Direniş şehitlerimiz gelişmenin gerçek sahibidir-3
Bir yandan zindan direnişçiliği, diğer yandan enternasyonalist direnişçilik, onu kendi mücadelemizde birleştirmemiz, doğru yorumlayış ve uygulayışımızla bizi tutarlı bir yurtseverliğe götürüyor. Burada kokuşmadan, fazla sorun haline gelmeden, daha tehlikeli konumlara düşmeden, kısaca yaratılan dostluğun değerini yurtseverlikle kaynaştırarak güçlendirme konumuna götürmüştür. Bunda da şehitlerimizin rolü kesindir. Onlara bağlılık, ancak böyle gerçekleştirilebilinir. Partimizin yeni ve büyük mücadele döneminin gelişmesi bu çerçevede olmuştur. Bu iki alandaki direniş olmasaydı, bizim 1983’lerden itibaren silahlı mücadelemizin yeni dönemini başlatmamız son derece zordu. Partinin ideolojik politik hattı yol gösteriyordu, yine kapsamlı çabalar bu işi hazırlıyordu, ama belirleyici öneme haiz çabalar direniş şehitlerin çabalarıdır, emir-komuta onlarındır. Biz, onların anlamına bağlılığın gereklerini dürüstçe yaptığımızda, görevlere bu temelde layıkıyla sahip çıktığımızda, büyük gelişmeler sağlanacaktır. Çünkü tutarlılığın en anlamlısı bu temeldedir.
Bildiğiniz gibi, daha ileri boyutlu bir direniş gerçekleştiriliyor. Yeni dönemin direnişçiliğinin siyasi anlamı ilk oluşudur. Kürdistan direniş tarihinde yeri nedir? Partimizin gelişim tarihinde yeri nedir? 12 Eylül faşizmi, ülke ve halk gerçekliğimizin bir daha dirilmemecesine mezara gömmek veya kat be kat daha da betonlaştırarak nefes alamaz hale getirmek istemiştir. Bizimse varımızı yoğumuzu ortaya koyarak, onun tam da kendini “başarıya ulaştık, demokrasiye de geçiş yapıyoruz” diyerek herkesi aldatmaya kalktığı bir anda, halkımızın yaşam tutkularını Partimiz önderliğinde gerçekleştirdik. Herkesin sindiği, umut diye bir şeyin kalmadığı “bir daha dönmezler” dendiği, hatta halkta bile inançsızlığın had safhada olduğu, teslimiyetin en yaygın yaşandığı, bunun yanında zulmün en dehşetli bir biçimde uygulandığı bu dönemde, böylesine büyük bir karşılık vermemizin anlamı çok büyüktür.
15 Ağustos anlamı çok büyük olan bir atılımdır. Bu dönemin de şehitleri söz konusudur. Daha öncesinde Hezil şehitleri vardır. Ondan önce de hudutları geçerken şehitlerimiz vardır. Bunların hepsi o sürecin şehitleridir. 1984-85 Dönemi, mademki bu kadar yükselen bir direnmenin çok yönlü sonuçları olacaktı, bu yeni bir direnme dönemidir. O halde bu dönemin şehitleri bir yerde hem kaçınılmazdır, hem de kitleleri görülmez bir biçimde kendi öz savaşım yoluna çekme, yani onları artık halk savaşının içine çekmenin büyük adımıdır. Daha önceki şehitlere Partiyi korumanın, öncüyü kesinleştirmenin ve halkta inancı, umudu yaratmanın şehitleridir diyebiliriz. 1984-85 Şehitlerine daha çok kitleyi kendi öz savaşımına çekmenin şehitleri diyeceğiz. Bunun da çok ileri bir aşama olduğu açıktır. Eğer ayağa kalkacak, hem de savaşarak kalkacak olan bir halk gerçeği içine girmişsek ve bu konuda da geriye dönüş mümkün değilse, bütün çabalar bunun başarısı içinse, o halde bu şehitlerin anlamı ve belirleyiciliği bu denli kesindir.
Bu yıllara tüm gücümüzle yüklendik. Halkta yeniden umudu, büyük uyanışı yaratmak, ona fazla uzak düşmeden, ondan kopmadan iç içe yaşamayı sürekli kılmak, her türlü engellemelere iç ve dış baskıya rağmen bunu keskinleştirmek için sergilenen büyük çabalarımızın, büyük atılımımızın anlamı daha iyi anlaşılıyor. 1984-85 böylesine şehitlerle kesinleştirilirken, düşmanında nasıl yüklendiği çok iyi bilinir. Düşmanın tümüyle yüklenmesi ve yine işbirlikçiliğin görülmemiş derecede ayaklandırılmasında öyle bir noktaya gelindi ki, buna yeni bir atılım için daha büyük çabanın sergilenmesi gereken bir dönem diyeceğiz.
