İnsanlık tarihinin önemli süreçlerinden birini yaşıyoruz. Eskiye ait değerler sorgulanırken, yeni yaşam alanına dönük arayışlar gelişiyor ve bu arayışlar kapitalist sistemin dayanaklarını temellerinden sarsıyor. Ulus devlet yapılanmasının toplumsal gelişimi engellemesi, bilim-teknik alanındaki gelişmeler, bu toplumsal arayışın sebeplerinden olurken, özünde komünal yaşam değerlerinin ataerkil, egemen sistem karşısında bir özgürlük potansiyeli olarak varlığını sürdürmesi ve uygun koşullarda yeniden yaşam bulmasının ifadesi oluyor. Bu anlamda doğaya ve insana yabancılaşmayı getiren devletçi, hiyerarşik yapılanmalar yerine yerelde küçük ve özgün örgütlenmeler ile her türlü toplumsal formun yaşam koşullarına ulaşması, halkların dayattığı yaygın bir durum oldu. Bu anlamda gelişmeleri, özgürlük eğiliminin toplumsallaşması olarak tanımlamak yerinde olacaktır.
Bunun yanında toplumsal özgürlük arayışı, soyut istemler ve idealler olmayı aşarak somut çözüm modelleri ile ifade edilen bir gerçeklik haline geldi. Buna göre yerelden doğrudan demokrasinin işletilebileceği, halk meclisleri tarzındaki örgütlenmeler ve sivil toplum örgütleri yaygın bir alana kavuştu. Çok çeşitli toplumsal kesimlerin en küçük yerleşim merkezlerinden kentlere kadar ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel sanatsal vb. alanlarda ortak anlayışa ulaşmak üzere bir araya gelmesi, sorunlarına çözüm üretmesi, ihtiyaçlarını karşılaması, gelişmeyi, güçlenmeyi sağlaması çağımızın karakterine uygun bir seyirde gelişiyor. Buna göre sisteme alternatif olmaya çalışan birçok hareket ve kendiliğinden oluşan dinamik halk ve kadın platformları, son yıllarda bu arayışlar temelinde geniş zeminlerde bir araya geliyor. Ve evrenselleşen değerlerin kazanımlarını bilince çıkarmaya çalışıyor.
Buna karşı egemen güçler de yaşanan sistem tıkanmasını kendi lehine aşmaya çalışıyor. Kapital düzen, halkların özgürlük eğiliminin ulaştığı kapsamlı ve derinlikli düzeyi durdurmayı veya bastırmayı sağlayamadı. Ama çağın yükselen değerlerini kendi çıkarlarının kapsamına yerleştirerek kullanmaya çalışıyor. Yeni dünya stratejisini bu esaslara dayandırırken, mevcut tıkanmış düzeni aşmak için savaş dahil tüm şiddet tekniklerini devreye koyuyor. 11 Eylül olayları, bu stratejinin uygulamaya konulmasının startı olmuştur. Asya ve Ortadoğu’ya yapılan müdahaleler, totaliter, statükocu devlet yapılarını hedefledi. Yine demokrasi, insan hakları, kadın hakları, yerel örgütlenme, sivil toplum örgütlerinin geliştirilmesi gibi argümanların ön plana çıkarılması, sistemin yeni bir versiyonla çıkış yapma arayışının ifadesi oldu. Egemenliğin küreselleştirilmesi temelinde sermaye merkezlerinin büyütülerek, devletlerin küçültülüp temel demokratik ilkelere duyarlı kılınması sağlanmaya çalışıldı. Buna göre farklı kültürlerin veya toplumsal kesimlerin örgütlenme imkanı gelişse de ideolojisiz ve küçük örgütlülükler olarak kalmaları sağlanarak, egemen sistemin sömürü amaçlarına karşı engel olmaktan çıkarılmaya çalışılıyor.
