Değerli Arkadaşlar
PAJK Zeynep Kınacı Akademi devre öğrencilerinin kadın devrimi konusuna ilişkin yürüttüğü tartışmalar ile araştırma amaçlı oluşturulan komisyonun yoğunlaşma ve tartışmalarını kaleme alan 21. Yüzyılda Kadın Devriminin imkan ve olanaklarını inceleyen broşür çalışmasını sunuyor, tüm mücadeleci kadınlara başarılar diliyoruz. PAJK Koordinasyonu
“Jin Jiyan Azadi İle Kadın Devrimine Doğru”
21.Yüzyılda Sistem Karşıtı Mücadele ve Kadın Direnişi
Önder APO 20. yüzyılın sonlarında 21.Yüzyılın kadın devrimleri yüzyılı olacağı öngörüsünde bulunmuş, çözümlemelerinde toplumsal ve tarihi olarak bu gerçeği ifade etmiştir. “Kaba sınıf baskısı ve sömürünün sona ermesi ve yine ezilen ulusların kaba sömürgeciliğinin aşılması (…) özgürlük problemine yeni boyutlar kazandırmış ve en alttaki cins olarak kadının kendini yüzeye vuracağı gerçeğini göstermiş bulunmaktadır.”[1]
“Bütün sorunların anası”, her türlü baskı ve sömürünün kök hücresi olarak kadın özgürlük sorununun yüzeye ulaşması toplumun eşitlik ve özgürlük mücadelesi bakımından tarihi, köklü devrimsel koşulların oluşması anlamına geliyor. Kadın özgürlük mücadelesini diğer sistem karşıtı hareketlerden farklı kılan temel niteliği, bütün toplumsal mücadeleleri (çevre, demokrasi, barış, emek, öz yönetim gibi) kapsama ve bütünlüklü kılma özelliğidir. Son 200 yıla damgasını vurmuş olan sınıf ve sömürgecilik karşıtı mücadeleler böylesi bir potansiyele sahip olmamıştır. Rêber Apo, “Kadın konusu sınıf ve ulus gerçekliğinden daha önemlidir. Hem tarihi hem de sosyal bakımdan kapsamlıdır. (…) 19. yüzyıl nasıl burjuva partilerinin, 20. yüzyıl emeğe dayalı partilerin yüzyılı olmuşsa, 21. yüzyıl da kadına dayalı partileşmenin yüzyılı olacaktır”[2] belirlemesinde bu gerçeğe de dikkat çekmektedir.
Devletli uygarlığın biriktirdiği ve kapitalizmle toplum kırım düzeyine varan sorunlar, derinleşen çelişkiler diyalektik biçimde karşı direniş, eylem ve örgütlenmelerin gelişmesini beraberinde getirmektedir. Binlerce yıldır uygarlık karşısında varlıklarını koruyan toplumsal yapıların direnişi sürerken, kapitalizmin gelişimi ile birlikte bu direnişin öncülüğünü sistem karşıtı güçler yapmaktalar. Sistem karşıtlığı kavramı daha çok Fransız devrimi ile gelişen halk hareketi, ardından gelişen işçi hareketleri, ulusal kurtuluş mücadeleleri, anti-faşist cepheleri ve kadın özgürlük mücadelesini ifade etmede kullanılmaktadır. 1968 gençlik devriminin liberalizm ve eski sola dönük eleştirileri temelinde sistem karşıtı mücadele yeni düşünce, örgütlenmelerle daha fazla çeşitlilik ve kapsam kazanır. Günümüzde feminizm ve kadın özgürlük hareketleri, ekolojik, anarşist hareketler, kültürel, etnik dini grupların sömürgecilik sonrası geliştirdikleri hareketler ile yeni sosyalizm, yeni sol ve modernist düşünceye alternatif üretmeye çalışan post-modernistler sistem karşıtı güçler kapsamında ele alınır.
Birçok cepheden kapitalizmin yarattığı ekolojik krize, ekonomik sorunlara, kadın kırımına, faşizan uygulamalara, savaş ve militarizme, ulus-devletlerin homojen toplum anlayışına karşı farklı kimliklerin var olması temelinde bir mücadele söz konusudur. Son on yılda finans kapitalin sebep olduğu krizlerin kadın kırım karakterine paralel biçimde direnişteki kadın öncülüğü daha belirgin hale geldi.
Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de faşist Türk rejimine karşı eylemlerde Kürdistan kadın özgürlük hareketi en etkin sistem karşıtı güç konumundaydı. Tüm baskı, katliam ve tutuklamalara karşı direniş zindanlarda, dağlarda, şehirlerde kesintisiz biçimde devam etmekte ve bu eylemlerde kadın rengi belirgindir. Faşist rejimin doğa katliamı, kadın kırımı, sol-sosyalist demokrat kesimlere dönük saldırıları protestolarda yine kadın rengi belirgindi.
3.Dünya Savaşı’nın mekanı olan Ortadoğu’da hareketimizin öncülüğünde gelişen direniş, DAİŞ’in yenilmesi ve kendi alternatif sistemini kurumlaştıran Rojava devrimi bu çağın en güçlü direnişini temsil etti. Bu direniş küresel çapta desteklere, katılımlara, sistem karşıtı ekolojik, feminist, demokratik hareketlere ilham kaynağı oldu. Kobanê direnişi ile başlayıp Türk devletinin Afrin, Serêkanî ve Girêspî işgallerine karşı hem meşru savunma kapsamındaki direnişe ve halk eylemliliğine katılarak hem de küresel çapta destek eylemleri ile devrim sahiplenildi. Meşru savunma savaşında ve halk eylemliliklerindeki kadın öncülüğü kadar sistem inşasının kadın özgürlükçü karakteri bu direniş ve devriminin kadın rengini belirgin kıldı. Ortadoğu’nun özgürleşen kadın sembolü haline gelen YPJ savaşçıları sanattan, sinemaya kadar birçok alanda etki yarattı.
Kadın özgürlük mücadelemizin 30 yılı aşan gelişimi ve Rojava ile somutlaşan kadın devrimi inşası Rojhilat serhildanları ile zirveye ulaştı. Kuşkusuz 2022 yılına damgasını vuran ve kadın mücadelesindeki yükselişi dünyaya gösteren Rojhilat Kürdistan’ı oldu. Bu serhildanlar Saqızlı bir Kürt kadını olan Jîna Emînî’nin ahlak polisleri tarafından katledilmesiyle başladı. Tüm topluma ve dünyaya yayılan kadın serhildanlarının Rojhilat Kürdistan’ında bu denli görkemli yükselişi elbet tesadüf değildi. İran’da önemli toplumsal ve devrimsel değişim dönemlerinde hep kadınlar belirgin aktördü. Günümüz İran İslami rejimi her ne kadar kadınların özgürlüğüne dönük büyük saldırılar içinde olsalar da toplumda kadın kültürünün gücü hep belirgindi. Ve bu serhildanlar Kürt kadının öncülüğünde Ortadoğu’dan başlayan bir kadın devriminin dünyayı nasıl etkilediğini ve nasıl bir toplumsal devrimin öncülüğünü yapabileceğini gösterdi.
20.yüzyılın başında İran’da Kadın Encümenleri adıyla örgütlenen kadın konseylerinden oluşan hareket mücadelesiyle kadın haklarına dair önemli kazanımlar elde etmişti. Ardından 1943 yılında kurulan kadın Cemiyeti kadınlara siyasi haklar verilmesi yönünde mücadele etti ve 1963’te kadınlar oy kullanma hakkı kazandı. Ancak kadın hakları 1979 İran İslam devrimi ile büyük darbe aldı. Ahmedi Necad döneminde ahlak polisi yani İrşad devriyeleri kuruldu. Bu devriyeler 2006’dan itibaren kadınları makyajları, kıyafetleri, başörtüsü gibi nedenlerle tutuklamaya başladı.
Ahlak polisi olarak hareket eden bu devriyeler 13 Eylül 2022 tarihinde Saqız kentinden Tahran’a giden Jîna Emînî adlı Kürt kadınını başörtüsünü uygun takmadığı gerekçesiyle gözaltına aldı ve ağır işkencelerde bulundu. Bunun üzerine hastaneye kaldırılan Jîna Emînî 16 Eylül tarihinde yaşamını yitirdi. Jîna Emînî’nin yaşamını yitirmesinden önce 3 Eylül 2022’de Urmiye’de Şilêr Resûlî adındaki Kürt kadını kendisine tecavüz etmeye çalışan adamdan kurtulmak içinin evinin balkonundan kendini atmış ve 5 gün hastanede tedavi gördükten sonra 8 Eylül’de yaşamını yitirmiştir. Şilêr Resûlî’nin yaşamını yitirmesiyle başlayan kadınların protestoları Jîna Emînî sonrası bir serhildana dönüştü. İran’da yaşayan Kürt, Fars, Azeri, Beluci toplumunu kapsayan bu eylemlerde herkes ayaklandı ve eylemler 5 ay kesintisiz olmak üzere 9 ay sürdü. Eylemlerin sloganı “Jin Jiyan Azadî”ydi. Bu eylemler Rojhilat Kürdistan’ından tüm İran’a ve ardından tüm dünyaya yayıldı. Tüm dünyada büyük protesto eylemleri yapıldı ve kadınlar saçlarını keserek, kefiyelerini yakarak, Jin Jiyan Azadi sloganları ile eylemlere destek verdi. Devlet serhildanları engellemek için saldırdı. Resmi verilere göre devletin saldırılarında 71’i çocuk 524 kişi katledildi. 15 Ocak kadar 2023 tarihine kadar tutuklananların sayısı 19400’ü buldu. Eylemlerle ilgisi olduğu gerekçesiyle 724 kişi ceza aldı ve İran insan hakları raporuna göre 199 kişi idam edildi.
