınız var ve o amaç doğrultusunda bir sonuca ulaşabilmek için birçok yöntemi iç içe, örgütlü bir şekilde uyguluyorsunuz. İşte burada İmralı gerçekliği açısından nasıl bir sistem, yani kimlerin hangi amaçlar doğrultusunda hangi yöntemleri nasıl uyguladıklarını derinlikli bir biçimde çözümleyebilmemiz önemlidir.
Öncelikle İmralı sisteminden kim değil kimlerin sorumlu olduğu sorusunu sorduğumuzda, şu anda dünyaya hükmetmeye çalışan kapitalist güçlerin ve yine Ortadoğu’da Kürt sorununun varlığından çıkarı olan tüm egemen güçlerin ortak bir sorumluluk içinde olduğunu görüyoruz. Kapitalist modernitenin ulus-devlet ayağı iki yüz yıl önce Ortadoğu’yu parçalamaya başladığında, Ortadoğu sorunları bir kördüğüme doğru gitmeye başladı. Ancak asıl olarak Kürt ulusunun dört parçaya bölünerek inkar edilmesi, yok sayılması bu süreci kördüğümleştirdi. Ve biliyoruz ki bu süreç, uluslar arası ve bölgesel tüm egemen güçlerin ittifakı doğrultusunda gelişti. Oluşan yeni statüler, çizilen yeni sınırlar, Kürt gerçeğinin yokluğu üzerinden oluştu. Bu statükoyu ve esas olarak da kapitalizmin ulus-devlet ayağını işlemez hale getirmeye başlayan, ‘yok’un içinden çıkan PKK ve O’nun Önderliği Önder APO oldu. İşte hem 15 Şubat uluslar arası komplosunun ve hem de İmralı sisteminin, bu tarihi gerçekliği aşmaya cüret eden Önderliğimize karşı çok amaçlı ve çok komplolu bir planlamayla inşa edildiğini biliyoruz. Dolayısıyla bugün her ne kadar kriz merkezine bağlı bir cezaevi diyerek kimlerin bundan sorumlu olduğu muğlaklaştırılsa da, hangi güçlerin sorumlu olduğu çok açıktır. Önderliğimiz “İMRALI ÜÇAYAKLI BİR SİSTEMDİR. Bir ayağı ABD, bir ayağı AVRUPA bir ayağı da TÜRKİYE olan, kendine özgü bir derinliğe sahip bir sistem.” derken, bu gerçeği çok çarpıcı bir biçimde ifadelendirir. Demek ki İmralı sistemi, her şeyden önce tarihsel bir niteliktedir, uluslar arası ve yine bölgesel ittifaklar doğrultusunda geliştirilmiştir.
Diğer bir yönü ise, İmralı sistemini salt kapitalist modernite açısından son dört yüz yılla, kapitalizmin Ortadoğu’ya yerleşmeye başladığı süreç olan son iki yüz yılla sınırlı ele almak da eksik ve dolayısıyla yanlış olacaktır. Egemen uygarlık uygulaması olarak gelişen zindanlar, beş bin yıl gibi uzun bir sürenin derin tecrübesine sahiptir. Kapitalizm, bu uygulamayı gelişen teknolojiyle ve derinleşen bireycilik anlayışıyla daha da derinleştirmiş, korkunçlaştırmıştır. Çok önemli katkısı bu noktada olmuştur.
Şüphesiz çağımızda da, geçen tarihsel süreçlerde de çokça zindanlarda tecrit edilen, değişik işkence yöntemleriyle teslim alınmaya çalışılan örnekler olmuştur. Egemen sistemler iktidarcı anlayışlarıyla en ufak bir sistem karşıtlığına bile izin vermemişler, bunun bedelini muhataplarına çok acı bir biçimde ödetmeye çalışmışlardır. İktidarın mantığı bunun dışında bir duruma asla izin vermez, veremez. Vermesi, kendi gerçeğini inkar etmesi olur çünkü. Dolayısıyla uygarlık tarihi boyunca insanlık, iktidar ve iktidar karşıtlarının zindan üzerinden hesaplaşmasına çokça tanık olunmuştur. Bu hesaplaşmada bazen iktidar güçleri bazen de iktidar karşıtı güçler, kişiler zafer kazanmışlardır. Nihayetinde günümüze doğru geldiğimizde özellikle de kapitalist modernite öncülüğünde gelişen sistem, iktidarın en azami, en üst sınırlarına gelip dayandığında, zindan uygulamasını da gerek bireye ve gerekse de topluma en azami bir biçimde yedirecek bir düzeye gelmiştir. Bu anlamda zindan içiyle zindan dışının özünde uygulama anlamında hiçbir farkı kalmamıştır. Bir yerin zindan olduğunu ifade eden telden duvarlar, zindan içiyle zindan dışı arasında sahte bir sınır çizmekten başka bir şey değildir. Yani kapitalist sistem, iktidarı bireyin ve toplumun her hücresine, her zerresine yerleştirme politikalarıyla yaşamı bir bütün zindan haline getirmiştir.