Yani yerelde kendini ifade edebilen gruplar, belli bir tatmini yaşayarak daha çok elit olan sermaye çarkının sömürüsünden bihaber edilecektir. Halkların özgürlük eğilimi, en küçük özgün oluşumlara kadar kendi ihtiyaçlarını ortak ekonomik, siyasal, kültürel, sanatsal, sosyal vb. alanlarda örgütleme mekanizmalarını sağlamayı esas alırken, bazı avantajları değerlendirmesi elbette ki önemlidir. Ancak sistem içi yapılar olmaktan kurtulamayıp, sistemi besleme riskinin var olduğunu da gözden kaçırmamaları gerekir. Devletçi, iktidarcı ataerkil sistemin halklara sunduğu avantajlı koşullar, halkların özgürlük potansiyelinin yarattığı baskının bir kazanımı olarak ele alınabileceği gibi sistemin, egemen güçlerin çıkarları etrafında örgütlendiği gerçeğinden hareketle, halkların daha büyük sömürü düzenleri için belli dar alanlarda pasifize edilmesinin araçları olarak değerlendirebileceğini de tespit etmek mümkündür. Bu durumda ortaya çıkan gelişim avantajları egemen sisteme hangi sınırlarda çarpıyor? Hangi amaçlar etrafında içerik ve biçim kazanıyor? Özgürleşme eğilimine nerede ket vuruluyor? Bu sorular temelinde egemen sistem karşısında özgür yaşam alanlarını korumanın ve güçlendirmenin yol yöntemlerini bulma ve geliştirmenin ihtiyacı açığa çıkıyor.
Konfederalizm, Devlete Alternatiftir
Elbette halklar ortak platformlarda buluşmalı, küresel sermayeye karşı örgütlenme arayışının içine girmelidir. Ve konfederal yaşamın kapsam kazanması için mücadele edilmelidir. Ancak dönemsel olan ve bazı temel amaçları içeren bu girişimler, egemen sistemin basın-yayın, sanat vb. kanallar aracılığıyla geliştirdiği saldırı bombardımanı karşısında yetersiz kalacaktır. Yaşamın tüm alanlarında örgütlenerek ortaklaşmayı sağlamanın, daha kalıcı ve güçlü bir karşılamayı sağlayacağı açıktır. Bunun farklı coğrafyalarda farklı ifadelere kavuşacağı da ayrı bir gerçektir. Her toplumsal gerçeklik, kendi yapısına uygun çözümler geliştirecektir.
Ortadoğu’nun jeopolitik konumu gereği çok stratejik bir öneme sahip olan Kürdistan’da Rêber Apo’nun geliştirdiği demokratik konfederal model, tüm Ortadoğu halklarının özgür yaşamını kapsayan bir derinliğe sahiptir. Kürdistan halkının ortak değerler etrafında buluşması kadar Ortadoğu halkları arasında milliyetçi kördüğümlerin aşılması, Ortadoğu’nun tarihsel toplumsal değerlerini yaşatıp geliştirecek zeminlerin oluşturulması açısından da son derece hayati ve acil bir ihtiyaçtır. Demokratik Konfederalizm örgütlülüğü, devlet yapılanmasına alternatif bir halk örgütlülüğüdür.
Halkı yönetme yetkisini dar bir elit kesimde tutan devlet yapılanmasına mesafeli durarak, en bağlayıcı yetkilerin halkta olduğu, halkın kendi adına konuştuğu, kendi adına siyaset yaptığı ve her türlü ihtiyacı doğrultusunda örgütleme zeminlerini geliştirdiği model demokratik konfederal sistem olmaktadır. Köylerde, mahallelerde ve kentlerde tüm halkın doğrudan katılımını sağlayacak meclisler oluşturma bu anlamda herkesi örgütlü yeni yaşam alanına katma temel hedeftir.
Demokratik konfederal yapının en üstünde yer alan organ, halkın temel kararlarına bağlıdır. Demokratik konfederalizm, sistem dengelerinin dışında alternatif bir oluşum olarak şekillenir. Ve yaşam bulduğu alanlar genişledikçe, şiddete ilkesel olarak başvurmaz. Ve böylece devletin halk iradesine karşı elit olan varlığını geçersiz bir hale getirir. Devlet olgusu, egemenler tarafından, halk iradesini temsil etmenin, güvenliği sağlamanın, ekonomik düzeni oluşturmanın zorunlu ihtiyacı olarak gösterilse de özünde halk iradesine el koyan, güvenliğini tehdit eden ve sınıflaşmayı yaratmanın temel kaynağıdır. Demokratik Konfederalizmin gelişmesi, bu gerçeğin tüm ayrıntılarıyla deşifre olmasını sağlayacaktır.
