Gresor’da çocuklar yaşamın solgun renkleriyle gözlerini dünyaya açarlar. Sıvasız toprak evler, kurak topraklar, çıplak tepeler tabiatın yedi rengini yutmuştur adeta. Her şey soluk ve durağandır. Her nesne griye mahkûmdur. Tek rengin hakimiyetinde garip bir uyum sarmıştır her şeyi. Çoğu tek katlı olan toprak evler, toprak yollar, susuz ekinin yapıldığı tarlalar ve daha nice şey.
Bir tek Koçer kadınların rengarenk uzun etekli giysileri bu tek renkliliğe aykırıdır. Köyün tek canlılık merkezi onlardır. Bu durgun atmosferde bahar havası gibi taze dururlar.
Devletin resmi sınırları içinde yer aldıkları halde devlet tarafından yabancı kabul edildikleri için vatandaş sayılmaz ve kimlik taşımazlar. Kendi toprağında özgür kimliğe sahip olmayan Kürtler burada yabancı kimliğe de sahip değildir. Bu yüzden yüksek okullarda okuma, devlet kurumlarında yer edinme hakları yoktur. İyiliği, kötülüğü yada olumluluğu ve olumsuzluğu diyelim çok boyutlu olan bir uygulamadır bu.
Çoğu geçmişte Koçerlik yapmıştır. Yerleşik yaşama zamanla yavaş yavaş geçmişlerdir. Susuz toprakları ekine açmış, tarlalar edinmişlerdir. Kurak, karasal iklimin hakim olduğu bu topraklarda buğday, nohut, arpa, mercimek gibi susuz yetişen tahılların ekimiyle geçimlerini sağlarlar. Aşiret bağları tümden çözülmemiştir. Ağalık ağırlığı olan temel feodal kurumlaşma olarak hala geçerlidir. Kendi yağıyla kavrulan nice köy gibi onlarda alın teriyle yaşamlarını sürdürürler.
Yüz yıl önce, isyanlar döneminde çoğu Kuzey’den göç edip gelmiştir. Bu yüzden devletin ya da başka çevrelerin yabancı yaklaşımlarını çok fazla yadsımazlar. Onlarda hala kendilerini bir parça yabancı hissederler. Birçoğunun akrabaları aralarına çekilen sınır tellerinin, sınır taşlarının ardındaki Kuzey şehirlerindedir hala. Araya dikenli teller giren o diyarlar ana yadigarı, ana toprağıdır hala.
Çocuklar sık sık çevrelerindeki tepelere tırmanarak uzaktan bir insan gibi dimdik ve onurlu görünen Kuzey dağlarını izler, oralarda savaşan abilerine, ablalarına, dayılarına, amcalarına çocuk masumluğundaki selamlarını yollarlar. O dağlar köy çocukları için efsanelerin gerçekleştiği kutsal mekanlardır. O dağlar düşlerini süsleyen adsız, simasız nice kahramanın yurdudur. Öyle bellemişlerdir. Buna inanırlar. Hele içlerinde tanıdık kahramanlar varsa inançları daha güçlüdür.
Çok iyi bilmeseler de köklerinin hala oralarda ekili olduğunu hissederler. Bu yüzden birçoğu görmediği halde kendilerini oraya ait hissederler. Ve aradan yıllar geçse de sıla özlemleri dinmemiştir. Oralarda havanın daha temiz ve ferahlatıcı, suyun daha berrak ve coşkulu aktığını söylerler. Toprağın daha bereketli, dağların daha korunaklı olduğunu da. Sınırların ardındaki topraklara bağlılıkları hiç eksilmemişti. Ama burada elleriyle kurdukları yaşamada bağlanmışlardı. O yabancılık duygusuna rağmen. Gresor’u kendileri kurmuştu. İlk ekimi, ilk çapayı yapmak, ilk evi kurmak, ilk koyunları yetiştirmek hepsi heyecan vericiydi. Bir dünyayı kurar gibi buradaki yalın hayatlarını kurmuşlardı. Her şey dağların ardında özlemleriyle daha da büyütüp güzelleştirdikleri gerçeğe zıt olsa da bunu da kabullenip bağlanmışlardı.
Dilan arkadaş Gresorê Faqa’da doğup büyümüştü. Zengin ve geniş bir aileye sahipti. Babası köyün ağası olarak tanınırdı ama bildiğimiz ağalardan birçok yönüyle ayrılan bir kişiliğe sahipti. Ulusal mücadeleyle ilk yıllarda tanışmışlardı. Sımsıkı korudukları toprak sevgisi, geçmişe bağlılık, yurtseverliği çabuk ve içten benimsemelerini sağlamıştı.