Dünyaya bakacak olursak şu çok açık görülüyor, 21. yüzyılın başı önemli kadın mücadelelerine sahne olmaktadır. Ve bu kadını merkezine alan yeni bir toplumsal devrimin işaretlerini vermektedir. Tüm dünyada diktatör rejimlere karşı demokrasi ve insan hakları talebiyle direnişler yükseldi. Amerika, Brezilya, Mısır, Lübnan, Türkiye ve Kuzey Kürdistan gibi birçok yerde bu eylemlere kadınlar öncülük etti. Türkiye’deki diktatörlük rejimine karşı kadınları, Kürtleri, ezilen halkları, sol-sosyalist hareketleri, ekolojik hareketleri bir araya getiren Gezi direnişi bu örneklerden biriydi. Erdoğan faşizminin yarattığı karanlıkta en kitlesel eylemleri kadınlar gerçekleştirmekteler.
Arap baharı olarak bilinen süreçte 13 ülkedeki protesto eylemlerinde kadınların yoğunluğu ve öncülüğü dikkat çekiciydi. Sudan’da 30 yıllık diktatörlüğe son veren protestoların öncülüğünü de kadınlar yaptı. Hindistan’ın güneyindeki Kerala eyaletinde cinsiyet eşitliği talebiyle 1 Ocak 2019’da 5 milyon kadın 620 km’lik insan zinciri oluşturdu. 30 bin sağlık çalışanı kadın, çalışma yaşamındaki hakları elde etmek için Bengaluru kentinde eylem yaptı. İran’da 2014 yılında başlayan ‘Benim Gizli Özgürlüğüm’ kampanyasının bir devamı olarak gelişen, 2017 yılında ‘Beyaz Çarşamba’ eylemleri hem başörtüsüne hem de ekonomik kriz ve İran rejimine karşı önemli bir başkaldırıydı.
Suudi Arabistan’da kadınlar baskı ortamında yürüttükleri kampanyalarla evlenme-boşanma hakkı, pasaport ve çocuğunun sertifikasını alabilme ve araba kullanma gibi birçok hakka kavuştu.
Lübnan’da ek vergilere karşı yapılan eylemlerin kilit gücü kadınlardı.
Trump’ın ırkçı ve kadın düşmanı söylemlerine karşı yemin töreninin yapıldığı, 20 Ocak 2017’de yarım milyon kadın, ABD’nin en büyük bir günlük protestosunu gerçekleştirdi. Köle ticareti yapan sömürgeci kişilerin heykellerini yıkan eylemciler alternatif yaşam alanları oluşturarak öz savunma ve özyönetim perspektifini hayata geçirmeye çalıştılar.
Kadınlara ve yerlilere dönük ırkçı, cinsiyetçi söylemleriyle tanınan 2019-2023 yılları arasındaki Brezilya devlet başkanı Jair Bolsonaro’yu protestoların merkezinde kadınlar vardı. Seçimlerden önce “Kadınlar Bolsonaro’ya Karşı Birleşiyor” grubunun başlattığı ve 3 milyon kişinin katıldığı #EleNao (Onu Seçmeyin) kampanyası oldukça etkiliydi. 2019 yılı Ağustos ayında 100 bin kadının katılımıyla bir yürüyüş düzenlendi. Kadın düşmanlığına karşı başlayan bu protestolar özelleştirmeler, sosyal hakların kısıtlanması ve Amazon ormanlarının yok olmasına kadar uzanan toplumsal ve ekolojik bir mücadeleye dönüştü.
İklim krizi ve küresel ısınmaya karşı Greta Thunberg isimli genç kadının başlattığı ve 136 ülkede bu amaçla yapılan eylemlere binlerce kişi katıldı. Gelecek için Cumalar (Fridays for Future) adı verilen bu eylemlere katılan gençler “Geleceğimizi çalıyorsunuz”, “başka dünya yok, dünyanı kurtar “ “Fosilden kurtul, geleceğe sahip çık”, “Ölmüş bir gezegende gelecek olmaz” yazılı pankartlar ve sloganları ile iklim krizinin sonuçlarına dikkat çektiler. Küresel düzeydeki toplumsal sorunları gündemine alarak eylemler örgütleyen, DiEM25 (Avrupa’da Demokrasi Hareketi), #BlackLivesMatter (Siyahi Hayatlar Değerlidir), Fransa’da işsizlik ve özelleştirmelere karşı sarı yeleklilerin başlattığı protestolar devam etmekte.
Kadın katliamları, kürtaj yasakları, taciz ve tecavüz olayları, kadınların yoksulluğu ve yaşam tarzına yönelen saldırılara karşı milyonların katıldığı küresel çapta protesto, eylem ve örgütlenmeler geliştirildi. 2016 yılında Polonya’da kadınlar, kürtaj yasaklarına karşı 60 şehirde ‘Kara Pazartesi’ eylemleri başlattı. 6 milyon Polonyalı kadınının ev ve iş yerlerinde bir günlüğüne işlerini durdurması kadın grevlerinin başlangıcı oldu.
Arjantin’de Lucia Perez’in katledilmesine karşı başlayan “Ni una menos” (bir kadın daha eksilmeyeceğiz) eylemleri İtalya, İspanya, Brezilya, Türkiye, Peru, ABD, Meksika ve Şili’ye sıçradı. Kadına yönelik şiddete karşı başlayan bu eylemler bu yıl ekonomik krizi konu alarak cinsiyetçilik ile yoksulluk arasındaki bağı ortaya koymuş oldu.
İspanya’da 2018 yılındaki greve 6-8 milyon arasında ev emekçisi ve çalışan kadın katıldı.
2019 yılında kapitalizmin en refah ülkesi olarak bilinen 8 milyon nüfuslu İsviçre’de yarım milyon kadın greve gitti. 2020’de Meksika’da kadın nüfusunun yüzde 53’ü greve gitti.
Sili’de bir milyondan fazla kadın yürüyüşlerle devlet yönetimini protesto etti. 25 Kasım’da La Tesis dansı ile devlete ‘katil sensin, tecavüzcü sensin’ diyerek seslerini yükseltti ve Şili de bu eyleme öncülük eden kadınlar partileşme kararı aldılar.
Sinema sektöründe çalışan kadınların Hollywood’da uğradıkları tacizleri ifşa ettikleri ve giderek yayılan #MeToo (ben de tacize uğradım) kampanyası da küresel düzeyde etkili bir eylem oldu.
Yerel halkların kendi kültürlerini ve yaşam alanlarını savunmak için geliştirdiği direnişler, ekolojik yıkıma karşı çevreyi savunmak için gelişen eylemlerde her geçen gün daha fazla yükselmektedir. Yoksulluk ve işsizliğe karşı grevler, sokak gösterileri, ırkçı, dinci temeldeki terör saldırılarına, işgallere karşı da eylemsellikler gelişmektedir. Faşist, sağcı iktidarların cinsiyetçi, ırkçı, tekçi söylem ve uygulamaları da tepkilere ve karşı çıkışlara yol açmaktadır.
Toplumu alıklaştırma, sanal yaşamlara mahkum etme ve algıları yönlendirmede kullanılan internet de sistem karşıtı güçler tarafından örgütlenme, toplumu eğitme, küresel düzeyde bağlantılar kurma ve eylemler geliştirmede yoğun biçimde kullanıldı. Hashtaglar açarak onun etrafında gündem oluşturma, örgütlenme, eyleme geçme de çağın direniş yöntemleri arasında yerini aldı.
Uygarlık sistemlerinin ilk oluşumlarından itibaren jerontokrasi ile egemenlik altına aldıkları gençlik de sistem karşıtı mücadelede her dönem en aktif güç konumundadır. Kapitalizm gençliğin yenilikçi, özgürlükçü özelliklerini ve devrimci potansiyelini ortadan kaldırmada daha özel yöntemler geliştirmiştir. Aile ve devlet kurumunun ortaklığında meslek edinmek, güvencede bir hayatın sahibi olmak adına devletlerin zorunlu kıldığı uzun okul süreçleri ile ulus devlet vatandaşına dönüştürülmeleri hedeflenir. Askerlikle genç erkeklerin iradelerinin kırılması, erken yaşta evlendirilme ile gençlik döneminin erkenden sona erdirilip kaldırabileceklerinden ağır sorumluluklar yükleyerek gençlik teslim alınır. Uyuşturucu, seks, sanal dünyalar, özgürlükçü duygular ve arayışlar geliştirmeyen sanat anlayışı gençlere özel geliştirilen yöntemlerdir. Tüm gençlik kırımı yöntemlerine rağmen sistem karşıtı hareketlerin temel dinamizmini gençler oluşturur. İşsizlik, yoksulluk, ırkçılık, endüstriyalizmin yarattığı ekolojik yıkımın geleceklerini karartmak anlamına geldiğini gören gençler temel eyleme geçmekte, komünal topluluklar kurmakta, özgürlükçü hareketlere katılmaktadırlar. Kadın özgürlük hareketi ile gençlik hareketi bu açıdan birçok noktada ortak bir baskının olduğu kadar sistem karşıtı mücadelenin öncülüğünde de ortaklaşmaktadırlar.
