Sosyal Devrimi Sevebilmek ve Yüce Yaşama Ulaşabilmek İçin Yapıyoruz
Uygarlık tarihi boyunca, sınıflı toplumun gelişmesi, sosyalleşme, ulusallaşma, çeşitli aşiret, halk toplulukları için kölelikten tutalım gücümüzün çeşitli toplumsal biçimlenişlerine kadar, her birisi değişik biçimlerde; bazen barışçıl, bazen savaşçıl, bazen kültürel-ekonomik, bazen siyasal yöntemlerle bazılarının çok olumlu gelişmesine, bazılarının yok edilmesine, bazılarının orta düzeyde gelişmesine yol açarken, Kürdistan’da toplumsal-ulusal gelişmenin iç ve dış nedenlerle çok güdük kalmasına yol açıyor. Denilebilir ki, köleciliğin insan toplumundaki ilk çıkışına bizim ülkemizin beşiklik etmesi söz konusu. Bütün uygarlık dönemleri çok olumsuz; işgal, istila, talan biçiminde yansıyor. Bu da sürekli dağlara kaçışı ve orada çok ilkel aile-kabile düzenleri biçiminde yaşamaya yol açıyor. Uygarlık, olumlu yönleriyle değil, daha çok işgal-talan yönleriyle Kürdistan’ı kaplamaktadır. Dolayısıyla Kürtlük gerçeği de diyebileceğimiz bir kimlikle eğer varlık sürdürülmek isteniyorsa, dağlara sığınmak gerekiyor. Bu da her zaman birçok dönem için ayakta kalmanın tek biçimi olarak karşımıza çıkıyor.
Aile, aşiret, kabile düzeyi de bir yerde sosyal gelişmenin ilkel bir dönemini temsil ediyor. Yani ilkel komünal dönemin temel toplumsal biçimini ifade ediyor. Ulusal ve toplumsal düzeyi geri, hele siyasallaşma daha da geri. Diğer ekonomik sosyal boyutlar neredeyse geriliği kat be kat yaşıyor.
Bizdeki kadın-erkek-aile şekillenmesi göz önüne getirilirken, bu tarihi özelliği, uygarlık gelişmesi, bunun her ülke ve halk için de ne ifade ettiğini görmek kadar, onunla mukayese etmek biçiminde de ele alırsak, daha da net anlaşılacaktır. Aynı zamanda bu, çok çapraşık ilişki düzenimizi, bir kaos halini alan toplum gerçeğimizi doğru anlamaya götürecektir. Sadece geleneklerle kurtarılmaya çalışılan ve uğruna neredeyse en kötü bir biçimde gerileten mücadeleye yol açan kadın, onun etrafında kurulan aile ve onun üzerinde yükseltilen çeşitli “namus”, “ahlak” anlayışları, belki de sanıldığının tam tersine, düşmana en çok hizmet eden ve kendilerini bitiren bir özelliğe dönüşmektedir.
Çok somut bir biçimde açığa çıkardık ki, kadın-aile etrafında içine girilen çok geleneksel, katı şekillendirilen temel ahlaki tutum, bunun en belirgin ifadeleri olarak namus, onur, kişilik oluşumları, aslında hiç de farkına varmadan tersini doğuruyor. Yani namusluluk, namussuzluğun gerçek adı oluyor. Onur, onursuzluğun; kişilik, kişiliksizliğin maskesi oluyor. Bu, toplumsal gerçekliğimizde ne kadar acı da olsa böyledir. Daha da iyi ve derinliğine çözümlenmek istendiğinde görülüyor ki, tarih ve güncellik itibariyle düşman karşısında her türlü yenilgiye, onun doğal sonucu olarak daha da geri ve kabul edilemez yaşam koşullarına götüren, uğruna neredeyse feda ettiğimiz bu kavramların ve verilen anlamların, takınılan tutumların sonucu olmaktadır.
