Şehit Zehra Epli (Serhildan Garzan) anısına
7 Kasım günü bulunduğu Gebze Kadın Hapishanesi’nde kendisini ateşe vererek Kürt halkına dönük baskıları protesto eden Zehra Epli arkadaşın anısına bu makaleyi paylaşıyor. Biliyoruz şehit arkadaşların için yazılan her sözcük ve anlatımlar eksik kalıyor. Bu yüzden miskal kadar da olsa borcumuzu şehitlerimizi anarak ta ödemeye çalışıyoruz. Zehra arkadaşı kavgamızda yaşatacağımızın sözünü veriyoruz
Önderlik gerçeğine katılmak önce tane, sonra değirmende öğütülüp un olmak ve en son hamur olup pişmek demektir. Bu gerçeği gören bir yerde, gençliğin tüm sinerjisi ve dinamizmi ile aşuk-maşuk arasındaki hakikat ilişkisini bütünlüğe ulaştırıp maşukun kendisi oldun.
Önderlik gerçeğinde, kandilin aydınlığına anlam denir. Manada bu kandilin yağı gibidir. İşte bu kandil yanar etrafa ışık saçarsa işte o zaman sana hakikati saf ve ham hali derler. Bu hakikati kendine var etmenin adıdır Zehra. Sen hakikatin özünde demkeşçe yaşayıp ateşin harflerini nur soluğunda şiirleştiren çöldeki incisin. Hakikate hükümlü olan yüreklere her bir sözü özgürlük buyruğu, her kıvılcımı kainat kapısını açan su ile ateş arasındaki o görünmez çizgiyi kelime kelime haykıran aşkın kaynayan hali…
Ölmeden önce ölümü damla damla yudumlayarak ‘eyvallah’ desturunca ölümü hakikate getiren, yandığı her yangının küllerinden ter-i taze güller devşiren, ‘Döktüm varlığı ne varsa’ diye karanlık yolu aydınlığın görkemliliği ile güneşi selamlayan sevda kadını… Yaralı ruhlara lokman hekimce sevginin deva hanesinden şifalar sunan, yürekleri aşk-ı har ile ısıtan. Ey hakikat! Bu nasıl bir sır? İçine giren tufan oluyor. Bu nasıl bir ateşten gömlek ki, kim giyse özgürlük sarhoşu olup çıkıyor. Hakikatin yakıcılığını küçümsediğimiz an içimizdeki cehennem büyür. Hakikatin yakıcılığı imiş özgürlüğe dayanak olan. Yeter ki yanmasını bil! Dumanın bulut olur. Yeter ki yak. Nerede ateş, orada su. Nerede su, orada ateş. İşte ne tuhaf bir kimya. Sükûnetin en keskin feryadıdır hakikat. Özlemektir, beklemektir. Ne adres aramak, ne adres sormak; sadece adres olmaktır hakikat. Yolların en tenha yalnızlığında kalabalık bir maveraya tutunmaktır. Hakikat avuçlarımıza kalandır gündeşte… Hakikatin vahasında suyun serabıdır Zehra. Her adımında kumlar sesi ile yanar tutuşur. Seni susarak özlemeyi bahşettin. Susarak özlemek zamanını üflüyor ruhumun derhizlerine. Dille susmak, yürekle susmak ve susmak. Sahi, sustuğun yerde başlamaz mı yaşamak? Sustuğun vakitlerde aralanmaz mı sana surları oymalı kapıları?
Susmak nedir bilir misin; susmak halvetti surda. Susmak En El- Hak’tı Zehra’da ve susmak visal orucuydu maşukta, iftarı şahadet şerbeti ile açılan. Suskunuz, kin ve garazdan uzaktayız. Biraz dargın, biraz da boz bulanığız; o kadar. Aldatıldık biz de hakikati bulma yolunda. Ama yolu da terk etmedik kıblemizi buluncaya denk. Hem vuslat hem hicransın inci yüreklim. Kah sinede boy gösteren, kah ruhta ortaya çıkıveren, kah hicrana yönelen. Gece yolcularının meşalesi, gel ve gönül yarası olanların ayağındaki zinciri kır. Hem yol kesensin hem de rehber. Senin hakikatin küllerinden doğan Zümrüt-ü Anka deryadan daha çok olan inci, gündüzün aydınlığı, gam gideren neşe, Nuh’un nefesi ruhun, hevesi, yaralıya merhem, nehirde akan su, kum tanesinin inciye dönüşmüş hali ve gök küreye sığmayan Güneş…
Têkoşîn Amed