Demokratik modernitenin inşasında Önderliğimizin “yere düşmüş bir taşı kaldırmaktan, yarım kalmış devrimi gerçekleştirme”[3]ye kadar geniş bir yelpazede her çabaya, direnişe, inşaya anlam biçen yaklaşımı önem taşır. Son yıllarda giderek yükselen ve kadınların öncülük ettiği direniş dalgası bir umut yaratmakla birlikte sistem karşıtı hareketlerin kuramsal, örgütsel ve eylemsel zayıflıkları nedeniyle alternatif sistemi inşada zayıf kalmaktadır.
Sistem karşıtı güçlerin örgütlülük, eylem düzeyi ve alternatif sistemi geliştirme kapasitesinin yetersiz olması nedeniyle esasta sistem karşıtı cephede yer alabilecek toplumsal kesimler mücadele dışında kalmaktadır. Rêber Apo bu zayıflığı şu sözlerle tanımlar; “Kapitalizmden çıkarı olanlar kabaca yüzde on ise, kapitalizme muhalif olanların oranı da aynı seviyededir. Toplumun yüzde sekseni, her iki kesim açısından kapitalist olmayan toplum olarak, çözümleme ve çözümlerde özne değil nesne konumundadır. Kapitalizm toplum üzerinde kârı hesaplarken, muhalifler toplumu ancak dışarıdan sürüklenilebilecek bir yığın gözüyle değerlendirirler. Kapitalist moderniteyi aşamamalarının temelinde bu gerçeklik yatar.”[4]
Sistem karşıtlığının 500 yıllık kapitalist sistemin ötesinde 5000 yıllık devletli, erkek egemenlikli uygarlık karşıtlığı olarak ele almamak modernizmi aşmalarını önlemektedir. Sistem karşıtı hareketlerin kuram ve pratiklerinde bu kopukluğun sonuçlarını görmek mümkündür. Marksist geleneği esas alan sol-sosyalist hareketler kapitalizm karşıtlığı yapmalarına rağmen ulus-devlet ve endüstriyalizmi olumlu görmüşlerdir. Ulusal kurtuluş hareketleri modern yaşam, kapitalist üretimi uluslaşmanın şartı görüp anti-kapitalist ve anti-emperyalist tutumlarında tutarlı davranmamışlardır.
Anarşistler kapitalizmle birlikte ulus devlet ve endüstriyalizme karşı çıksalar da anarşist bireyi, dar otonom gruplaşmaları alternatif modernite ve toplum geliştirmeye tercih etmişlerdir.
Kuramda ve eylemde giderek liberalize olan sosyal demokratlar ise reformist çözümleri ile kapitalizmin krizini hafifleten bir rol oynamışlardır.
Ekolojist hareketler endüstriyalizme karşı çıkmalarına rağmen kapitalist modernitenin tüm ayaklarına karşı aynı tutumu gösterememişlerdir.
Modernizm ve kapitalizm karşıtı kültürel, dini, etnik topluluklar ise tarihsel kültürlerini modernize etme ya da geçmişi olduğu gibi yaşamaya devam etme temelinde arayışları ile alternatifi geliştirememişlerdir.
Ataerkil sistemin kapitalizmle bağını çözümlemede feminist hareketlerin daha fazla çabası olmuştur. Ancak modernizm karşıtlığını geliştirme ve alternatif sistem kurgulamada zayıf kalmışlardır. Çoğunlukla bu tür arayışları da tüm toplumu, erkeği kapsayan ve tarihsel toplumsal köklere dayalı olmaktan ziyade ütopik, marjinal projeler olmuştur. Sistem karşıtı mücadelede teorideki liberal etkilere karşı ideolojik mücadele bu açıdan önem taşır. Pozitivist bakış açısını aşma, bilimde paradigmasal devrim arayışları olsa da bunları somutlaştırmaya ihtiyaç vardır.
a-Demokratik modernitenin inşasında kadın direnişinin, devrime dönüştürülmesi
Çağın karakteri gereği bu yüzyılda en önemli sistem karşıtı hareketin kadın özgürlük hareketi olduğu artık herkesçe takdir edilmektedir. Kadınların binlerce yıldır süren direnişi modern çağda form kazanarak örgütlü mücadeleye, kuramsal çerçeveye kavuştu. Kadın kimliğini görünür kılınması, erkek egemen sistemi deşifre edilmesiyle devlet ve iktidar gerçeğinin aydınlatılmasında kadın özgürlük hareketleri önemli bir rolün sahibi oldular. Kadın özgürlük bilinci ve örgütlü mücadelesinin deneyimleri kadın hareketinin tüm dünyada yükselmesine ve sistem karşıtı mücadeleye öncülük etmesine yol açan süreci ördü.
Milyonlarca kadının katıldığı, devletin, erkek egemenliğinin ve kapitalizmin protesto edildiği eylemlerin temel mesajı; kadınların bu sistemle yaşamayı ret etmeleriydi. Sitemin değiştirilmesi kadar alternatifin kadın özgürlüğü olduğunu ortaya koyan ‘gelecek kadın’dır sloganı bunun ifadesidir. Bu yükselişi kadın devrimine dönüştürebilme imkanları var mı? Bu soruyu yanıtlayabilmek için kadın özgürlük mücadelesinin durumunu ve tıkanma noktalarını değerlendirmeye ihtiyaç var.
Kadın özgürlük mücadeleleri çoğunlukla feminizm adıyla anılmaktadırlar. Fransız devrimi ile başlayan hak mücadelesi, İngiltere ve Amerika’daki oy hakkı ve eşit işe eşit ücret talebiyle gelişen feminizm bugün farklı kuramsal çerçevelere dayalı birçok akıma ayrışmış olarak mücadelesini sürdürmektedir. 70’li yıllarla birlikte kadınların bağımsız örgütlenmesini esas alan akımlar daha fazla öne çıkmıştır. Aile, cinsellik, şiddet, taciz-tecavüz, kürtaj hakkı politik gündemlerini belirlemiştir. Kadınların sınıfsal, etnik, dinsel, kültür farklılığına bakılmaksızın ataerkil sistem tarafından ezildikleri tespitine dayalı olarak tüm kadınları ortaklaştıran “kız kardeşlik” fikrine dayalı mücadele perspektifini geliştirmişlerdir. 80’li yıllarla birlikte modernizm ve Avrupa merkezli kadın tanımının evrenselliğinin eleştirileri ile kadınların etnik, dini, bölgesel, sınıfsal farklılıklarını dikkate alan kuram ve örgütlenmeler daha etkin hale gelmiştir. Feminist kuram, örgütlenme kadın özgürlük hareketlerini etkilemekle birlikte gelişim dinamikleri, dayandıkları tarihsel toplumsal gerçeklik ekseninde yürüttükleri mücadeleyi feminizm olarak tanımlamak istemeyen kadın hareketleri de vardır. Afrikalı kadınların bir kesimi feminizmin Avrupa merkezli, modernist yaklaşımının eleştirisi temelinde kendilerini Womanizm (kadıncılık) hareketi olarak tanımlamayı tercih etmektedirler. Sol-sosyalist gelenek içerisinde mücadele eden kadınların bir kesimi ise kendilerini kadın kurtuluş hareketi olarak adlandırmaktadırlar. İslami feminizm kavramını kabul etmeyen ve Müslüman kimliği ile kadın özgürlüğü mücadelesi yürüten kadınlar yine modernizm ve batı merkezcilik eleştirileri temelinde feminizm kapsamında ele alınmaya karşı çıkarlar.
Kimi çevrelerce Kürt feminizmi, post-kolonyal feminizm kapsamındaki tanımlar ya da etnik temeldeki bir tanım olan Kürt Kadın Hareketi’yle anılıyor olsak da bizim kendimiz için kullandığımız isim Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’dir. Kürt kadın hareketi kavramı giderek yaygınlaşmış olsa da Kürdistan eksenli kadın özgürlük mücadelemizde sadece Kürt kadınları değil birçok halktan kadın yer aldığından mücadelemizin karakterini tam olarak ifade etmez.
Kadın özgürlük hareketi ve feminizm sistem karşısındaki en radikal hareketlerden biri olma potansiyelindedir. Ancak bu potansiyel istenilen düzeyde açığa çıkarılmış değildir. Bunda neo liberalizmin saldırıları da oldukça etkilidir. Kuramda, eylemde, yaşam ve ilişki biçimlerinde radikallik iddiasının aksine liberalizmin etkileri yoğundur. 70’li yıllarla birlikte başta Kuzey Avrupa ve Amerika’da olmak üzere birçok alanda hareketin kuramcıları eylem ve örgütlenme zeminlerinden koparak akademik alanda etkinlik göstermeye başladılar. Başlangıçta mücadele ederek girilen bu alanlardaki kadın çalışmalarının gelişimi giderek tercih ve teşvik edilen bir duruma dönüştü. Kadın özgürlük düşüncesini akademik alana yansıtmak, bilimde cinsiyetçiliği aşma hedefi ile kurulan kadın araştırmaları bölümleri bir süre sonra feminizmin içinin boşaltılmasında kullanılır hale geldiler. Son dönemde Amerika’da gelişen ve daha çok akademik alandaki tartışmalara yansıyan yeni toplumsal cinsiyet teorileri ile feminizmin öldüğü post-feminist dönemden bahsedilmeye başlanması bunun ifadesidir.