PKK’deki Önderlik gerçeği; denilebilir ki bunu çarpıcı bir biçimde, doğuşundan günümüze kadar iyi gören ve giderek daha kapsamlı çözümlemelerle yeni toplumu, ulusal kimliği veren, kuşatan düşman gerçeğine, yine onun sürekli düşmana hizmet eden geleneksel işbirlikçi veya tutucu, -ne denilirse denilsin- feodal yanlarına karşı bir savaş olarak ele alınıyor. Böylece özgürlük dediğimiz tutumun ne anlama gelebileceği ortaya çıkıyor. Dolayısıyla toplum çok şiddetli bir eleştiriye tabi tutuluyor. Meşru kabul edilen ilişki anlayışları eleştiriliyor, sorgulanıyor, bireye dek indirgeniyor. Özgürlük boyutu, ahlaki kültürün çeşitli biçimlerine yansımaları ve en önemlisi de savaş gerçeği içindeki yeri konuluyor. Eski bağların ne kadar köstek teşkil ettiği, utanç verici olduğu ortaya çıkarılıyor. Burada her şey alt üst ediliyor. Daha önce meşru kabul edilen gayrı-meşru, utanılır olanın utanılmaz olduğu, onur olanın onursuzluk olduğu, gelişme denilenin gerileme olduğu; böylesine bir alt üst oluş, yeniden ayakları üstüne diriliş söz konusu oluyor. Bu, kendini hissettiriyor ve giderek PKK içinde yeni yaşamın nasıl olması gerektiğine dair artan bir tartışmayı beraberinde getiriyor. Sorun çok açık ve yoğun bir biçimde hissettiriliyor. Tarihte yitirilenin tekrar tarihin gündemine getirilişi böyle oluyor ve her sorun nasıl ki öncelikle gündemleşirse, cevabını ararsa, partimizin de böylesine bir cevabı gündemleştirmesi söz konusudur. Sorun iyi ortaya konulmuştur. Daha da detaylandırılabilir. Fakat çözüm ve cevap yanı ağır basan bir biçimde gündemleşiyor.
Özgür tutumun sahibi ol! Öz iradenin ve düşüncenin sahibi ol!
Sadece eskiyi eleştirmekle, suçlamakla yetinmiyoruz; yeniyi veya yaratmamız gerekenin ne olduğunu, kavrayışta ve uygulamada nasıl yönelmemiz gerektiğini ortaya çıkarıyoruz. Unutmamak gerekir ki, doğru bir karar verebilmek, doğru bir tutuma ulaşabilmek için, bağımsız kişilikler gereklidir. Bütün yönleriyle bağımlı kişiliklerin, duyguda, düşüncede, davranışta böyle olanların, özgür kararlara ve bundan kaynaklanacak yaşantı biçimlerine ulaşmaları zordur veya oldukça çarpıktır. Partimizde sağlanılan en soylu gelişmelerden birisi de kadın-erkek yaklaşımlarında bağımsızlıkçı tutumu büyük bir dirayetle, sabır ve çabayla gerçekleşmiş olmasıdır. PKK’nin ortamında aslında varılan büyük çözüm veya soruna cevap; özgür kadının ve erkeğin gerçekleştirilmesidir.
Parti içi eleştirileri göz önüne getirdiğimizde görülecektir ki, çekilen en önemli sancılardan birisi de mevcut ilişki tarzının, aile ve kabile anlayışının ölümüne içimize taşınmak istenmesidir. Parti, bu konuda ilkeli ve ölümüne bir mücadeleyle karşılık veriyor. Çünkü parti diyor ki; senin bu yaklaşımların ulusal-toplumsal düzeyi güdükleştir, en az düşmanın katliamı kadar toplumu çarpıklaştırmıştır. Dolayısıyla buna karşı savaşım, ideolojik, siyasi bir savaşım oluyor. Sonuç; PKKlileşmek, savaş gerçeğine yaklaşmak, bağımsız kişiliğe ulaşmak, özellikle kadına dayatılan kölelikten kurtulmak ve aleyhindeki ilişki düzenini aşmak istiyorsan, tepeden tırnağa kadar bağımsız ol, özgür tutumun sahibi ol! Öz iradenin ve düşüncenin sahibi ol! Davranışın da tamamen özgürlüğün bir ifadesi olsun! Partinin özgürleşme düzeyini bu ilkenin uygulanışına bağlarken, bunu topluma taşır. Bu, oldukça büyük bir cevaptır. PKK’nin belki de tam açığa çıkmamış, fakat mutlaka ulaşılması gereken bir gelişim düzeyi var. Toplumun kurtuluşu, öncelikle PKK’nin içinde böylesine bir cevaba kavuşuyor ve bu cevap tutarlı bir biçimde topluma yansıtılırsa denilebilir ki, çok köklü bir devrim daha şimdiden sağlam bir esasa kavuşmuş olur.