Aile olarak feodal sınırları aşan bir tartışma kültürüne sahiptiler. Arayışları, sorgulamaları köyün sınırlarını ailedeki atmosferle birlikte çoktan aşmıştı. Sadece bağ bahçe, tarla hayvan sorunlarını tartışmakla asla yetinmezlerdi. Mücadeleyle tanışalı siyaset gündemlerinin merkezindeydi her zaman. Kültür-sanat tartışmaları ulusal folklor ve müziğe olan ilgilerinin bir sonucuydu. Baba ve abiler buna öncülük ederlerdi. Dilan arkadaş diğer kardeşleri gibi çocuk olduğuna bakmadan katılırdı bu sohbetlere. Her zaman söyleyecek sözü olamazdı. Böyle zamanlarda yaşını aşan bir olgunlukla dinlemeyi tercih ederdi. Bu tartışmalardan sonra her zaman Kürtçe okuma-yazma dersine başlardı. Anadil öğrenme ulusal kimliğe bağlılığın ölçüsüydü.
Ülkenin en küçük parçasında mücadelenin halk tabanında hızla yayılmasının nedenleri geniştir. Her şeyden önce yirmi yıl boyunca bizzat Önderliğin denetiminde kalan bir alandır. Mücadeleyi yaratıcısından öğrenip tanımışlardı. Mücadele anlayışını yaratıcının eğitimlerinden almışlardı. Ulusal dirilişi büyütecek, katkı sunacak her çalışma birebir diriliş savaşının önderiyle yürütülüyordu. Onun denetiminde, onun yönlendirmesinde, onun karar ve onayı altında. Eğitim ve örgütleme ağırlık verilen çalışmaların başında geliyordu. Süreklileşen yoğun emeğin somut yansıması akın akın katılımlarla birlikte 7’den 77’ye sayısız insanın parti çalışmalarında gönüllü yer almasıydı. Halk olarak çabuk benimsemenin bir nedeni de ulusal bilincin birçok yere göre daha az parçalı olmasıydı. Onlar da baskı, zor görmüşlerdi. Onlar da, bu topraklarda yeni isyanlar başlatmasalar da çıkan birçok isyana destek sunmuşlardı. Bunda asimilasyon politikalarının Kuzey kadar derin ve yoğun yürütülememesinin payı büyüktür. Devletin içlerine doğru yayılanlar daha çok erimiştir. Ama bunlar azdır. Çoğunluk ilk yerleştikleri topraklara bağlı kalmışlardır. Afrin’den Cizre’ye kadar bir hat gibi yerleşmişlerdir. Kendi aralarındaki sosyal farklılık kuzeydeki ilk sosyal farklılıkların buralara taşınmasıdır.
Ulusal diriliş mücadelesine katılım anlamında aralarında hiçbir farklılık yoktur. Her ailenin şehidi vardır. Her evin girişinde ya da oturma odalarında mutlaka büyütülmüş genç kız, delikanlı resimleri vardır. Kimi sivil kıyafetlidir. Belli ki evde çekilmiştir. Kimisi gerilla kıyafetlidir. Savaştıkları dağlardan gönderilmiştir. Bazen yan yana birkaç resim vardır. Abla, abi, kardeş, amca, teyze, yeğen veya komşu çocuklarının resimleridir. Her resim ailenin onur sembolü olarak gururla asılmıştır. Ve her ailenin cephe faaliyetlerinde yer alan çalışanları vardır. Kimisi evin annesi, babası, kimisi okuyan kardeşler yada çalışan abla ve abilerdir. Ve birçok ailenin hala dağlarda savaşan gerillaları vardır. Giden gruplarla resim, mektup yollarlar her fırsat bulduklarında. Aynı şekilde her gelen gruptan çocuklarının mektuplarını beklerler. Ailelerin partiyle bağları geniş yelpazeli ve güçlüdür. Hiçbir dönemde olmadığı kadar siyasetle içli dışlı bir yaşamları vardır. Şehir merkezlerinden en ücra köylere, mezralara kadar her aile bu atmosferin havasını solumaktadır.
Gresorê Faqa’da bu gerçekliğin küçük bir parçasıdır. Hatta bu değişim ve dönüşümü daha yoğun yaşaması için bir avantajı daha vardır. Önderlik sahasından ülkeye, ülkeden Önderlik sahasına giden gerilla grupları bu hattan geçerdi. Çoğu zaman beklemek zorunda kalırlardı. Özellikle gidiş gelişlerin yoğun olduğu ilkbahar ve sonbahar süreçlerinde her köyde gerilla grupları ağırlanırdı. Dağlardan, savaşın sıcaklığından uzak olan halk böylece savaşla, gerillayla yakın ilişki içine giriyordu. Bu gidiş gelişlerin ilk başladığı yıllarda doğan çocuklar şimdi teker teker gerilla gruplarında yer alacak yaşa gelmişlerdir. Bu uzun yıllara dayanan derin ilişkilenme halkta mücadeleye bağlılığı daha da geliştirmiştir.