Sabitlenmiş, pasif, mağdur ezilmiş kadın kimliği ile aktif, ezen, egemen erkek kimliklerine dayalı karşıtlıkları aşmak adına başlayan tartışmalar giderek daha farklı boyutlara saptırılmıştır. Tüm kimliklerin inşa edildiği düşüncesinin uçlaştırılması temelinde kadın kimliğinin yapı sökümü üzerinde oluşan teorilerle cinsiyetsizlik ya da cinsiyeti kadın-erkek olmaktan çıkaran çokluklara dayalı tanımlar öne çıkarılmaktadır. Kadın ve erkeğin kolektif mücadele ile dönüşümünden ziyade kimlikleri, ezilmişleri, özneleşme biçimlerini çoğaltmak temel çelişkiyi görünmez kılmaya yol açmaktadır. Esasta liberalizmin ideolojik saldırısı olarak ele alınması gereken bir durumla kadın özgürlük hareketlerinin dayandığı birçok tarihsel, toplumsal kuram boşa çıkarılmaktadır.
Benzer biçimde kadın özgürlük mücadelesine ihtiyaç olmadığı, kadınların zaten özgürleştiği fikri de bir başka cepheden gelişen liberal saldırıdır. İş dünyasında yükselmek, kadın özgürlüğü ve hareketi ile hiçbir bağı olmadan erkek egemen siyasette koltuk kapmak, yer edinmek isteyenler için kadın özgürlüğü söylemi bir malzeme olarak kullanılmak istenmiştir. Hillary Clinton’un seçim kampanyası bunun örneklerindendi. Esasta kadın, doğa ve halklara karşı yürütülen kapitalist politikaların mimarı olan bir figüre kadınların verdiği destek bu çarpıtmanın boyutunu gösterir. Liberal ve ticari feminizm olarak tanımlanan anlayışlar kadınların bireycileşerek, yükselme hırsı ve kendini ispatlayarak özgürleşebilecekleri yanılgısını yarattı. Ataerkillik ve kapitalist sömürgeciliği yok sayarak kolektif mücadele yerine bireyci temelde özgürleşme esas alınmıştır. Kadın özgürlük hareketlerinin kadınların özneleşmesi, ekonomik özgürlüğü, ataerkil sömürü mekanizmalarının dışına çıkması olarak formüle ettiği söylemler 70’li yıllardan itibaren BM, AB ve Dünya Bankası öncülüğünde geliştirilen cinsiyet eşitliği eylem planları ile kadın emeğinin neo liberal piyasaya sürülmesinde kullanıldı. Günümüzde kadın hareketlerinin radikalizmini kırmada kullanılan ve mikrokredi feminizmi, proje feminizmi ya da sivil toplumcu feminizm olarak adlandırılan çalışmalar esasta bu politikaya hizmet eden projeler oldu.
Eylemsel alanda devletlerin kadınları koruması, hukuk alanındaki adaletsizliklerin giderilmesi, kadın katilleri, tecavüzcülerinin yargılanması, kürtaj ve boşanmanın kolaylaştırılması temelindeki talep ve eylemler öne çıktı. Kadınlara yönelen söylem, eylem ve kararlar sonucu alevlenen, devletlerin kısmi adımları ile sönümlenen fakat ilk fırsatta tekrar uygulamaya konulan kadın karşıtı yasa ve uygulamalar eylem politikasını belirler hale gelmektedir. Kadın karşıtlarına karşı hemen eyleme geçmek, protesto etmek yerinde olmakla birlikte eylem politikasını buna dayalı geliştirmek yönlendirmelere açık hale gelmeye yol açmaktadır. Tüm dünyada iktidara gelen sağcı, faşist iktidarların sürekli biçimde kadın düşmanı söylem, karar ve eylemleri elbette tepki göstermeyi gerekli kılıyor. Sistemi temel noktalarda dönüştürecek eylem, örgütlenme ve kurumlaşmalar ve stratejiler geliştirilmediğinde gelecek on yılları ve yüzyılı hesaplayarak adım atan bir sistem karşısında sonuç alma imkanı yakalanamaz.
Kadın kırımı gerçekliği kadın özgürlüğü için hem kuramda hem de eylemde köklü çıkışlar[5]ın gerekliliğini gösterir. Kadınların öncülük ettiği direniş dalgasının kadın devrimine dönüşümü ancak böylesi çıkışlarla gerçekleştirilebilir.
a-Kadın Özgürlüğüne Dayalı Çıkış, İdeoloji ve Paradigma
Kadın özgürlüğüne dayalı ideoloji, paradigma, örgüt ve eylemlerin 21. yüzyıl devrimlerine yön vereceği tespitinin en somut ifadesi PKK’de gerçekleşmiştir. 19. ve 20. yüzyıl devrimleri ve ideolojilerinden etkilenerek çıkış yapan PKK’de paradigmasal değişimin adımları kadın devrimi hedefi ile atıldı. Rêber Apo’nun 1991 yılının 8 Mart’ında “Devrimimizin önemli oranda kadın devrimi olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Çabalarımız, bize bu konuda oldukça yenileştirici, oldukça özgün olmayı öğretmiştir.” değerlendirmesi reel sosyalizmin tıkanmasını kadın özgürlüğü temelinde aşma arayışıydı. Kadının mülk olma konumundan çıkarılması ile sosyalizm arasındaki bağ, sömürge halkların, özelde de Kürt halkının esasta kadınlaştırılmış halklardan olduğu tespiti ekseninde derinleştirildi. Özellikle 94 yılında bu çözümlemeler giderek kapsam kazanarak kadın ordulaşmasının gelişimiyle paralel olarak bugün doğruluğu herkesçe değerlendirilen öngörülere yol açtı. Rêber Apo, o yıllardaki çözümlemelerinde şu tespitleri yaptı. “Kürdistan Devrimi, uluslararası çapta bir kadın devrimi olabilir.”[6] “Klasik olarak ‘her türlü milliyet, mezhep, cinsiyet üzerindeki baskı kaldırılmalı’ demek yerine; kapsamlı bir kadın devriminin dönemine girildiğini ve partimizin buna yüksek çözümleme kadar pratik cevaplar verdiğini, PKK’nin bu anlamda kadın devrimine de gidişin iyi bir öncü örgütü olduğunu, bunun mücadelesini verdiğini belirtmek yerindedir.”[7]
PKK içindeki kadın-erkek ilişkileri dönüştürülerek Kürdistan devrimini kadın devrimi karakterine kavuşturma hedeflenmiştir. Rêber Apo 1995 yılında bunu üç temel konuya yoğunlaşarak yaptığını belirtir; Birincisi; kadının mülk olma durumunu çözümleyip aşma, ikincisi; cinsiyet etrafındaki tabuların yıkılması ile siyaseten veya erkek tarafından kullanılacak şekilde kadının kendisini sunması konumdan çıkarılma, üçüncüsü; mücadeleye göre şekillenmeyen kadın-erkek ilişkisinin reddidir. Daha sonraki yıllarda bu eksende derinleşen çözümlemeler egemen erkekliğin öldürülmesini sosyalistliğin ilkesi olarak belirleme, kadınların kendi kurtuluş ideolojisi ve özgün-özerk örgütlenmesini geliştirmesi adımları ile cinsler arası mücadele partinin temel bir dinamiği haline getirilmiştir. Kadın ordulaşması, kadın kurtuluş ideolojisi ve kadın partileşmesi ile bunun forma kavuşması sağlanmıştır. Böylece PKK 21. yüzyıl sosyalizmini temsil edecek öncü bir parti olarak yapılanırken, PAJK da kadın kurtuluş ideolojine dayalı kadın partisi olarak Kürdistan devriminin öncü gücüne dönüştü.
PAJK ve PKK olarak 21. yüzyılın kadın yüzyılı olacağı tespitine dayalı yürüttüğümüz mücadele çağın karakteriyle, kadınların bu sisteme karşı gelişen isyanıyla bağlantılı olduğu kadar ideolojik, paradigmasal ve bilimsel temellere dayanır. Cinsler arası çelişkinin derinleştiği ve diyalektik olarak karşı çıkış noktasının da cins çelişkisinin kadın lehinde ve devrimle çözüleceği iddiamızın dayanaklarını sıralarsak;
1.Temel toplumsal sorunlar (İktidar ve Devlet, Ahlâk ve Politika, Zihniyet, Ekonomik, Endüstriyalizm, Ekolojik, Cinsiyetçilik, Aile, Kadın ve Nüfus Sorunu, Kentleşme, Sınıf ve Bürokrasi, Eğitim ve Sağlık, Militarizm, Barış ve Demokrasi sorunların) kaynağındaki ezen-ezilen ilişkisi erkeğin kadın üzerindeki hakimiyetiyle oluşmuştur. Doğa üzerindeki tahakküm, sınıfsal, ulusal temeldeki sömürü ilişkileri, ahlak-moral sorunları olarak yansıyan iktidar ilişkilerinin ilk modeli bu ilişkiyle şekillenmiştir. Bu açıdan kadın eksenli iktidar, devlet, uygarlık çözümlemelerinin hakikati açıklayıcı niteliği daha yüksektir.