Partimizde varılan çözüm, şüphesiz hem teoriktir hem de böylesine küçümsenmeyecek sayıda kadronun bağımsız düşünme ve karar verme gücüdür. Sıkça vurguluyoruz, kadın-erkek ilişkisinin eski biçimlerine sert eleştiri yapılırken, bunun kabul edilmezliği gösterilirken, onun yerine özgür ilişkiye, onun ortamına ve biçimine böylesine açıklık getirme, böylesine özgür olma tutumuna elverişli bir ortam sunma sağlanılan en büyük gelişme oluyor. Çok kişinin belki de kavramadığı, yüceliğini takdir etmediği bir durumu, bugün bir kadın çalışmasında çok önemli bir gelişme olarak değerlendirmek, bu düzeyi daha da zenginleştirmek, örgütlemek ve eylemle, yaşamla zenginleştirmek kadın çalışmalarının temel bir görevidir. Dolayısıyla bir kadın kongresinin, bu konuda sağlanılan en önemli gelişmeyi kendisine esaslı bir tartışma konusu yapması, bu tartışmaya dayalı olarak görevler belirlemesi, daha da somut olarak yaşamı bütünleştirmesi girilecek en sağlıklı bir yol oluyor. Hiç şüphesiz, eğer bu esas sürekli gözetilirse, hangi ilişkiye el atılırsa atılsın sağlıklı sonuçlara ulaşılacaktır.
Bizdeki özgürlük en emekçi sınıfın özgürlük tutumudur
Bunun savaş gerçeğiyle bağlantısı iyi ortaya konulmuştur. Böylesine özgür bir tutuma sahip olmak demek, mükemmel bir savaş yaşamı içinde yerini belirlemek, yine örgütsel yapı içinde yer almak, oldukça faal bir siyasi çalışmanın sahibi olmak anlamına geliyor. İlişkilerdeki özgürlük düzeyi kurulmak, bir yaşam biçimine dönüştürülmek isteniyorsa, bu eşittir iyi savaşmak, iyi siyasallaşmak, bunun için de iyi örgütlemektir. Dolayısıyla özenle vurguluyoruz ki, çok iyi örgütlenmemiş, bu temelde siyasallaşmamış, askerileşmemiş kişilik, özgür olamaz. Hele bu Kürdistan somutu ise, buna önderlik eden PKK ise, bir kişi tutarlı olmak istiyorsa, “ben özgürüm, özgür kararın sahibiyim” diyorsa, o zaman onun örgütlülük düzeyine bakarız. Örgütlenme için eğitime, siyasallaşma için kapsamlı, genişliğine ve derinliğine bir düzey yerine, siyasallaşmanın savaşla bağlantısına, ona ne kadar katıldığına, ona ne kadar gelişim şansı verdiğine bakarız ki, onun özgürlük tutumunun derecesini bilelim. Kesinlikle birbirleriyle ilişkileri sıkıdır. Bir sahadaki kopukluk, diğer tüm sahaların elden gidişine yol açabilir. Bunun için sistemli ele almak gerekir. Ve bu, görüldüğü kadar aynı zamanda beraberinde çok sıkı bir disiplini de getiriyor. Özgürlük, birçoğunun sandığı gibi, laçka, bayat bir liberalizm değildir. Bizdeki özgürlük en emekçi sınıfın özgürlük tutumudur. Ancak onun da yüksek bir gönüllü disiplinle sağlanacağı ortaya çıkıyor.
Örgütlülük, siyasallık, askerilik, Kürdistan somutu ve onun savaş gerçeğinde, en üst düzeyde disiplinli yaşamayı, ilkeye çizgi dahilinde çok sıkı bağlı yürümeyi, bütün yaşamını buna hasretmeyi, bunun üstün çabasını sergilemeyi gerektirir. Dolayısıyla kadın olsun, erkek olsun, hiçbir militanın, eğer yüksek derecede bir örgütlenmeye, bunun siyasallaşma ve askerileşme çabasına, emeklerimizin önemine, bizzat bunun gereklerinin yerine getirilmesine bağlanmamışsa, o kendisini aldatmaktadır. Kişilere fazla güvenmemek gerekir. Tutarlılık, örgütlülük düzeyine, onun her sahadaki yoğun çabasına, savaş gerçeğiyle bağlantısına, bunun sadece lafına değil, pratiğine bakmakla özdeş olduğunu, bu ölçüyü sıkı sıkıya göz önüne getirmemiz gerektiğini bilirsek, en sağlam özgürlük tutumuna ulaşmış olacağız.
Anlamlı ve çok cesur bir eylem!