1985 yılı sonlarına geldiğimizde döneme yüklenilmiş, önemli gelişmelere yol açılmış, ama sonu getirmek ve zaferin sürekliliğini sağlamak için daha fazla güç oluşturma, onu daha fazla sürekli kılma, ardı arkası gelmeyen eylemliliği sürdürmenin çabası içindeyiz. Bu konuda aynı zindanlardaki gibi, yurt dışındaki gibi yeni bir hamlenin koşulları büyük bir direnmeyle mümkündür. Sağ tasfiyecilik başını uzatmış, inançsızlık ve teslimiyet küçümsenmeyecek oranlarda gelişmiş, yurt dışı tam bir ihanet ve mültecilik alanı haline getirilmek isteniyor. Dağ pratiği dayanılmaz ve yaşanılmaz bir pratik olarak yansıtılmaya çalışılıyor. Provokasyon tarafından bir yandan art niyetlilik, diğer yandan sağ tasfiyecilik biçiminde büyük bir tehlikeyle yüz yüzeyiz. İşte tam da böylesine bir dönemi daha yüksek bir atılımla gelişmelerin temeli haline getirmek için, 1986 ve sonrasına yüklenmemiz söz konusudur. Mahsum yoldaşın direnişini ve şahadetini bu çerçevede ele almalıyız.
1986’ya girişte gelişmiş bir koruculuk, yoğun operasyonlar var. Özellikle de inançsızlığın dal budak salmak istediği böylesi bir ortamı sürekli engelledik. İlerlemek için daha güçlü eylemler koymak, sömürgeci orduya, koruyuculara daha fazla darbe vurmak ve böylece 1986’nın Newroz’unu daha güçlü karşılamayı böylesine bir şahadetle ödemiş oluyoruz. Düşman bile bu şahadetle kendisi için bir şeyler ummak istedi. Kendilerine göre haklı nedenleri de olabilir. Buna aynı zamanda sağ tasfiyeci ögelerin de yaklaşımları aynı paralellikteydi. Özünde sahip olmadıkları inançlarını doğrularmış gibi bir yaklaşımı sergilediler. “Biz başaramadık, direnişçiler de başarmasın” biçiminde bir yaklaşımdı ve içten içe kendilerini tatmin etme durumu söz konusudur. Ama bu şahadet ardıllarında daha fazla bir direnme duygusunu yaratarak, Partiyi yeniden derinleştirilmiş çözümlemeler temelinde inşaya götürmüştür.
Eğer Partiyi, tam da bu dönemde daha kapsamlı çözümlemelere kavuşturduysak, şüphesiz böylesine bir şehitliğin anılarına bağlılığın gereği belirleyici rolüdür. Nasıl ki daha önceki şehitlerimiz bizi önemli gelişmelere götürme, onları yürütme zorunda bırakmışlarsa, böyle görevlerle yüklü kılmışlarsa, bu şahadet de Partiyi daha büyük başarıların çözümlemelerine kavuşturmuştur. İçeride direnişi sürekli kılma, ileriki dönem için daha güçlü çıkışları Parti bünyesinde gerçekleştirme ve bildiğimiz III. Kongre çözümlemelerimiz, yoğunlaştırılan hazırlıklar ve 1987’yi daha büyük eylemlilikle karşılamamız ve bunun şehitleri, 1985-86’nın umutsuzluğunu boşa çıkarmıştır. Direnişin sürekliliğini kanıtlamıştır. Bu zayıf bir kanıtlamadır ve özellikle de ileri çözümlemelerin temelinde değil, Partinin eski çözümlemeleri temelinde bir sürekliliktir.
1987 ise, yeni bir hamle gücüne kavuşmuş Partinin eylemliliğidir. Bu yılın eylemliliği kapsam itibarıyla yaygınlık göstermiştir. Sayı itibarıyla hiçbir dönemde görülmemiş bir biçimde ulusal kurtuluşun ivme kazanmasıdır. Uluslararası ortama kendisini dayatmasıdır. Türkiye tarihinin en uzun sıkıyönetiminin başarısızlığa ulaşmasıdır. 12 Eylül faşist rejiminin en büyük yenilgisini sağlamadır. Çelişkileri daha fazla açığa vurmasıdır. İlk defa hem Kürdistan, hem Türkiye halkının uyanması doğrultusunda çok daha büyük umut ve cesarete kavuşmadır. Direniş öylesine peş peşe gelişiyor ki, devlet etkinliği ve otoritesi tuzla buz oluyor. Eylemlerin Özal’ın, Genelkurmay’ın, Evren’in alana gelip hitap edişinden bir saat sonra ve çok yakın bir mesafede gelişmesi, aslında devletin büyük darbe alması anlamına geliyor. Bunlar daha çok bu yılda gerçekleşiyor. Bu anlamda 1987 direnişçiliği en ileri hamlede bir direnişçilik oluyor. Boydan boya gerçekleşen bir direnişçiliktir.
1987, Ocak’ta, Şubat’ta ve Mart’ta kışı o elverişsizliğiyle karşılayan, onu da güçlü bir eylemliliğe kavuşturan, baharın ve Newroz’un da erkenden nasıl bir direnişle karşılanabileceğini gösteren, bu anlamda da lehimizde en güçlü siyasi sonuçlarını vermeye götüren bir özelliğe sahiptir. İlk şehitlerimizi Mart ayında verdik. 1987 Mart şehitleri 18 ve 21 Mart şehitleridir. Düşmanın da önemli tarihleri kendisi açısından lehine döndürmek istediği bir tarihtir. Direniş gerçekten büyük olmuştur. Gerek Hakkari’deki direniş, gerek Mardin’deki ve Dicle’deki aynı tarihte gerçekleşen direniş, tam da Newroz’un nasıl karşılanması gerektiğini göstermiştir. Ulusal kurtuluşçu geleneğe kavuşturulması ve bir savaş olayı olarak karşılanması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu, Partinin sonuna kadar militanca direnişidir.
Önder Apo
(Mart ayının 1988 yılındaki çözümlemesinden alınmıştır.)
Devam Edecek