2.Sınırsız sermaye birikiminin kaynağı olan ilk sömürü kadın emeği ve bedeni üzerinde gerçekleşmiştir. Günümüze kadar da sürmekte olan bu sömürü düzeni sistemin yeniden üretiminin temel dayanağıdır. Çocuk doğurmak, beslemek, bakımını üstlenmek, erkeğin ve aile bireylerinin ihtiyaçlarına harcanan duygusal ve fiziki emek karşılıksız ve değersiz görülerek binlerce yıldır süren bir emek hırsızlığı perdelenmiştir. Marks da dahil emek-değer teorilerinin temel zaafını oluşturan bu gerçeklik kapitalist sömürgeciliğin tanımının eksik kalmasına yol açmıştır. Kadının ilk ve son sömürge olarak konumunu aydınlatmak, emeğinin, bedeni ve ruhunun özgürleşmesini sağlamak kapitalist sistemin ve uygarlığın temellerini sarsıcı karakterdedir.
3.Savaş-militarizm, faşizm erkeğin kadın üzerindeki baskı ve şiddetinin kurumlaşmış ifadeleridir. Erkek egemen sistemin işbirlikçisi bir kesim kadını saymazsak esas olarak egemen erkek değerlerine dayalı yönetme ve siyaset tarzı, savaş ve şiddete dayanır. Barışçıl çözümler, halkların kardeşliği, farklılıkların bir arada yaşadığı demokratik siyaset ağırlıkta kadınların temsil ettiği, özlemini duyduğu ve mücadelesini yürüttüğü değerlerdir. Kadın özgürlük hareketlerinin siyasetteki etkinliği egemen erkekliğin yarattığı devasa sorunları çözerek, demokratik siyasetin esasını oluşturur.
4.Hegemonik temelde gelişen eş yaşam ilişkileri ister geleneksel isterse modern formlarda sürekli kriz, cinnet, bunalım ve cinayetler üretmektedir. Bu durum kadın ve çocukların yaşamını tehdit eden, sağlıklı ruhsal ve bedensel gelişimini engelleyen, toplumsal ahlaki ve estetik değerleri ortadan kaldıran bir rol oynamaktadır. Her iki cinsin eşitliği ve özgürlüğünü esas alacak temelde eş yaşamın yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Kadın-erkek ilişkilerinin cinselliğin ötesine geçerek bilimsel-felsefi, siyasi, kültürel temelde gelişmesiyle bu sorunlara daha köklü çözümler bulunmuş olacaktır.
5.Aile ideolojik bir kurum olarak devletli uygarlığın kök hücresidir. Kadın ve erkeklerin cinsiyetçi kültürle şekillenmesi, kadınların emeği ve bedeninin sömürüsü, genel toplumsal amaçlar yerine aileyi geçindirme ve korumayı yerleştirerek bireyleri teslim almada devletler ve iktidarın en işlevli aracıdır. Çağımızda derin bir krizi yaşayan aile kurumunun toplumsallıkta oynadığı rolü gözetecek bir dönüşümü yaşaması birçok sosyal sorunun çözümünü sağlayacaktır.
6.Erkeğin sınırsız haz ve iktidar alanı olarak şekillenen cinsellik kapitalizmin afyonu niteliğinde topluma karşı kullanılmaktadır. Kadının metalaşmasına, sürekli tecavüz kültürü altında yaşamasına yol açan cinsellik anlayışı toplum üzerinde çok yıkıcı etkilere yol açmaktadır. Fuhuş, porno ve eğlence sektörlerinde milyonlarca kadın, çocuk ve erkek köle olarak kullanılarak kapitalizme muazzam kazançlar sağlamaktadır. Cinselliğin iktidar ve kapitalizmden arındırılarak doğa ile ve insan toplumunun ulaştığı düzeyle bağlantılı bir form kazanması iktidar, ahlaksızlık, sermaye ve çirkinlik kaynağı olan bir kültürün dönüşümünü sağlar.
7.Ekolojik sorunun kaynağı haline gelen nüfus artışı devlet, erkek ve dinlerin kadını çocuk fabrikası olarak görmelerinden kaynaklanır. İdeolojik yanılgılar yaratma, hukuki ve tıbbi tedbirlerle sürdürülen çocuk doğurma kültürü en başta kadını, devamında toplum ve doğayı tehdit eder hale gelmiştir. Kadınların sağlık, ekonomik, yaşam koşullarının ve kararının esas olduğu, ekolojik dengeyi gözeten bir çocuk doğurma anlayışının geliştirilmesi demografik sorunun köklü çözümünü sağlar.
8.İnsan-doğa ilişkileri başlangıçta doğayı kadınla, anneyle, insanın kendisini onun bir parçası ya da çocuğu görmesine dayalı gelişmiştir. Bu dengenin insanlığın gelişimini doğanın aşılması ve denetime alınması temelinde bozulmasına yol açan erkek egemenliğidir. Doğa insana hizmet edecek sınırsız bir kaynak, sırları ele geçirilerek tecavüz edilecek bir kadın olarak düşünmek erkek egemenliğinin yarattığı çirkin bir kurgudur ve ekolojik krizin nedenidir. Ekolojik yaşam felsefesinin gelişmesi için birinci doğa ile ikinci arasındaki bağın kadın bakış açısı yeniden kurulması can çekişmekte olan doğanın kurtarılması ve insan toplumu ile denge içinde yaşamın gelişeceği üçüncü doğayı açığa çıkaracaktır.
9.Bilginin iktidar ve sermayeyle iş birliği, cinsiyetçi karakteri uygarlık ve kapitalizmin meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir. Cinsiyetçi tarih bilimi sadece kadını görmezden gelerek değil tarihsel gelişimi çarpıtarak sömürü sisteminin ezeli ve ebedi olduğunu meşrulaştırır. Devletlere toplumu sömürmede danışmanlık yapmaya ve toplumsal sorunların nedenleri ve çözümlerini örtbas etmeye çabalayan sosyoloji bilimi; silah sektörü ve sermaye birikiminin gelişmesi temelinde etikten yoksun biçimde bilgi ve teknoloji üreterek insan ve doğa tahribinde rol oynayan fizik, kimya, biyoloji ve tıp bilimleri; toplumsal sorunları bireyleri rehabilite etmeyle görünmez kılan psikoloji bilimi ve daha birçok bilimsel alan yaşanan sorunların suç ortağıdırlar. Bilim ve bilginin yaşamla, özgürlükle ve ahlakla yeniden bağ kurması gerekmektedir. Doğa bilimleri ile insani bilimler arasındaki bağ sosyal bilimler üzerinden yeniden kurularak esasta tüm bilimlerin yaşam ve toplumla bağı yeniden kurulmalıdır. Sosyal bilimin de pozitivizmin dar görüşlülüğünden kurtarılmasında kadın bilgisini esas alan sosyolojik yaklaşım, kadın bakış açısına dayalı sosyal bilim anlayışları bilimde paradigmasal devrimde önemli bir rolün sahibi olacaktır.
Daha çoğaltabileceğimiz birçok temel husus demokratik uygarlık ile kapitalist dünya sistem arasındaki temel çelişkinin cinsler arasında olduğunu netleştirmektedir. Önderliğimizin ‘İlk karşı devrim cinsel alanda yapıldığı gibi, en büyük ve son devrim de cins ilişkilerinde gerçekleşecektir’ belirlemesinde ifade edildiği gibi kadının mevcut konumu sistemin dayanak noktalarını oluşturur. Aile kurumu, ekonomik sistem, siyaset anlayışı, bilgi-bilim yaklaşımı, sanat ve moral değerlere kadar iktidarın kurumlaştığı her alanda hakim olan erkek egemenliğinin antitezi özgür kadın değerleridir. Kadının yaşamını, konumunu değiştirmeye odaklanan kadın devrimi bu biçimiyle diğer toplumsal devrimlerin fitilini ateşleyen öncü devrim, Önderliğin tanımıyla “devrim içinde devrimdir.”
Önderliğimiz “Sistem reformla düzelme şansını çoktan yitirmiştir. Gerekli olan tüm toplumsal alanlarda yürütülecek bir ‘kadın devrimi’dir’… 21. yüzyıl kadın devrimine öncelik vermeyi şart kılıyor. ‘Ya yaşam ya barbarlık’ sloganı bu devrimi dayatıyor.”[8] sözleri ile ifade eder. Kadın devrimi kadınların bazı hakları elde etmesi, mücadeleye kitlesel katılımlarının sağlanmasının ötesinde toplumun dokusunda niteliksel değişimi hedefler. Devrimleri kültürleştiren, toplumsal dönüşümleri kalıcılaştıran alternatif sistemi geliştirebilme yetenekleridir. Bu alternatif sistem kadın uygarlık çağı olan demokratik modernitedir.
Kadın Devriminin Mekanı; Ortadoğu’da İkinci Kadın Devrimini Gerçekleştirme İmkanları
Her çağda toplumsal gelişme bazı mekanlarda yeni çıkışlara zemin olur ve tüm dünyayı etkileyen gelişmelere yol açar. İnsanlığın çıkış yaptığı Afrika, toplumsallaşma ve ilk kadın devriminin mekanı Bereketli Hilal, şehir devletlerinin çıkış yaptığı Aşağı Mezopotamya, tek tanrılı dinlerin doğduğu Urfa, İslami çıkışın mekanı Arap Yarımadası, Rönesans’ın yurdu İtalya, halk devrimlerinin mekanı Fransa, Rusya toplumsal gelişmenin sıçrama yaptığı yerlerden bazılarıdır. Toplumsal gelişmeler zamansız ve mekansız düşünülemeyeceğine göre kapitalizmin yarattığı krizlerin ve onun karşısında direnişin küreselleştiği 21. yüzyılda devrimsel çıkışın mekanını nasıl belirleyebiliriz? Bir bölgeyi diğerine göre daha stratejik, bir direnişi diğerine göre daha dönüştürücü kılacak olan nedir?