Güney savaşında şehit düşen Gülnaz Karataş (Beritan) arkadaş, özgürleşme yönünde büyük bir çabaya sahiptir. Arkadaşın bana gönderdiği bir raporu vardı. Daha şehit olduğunu duymamıştım ve bu arkadaş hep aklımdaydı. “Önderliğin çözümlemelerinden yararlanarak bir roman denemesi yapmak istiyorum” diyordu. Bizde hiç kimse şimdiye kadar böyle bir söz söylememişti. Oldukça ilgili bir arkadaştı. Bu arkadaşı bir görüp, tartışsaydım iyi olurdu diyordum, daha sonra şahadet haberi geldi. Çok kahraman bir kız! Rubarok karakol eylemine takım komutanı düzeyinde katılmış ve bu eylemde yaralanmıştır. Yaralı olduğu halde, Güney savaşım cephesinde en önde tavır almıştır. Orada da mermileri tükeninceye kadar mevzide kalmıştır. Daha sonra işbirlikçi, hain güçler etrafını sarmışlar ve “Teslim ol, sana bir şey yapmayacağız” demişler. Fakat arkadaşın tavrı, “Siz düşmanla iş birliği yaptınız, Güney’den Kuzey’in devrimine saldırıyorsunuz, hainsiniz, size teslim olmam” demek olmuştur. Parti Önderliğini de slogan düzeyinde haykırarak kendini uçuruma atıyor. Anlamlı ve çok cesur bir eylem! Aslında teorik olarak güçlü; salt yurtseverlik veya direnişçilikten kaynaklanmayan, aynı zamanda çözümlemeleri de oldukça derinliğine anlamaya çalışan birisi, çünkü onu daha da boyutlandırmak istiyor. Bu şu anlama geliyor ki, bu yoldaşımızdan iyi bir çözümleyici çıkabilirdi. Anlamakta kararlı olan ve bunun için her türlü kahramanca direnişçiliği sergileyecek kişilikler de çıkıyor, buna değer vermek gerekiyor. Anısına iyi karşılık vermek gerekecek. Bunlar, öyle basite alınacak kişilikler, tavırlar değildir.
Bu şahadet üzerine arkadaşlar da “Biz bu arkadaşın anısına bağlıyız, adını tabura vereceğiz” diyorlar. Sorun adını tabura vermekle, nasıl direndiğini söylemekle halledilmiyor. Sorun, takip ettiği tutumu yaşatabilmektir. Zaten bu sonuçları da ortaya çıkaran, tutumun kendisidir. Biz onu esas alıyoruz. Biraz da bizim gelişmesini istediğimiz arkadaşların bir örneği, bir modeli oluyor.
Halbuki gelişmekte kararlı olan bu arkadaşımız, aynı zamanda epey tersliklerle de karşılaşmış. Belki yanlışlıklar da yapmıştır, fakat gittikçe doğru çizgide derinleşiyor ve neredeyse çok etkili bir sonuca gidebiliyor. Demek istediğim; biz yolu açık tutarsak yaman, hatta kahraman tipler çıkabilir. Nitekim ben daha önce bu alanda “kadınlar epey ağırlık teşkil ediyor, bunları ne yapalım” dendiğinde, şunu söyledim; sizin ağırlık dediğiniz tam tersinedir, aslında büyük bir fedai gücüdür. O arkadaşların oralara gelmesi büyük bir kısmında görüldüğü gibi kendini feda etme anlayışının yanında, cesareti de ifade eder. Siz bunu değerlendiremiyor, çok köhnemiş feodallik, düzen yaklaşımlarıyla yaklaşıyorsunuz. Bu, gerçekçi bir yaklaşım değildir. Gücünüz yetmeyebilir, doğru yaklaşımları da sunmak zor olabilir. Fakat benim anlayışım da böyledir. Nitekim bu anlayışın doğru olduğu ortaya çıktı. Daha sonra birçoğu, “hepsi mevzide direnmiş, hiç kaçan olmamış. Hiç de sandığımız gibi değiller, daha sonraki savaşta ortaya çıktı” dediler. Bunlar da öyle fazla abartılacak sonuçlar değildir. Biraz daha kabul edilebilir bir düzeyin yakaladığını gösterse de asıl büyük gelişler bundan sonra söz konusu olabilir.
