Sınırlar konuldu dört bir yanımıza. Nereye döndüysek bu sınırlara çarptık. Yaşam alanım daraltıldı, ruhum nefes alamaz duruma geldi. Bedenim aynı tarihte yaşanan Tiamat ananın parçalanması gibi, ben de parçalara ayrıldım. Tarih tekerrür ediyordu. Bu derin vadilerin adı olan evrenden kopardı. Dört duvar arasına konup kendimden uzaklaştırıldım. Doğayla, toplumla, çocuklarımla aramda duvarlar örüldü.
Bu sınırlarla günler geçtikçe yıllar da arkasından geldi ve geride kalan her yerde konuşmama izin verilmedi. Boğdurulmak istendim etrafımdaki sınırlarla. Toplumda gelişen formlarla nefes alanımda eller boğazımı sıkmaya başladı. Zihnime sınırlar konularak fiziğime de ölüler verildi. Toplumda öyle keskin engeller konuldu ki bunları aşmayı bırak, düşünmeme bile izin verilmedi. Her yönden bana saldırılar gelişti, her seferinde direndim ama baş eğmeyip dizimi kırmadım.
Ne kadar bu saldırılar karşısında bedenim yüreğimin haykırışlarına dar gelse de, bunu kabul etmeyip, bir çağlayan nehri gibi akmak istese de, yaratılan yasaklarla haykırışlarım içinde kalıp benliğimi dövmeye devam ediyordu.
Ben evrenin çocuğu, doğanın kızı, toplumsallığın mekanıydım. İlkler bir kadında yaşandığı gibi benim bedenimde de her an yaşanmaya devam etti. Çünkü ben Mezopotamya’nın coğrafyası, Kürdistan’dım. Bedenimden hayat bulan kızlarımı ve oğullarımı kendi ellerimle büyüttüm, öz sütümle besledim ve bugünlere getirdim. Bedenimde (yani toprağımda) yürütülen her bir savaş, insanlığın özgürlüğü için yapılan bir savaştı.
Kızlarımın ve oğullarımın kendilerini, toplumsallığı savunmak için verdiği öz savunma savaşıydı. Daha özgür yarınların gelmesi için ve evlatlarıyla yaşamaya ant içti bu topraklar. Yeri geldiğinde evlatları kendi kanlarıyla toprak ananın tarih sayfalarına kalem olup akan kanlarıyla bağrında gelişen toplumsallığı-ahlakı politikayı-güzelliği ve bununla birlikte estetiği yarattığını yazıya dökmeye başladı. Kadın konuştu-yazdı. Kendisi konuştu, kadın yazdı. Bu toprakların kadim halkı sessiz kılınırken, bu toprakların evlatları güneşin bir daha doğacağını biliyorlardı.
Güneş doğdu, ateşin aydınlığı etrafı tekrardan ısıtmaya başladı. Yağmur yağdı, topraktaki tohumu dölledi ve rüzgarın esmesiyle toprak çatladı, tohumumuz filizlenip yüzünü güneşe döndü. Yağan yağmur yumuşattı, rüzgar hırçınlaştırdı, doğan güneş şaha kaldırdı. Büyüdü, insanlığın özünü açığa çıkardı, bunun bilinciyle yeni bir bakış açısı yarattı. Bu toplumsal hafızaydı. Bu hafıza açığa çıktıkça etrafımızda çizilen sınırlar yerle bir olmaya, adımlar bu sınırı aşmanın mücadelesine girişti. Bu hafıza güneş gibi doğdu Mezopotamya topraklarında.
Yıl 1978’de, çizilen sınırların zihniyetinde bir mayın gibi patladı. Önce Kürt yok söylemi ‘Kürdistan sömürgedir’ kavramıyla suikaste uğradı. Kürdistan sömürgedir kavramıyla yaratılan büyü bozuldu ve uyuyan gerçeklik gözler önüne çıktı. Kuru bir odunu yeşertmek ne kadar zorsa, zorlu olanı başarmak da yeni bir tılsımdı Kürt halkı içerisinde. Özgür Kürdistan hayali büyüdü, bu destan ile Kürt halkında yeni bir zihniyet şekil almaya başladı. Kendi özüne dönüş geliştikçe bu uyanışla akın akın Kürt kızları ve oğulları akmaya başladılar. Güneşin özüne, merkezine. Artık uyanış bir kere başlamıştı, aşk öyle bir şeydi ki ya içinde olacaktın-merkezinde ya da dışında olacaktın-kıyısında. Bu toprağın üzerinde yaşayan halklar da bu bilinçle hareket ettiler ve özgür yarınlar için kendi canlarından olan öz evlatlarını verdiler özgürlük davasına. Körpe canlar yürüdü bu uğurda. Uyandılar, güçlü uyandılar, sahiplendiler canlarını ortaya koyarak, artık başkalarının askeri olmamanın öz varlığı ve toplumsallığı için mücadele vermesi gerektiğini bu sefer yaşayarak öğrendiler.