İnsanlık tarihine yön veren devrimler ve toplumsal dönüşümler esasta bir mekanda vuku bulmuş ancak etkisi tüm dünyaya yayılmıştır. Nehrin yan kolları akışı belli noktada etkilerken, ana nehre yapılan müdahaleler tüm kolları etkiler. Temel çelişkiyi yakalamaktan, çözüm yöntemini tespit etmeye, strateji ve taktiklerini oluşturmaya, zamanını ve mekanını doğru tespit etmeye kadar bir dizi etkinlik ana akışa yön verecek müdahaleleri yapmayı sağlar. Yerel ile evrensel arasındaki bağları anlamlı kılan budur.
Kadın özgürlük sorunu tüm coğrafyalarda yaşanan bir sorun, kadın direnişi de tüm dünyaya yayılmış bir direniş olmakla birlikte çıkış yapacağı mekanı belirlemek bu devrimin somutlaşmasını sağlar. Elbette toplumsal gelişmelerde her zaman farklı ihtimallerin ortaya çıkma olasılığı vardır. Buna açık olmak kaydıyla diyalektik yaklaşımla bakıldığında sorunun en fazla derinleştiği dolayısıyla alternatif sistem ihtiyacının hissedildiği ve devrim güçlerinin örgütlü ve hazırlıklı olduğu mekanlar devrimsel çıkışların gerçekleşeceği mekanlardır. Tüm bunlarla bağlantılı biçimde Kürdistan Kadın Özgürlük hareketi olarak, çağın karakterini kadın yüzyılı, temel çelişkisini köle kadın-egemen erkek çelişkisi, devrimlerini kadın devrimi, öncü gücünü kadın partileri olarak tanımlarken, bu devrimin mekanının da Ortadoğu ve daha özelde Kürdistan olacağına dair bir çok dayanak ve gösterge olduğu kanaatindeyiz. Ortadoğu’nun ilk kadın devrimine beşiklik ettiği gibi ikinci devrimin mayalanacağı mekan olması iddiamızın tarihsel ve güncel gerekçelerini sıralarsak;
Ortadoğu tarım-köy devriminden şehir devrimine, mitolojilerden dinlere, bilim felsefeden, ticarete kadar birçok toplumsal gelişmenin filizlendiği çekirdek bölgedir. 16. yüzyılda Avrupa’da gelişen sanayi ve bilimsel teknik devrime kadar insanlık tarihi açısından merkezi konumdaki coğrafyadır. Demokratik uygarlık ve devletli uygarlık nehirlerinin doğuş zeminidir. İnsanlığın ortak hafızasına ait tarihi eserlerde ve üzerinde yaşayan kadim halkların kültürlerinde kadın etrafında gelişen toplumsallığın izlerini taşır. Aynı zamanda devleti ve sınıflaşmayı doğuran erkek karşı devriminin ve kadının kölelik tarihinin gizli olduğu topraklardır. Bu yüzden devrim ve karşı devrimin yarattığı çelişkiler kadın etrafında yoğunlaşmaktadır.
Kapitalizmin son iki yüzyılda daha yoğun biçimde saldırılarına rağmen fethetmeyi gerçekleştiremediği ancak kendi alternatif sistemini de geliştiremeyen Ortadoğu sancılar içindedir. Köklü kültürel geleneği kapitalist modernitenin yaşam biçimiyle, toplumsallığı onun bireyciliğiyle, maneviyatı onun maddi kültürüyle ciddi uyuşmazlıklar yaşamaktadır. Modernist yaklaşımla ele alındığında sorun olarak görünen bu durum esasta alternatif modernite potansiyeline işaret eder. Bu nedenle toplumsal mühendislik projeleriyle üstten dayatılan modernite projeleri bölgenin tarihsel kültürel dokusu üzerinde bir cila olmanın ötesinde bir etkiye sahip olamadığı gibi bazen de geri teperek gericiliğin hortlamasına yol açmaktadır. Bölgedeki ulus devletler ve emperyalist politikalara karşı gelişen dini, kültürel ya da etnik direnişler, eskiyi dogmatik tarzda yaşatma ya da modernite ile uzlaştırma ve ajanlık dışında bir projeye sahip değildir. Son iki yüzyılda bölgenin tarihsel dokusu ve kültürünü hiçe sayarak sınırları cetvelle çizilmiş ulus-devletler sürekli savaş, çatışma mekanı halindedir. Bölgenin tarihi-kültürel mirası, ekolojisi ve esasta kendi kendine yeterli düzeydeki ekonomisi emperyalist talana maruz kalmaktadır. Tahrip edilen kültürel doku insanlığın ortak hafızasını, kadın etrafında gelişen yaşamın izlerini taşır. Kutsal kitapların cennet olarak tanımladığı coğrafyası ciddi bir ekolojik yıkımla karşı karşıyadır. Yeraltı ve yer üstü kaynakları çalınıp talan edilirken savaş, yoksulluk, işsizlik ve göç insanların kaderi haline getirilmiştir. Halkların direnişleri, yeni sistem arayışları ve anti-emperyalist tutumları yönlendirilmekte ve sistem güçlerince yozlaştırılarak bir çıkış yapma imkanları ortadan kaldırılmaktadır.
Ortadoğu devriminin kadın devrimi niteliğinde olma zorunluluğu bu tablonun sonuçları ekseninde kadının durumu ile bağlantılıdır. Ataerkil baskılar, son iki yüzyılda kapitalizmin bölgeyi işgali ile katmerlenen sömürü düzeni kadın özgürlük sorununu derinleştirmektedir. Her gün kendini yakarak intihara sürüklenen kadınlar kadın özgürlüğü probleminin bu coğrafyada kelimenin gerçek anlamıyla yakıcılığını ortaya koyar. Küçük yaşta evlilik, şiddet, çok sayıda evlilik, çok çocuk doğurmaya zorlanma, sünnet edilme, köleleştirilme verileri bu krizin çok kısmi bir bölümünü yansıtır. Arap kadınlara dönük yapılan bir araştırmada kadınların %37’sinin aile içi şiddete maruz kaldığı görülmüştür. Korona pandemisi sürecinde İran’da 2700 kadının intihar ettiği belirtilmektedir. Afganistan’da kadınların eğitim hakları ellerinden alınmış durumda. Doğum kontrol imkanlarından kadınların sadece %2’si faydalanmakta, evliliklerin %70’ten fazlası küçük yaşta ve kadınların rızası olmadan yapılmakta. Her üç kadından biri fiziki ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Irak’ta kadınlara dönük şiddet ve intihar oranları oldukça yüksektir. Çok sayıda kadınla ve küçük yaşta evliliğe dair yasal düzenlemeler de bu durumu meşrulaştırmaktadır. Irak’ta kadınların %30’u küçük yaşta evlendirilmektedir ve DAİŞ’ten sonra bu durum daha yaygın hale gelmiştir. Güney Kürdistan’da yakılarak öldürülme, intihar ve kadın sünneti hala geçerlidir. 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre kadınların %58’inin sünnetli olduğu görülmüştür. 2018 yılı itibari ile bu oran %37’ye gerilese de hala kadın sünneti sürmektedir.
Son iki yüzyıldır bölgede hakim diktatör rejimler kadınların hak ve özgürlük mücadelesini devletin belirlediği sınırlara hapseden bir çerçevede ele almışlardır. Bunun dışına çıkan kişi, örgüt ve kurumlar ciddi yaptırımlar ve baskılarla karşı karşıya kalmış, gelişmelerine izin verilmemiştir. Kadın çalışmalarının devlet denetiminde geliştirildiği ve örneklerine Mısır, Türkiye, Suriye ve Irak’ta rastladığımız bu yaklaşımla çoğunlukla kağıt üzerinde kalan sınırlı haklar temelinde kadınların iyi birer ev kadını olmaları ve ulus-devlet politikalarına hizmet etmeleri istenmiştir. Kadın özgürlüğünün Kemalizm ve BAAS rejimleri tarafından kadınlara sunulan bir lütuf olduğu propaganda edilerek modernite projelerinin meşrulaştırılmasında kadınlar araçsallaştırılmak istenmiştir. Bu rejimlerin zayıflaması ve kadın özgürlük hareketlerinin mücadelesi ile değişimler yaşansa da kadın çalışmalarının ulus-devlet denetiminde tutma temelindeki anlayışın etkileri tümden ortadan kalkmış değildir.
Anti-emperyalist çıkışlar olarak görülen dini, kültürel direnişlerin kadın özgürlüğüne dair perspektifleri yoktur ya da zaten buna karşıdırlar. İran İslam devrimi örneğindeki gibi değişim çoğunlukla kadınların aleyhinde sonuçlar doğurmuştur. 2011’deki halk hareketlerine özgürlük arayışı ve umudu ile katılan kadınların durumu Irak, Afganistan, Libya ve Mısır başta olmak üzere daha kötü bir hale gelmiştir.
Avrupa merkezli düşünceyi ve moderniteyi aşamayan sistem karşıtı hareketlerin bölgedeki etkinliği zayıf olmakla birlikte kadın özgürlüğünü modernleşme projeleri dışında bir ufukla ele alacak bakış açısına sahip değillerdir. Potansiyel olarak anarşist, ekolojist ve feminist hareketlerin gelişmesini gerekli kılan çelişkilere rağmen bu hareketlerin oryantalist bakış açısı bölgede marjinal kalmalarına yol açmaktadır. Politik gündemleri, sorunları ele alışları, yaşam biçimleri bölgenin krizini anlamlandırma ve çözme gücünden uzak olduğundan zemin bulamamaktadırlar.