Umarım ki, kadın için geliştirdiğimiz çabalar hem anlaşılır hem de büyük değerlendirilir. Belki sizi biraz zorlayacağız. Disiplinli yaşam sizi sıkabilir, ama özgürlüğün, gelişmenin bir bedeli vardır, onu vermeden ona ulaşılmaz. Ucuz çözüm, rahatlatacak ilişki düzeyi, günlük yaşam alışkanlıkları sizi tatmin edebilir, ama özgürlüğe götürmez. Bu da basit bir kişilik ortaya çıkarır. Biz bununla yetinmek istemiyoruz. İstesek sizi çok rahat idare edebiliriz. Fedaisiniz veya her türlü savaşıma varsınız, ancak rahatlıkla kullanılabilirsiniz de. Bazıları bunu da yapar, ama ben böyle değersiz yaklaşmanın sakıncalı olduğunu, dolayısıyla sizlerle çalışmanın biraz daha derinleştirmek gerektiğini daha doğru bir tutum olacağını düşünüyorum. Nitekim, ülkeye çok yüzeysel bir biçimde gidenlerin kolay kaybettikleri de göz önüne getirdiğinde, bu yaklaşımlarımızın yaşamaya değer olduğunu kanıtladık.
Sizi, oldukça bağımsız iradeye, özgürlük tutumuna ve onun ifadesine kavuşmuş; yanlış durumlara kolay düşmeyen, yaratmak istediğimiz tipi yakalamada biraz iddialı, en azından bu konuda sabırlı, inatçı bir tutumun sahibi kılmak istiyoruz. Bu, daha iyi diye düşünüyorum. Hiç şüphesiz, önümüzdeki dönemde partimizin özgürlükte sağlayacağı gelişme, kadın-erkek ilişkileri, aile ilişkileri ve bunların özgür yaşama yansıyışı hem netleşme hem de pratiğe kavuşması, bizzat yaşanılır bir olay haline gelecektir. Bu da tamamen mücadele ve çabaların yoğunluğuyla birlikte olacaktır. Savaşılmadan asgari sosyal yaşamı bile kurtaramayacağımızı bir an bile göz ardı etmeyeceğiz. Mevcut ulusal, toplumsal düzeyimizi, onu doğurtan düşman gerçeğini, aile ve kadın-erkek yaşamını savaşla düzenleyeceğiz. Tabii haince, düşkünce, güçten düşüren, yenilgiye götüren biçimde değil; özgür bir temelde başarıya, yeniye götüren tutumun sahibi olunacak. Yaşamı daha fazla anlamlı kılan biçimleri, ancak savaşla yakalayacağız.
Bunun diğer bir ifadesi de toplumumuzda çok tahrip edilen anlayış düzeylerini geliştirmedir. Şuna geliyoruz; toplumumuzun ne kadar birbirine karşı olduğunu, birbirine diken gibi battığını, aile içinden tutalım, hemen her aşiret, kabile arasında, yine çok çeşitli kişilikler arasında bir kavram kargaşası, bir kaos, özellikle de saygı, sevgi olayındaki yoksulluğu gördüğümüzde, verdiğimiz savaşın bir yerde sevgi, saygı, anlayış savaşı olduğu anlaşılacaktır. Kürdistan’da sevgiye, saygıya ve anlayışa giden yol da bir çizgi dahilindeki savaş gerçeğine, bunun bütün gereklerini yerine getirilmesine bağlı olmalıdır. Daha fazla sevebilen bir ortama ulaşmak istiyorsanız, o zaman daha fazla savaşma imkanlarına sahip olun. Bu, kesinlikle doğru bir belirleme olduğu kadar, günlük somut çabayla da bağlantılı bir olaydır. Hiç kimse savaşmadan, bunun gereken çabasını sergilemeden, sevgi-saygı beklemesin. Kürdistan devriminin kişilikteki en büyük yansımalarından birisi de budur. Bunu da başarıyla ortaya koyduk. Geriye bu temelde, iyi bir örgütlenme gereği ortaya çıkıyor. Bunun olanaklarıyla birlikte, yine çokça istenildiği gibi bir askerileşme imkanı da belirmiştir. Mevcut ortamların askerileşmeye katkısı küçümsenemez. En önemlisi de devrimi, daha fazla sevilebilmek, sayılabilmek ve insan soyuna özgü yüce yaşam biçimlerine ulaşmak için yapıyoruz. Toplumumuzda, ulusal bünyemizde yitirilen ve bize en az ekmek-su kadar gerekli kavramlara, onun yaşama yansıtılışına gidebilmek için savaşmaya mecburuz. Her kim ki, bu konularda “bana layık olana ulaşayım” diyorsa, o zaman savaş! Hem de başarıyla savaş ki, özgürlüğe ulaşasın. Sloganın özü de budur.