Konfederal yapılar, her zeminde ve coğrafyada aynı biçimde uygulamaya girmez. Demokratik, barışçıl temelde, yaşamın tüm alanlarında gelişen özgün örgütlenmelerin, geniş alanlarda yatay örgütlenme ağı ile ortak paydalarda buluşması amacına dayanır. Bununla birlikte, rengini, biçimini, üslubunu toplumsal gerçeklikten alır. Tarihsel birikimin geliştirdiği yaşam kültürünü, dilini, ahlaki değerlerini, üslubunu, davranış biçimini yani toplumsal dokuyu oluşturur. Ve bunun getirdiği özgün bir ifade biçimi de vardır. Soyut doğrular ne kadar akılcı olurlarsa olsun bu toplumsal dokuya uymadığı sürece yaşam bulamaz. Halk adına hareket eden öncü güçler, halkın bu toplumsal dokusuna saygılı olmak durumundadır. Bu anlamda konfederalizm gibi halkın temel ihtiyaçlarına cevap olabilecek formüller üzerinden hareket edilse de yaşam alanlarını ayrıntılarına kadar belirlemek gibi kendini merkeze alan yaklaşımlar, pratikte yaşamın diline uymayan, elit sonuçlar doğurur. Bu durum toplumsal dokuyla uyuşmazlığa sebep olur ve uzun vadeli gelişmelere yol açmaz. Bu sebeple destek ve hizmet verme anlayışını aşmadan, aydınlatma ve kendi ayakları üzerinde durabileceği zamana kadar korumayı sağlama yaklaşımını, temel bir anlayış olarak benimsemek gerekir.
Halkın kendi ihtiyaçlarını karşılama yollarını bulacağına güvenmek önemlidir. Nitekim insanlık tarihi, halkların kendi yaşam yollarını her seferinde bulabildiğinin örnekleri ile doludur. Konfederal örgütlenme modelleri de tarihte farklı farklı coğrafyalarda halkın ihtiyaçları doğrultusunda birçok kez uygulanmıştır. Neolitik değerlerin yoğunca etkisi altında olan Kürt halkı da bu tür deneyimlere sahiptir. İlk olarak baskıcı ve despot olan sömürgeci yönetime karşı başkaldırı amacıyla, aşiretlerin birleşmesi ile bir araya gelen Kürtler, aynı zamanda halk olma sürecini de yaşadı. Med konfederasyonu olarak ifade edilen bu örgütlenme, Kürt halkının devlet olmaksızın uzun süre bağımsız bir oluşum olarak kalmasını sağladı.
Yine bir konfederasyon olan Asuri ve Ermeni halklarıyla ortak geliştirilen Komagenê örgütlenmesi de konfederal modelin öz yapısına uygundur. Nitekim Kürt halkının tarih boyunca, bağımsız, güçlü ve birçok açıdan verimli olduğu zamanlar yaşadığı bu konfederal dönemler olmuştur. Diğer bir ifadeyle, devletleşmeye ihtiyaç duymadan, her seferinde farklı grupların bir araya gelmesiyle oluşturulan konfederal örgütlenmeler, halk olarak varlığını dağılmadan binlerce yıl sürdürebilmesinin de garantisi haline gelmiştir. Bu da gösteriyor ki konfederalizm, egemenlerin devlet oluşumundan ayrıdır. Halkların öz örgütlenme modeli olarak tespit etmek ve çağımızda demokratik konfederal yapılarla halkın kendi ihtiyaçlarını örgütlemesinin bilincini geliştirmek ve zeminini oluşturmak doğru bir yaklaşımdır.