Tarih 15 Ağustos 1984 yılı…
Etrafta ölüm sessizliği hüküm sürüyor. Fırtına öncesi sessizlik gibi, ürkek ürkek birbirine bakan gözler ama konuşmaktan çekinen, korkan sessizlik. Bu gece uyuyan Kürtlük uykudan uyanıp, cin şişeden çıkacak ve bütün dünya Kürtlerin özgürlük haykırışını duyacak, bütün çıplaklığıyla. Gözleri aldatmak için yaratılan yalan yanlış parlaklıklar yerle bir olacak. Kuş yuvadan uçup Kürdistan dağlarına konacak bu gece. Beyinlerde yaratılan mevziler, bu gece cehennem olacak söylemi yerle bir olacak bu yalan dolan zihniyetle. Yeni bir çocuk doğacaktı bu gece, bu doğumu pratikleştirecek olan yöntem de silahlı mücadeleydi.
İlk mermi sıkıldı akan sular durdu. Yaratılan ezberler bozuldu, yaratılan yanlış hafıza çöktü. Kürtler kendilerine döndüler ve kendilerini aramaya başladılar, bulmanın mücadelesine giriştiler. Parçalanmış bedenin birlikteliği için sıkılan bir mermiydi. Bugün sıkılan ilk kurşun alışkanlıkları, köhnemişlikleri yakmaya başladı. Bu ilk mermiyle kadın uyandı. Büyük bir özlemle, arzuyla, heyecanla yürüdü özünde gizli kalan hakikatin üzerine.
Bir bir engelleri aşmanın onurunu, erdemini, yüceliğini yaşadı kendi şahsında. Olmazlara, kadınsın yapamazsın sözüne karşı ayaklandı, aktı aynı su misali PKK saflarına. PKK’yi kendi özünde, kendi özünü de PKK’de gördü ve adımını attı kaybolan hafızasını bulmak için. Bu sahipleniş mücadeleye, mücadele emeğe, emek fedakarlığa dönüşerek yürüdü zorlukların üzerine. Engeller aşılmaya başlandı, sessiz gülüşler kahkahaya dönüştü. Gözlerde özgürlük pırıltıları, yüreklerde kadın olmanın özlemi, bilinçlerde geçmiş tarihin zihniyetine bir cevaptı kadının bu uyanıştaki cevabı.
İlk kurşun bir uyanışa, uyanış yürümeye, yürüyüş mücadeleye, mücadele özgürlüğe yol aldırdı. Diriliş günümüzde de devam ediyor, daha güçlü bir sistem olarak tarih sayfalarında Kürt ve Kürdistanlı kadınların direnişini savaşarak yazmaya başladılar. Silah elinde, mevziden mevziye koştu. Tarihte rolünü oynayan kadın kendi gücünün, politik duruşunun, ahlaki mücadelesinin bilinciyle sorumluluklarını yerine getirmenin hakikatine yol almaya başladı.
Bugünün anısıyla kadınlar akın akın yürüdüler kaybolan gerçeklerini bulmaya. Bu yolda bir çok kadın yoldaşımız şehit düştü. Bizler onların ardılları olarak intikamlarını almak için ant içtik ve yürüdük. Önderliğimiz, “Sara’nın mücadelesi Kadın Özgürlük Mücadelesidir” dedi. Bu da bize bu gerçeği söylüyor. Tarih bilincimizin ne kadar güçlü olduğunu ve kadınlar ulusu olarak tarihimize sahip çıkmamız gerektiğini söyledi. Biz de bu bilinçle düştük özgürlük yollarına, hakikatin kapısına doğru yol almaya devam ettik. Büyük bir iddia ile. Kadınlar ulusu bu sefer uyandı ve tarihine, toplumuna sahip çıkarak yürüdü özgürlüğün bilinciyle. Yeni yüreklere umut, yeni açılan beyinlere zihniyet oldu verdiği mücadeleyle. Bu sefer sıkılan ilk mermiyle çocuğumuz doğdu ve adını özgürlük koyduk.
Dirok Kani