Bu gerçekliğin içinde en aktif ailelerden biri de Dilan arkadaşın ailesiydi. Bu yüzden o da küçük yaşlardan itibaren bu ortamla içli dışlıydı. Siyaset, parti, örgüt, gerilla, savaş, ülke, ulusal değerler gibi birçok kavramla ailesi sayesinde erken tanışmıştı. Yaşam çizgisinin işaret ettiği yol belliydi. Hayatı tanıdığı oranda onunda buna bir itirazı yoktu. Halkını tanıdıkça, acılarına tanık oldukça bu gerçeklikten kopamayacağını daha iyi anlamıştı.
Halk bir bütündü. Özgünlükler olabilirdi, ama ayrıcalıklar asla. Sosyal statü farklılığı kendini dışında ya da üstünde görmenin gerekçesi olamazdı. Farklılıklar karmaşık hayatın akışını sürdürmesi içindi. Bir zorunluluktu yani. Ağalık ise, asırlarca yaşanan en kapalı, tutucu, yaratıcılıktan uzak toplumsal yapılanmanın kurumlaşmış bir gerçekliğiydi. Birçok toplumda tümden çözülmüş olsa da bu parçalı coğrafyada etkiliydi. Fakat ailesinin çocuklarını yetiştirmede esas aldığı bir ölçü değildi bu. Onlarda çevrelerindeki birçok aile gibi çocuklarını çağdaş yurtseverlik bilinciyle yetiştirmek istiyordu.
Birde göçebe olmanın getirdiği özellikler davranışlarına yön verip kişiliğini etkiliyordu. Feodalizmin tutucu, sınırlandırıcı ruhu en az göçebe topluluklarda vardır. Bu tür göçebe kabileler binlerce yıllık egemen sistemin etkilerini taşısa da özde geçiş aşamasının karakterine sahiptirler. Kürdistan’daki birçok aşiret, göçebe topluluklar Neolitik toplum ile sınıflı toplum arasındaki geçiş aşamasının izlerini hala yoğun bir şekilde taşırlar. Giyim, günlük yaşam, yerleşim biçiminde bile izleri olan bu gerçeklik ilişkiler ve yaşam anlayışında daha da güçlüdür. Kuralları, ölçüleri, ilişkileri, yaşam tarzları, ekonomik ve siyasal yapılanmaları her şeyden etkilendiği kadar hiçbir sisteme de benzemez. Her şey kendine göredir. Bu farklılık kadında daha güçlüdür. Böyle topluluklarda sosyal yaşamda otorite kadındır. Uymak zorunda olduğu kalıplar, dogmalar daha azdır. Dolayısıyla kişiliğinde bağımsızlık eğilimi ağır basar. Bu yüzden bin yıllardır ezilip hor görülmesine rağmen hiçbir gücün durduramadığı bir akışkanlıkla mücadeleye katılmaktadır. Dilan arkadaşın kişiliğine renk veren, biçimlendiren bir dış etkende bu gerçekliktir.
Köydeki okul yılları 3 yıl sürmüştü. Daha sonra okumak istememiş miydi, yoksa feodal değer yargılardan dolayı 3 yıl, bir kız çocuğu olarak kendisine yeterli mi görülmüştü, bilemiyorum. Ama yokluğunu fazla hissetmemişti. O yabancılığa alışmadığından olsa gerek. Zaten devam etse de katılacağı zaman bırakacağını biliyordu. Bu yüzden ısrarlı olmamıştı. Ali abisinin çalışmalardaki katılımı onu daha çok çekiyordu. Bir kardeş olarak fazlasıyla bağlıydı ona. Olgunluğu, derinliği, dürüstlüğü gibi daha birçok özelliği onda hayranlık uyandırıyordu. Katılımında en etkili güçlerden birisiydi abisi. Yıllar sonra dağlarda gönderdiği bir mektupta “sana olan sevgim beni Partiyle buluşturdu. Partide aradığımı buldum, bir kuş gibi özgür ve mutluyum” diye yazmıştı.