Konfederalizm, Kadının Modelidir
Newroz’da ilan edilen demokratik konfederalizmi bu anlayışla sahiplenen kadınlar, konfederal sistemin yaşam bulmasında da belirleyicidir. Kürt kadınları, halkımızın özgürlük mücadelesinde öncülük misyonuna sahiptir. Yine konfederal örgütlenmenin, kadın kimliğine yatkınlığı açısından da bu bilincin gelişmesi oldukça önemlidir. Demokratik konfederal yapının, insan, doğa ilişkisi ve temel yaşam felsefesi ele alındığında, erkek egemen sistemin aşılarak, doğal topluma ve dolayısıyla kadın eksenli yaşam formuna ulaşmanın ifadesi olduğu aşikardır. Halkların, egemenlerin devlet yapılanmasının dışına çıkarak örgütlenmesi, komünal toplum gerçekliğinin direnen ruhu olduğundan, emekle yaratan ve çevresindeki tüm canlılara karşı duyarlılığı esas alan bir yaşam anlayışına dayanarak şekillenir. Ancak bu kendiliğinden gelişmez. Toplum bunun potansiyelini taşısa da harekete geçme bilinci ve en uygun zeminlerde güçlü çıkışlarla öncülük yapmanın önemi vardır. Örgütlü kadın gücünün kendi zemininde geliştireceği aydınlanma ve örgütlenme kapasitesi, tüm toplumsal yapıyı harekete geçirmenin kaynağı olmayı sağlayabilir. Uygarlık karşısında en mağdur durumda olan kadınlardan başlayan özgürlük dalgası, doğal olarak en köklü sorgulamaları doğurur. Zaten bu sebepten özgürlük mücadelemizin temel stratejisi, kadın özgürlük mücadelesine dayanır.
Özgürlük değerlerini ortaya çıkarmanın yanı sıra ne yapmalı gerekliliğinin bilincine ulaşmak da zorunludur. Ayrıca redleri de doğru tespit etmek ve zihniyette dönüşüm sağlama temelinde yeniyi geliştirmek de son derece önemli olmaktadır. Ataerkil karakterin, kadın eksenli yaşamın değerlerine karşıtlık üzerinden gelişen devletçi yapıları, halkı daha kolay yönetmek için yoğun bir zihinsel asimilasyona uğratmanın araçlarını güçlü geliştirdiler. Öyle ki sistemin sürdürücüleri konumuna gelen kadınlar bile mevcut durumda farklı bir yaşam tarzının olabileceğinin bilincini kazanmaya muhtaç durumdadır. Tarih boyunca yaşamın dışına, kenarına, köşesine itilen ve erkeklerin her türlü ihtiyacını gidermenin aracı haline getirilen kadınlar, kapitalist sistemle beraber toplumsal yaşama katılsa da sistemi besleme konumunu güçlendirmekten öteye gidemedi. Kadınların sistem karşıtı daha örgütlü olarak mücadele etme düzeyleri de kuşkusuz gelişti. Ama kadınlar objektif olarak yetersiz duruşlar ve sistemin çok bilinçli yönelimleri yüzünden toplumsallaşma kapasitesine ulaşamadı. Bu temelde kadınların öz örgütlenme alanlarını geliştirmesi, kadın kimliğine sahip çıkmanın ve halkların özgür yarınlara ulaşmasının temel dinamiği olmayı da ifade ediyor.
Uygarlığın iktidar eksenli dengelerinin dışında şekillenecek olan demokratik konfederal örgütlenme modeli, barışçıl demokratik, doğayla uyumlu yapılanmasıyla, kadınların kendisini en fazla bulabileceği örgütlenme tarzıdır. Kadınların bu anlayış temelindeki katılımı nitelik ve kapsam kazandıkça demokratik konfederalizm gerçek rengini bulacaktır. Kadınların renkli, değişken, üretken ama aynı zamanda sade tamamlayıcı olan karmaşık yapılanmalarıyla, kendilerini tekdüze, tek tipçi, tekelci yapılarda değil, dişil doğanın her türlü çeşitliliği belli bir uyumla barındıran yapısına uygun ekolojik demokratik anlayışla örgütlenen karmaşık örgütlenmelerde ifade edebileceği bir gerçektir. Bu gerçeklik uygulama alanı bulduğu oranda komünal toplum yapılanması da belirginlik kazanacaktır. Demokratik konfederasyon örgütlenmesiyle açıklık kazanan özgür kadın kimliği, devletin gereksizleşmesini sağlayacağı gibi erkek egemen zihniyetin de zemin bulmasını engelleyecektir. Bu anlamda gelişen özgür kadın kimliği köle kadının ve kadın katliamlarının panzehiri olacaktır.