Hiç şüphesiz devrimci edebiyatla konu daha da iyi anlatılır. Bizzat bir devrimci edebiyat savaşımıyla da kişiliğin psikolojik boyutlarına, kadın-erkek ilişkilerinin düzenlenişine, açıklığa kavuşturuluşuna, sanatla, sanatın diğer biçimleriyle güzelleştirme dediğimiz boyutuna ulaşılır. Bu, sanata devrimin güzelleştirme boyutunu da eklemek demektir. Onun da yolu böylesine devrimci bir savaşla bağlantılı olarak konulmuştur.
Newroz’a yaklaşıyoruz. Ulusal Kadın Kongresi geliştiriliyor ve 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü değerlendiriliyor. Böyle birkaç anlamlı günün bir araya gelmesi, soruna bir daha değinmeyi yerinde kılıyor. Cinsler arası ilişki, kesinlikle aynı zamanda sınıflar arası ilişkidir. Hatta ulusal düzeyle de bağlantısı vardır. Sahte yaşam hayalleri fazla mutluluk vermiyor. Yaşam acımasızdır. Onur, sevgi kolay kazanılmıyor, hele aşk söylendiği gibi hiç de kolay kazanılmıyor. Ama yine de birbirimize değer vermeliyiz. Hatta şunu bile belirtebilirim; bir kadın eğer bütün kişiliğinin arı, sade, zeka kıvılcımı gibi olmasını, şirin gibi bir üsluba sahip olmasını, çok cesaretli olduğu kadar duygulu olmasını bilirse ve bunu yaşamın her sahasına hakim kılma ilgisini, tartışma ve eylem gücünü sergilerse, böyle kadın tanrıçalara benzer bir konuma gelebilir. Kendinizi bir sığıntı gibi görme yerine, herkesin size sığınabilecek kadar bir zenginliğin, bir büyüklüğün sahibi olabilirsiniz. Bu imkanı görüyorum ve insan bundan gurur duymalıdır. Cins olarak değil ezilme, horlanma, böylesine erdemlerin sahibi olmak mümkündür. Aynı zamanda bu görkemliliktir. Ayıplık bunun neresinde? Kölelik, basitlik bunun neresinde? Bunlar büyük savaşımlarla, sadece kaba anlamda bir savaştan bahsetmiyorum, çok soylu düşünce gücü kadar, örgüt, eylem gücü olmayla da bağlantılıdır.
Biz de sürekli bu çerçevede sizlere ilgiyi geliştirmek istedik. Dolayısıyla genelde kadın gerçeğinde, özelde Kürdistan kadınının dayanılmaz ve mutlaka aşılması gereken yaşamına saygıyı böyle dile getiriyoruz. Yaptıklarımız az olmamakla birlikte, henüz bu işin başlangıcını ifade ediyor. Bundan sonra tecrübelerimize de dayanarak daha iyi mücadele edeceğiz. Gelecek günler insanın daha fazla kabul ve yaşamaya cesaret edebileceği günlerdir. O halde, Kadın Kongresine giderken, bu temel hususlarda net olmak kadar, kendimizi açık görevlerle karşı karşıya getirmek, bunun çabasını eksik etmemek büyük önem taşıyor. Parti olarak, bu temelde eğer iyi kavramaya çalışılırsa, gerekenler yerine getirilirse, iyi bir yolda olduğumuza emin olabiliriz.
Kongre çalışmalarınız bu temelde yürürken, önemli başarılar sağlayacağınıza inanıyoruz. Tüm yoldaşların bu temelde üzerlerine düşeni her zamankinden daha fazla yerine getireceklerine eminiz. Tüm savaş alanlarındaki katkıların da ilerletici olacağına inanıyoruz. Hepsinin, katkılarını eksiksiz yerine getirerek bu alanda da yüksek bir başarıya sahip olmalarını diliyoruz. Kongrenin üstün bir gelişme ve başarıyla tamamlanmasını selamlıyoruz. Selam ve sevgilerimizi sunuyoruz.
-Yaşasın Kürdistan Ulusal Kadın Kongresi!..
-Yaşasın Ona Öncülük Eden PKK!..
5 Mart 1993
Önder Apo
Kaynak: Sosyal Devrim Ve Yeni Yaşam