Kod Adı: Havin Çırav
Adı ve soyadı: Nefise Işık
Doğum yılı ve yeri: 1984 / Gurdılan, Şırnak
Katılım yılı ve yeri: 1998 / Şırnak
Ana ve baba adı: Vesile / Mehmet
Şahadet tarihi ve yeri: 1 Temmuz 2010 / Pervari, Siirt
Şehit Havin Çırav (Nefise Işık) anısına
Fena halde soğuk bir gündü. Öğle üzeri nöbetçi subay arkadaş yanıma gelerek: “Heval Cafer iki yeni katılım var,” dedi. Gidip baktığımda, henüz 16-17 yaşlarında, birbirinden güzel iki peri kızıyla karşılaştım! O soğuk havada, kar içinde saatlerce yürümekten ikisinin de yanakları al al, burun uçları ve parmakları pespembe olmuştu. Saydam güzel yüzlerinden, pırıltılı gözlerinden, insanlık sevgisiyle çarpan yürekleri; yerleşik yaşam uygarlığını yaratan Kürt analarının, toplumsal kültürel genleriyle yüklü ruhları görünüyordu. İşimi bırakıp, onları mangaya aldım. İçeride yanmakta olan sobaya uzak bir yere buyur ettim. Çok üşümüşlerdi. İkisine de kendi elimle bol şekerli sıcak birer çay verdim. İçimden koyu bir sevince kapılmıştım. Arkadaşlara bildirdikleri geliş nedenlerini, istek ve amaçlarını bildiğim halde, içimde kapıldığım sevincimi göstermemeye çalışarak, tatlı sert: “Siz ne arıyorsunuz buralarda? Niye geldiniz?” diye sordum.
Nöbetçi subay arkadaşa bildirdikleri nedenlerini, istek ve amaçlarını birde kendilerinden duymak istiyordum. Pek dilbaz ve doğal öncü olanı, düpedüz: “PKK’yi arıyoruz! Katılmaya geldik!” dedi. Bu sözleri bu açıklık, bu sadelik ve bu doğrudanlık içinde duyunca, içimde kapıldığım sevincim, katlanıp derinleşerek büyüdü. Nereden geldiklerini sordum: “Dérgul’den,” dediler. Dêrgul ile Gurdula’da bulunduğumuz nokta arası, yaz mevsiminde yürüyerek en az beş saatlik yoldu. Kışın kar içinde bu süre çok daha fazla çekerdi. Kendi başlarına aldıkları bir kararla düşmanı, doğayı, ailelerinin baskı ve tepkilerini aşarak, buralara kadar gelip bizi bulmuşlardı. Bizi nasıl bulduklarını sordum. “İzlerinizden,” dediler. Açıkgöz ve becerikliydiler. Buna ayrıca sevindim. Ailelerini sordum. İkisinin de aileleri tanıdıktı. Düşmanın 1994’te uygulamaya koyduğu, alan tutma konsepti ile köylerini yakıp, evlerini başlarına yıkarak zorla metropollere savurduğu ailelerimizdendiler. Gurdulalı bazı aileler, köyleri yakılıp yıkılınca, Gabar’dan inip Dergul’e sığınmışlardı. Güzeller güzeli bu iki Gurdula perisi kaynaklarına, ana komlarına dönmüşlerdi. Ana komlarına dönen bu Gurdula perilerimizin, bunca riski göze alarak partiye, gerillaya katılımlarını, bazıları:
“Canım ne olacak işte, ergenlik çağının davranış bozukluğu. Bu çağlarında kafalarında kavak yelleri esen gençlerin ne yapacakları hiç belli olmaz. Macera peşindedirler. Bunların ki de öyle…” diyebilir. Asla! Eğer öyle olsaydı, bu gençlerin arayış alanları ve yönleri dağ ve gerilla olmazdı. Adana, mersin, İstanbul, İzmir, Ankara gibi cinsiyetçi, sınıflı yaşamın anaforlu çekim merkezleri olurdu. Gurdula perilerimizi bize, partiye, gerillaya çekip getiren özgürlük hareketimizin yarattığı sarsıntıyla, onlarda bilince vurmaya başlayan, derin cins kaygıları; cins çelişkileri, cins bilinçlerinin itilimiyle cins özgürlüklerini arayış çabalarıydı. Sorumlu kadın arkadaşları çağırıp, onları tanıttım. İkisini de alıp mangalarına götürdüler.
Fazla sürmedi. İki gün sonra tepeci arkadaşlar cihazda: “Dêrgul’den gelen, halktan bir gurubun bizimle görüşmek istediğini” bildirdi. Gelenlerin isimlerini sordum. Aralarında milisimiz Erdal da vardı: “Yalnızca onu bırakın gelsin,” dedim. Milisimiz Erdal gelir gelmez, heyecan içinde: “Durumlar çok ciddi heval Cafer! Kızları bu tarafa, dağa gelirken görenler var. Düşman sadece aileyi değil, bütün halkı tehdit ediyor. Kızlar geri dönmezse, halka zulüm edecekler! Ana babaları da geldi, tepenin eteğinde bekliyorlar,” dedi.