Diğer yandan atarerkil sisteme karşı kadının düşünsel, duygusal, yaşamsal öz tanımına ulaşabilmek ve bu temelde erkek egemen zihniyete karşı güçlü bir mücadeleye sahip olabilmek açısından, kadınların kendi aralarında kuracağı demokratik konfederal örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Köy, mahalle, kasaba ve kentlerde kadınlık bilincini kazanmaktan, kendi ayakları üzerinde durmanın maddi gücünü yaratmaya, çocuk bakımından, dış dünya ile ilişkli ve paylaşımlara, yaşamın estetize edilmesinden, aile sorunlarına, komşuluk ilişkilerinden, yaşadığımız topraklarda insanlığı tehdit eden egemenlikçi saldırılara kadar her türlü ekonomik, sosyal, siyasal, sanatsal, eğitimsel ihtiyaçlarını giderme temelinde kadın meclislerini yaygınlaştırmak gerekir. Bu meclislerin oluşturacağı yaygın örgütlülük, aynı zamanda kadınların en temel sorunları olan örgütsüzlüğü gidereceği gibi tüm yerel grupların geniş alanlarda sağlayacağı konfederasyonlar, erkek egemen sisteme karşı, güçlü bir duruşu da sağlayacaktır. Bu anlamda Kürt kadınlarının ortak değerler etrafında kadın konfederasyonunu oluşturması vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bununla beraber, dil, din, ırk, mezhep, kültür ayrımı yapmaksızın, Ortadoğu kadınlarının genelini kapsayabilecek, Ortadoğu kadınları konfederasyonu, daha güçlü zeminleri sağlamakla kalmaz, halklar arasında kördüğüm olan çelişki ve çatışmalara yol açan, etnik, dini, kültürel milliyetçiliğe karşı da alternatif bir yaşam alanı yaratacaktır. Asuri, Ermeni, Türk, Kürt, Arap, Fars ve diğer kadınların örgütlü ve özgür birliği, savaşların ve şiddetin engellenmesi, barışçıl, demokratik, yaşamın gelişmesi demektir. Bu sebeple elbette ki tüm imkanları kullanarak bu mücadeleye katılmak zorunludur.
Kadın özgürlük hareketi olarak bu mücadele de aktif bir rol oynama potansiyeline sahibiz. Mücadele tarihimizin kazandırdığı deneyim ve birikimle birlikte, özgürlük bilincinde derinleşme ve kararlaşma düzeyine sahibiz. Bu temelde kadın hareketi kurultayımızda mevcut örgütsel yapılanmalarımızı, konfederal bir anlayış temelinde ortak bir örgütlülüğe ulaştırarak, bir çatı örgütü olan Koma Jinên Bilind topluluğunda kararlaşmaya ulaştık. İdeolojik, toplumsal ve meşru savunma alanlarında çeşitli, özgün, özerk ve bağımsız örgütlülüklerin bileşiminden oluşan KJB, özgürlük iddiamızın düzeyini de ifade ediyor. Demokratik kadın konfederasyonunu, yerelden başlatarak genelleştirmek kuşkusuz ki en doğru çalışma yöntemidir. Hareket olarak bunu esas almakla birlikte, konfederal topluluğa ulaşma bilinci temelinde yerelin örgütlenme zeminlerini oluşturma, kendi kendini örgütlemeye teşvik etmede anlayış birliğini sağlayan ve kolaylaştırıcı olan bir etken olmaktadır. Örgütlü olan tüm yapılarımızın kendini bu temelde örgütlemesi, ideolojik yaklaşımımız açısından olduğu kadar toplumsal örgütlenmeye öncülük etme misyonu açısından da doğru olacaktır. Bu amacımızın toplumsallaşma düzeyi, özgür yaşam alanlarının gelişme düzeyini de arttıracaktır. Bunun zeminin güçlü olduğu her geçen gün daha çok açığa çıkıyor. Ve bu doğrultuda iddiamız ve kararlılığımız sonsuz bir biçimde gelişiyor.
Tekoşin Ozan