Potansiyelleri önceden görerek imha etmede uzmanlaşmış olan neo liberalizm, uluslararası yardım kuruluşları, BM, dünya bankası, AB gibi kurumlar aracılığıyla devasa fonların yatırıldığı kadın projeleri ve STÖ’ler bağımsız temelde gelişme arayışı olan kadın mücadelesini sistemiçileştirmede kullanılmaktadır. Kültürel işgalin kadın üzerinden geliştirilmesinde bu kurumlar aktif rol oynamaktadır. Ortadoğu’da bunun için binlerce kurum oluşturulmuş 2003 sonrası bunların sayıları katlanarak artmıştır. Batıda eğitim görmüş Ortadoğulu kadınların öncülük ettiği bu projelerle bir kesim modernist kadına sağlanan imkanlar tüm kadınlara sağlanmış gibi bir algı yaratılarak ağır toplumsal sorunlar görünmez kılınmaktadır. Esasta devletlerin üstlenmesi gereken kamusal hizmetleri yerine getiren bu sivil toplum kuruluşları aracılığıyla kadın özgürlüğü mücadelesi yürütüldüğü yanılgısı yaratılmaktadır. Kadın özgürlüğü temelinde mücadele yürütmek isteyenler bu kurumlarda yüksek maaşlarla istihdam edilirken, radikal ve kendi öz dinamiklerine dayanan bir kadın mücadelesini gelişmesinin önü de alınmış olmaktadır.
Daha da genişletilebilecek tarzda kadın özgürlük probleminin derinliği ve çözüm gücü olabilecek bir yaklaşımın olmaması Ortadoğu’da kadın devrimi perspektifine dayalı bir mücadele gereğini ortaya koyar. Sadece sorunlar bağlamında değil, demokratik uygarlık geleneğinin tarihsel ve toplumsal dayanakları da Ortadoğu’da bu devrime imkan tanımaktadır. Ortadoğu’nun ahlaki-politik dokusu ataerkillik, milliyetçilik ve dincilikle zedelense de hala canlıdır. Pozitivist bakış açısına göre toptancı biçimde geri ve gelişmemişlik olarak değerlendirilen birçok husus esasta demokratik modernite unsurlarına dönüştürülebilir. Toplumsal mühendislik yapmadan, ahlaki-politik toplum nüveleri yerel özerklikler, komünler, kooperatifler, özgür akademiler, demokratik komünal birimlere dönüştürülebilir. Hiç kimsenin işsiz ve aç kalmayacağı tarım ve hayvancılık yapmaya elverişli arazileri, dünyanın en zengin çeşitliliğine sahip bitki örtüsü ve hayvan çeşidiyle, tatlı su kaynaklarıyla, yeraltı kaynakları ile ekonomik sorunun erkenden çözülebileceği yapıya sahiptir. Güneş ve rüzgar gibi ekolojik enerji kaynaklarının aktifleşmesi ile barajlara, nükleer santrallere ve petrol tesislerine ihtiyaç duymadan enerji ihtiyacını karşılama imkanı vardır. Hala nüfusun büyük bölümü kır ve köylerde yaşadığından ekolojik yaşam alanlarını, komünal yaşam formlarını koruma ve geliştirme olanağı vardır. Ekolojik yaşam, komünal ekonomi ve yaşamı geliştirmede kültürün ve toplumsallığın taşıyıcısı olan kadınlar daha etkin rol sahibi olabilirler. Bu açıdan dünyanın birçok bölgesine göre demokratik modernitenin dayanacağı zemini inşa etmede daha avantajlı bir konum söz konusudur.
Ortadoğu devrimlerinin başarısını kendi tarihsel değerlerinin bilimle bütünleşmesi temelinde gerçekleşebileceği tespitini yapan Önderliğimiz bunun için ‘yenilenmiş tanrıça bilgeliği’[9]nin gerektiğini ortaya koyar. Ortadoğu’ya dair oluşturulmuş bilgilerin büyük bölümünün oryantalizm damgalı olması Ortadoğu tarihi ve toplumlarının sorunlarını anlamayı ve çözümlemeyi önlemektedir. Tarihsiz, ölü, donmuş olarak tanımlanan Ortadoğu toplumlarını anlamak için geliştirilen oryantalist araştırmalar esasta Avrupa merkezli bakışla görmek istediği Ortadoğu’yu inşa eder. Oryantalist bakışla Ortadoğu’daki sorunlar modernleşememiş olmaya bağlanır. Bu bakımdan kadın özgürlük sorunun da modernleşme ile çözüleceği iddia edilir. Bölgedeki kadın özgürlük hareketlerinde de bu bakış açısı oldukça hakimdir. Oryantalizmin en yıkıcı etkisi Avrupalıların Ortadoğu’ya bakışlarından ziyade, Ortadoğuluların kendine bakış açısında açığa çıkar. Bu yabancılaşmış zihinle gerçekleşen hiçbir eylem ve örgütlenme kabul görmeyeceği gibi bölgedeki sorunları ağırlaştıracak pratiklere yol açar. Demokratik uygarlık geleneğinin direniş yurdu, kadın devriminin mekanı, cennet olarak tanımlanan yaşamın gerçekleştiği mekan olan Ortadoğu’nun farkındalığını yaratacak zihniyet çalışmaları bu açıdan önemlidir. Çünkü bu coğrafyanın insanları cehennemden kaçar gibi kendi yurtlarını terk etmekte, kapitalizmin renkli ışıklarının yansıdığı Avrupa kentlerini cennet mekanları olarak algılamaktadırlar. Bu zihniyet çalışmaları kadın bakış açısı ile geliştirilebilirse kadın devriminin tarihsel dayanakları kadar toplumsal hakikat de aydınlanmış olur.
Kadın karşısında her iki cinsel kırılmanın gerçekleştiği mekan olması itibariyle üçüncü cinsel kırılmanın erkek aleyhinde gerçekleştirilmesinin ihtiyacını en derinden hisseden konumdadır. Aile ve hanedanlık kültürünün aşılması, çocuk doğurmada kadının mutlak irade sahibi olması, kız çocuklarının özgürlükçü temelde eğitilmesi, şiddete karşı öz savunmanın geliştirilmesi yaşamsal konulardır.
Bölgede mücadele yürüten kadın özgürlük hareketlerinin karşı karşıya kaldığı temel bir handikap dine yaklaşımdır. Kadın köleliğinin ideolojik meşrulaştırılması olarak kullanılan din özelde de İslam bu nedenle kadın hareketlerinin bir kısmının hedef tahtasındadır. Dinin toplumdaki etkisi ve rolünü görmezden gelerek, kadın özgürlüğünü din karşıtlığı temelinde geliştirmek sonuç almaktan uzak olduğu gibi bu hareketlerin marjinal kalmasına yol açmaktadır. Ortadoğu’da gelişen kadın hareketlerinin İslam ya da kapitalist modernite arasında tercih yapmaya zorlandığı kısır döngüde mücadeleyi geliştirme, sonuç alma imkan dahilinde değildir. İslami feminizm liberal, Avrupa merkezli feminizmin eleştirisi temelinde bir çıkış arayışındadır. Kuran ve hadislerin kadın özgürlüğüne dayalı yorumu, Kuran’ın yeniden yazılması ya da yorumlanması, kadın düşmanı hadislerin reddedilmesi, İslam fıkhına kadın haklarını yerleştirme yürüttükleri temel çalışmalardır. Bir kısmı ise feminizmin modernite ve batı eksenli olmasından kaynaklı feminist olarak anılmak istememektedirler. Akademik alanda ve dergi çevrelerinde örgütlenmeye çalışan bu akımlar çoğunlukla kendi ülkelerinde örgütlenme ve mücadele imkanı bulmakta zorlanmaktadır. Ortaya koydukları kimi düşünceler ise batı karşıtlığı argümanı olarak kullanılmaktadır. Din konusunda pozitivizmin dar dogmatik bakışını aşan, dinlerdeki ahlaki-politik toplum dokusunu esas alan bir yaklaşımı geliştirmek gerekmektedir. Radikal, iktidarcı İslam’a karşı demokratik kültürel İslam’ı geliştirmede kadın perspektifi belirleyici niteliktedir. 12. yüzyılda kesintiye uğrayan din içerisinde felsefe tartışmalarını geliştirmek dogmaların ve dinciliğin aşılmasına katkı sunacaktır. Bu yönlü çalışma yürüten kadın hareketleri ile dinin demokratikleşmesi, cinsiyetçi unsurların aşılması temelindeki ortaklıklar yarım kalan Ortadoğu Rönesans’ına kadınların öncülük yapmasını sağlar. Farklı inanç ve mezheplerin ortak eylem ve örgütlenmeleri, tartışma zeminlerini geliştirmede kadınlar daha fazla imkana sahiptir. Dinciliğin aşılmasında bölgedeki farklı inançlardan kadınların geliştireceği ortaklıklar zihniyet değişimine öncülük eder.