Ben düşündüm: Doğru, halkı ezdirmemek gerekirdi. Fakat bizde bu arkadaşlara ‘gidin’ diyemezdik! Kendi başlarına aldıkları bir kararla, gelip kendi örgütlerine, kendi hareketlerine katılmışlardı. Erdal’a: “Erdal arkadaş, sen doğru söylüyorsun. Halk zorlanır, onları ezdirmemek gerekir. Fakat ben burada bölge sorumlusu olarak, örgütün işlerini, onun ölçü ve ilkelerine, talimat ve perspektiflerine göre düzenleyen bir yöneticiyim. Benim bu iki genç arkadaşın iradelerine müdahale etme hakkım, yetkim ve gücüm yoktur! Bu örgüt onların kendi örgütleri, bu yerde onların kendi yerleridir! Ben onlara ‘gidin ya da kalın’ diyemem. Kişisel olarak bana sorarlarsa, eve dönmelerini hiç tavsiye etmem. Karar kendilerinindir,” dedim.
Erdal: “Heval Cafer ben kendileriyle bir konuşayım,” dedi.
Geride aileler vardı. Erdal’a: “Olur, konuş,” dedim. İkisini de çağırttım, geldiler. Erdal benden biraz ileride, ikisiyle konuştu. Onlara, eve dönmeleri için dil döktü. Fakat ne dediyse ikna edemediği Gurdula perileri, Erdal’ı orada yalnız bırakıp, koşarak yanıma geldiler.
Erdal da yanımıza gelince, bana: “Heval Cafer, durum gerçekten ciddi! Düşmanın ne yapacağı hiç belli olmaz. Beni dinlemediler, kızlarla birde anaları görüşsünler,” dedi.
Bende: “Olur, gelsin görüşsünler,” dedim.
Ben bunları söylediğim anda ‘sözcü’ olanı, bana: “Bir torba un veriyorlar diye, bizi geri verip, teslim mi edeceksin?” dedi.
Gurdula perisinin bu sözleri bana söylerken, o güzel yüzündeki koyu hüzün; gözlerindeki derin kaygı ve düş kırıklığı içinde, kırgın yakarışı hala içimde, gözlerimin önündedir. Onun bu yargılayan sözleri, yakaran bakışları karşısında kapıldığım karmakarışık duygular içinde, bir an allak bullak oldum, ne diyeceğimi bilemedim. Kendimi toparlayınca da onlara, içimden geldiği gibi:
“Siz, burada Başkan Aponun kızlarısınız! Sizin saçınızın bir tek teline dünyaları değişmez o! Bende burada onu temsilen, kesip attığınız tırnağınıza bile kurban ederim onları!” diyemedim.
Resmiyetin o ruhsuz, kupkuru, zorunlu kisvesi içinde:
“Öyle değil heval! Buna siz kendiniz karar vereceksiniz. Ben ya da bir başkası, hiç kimse sizi buradan yollayamaz da alamaz da. Siz nasıl istiyorsanız öyle olur,” diyebildim.
Gurdula perilerini anaları da ikna edemedi. Fakat kızlarını kucaklayıp bağırlarına basarak, onlarla vedalaştıktan sonra benden hatır alırlarken, ikisinin de gözlerinin içi gülüyordu. İkisinde de yavrularından kopan ana kaygısından eser yoktu. Hatır alırken, gülen gözleri sanki bana: “Sıtar ondan (Başkan Apo) ve sizden razı olsun! İkisi de yanımızdayken kaygılıydık. Şimdi yerlerini buldular. Yüreklerimiz ve dualarımız her an sizlerledir,” der gibiydiler.
Gurdula perilerimiz, her şeyi göze alarak döndükleri ana KOM’larında kaldılar. Arkadaşlar onların birine Havin, ötekine Agiri dediler. Hangisinindi şimdi hatırlayamıyorum, Gurdula perilerimizden birinin evdeki adı ‘Sisê’ (Beyaz) idi. Yapı içinden bazı arkadaşlar, arada bir kuralsızlık ederek, ona: “Hevala ‘Siso’ diye takılıyorlardı. Tekmillere mi gelmişti, yoksa ortamda kulağıma mı çalınmıştı? Bunu da pek ayrıştıramıyorum. Havin ile Agiri arkadaşlar, o günden sonra Başkan Apodan aldıkları cins bilinçlerinin öngördüğü doğrultuda, insanlığın cinsiyetçi, sınıflı yaşam tarihi boyunca yaşadığı, bütün temel insanlık sorunlarının esas kaynağı olan cins çelişkisinin kalıcı çözümü ve cins özgürlükleri için savaşa atıldılar! Gurdula perilerinden Havin arkadaş, 2010 yılında Botan’ın Katoyê Jirka bölgesinde, düşmanla girdiği bir çatışmada şehit düştü. Şehit Havin arkadaşın şahsında tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz.
Mücadele Arkadaşları