Burada zindan neyi amaçlar sorusunu sorduğumuzda, toplumun ve bireyin tamamen iktidar sistemlerinin amaçlarına uygun bir biçimde terbiye edilmesini, terbiye olmazsa yok edilmesini amaçlar diye cevaplandırırız. İşte çağımızda zindan gerçekliğini bu anlamda mikro ve makro sistemler olarak ifade etmek mümkündür. İmralı bunun daha açık ve mikro biçimi olurken, makrosu bir bütün dünya insanlığına biraz da gizli biçimlerde dayatılmaktadır.
Böylesi bir sistem, kesinlikle beş bin yıllık tecrübeyi en ustaca bir biçimde özümsemiş ve güncelle uyarlamış bir sistemdir. Farklılığı, uygulama ustalığındaki ileri düzey, her yere yaygınlaştırma, derinleştirme ve en önemlisi de en iğrenç köleliği geliştirirken özgürleştirme yanılsamasını, sanal yaşam ve özgürlük anlayışını geliştirme biçiminde ifade edilebilir. Önderliğimiz son Savunmasında “sosyolojik olarak çözümlendiğinde anlaşılacaktır ki, cezaevlerinin rolü bireyde yoğun ve sahte bir özgürlük özlemi yaratmaktır. Modernite koşullarında cezaevleri özenle bunun için inşa edilmiştir. İnsanlar cezaevlerinden dışarıya çıktıklarında, ya yalan ve sahtekarlıkla yaşamayı kabul etmişlerdir, bu durumda onlardan herhangi bir devrimcilik, ahlaki ve onurlu bir yaşam beklemek beyhude, boş bir beklentidir; ya da cezaevi pratiğinin verdiği olgunlukla toplumsal mücadelelerini daha da başarıyla yerine getireceklerdir.” demektedir. Burada ortaya çıkan en çarpıcı gerçeklik, günümüzde iktidar sistemlerinin zamana ve mekana tümden yayılarak tam bir zindan sistemi olduğu; zindanların da yaşamın, doğanın, ilişkilerin tüm gözeneklerine sızarak, işgal ederek tam bir iktidar sistemi olduğudur.
İmralı sisteminin özgünlüğünü –hem bir ada cezaevi ve hem de yüksek güvenlikli cezaevi statüsündedir- ve yine bir yılı aşan bir sürede Önderliğimizle her türlü ilişkinin kesilmesini, tecrittin en derinlikli ve korkunç biçimde kullanılmasını, egemen sistemin bu karakterini kavradıkça anlayabilir ve güçlü karşı politikalar geliştirebiliriz.
Kapitalizmin tam da kendini bir dünya hegemonu olarak hafızalara yerleştirdiği, biricik olduğu ve onsuz bir geleceğin olmayacağı masalının herkesi uyutmaya başladığı, milliyetçilik, dincilik, bilimcilik, cinsiyetçilik silahlarıyla toplumların ve bireylerin yüreklerini-beyinlerini uyuşturduğu, bunlarla sanal yaşam ve sanal özgürlük geliştirdiği bir süreçte, Önder APO’nun Kürdistan zemininden, tam da ilk toplumsal devrimlerin coğrafyasından yeniden özgür yaşam çıkışını gerçekleştirmesi, kapitalist sistemin ve bölgesel güçlerin tüm planlarını bozan bir çıkış oldu. Toplumsal özgürlük hafızası, Önder APO etrafında hem kapitalizmin dünya genelinde son dört yüz yılına ve onun Ortadoğu’daki son iki yüz yılına ve hem de uygarlık sistemlerinin beş bin yıllık egemen tarihine karşı yeniden canlandı ve özgür Kürdistan, özgür Ortadoğu anlayışıyla şahlanışa geçti. Yani yaşamın bir bütün zindanlaştırılmasına karşı en bilinçli ve örgütlü bir eylem olarak, en köklü iktidar karşıtlığı olarak gelişti. İmralı sisteminin en derinleşmiş tecrit uygulamalarıyla, sürece yayılmış işkence ve ölüm politikalarıyla örülmüş olması, en başta Önderliğimizin Kürdistan ve Ortadoğu zemininden bu tarzdaki çıkış biçimiyle bağlantılıdır.
İmralı bu anlamda sistemler çatışmasının en keskin ve en kızgın yaşandığı bir zemindir. İktidar gerçekliği bu zemin üzerinden Önderliğimiz üzerinde çeşitli biçimlerde politikalar uygulayarak kendi amaçlarına göre terbiye etmeye, teslim almaya çalışırken, Önderlik ise geri adım atmak şurada kalsın iktidar ve devlet karşıtlığını, bunlara karşı alternatif sistem olma mücadelesini daha derinleştiriyor, geliştiriyor. Ve Önderliğimizin karşı sistem ideolojisi, örgütlülüğü ve bunun eylemselliği toplumda giderek daha yankı buldukça çözüm umutları artıyor, toplumsal hafıza tüm renkliliğiyle canlanmaya başlıyor. İşte iktidar güçlerinin asıl korkusu da buradadır. Bu korku arttıkça tecritti derinleştiriyor, kendi sistemlerini korumaya çalışırken, bizim alternatif sistem yaratma mücadelemizi baltalamaya, saptırmaya çalışıyor, her yeri zindan haline getirme politikasını daha da yoğunlaştırıp hızlandırıyorlar. Başta Türkiye devleti olmak üzere ortakçısı tüm iktidar güçleri, böyle bir sürecin içindedir.