Son iki yüzyılda bölgedeki sorunları derinleştiren ulus-devletçiliğe karşı olmak kadın siyasetinin merkezine oturtulmalıdır. Demokratik ulusun çözümleyici bir model olarak kuramda ve eylemde savunulması gerekir. Milliyetçiliğe, dinciliğe ve cinsiyetçiliğe karşı halkların kardeşliği, savaş-talan politikasına karşı sorunların müzakere ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi kadın özgürlük hareketlerinin ortak tutumu haline getirilmelidir. Bölgedeki müzakere ve barış süreçlerine, savaşlardan kaynaklanan uluslararası mahkemelerde kadınlar mutlaka taraf olarak masada yer bulmalıdır. Yaşamın her alanına sinmiş olan şiddet kültürünü aşmak için anne-çocuk, kadın-erkek ilişkisinden başlayarak zihniyet alanında kültürel bir dönüşüm hedeflenmelidir. Bununla birlikte erkek şiddeti karşısında kadın ve çocukların, devlet ve çetelerin saldırılarına karşı toplumların kendi öz savunmalarını yapabilecekleri kurumlar geliştirilmelidir.
Kapitalizmin krizlerini çözmek için başlattığı dünya savaşları dengelerin değişmesine yol açtığından her iki dünya savaşında devrimci çıkışlara yol açmıştır. Ortadoğu’ya yönelmiş olan üçüncü dünya savaşı için de bu durum geçerlidir. Rojava devrimi böylesi bir örnektir. 2011 yılında statükocu ulus devletlere karşı başlatılan ve kadınların yoğun katılım sergiledikleri halk ayaklanmaları bölgede devrim umudu yaratmıştı. Ancak aradan geçen 11 yılda Rojava devriminin etkisi ile Kuzey-Doğu Suriye dışında hiçbir bölgede alternatif sistem oluşturulamadı. Birçok bölgede eskisinden daha gerici ve anti-demokratik sistemler hakim oldu ve kadınların durumu eskisinden daha kötü hale geldi.
Devam eden 3. Dünya Savaşı, 1. ve 2. Dünya Savaşı’ndan daha farklı yol ve yöntemlerle sürmektedir. İki kutuplu dünya gerçeğinin aşılması ile çelişkili, çatışmalı görünen birçok taraf uzlaşma ve anlaşmaya da varabilmektedir. Görünürde birçok taraf birbiriyle çatışma halindedir. Daha derinlikli bakıldığında ise çatışmalı, çekişmeli görünseler de emperyalist güçler, bölgedeki gerici ulus-devletler ve paramiliter çete grupları aynı tarihsel kökenden geldikleri gibi temel noktalarda aynı saflardadırlar. Rojava devrimi kazanımlarına dönük saldırılarda özellikle Afrin, Serêkanî-Girêspî işgallerinde bu çok net bir biçimde yansıdı. DAİŞ, El-Nusra gibi paramiliter çeteler ve Türk devletinin özel konsepti ile tarihsel kültürü taşıyan mekanlara, kültürlere, en fazla da kadınlara saldırdılar. Kök kültürün taşıyıcısı halkları soykırıma uğratarak, göçerterek, asimile ederek olduğu kadar tarihsel mekanları yakıp, yıkıp talan ederek, barajlarla su altında bırakarak, tarihi eser kaçakçılarına zemin sunularak bin bir yöntemle bu yıkım devam ettirilmektedir. Bu bölgeler ilk kadın devriminin en güçlü yaşandığı ve kadın hakikatinin izlerini taşıyan mekanlardır. İnsanlığın ortak hafızasının saklı olduğu Hasankeyf, Serêkanî-Tel Xalaf, Şengal, Afrin-Endera, Nebi Huri, Ninova, Palmira, Hatra, Musul müzesi ve kütüphanesi, Horsabad, Mari ve daha nice mekanın yıkımı ve talanına sessiz kalınması bu ortaklığın delilidir.
Bu açıdan 3. Dünya Savaşı’nı paradigmalar savaşı olarak değerlendirmek yerindedir. Savaşın tarafları Ortadoğu demokratik uygarlık geleneğini temsil eden güçler, halklar, kadınlar ile devletli-erkek egemenlikli uygarlıktır. Dünya halklarının Rojava devrimini, özelde de kadın devrimini küresel çapta sahiplenişlerinin bir nedeni de paradigmasal savaşın farkındalığıydı. Kobanê direnişini sahiplenme, Afrin ve Serêkanî savaşlarına karşı küresel düzeyde sahiplenme eylemleri gerçekleşirken önce 1 Kasım Dünya Kobani Günü, ardından 2019’da 2 Kasım Dünya Rojava Günü ilan edilerek her yıl bu gün vesilesi ile eylemler yapılmaktadır. Rojava’yı Savunma (Defend Rojava), Kadınlar Rojava’yı Savunuyor (Women Defend Rojava) organizasyonları kapsamında dünyanın her yerinde gelişen kitlesel eylemler bunu ortaya koymuş oldu.
Önderliğimizin öngörü ve perspektifleri ışığında alternatif sistem oluşturmak, öz savunma çizgisinde gelişen fedaice direniş ve kadın özgürlük hareketimizin etkinliği 3. Dünya Savaşı’nda başka seçeneklerin olduğunu gösterdi. Statükocu devletler ve emperyalizmin bölgedeki politik çizgisi karşısında 3. Çizgi olarak gelişen demokratik ulus seçeneğinin çözümleyici gücü görülmüş oldu. DAİŞ saldırılarına karşı militanca direnecek kadın öz savunma gücü olmadan bölgede kadın kırımını önlemenin mümkün olmadığı ortaya çıktı. 21. yüzyılda kadınların köle pazarlarında satılacağını, binlerce kadının savaş ganimeti olarak kaçırılacağını kimse öngörmemişti ve buna hazırlıklı değildi. DAİŞ saldırıları başladığında, Şengal’de 7000 kadın kaçırıldığında buna karşı direnen tek güç PKK ve PAJK oldu. Devletlerin orduları ve peşmerge güçleri bu kırıma göz yumdu ya da ortak oldular. Sistem karşıtı örgüt ve kurumlar, bölgedeki ya da dünyadaki kadın özgürlük hareketlerinin, Êzidi siyasetçilerin ve kadınları koruduğu iddiasındaki erkeklerin durumu ise çaresizce izleme pozisyonuydu.
Ortaya çıkan bu tabloyla birlikte Ortadoğu’nun neden ikinci bir kadın devrimine ihtiyaç duyduğu ve hareket olarak buna öncülük etmemiz gerektiğini Rêber Apo şu sözlerle ifade etti: ”PAJK gelinen aşamada dünyanın dikkatini çekiyor. Ben bu duruma günlük olarak yoğunlaşıyorum. Dağdaki kadınlar, Rojava’daki kadınlar hepsi şunu bilmelidir ki, ben bir kadın devrimi için uğraşıyordum. Ama işte Viyan’ın (Êzidi milletvekili) durumu ortada. Mevcut durumun yenilir yutulur bir yanı yok.”[10] Şengal katliamının gerçekleşmesinden on gün sonra yapılan bu değerlendirme DAİŞ’in yenilgiye uğratılması, Kuzey Suriye ve Şengal’de kadınların kendi öz örgütlenmelerini, ordularını oluşturmalarıyla kadın devriminin nasıl somutlaşabileceğini ortaya koymuş oldu. Bu kadın orduları ve örgütlenmeleri kadın devrimi hedef ve amacından kopuk değildir. Böyle bir amaç olmasa kadınlar savaşma, ordu kurma, DAİŞ’e karşı durma gücü bulamazlardı. Bu büyük bir özgürlük anlayışı, aşkı ve fikri ile ortaya çıktı. Önder APO’nun kırk yıllık eğitimi, örgütlenme ve mirası üzerine bu düzey açığa çıktı.
Ortadoğu devriminin fitilini yaktığı düşünülen 2011 ayaklanmaları için Rêber Apo “Arap baharı değil, halkların baharı ve merkezi de Kürdistan’dır” belirlemesi ile 4 yıl öncesinden Ortadoğu devriminin Kürdistan merkezli gelişeceğini öngörmüştü. Bu açıdan Rojava devrimini Ortadoğu’yu ikinci kadın devriminin mekanı haline getiren öncü bir devrim olarak değerlendirebiliriz. Kürdistan’ın bir parçasında kazanımlar elde etmenin ötesinde, kadın devriminin ve Ortadoğu devriminin temeli olabilecek bir adımdır. Bu devrimin kültürleşmesi ve toplumsal sisteme dönüştürülmesini, her türlü saldırıya karşı savunulması ve tüm bölgeye yayılmasını sağlamayı Ortadoğu’da ikinci kadın devrimini gerçekleştirme stratejisi olarak ele alabiliriz. Bu noktada Rojava devriminin etkisini bölgedeki diğer halklara taşırmada yaşadığımız yetersizlikleri aşmak, elde ettiğimiz avantajlara dayalı ortaklaşmalar, örgütlenmeler oluşturabilmek Ortadoğu’yu kadın devriminin somutlaşarak tüm dünyaya yayıldığı coğrafya haline getirecektir.
[1] 30 Ocak 1994 tarihli çözümleme
[2] 6 Eylül 2000 tarihli görüşme notu
[3] Özgürlük sosyolojisi
[4] Özgürlük Sosyolojisi
[5] Ortadoğu Savunması
[6] 23 Ocak 1994 tarihli çözümleme
[7] 23 Ocak 1995 tarihli çözümleme
[8] Ortadoğu Savunması
[9] Ortadoğu Savunması
[10] 15 Ağustos 2014 tarihli İmralı heyet görüşmelerinden