89’da bir süre cephe faaliyetlerinde yer aldıktan sonra Mahsum Korkmaz Akademisi’ne gitmişti. Eğitimden çıkar çıkmaz ilk grupla dağlara ulaşmıştı. Yılların hızlılığına kendisi de şaşırmıştı. Zaman nasıl geçmişti. O yüzünde gülümsemenin eksik olmadığı, yerinde durmak nedir bilmeyen, herkesin hayran olduğu, o canlı, neşeli kız çocuğu ne zaman bu kadar büyümüştü? “Güzellikleri yaratma eylemi olan Devrime” gelecek kadar ne zaman, nasıl güçlendi. Her gerçekliğin güzel yanını kişiliğinde korumayı nasıl başarmıştı? Bir halkın, bir kadının, bir göçebe insanın bütün güzelliğine sahipti. Tesadüf müydü? Yoksa şans mıydı? Bilemiyorum. Belki de hepsinden öteye çocuk yüreğinin saflığıyla en çok güzellikleri hissedip peşinden gitmesindendi.
Dünyaya çocuk gözleriyle bakmayı unutmayan yürekler iyiliği, güzelliği herkesten önce fark eden ve derinden hissedenlerdir. Bütün kimliklerinin kutsallığına sahip çıkma iddiasını hiçbir zaman yitirmemişti. Hepsinin bozulan, kirletilen, yozlaştırılan yanları olduğunu biliyordu. Bunların hepsi bir kusurdu. Görmemezlikten gelemezdi. Ama en gerçekçi yaklaşımın umudu, inancı diri tutan anlayışın önce olumlulukları görmek, onları sahiplenmek, onları güçlendirmek olduğunu da öğrenmişti. Doğru yolu erkenden, hiçbir tereddüt yaşamadan seçme gücünü buradan alıyordu. Pusulasını çoktan kurmuştu. Demir alma vaktinin tam zamanıydı.
PKK’de “değer” birçok kazanımın bileşkesidir. Ne salt maddi bir olgudur. Ne de sadece inançla sınırlı manevi bir olgu. İlk çekirdek örgütlenmesinden bugün milyonlara varan mücadelenin her kazanımı bir değerdir. Hepsinde adsız kahramanların ve abideleşen öncülerin kanı vardır. Hepsinde halkın acılardan süzülmüş kutsal alın teri vardır. Ve hepsinde dört bir yana dağılan, bir havari gibi çalışan militanların düşünsel ve fiziksel emeği vardır. Ve herkesin dili ve yüreği olan, herkese mücadele inancı ve gücü veren Önderliğin, her damlası başarı olan büyük çabası vardır. Bu yüzden Önderlik tüm değerlerin yaratıcısı, koruyucusu, geliştiricisi ve toplamıdır. Bunun için edinilmesi gereken en temel özellik değerlere bağlılıktır. Değer halktır, değer şehitlerdir. Değer topraktır, ülkedir. Değer mücadeledir, gerilladır. Değer hepsinin yaratıcısı Önderliktir. Öyleyse değere bağlılık mücadele kararlılığı ve inançtır.
Yaşamda en çok aranılan ve değer verilen ilişkilerde doğallık, açıklık, genelleşme ve mütevazilik çocukluktan edindiği özelliklerdi. İnsanı insan olduğu için severdi. Ve yaşamı, insan yaratıcılığının şaheseri olarak gördüğü için her anına değer biçerdi.
Bir kadındı her şeyden önce. Ve bir kadının farklılıklarının sorumluluk anlayışıyla birebir ilgili olduğunu düşünürdü. Kadını farklı kılan ya da kadında daha güçlü olan temel özellik insana ve yaşama karşı görev ve sorumluluğunun her an bilincinde olmasıdır. Kadın özünün toplumsal gerçekliği bununla ilgilidir. Toplumsallaşmaya hem öncülük edenin hem de geliştirenin kadın olması bundan dolayıdır. Sorumluluk kadının yabancılaştığı özünün en temel özelliklerinden biridir. İnsanlık bencilleştikçe bu özelliklerinden uzaklaşmış, uzaklaştıkça bireyciliğin girdabında parçalanmıştır. İnsanın yaşam çelişkisinin özü budur.
Zemheri bir kışın arifesinde bir daha ayrılmamak üzere hepimizle, kendisiyle, özüyle buluşmuştu. Bu baharlaşmanın en direngen kardelenlerindendi. Deldiği karlar, buzlar üzerinde özgürce soluklanmış, başını Güneş’e uzatma gücüne ulaşmıştı. Elex köyündeki direnişi “egemenliğin sert kışına” karşı belki son savaşımıydı. Ama çağrısı güçlüydü ve Gresor’da yankılanıp Ana toprakların her karşına yayılmıştı. Büyüyen Dilanlar kardelenin cevap bulan çağrısıdır.
Mücadele Arkadaşı