İşte bu noktada hiçbir yanılgıya ve gevşeklik içine girmeden, İmralı sisteminin bir bütün iktidar sistemlerinin en yalın, en somut ve en çirkin yüzü olduğunu bilerek, buna karşı mücadelenin iktidarcı sisteme karşı alternatif sistem yaratma mücadelesi olduğunun fark ederek yaklaşmak, mücadele etmek bizler açısından çok önemlidir. Her şeyden önce bunu hissederek, ama daha önemlisi farkındalığını geliştirerek her alanda toplumsal alanda örgütlülüğümüzü geliştirmekten tutalım öz savunmaya, ekonomiye, kadın özgürlük mücadelesine kadar tüm alanlarda özgürlük sistemini yaratma mücadelesi verme, İmralı’yı paramparça edecek mücadele biçimidir. Önderliğimizin son savunmasındaki şu cümleleri konunun önemini göstermek açısından çok çarpıcıdır: “Toplumsal varlıkları mutlak kölelik içinde olanlar, hatta dağılmayı yaşayanlar için her yer benzer özellikler taşır. İçerisi kötü dışarısı iyi, silahlısı kötü silahsızı iyi gibi yersiz ayrımlar varlık ve özgürlük mücadelesinin asli çabasını değiştirmez. İnsan yaşamı ancak özgür olduğunda anlam taşıdığına göre, özgürlüksüz nerede yaşanırsa yaşansın, orası her zaman karanlık bir zindandır. Kapitalist modernitenin yoldan, hakikat yolundan çıkardığı insanlarla yaşamaktansa, hücremde tek başıma son nefesime kadar yaşamayı tercih ederim.” Bu anlamda Önder APO’nun özgürlüğüne kilitlenen militan duruş, bulunduğumuz her alanı bir özgürlük alanına dönüştürme, “küçük iş-büyük iş” demeden tüm işlere özgürlük aşkıyla yönelme, iktidar sistemine karşı özgürlük sistemini yaratma mücadelesi ve duruşudur. Yaşamı zindan, zindanı ‘yaşam’ haline getiren bu onursuz, ahlaksız sisteme karşı mücadele, Önderliğimizin esaret koşullarına son verirken, aynı zamanda toplumların ve bireylerin onurlu, ahlaklı yaşamının inşasını da geliştirecektir. Gelmiş geçmiş tüm zindan uygulamalarının en vahşisi, en çıldırtıcısı olan İmralı sistemine karşı bugüne kadar eşsiz bir yürek, eşsiz bir beyin, eşsiz bir fiziki direnişi gerçekleştiren, sadece direnme de değil, aynı zamanda alternatif sistem geliştirerek atağa geçen Önderliğimizin bu direniş çizgisini esas almak ve bu çizgiye göre yaşamak, mücadele etmek, yaşamsal bir görevdir bizler açısından. Sadece ada koşullarının insan sağlığına karşıt yönlerini bile ele aldığımızda, yıllardır Önderliğimizin nasıl bir direniş içinde olduğunu görebiliyoruz. Kaldı ki sadece bu değil, aynı zamanda düşmanın tecrit içinde tecrit uygulamaları, bir dönem zehirleme girişimleri, bir dönem saç kesme, bir dönem sürekli sesli biçimde mazgal kapatma, 24 saat kamerayla gözetim altında tutma, bazen gazetelere, kitaplarına, defter-kalemine el koyma, dış dünyayla tüm ilişkilerini koparma, bir ağaç dalının, bir çiçeğin görüntüsünü, bir kuşun sesini bile engelleme, bir yıldır dış dünyayla tüm ilişkilerinin kesilmesi gibi en insani öğelerin, hatta soluk almanın bile bir işkence haline gelmesi, korkunç bir saldırıyı, iradeyi teslim alma politikasını ifade eder. Ki hem bu saldırılara, sürece yayılmış işkence ve ölüm politikalarına karşı ve hem de ada ikliminin olumsuz etkilerine karşı ayakta kalma gücünü geliştirme, kesinlikle Önderliğimizin özgürlük aşkıyla, toplumsal kimliğiyle bağlantılıdır. Ve elbette ki Önder APO’nun militanları olarak, O’nun yoldaşı olmaya çalışan militanlar olarak, her geçen zamanda daha fazla Önderlik çizgisini anlamaya çalışarak özgürlük mücadelesini geliştirmeyi ve İmralı esaretini sonlandırmayı esas alıyoruz. Zindan yaşamına ve yaşamın zindanlaştırılmasına karşı direnişin ve mücadelenin başarısının buradan geçtiğini her geçen gün daha güçlü bir biçimde anlıyor ve mücadelemizi büyütmeyi esas alıyoruz.
Çiğdem Doğu