İçinde bulunduğumuz yüzyılda her şeyi hegemonyası altına almaya çalışan kapitalist modernite, egemen erkek zihniyete hizmet eden bilimi de kendine bağlayarak iktidarına hizmet eder konuma getirdi. Kendine bağladığı bilim ile doğaya ve kadına hükmetmeyi, toplumu denetimi altına almayı olmazsa olmazı olarak ele almıştır. Derinlikli bir araştırma yaptığımızda, kapitalist modernitenin oluşum ham maddelerinin hegemonya, baskı, sömürü, aşırı kar, tahakküm, şiddet ve iktidar olduğunu görürüz. Toplamda bunların hepsi kapitalist ataerkil zihniyetin hamurunu oluşturur.
Kısaca bilim; evreni deneysel yöntemlerle, gözlem ve gözleme dayalı akıl yürüterek dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan çalışma olarak tanımlanır. Önderlik, en gelişkin anlam yorumu olarak tanımlar bilimi. En gelişkin anlam yorumuna sahip olmak kolay olmasa gerek. Özellikle bilinen, bilinmeyen, bilinmesi gereken ve bilinebilecek olan evrenin her şeyi bilimin kapsamı alanına girer. Güçlü bir yaşam deneyimine sahip, bütünlüklü bir bakış açısına sahip, doğayla bağını koparmayanlar evreni en gelişkin anlam yorumuyla tanımlar. Aksi durumda eksik ve yarım olur.
Her ne kadar bilimin oluşumunu, egemen erkek uygarlık kendisinden başlatsa da esas olarak toplumsallaşmanın başladığı dönemde gelişir. Bu dönemde doğa ile bağını koparmamış, bütünlükçü bir zihniyet yapılanmasına sahip olan insan her şeyi doğa anadan öğrenir. Doğa anadan öğrendiği bilgiyi, deneme yanılma, gözlem ve sezgi yoluyla bilime dönüştürür. Bilge kadın doğanın gizemini ve sırlarını ilk keşfetmeye başlayandır. Bu açıdan en gelişkin anlam yorumcusudur da diyebiliriz. Özellikle doğadan edindiği ve deneyimlediği her şeyi toplumun yararı için kullandı. Bu yaklaşımıyla bilge kadın elinde bulunan bilgi ve bilimi hem toplumun hizmetine sunmuş hem de topluma mal etmiştir.
Bilge kadının büyücü olarak tanımlanır. Burada tanımlanan büyücülük günümüzdeki gibi değildir. Esasında toplumun güçlenme denemesidir. Önderlik, büyücülüğü bilimin anası olarak tanımlar. Sürekli doğayı gözetleyen, onda yaşam bulan, doğumu tanıyan, doğanın sırlarını keşfeden ve doğal güçleri elinde bulunduran kadın bu toplum tarzının bilgesidir. Özcesi bilgisini doğadan edinir. Yeri ve göğü iyi gözlemler. Göksel hareketleri iyi takip ederek ilhamını güneş, ay ve yıldızların hareketinden, kuşların uçuşundan, mevsimlerin değişiminden, bitkilerin, ağaçların büyümesinden ve meyve vermesinden alır.
O dönemdeki bilinç düzeyi büyücülük biçiminde pratikleşir. Yaşam pratiği gereği doğal toplumda gelişen her şeyi en iyi bilen kadındır. Büyücülerin daha çok kadın olması da bu gerçeğin ifadesidir. Görüldüğü gibi henüz devlet ve ataerkil zihniyetin açığa çıkmadığı dönemde bilim toplumundur. Bilim toplum için olduğundan, toplumun çıkarları ve ihtiyaçları temelinde kullanılır.
Uygarlığın gelişimiyle birlikte yaşamın en gelişkin anlam yorumcusu olan bilge kadın, bilimden ve yaşamdan kopartılır erkek tarafından. Ataerkil zihniyete göre şekillenen ve hizmet eden bilim de artık kadının yeri yoktur. Hatta bilge kadın katledilmesi gereken, yok edilmesi gereken büyücü ve cadıdır. Erkek yüzyıllar boyunca kendi denetiminde olmayan bilgiyi elinden bulunduran ve toplum için kullanan kadını katleder.
Büyük bir aşkla, umutla Jineolojî ile hakikate ulaşmak
Düşünce ve fikir dünyasını kadına kapatan egemen erkek zihniyet, nasıl felsefe dünyasını kadına kapattıysa bilim dünyasını da aynı zihniyetle kapatmıştır. Özellikle pozitivist bilimle kadını kendi hakikatinden tamamen uzaklaştırır. Kadın kendi olmaktan yani xwebunlaşmaktan çıkarılarak erkeğe göre yaratılır. Kadını yok saymakla birlikte bir dönemi yani doğal toplum dönemini de yok sayarak bütün kazanımların ve emeğin üzerine oturur egemen erkek.
Kadını içerisinde bulundurmayan, tanımayan bilimi cinsiyetçi olarak tanımlayabiliriz. Cinsiyetçilikle adeta bütünleşir, tabii bunun yanında dincilikten de beslenir. Kadına biçilen toplumsal cinsiyetçi rol pozitivist bilim ile daha da derinleştirilir. Kadının hakikatiyle alakalı olmayan, onun aleyhine olan her şey bilimsel kılıfa büründürülerek yaygınlaştırılır.
Uygarlık tarihinin başlangıcından itibaren bilimle uğraşan ama bilim dünyasına girememiş yetenekli ve birçok buluşun öncülüğünü yapan kadınların emeğine erkekler el koymuştur. Bunların emeklerinin görünür kılınması gerekmektedir. Bilim dünyasına girmiş ve isimleri günümüze kadar ulaşan bilim kadınları ise tıpkı felsefe dünyasına girmeye çalışan kadınlarla hemen hemen aynı kaderi paylaşır. Ya babaları ya da eşleri okumalarının önünü açmıştır.
Özellikle 17. yüzyılda egemen erkek zihniyetli bilim dünyası, yöntemiyle özne- nesne arasındaki ayrımı daha da derinleştirir. Bu kadın- erkek arasındaki tanımlamalara da yansır. Açık bir biçimde kutuplaşma yaşanır. Diğer bir yön kapitalist modernitenin ihtiyaç duyduğu bir şekilde bilimsel bir dille kadını “yapısı ve yeteneği gereği” eve, erkeği de “aklı ve gücü” gereği iş ve bilim alanına gönderir.
Sonuç yerine, esas olarak bilim dünyası cinsiyetçi kodlarla döşenerek, kadına ait yaşamın her alanında bağ ve ağlar oluşturuldu. Ve kadının hem zihniyet olarak hem de fiziki olarak hiçbir şey yapamayacağının dayanakları geliştirilir. Tüm zorluklara ve engellemelere rağmen kadın zaman ve mekanı doğru yaratarak yılmadan mücadelesini yürütür. Bilge kadının bilgelik damarını diri tutarak direngen bir duruş sergiler. Örneğin kimi yerde diri diri yakılarak, kimi yerde derisi yüzülerek kimi yerde de giyotinle başı kesilerek bedel ödemeyi göze almışlardır. Her koşul altında, kendi canına mal olsa da elde ettiği bilgiyi büyük bir aşkla ve sevgiyle toplumun hizmetine sunduğu için mutludur, başı diktir. Ardılları büyük bir aşkla, umutla Jineolojî ile hakikate ulaşmak için yola devam etmektedir.
Ronahi Malatya