Kendi halinde akıp giden bir yaşamın sessizliğiydi belki de arayışlar tufanında yeniden yollara ve yeni yolculuklara bırakı veren insanı. Belli belirsiz uzaklara, yollara düşüren. Önünde koskoca bir bilinmezlikle beraber zorlu yolculuk başlayıvermişti. Arkana bakmadan, bir daha geri dönmeksizin yollarda arayışların, sen ve sessizliğin, yalnızlığın ve bilinmezliğin derin korkuları içinde.
Her adım atışında, her geriye bakma isteminde ve karşında duran tüm görkemliğini sana hissettiren ay ışığının parlaklığında sıra dağlar ve kendi halinde akan Beşiri Çayı. Ay suyun kıvrımlarıyla akıp giderken çekilmemiş bir filmin sahnesinde buluverirsin kendini. Hayal- gerçek, rüya- düş gelip giden film karelerindeyken kayalıkların arasında bulunan küçük bir kartal yuvasında ve sert rüzgârların uğultuları içindesindir. Akşamdan kalan ıslak giysiler ile ısınmaya çalışırken gecenin aydınlığıyla D… ile birbirimize sımsıkı sarılarak ısınmaya çalışıyorduk. Lacivert parke ikimizin arasında adeta can çekişiyordu. İlerleyen saatlerle birlikte rüzgâr iyice sertleşti. Yarı uykulu, yarı uyanık ve soğuyan havada içimizi ısıtan tek şey ise karşımızda parıldayan Beşiri çayı idi. Hava soğuk ve biz buzdan bir parça halinde birbirimizi ısıtmaya çalışıyorduk.
Yaşadığımız an’ın büyülü güzelliğini bir kez daha yaşayamayacağımın farkındaydım. Bunu ne yürek cesaret edip söyleyebiliyor. Nede dil yanında sımsıkı sarıldığı yoldaşına anlatabiliyordu.
Gece karanlığından, gündüzün rüzgârlı havasına ve tekrar gece karanlığına süren 24 saatlik bir serüvenin ardından karşımızda duran Beşiri çayına yeniden vurma zamanı gelmişti. Daracık, kartal yuvası mağaradan toparlanmaya başladık. Gözlerim hala uzaktan ışıkları yanan köyde. Orada bir şeylerimi bırakmıştım sanki. İçimi durmadan sızlatan bir şeydi bu.
Bizi köyde karşılayan iki gerilla ellerinde silahlarıyla hala yanımızdaydılar. Kendimi Vietnam filmlerinin içende yaşayan karelerde hissediyordum. Elbette Kürdistani bir versiyonunda.
Sessiz bir bekleyişin ardından iki gerillanın gelip bizi alması, köy samanlığında geçirdiğimiz 12 saatlik süren sesiz bekleyişte, Zindan arkadaşın Siverekli bir koruyucu aşiretinde geçirdiği çocukluk dönemlerini, gençlik yıllarında Bucaklarla girdiği çatışmalar anlatmıştı. Ve Başkan Apo ile geçirdiği günleri sakin ses tonuyla anlatırken “başkanım” kelimesiyle yüzünde beliren gülen gözlerindeki parıltıyı, umudu biz gerillaya yeni katılan kişiye hissettiriyordu. Orta boylu, zayıf ve samanlığın kapı tarafına zorla yerleşmiş olan Zindan arkadaş anlatımlarıyla, canlılığıyla ve kullandığı üslubuyla pür dikkat dinlememizi sağlıyordu. Hafif toplu, orta boylu ve tıknaz görünümüyle Afrinli olan Azad arkadaş ise sessizce gözleri kapıda, eli silahın tetiğinde bizi dinliyordu. Arada bir Türkçe öğrendiği kelimeleri kullanarak, bir şeyler söyleyerek sohbetimize katılıyordu.
Kulaklarımda köy ahırındaki sohbetimiz ile Beşiri çayının buz gibi soğukluğunu derin hissediyor olsam da, lacivert parkeme yapışıp kalan samanlar yaşananın bir filmden ibaret olmadığını söylese de hayal dünyasından gerçek yaşama geçişim şimdilik olanaksız gibi görüyordu.
Kartal yuvası mağaradan çıkarak Zindan arkadaş önde biz ise arkasından yeniden ilerlemeye başladık. Dünden kalan ay ışığı etrafı aydınlığa bürümüştü. Giderek uzaklaşıyorduk Hasankeyf’ten. Bir taraftan arkamızda kalan tarihi görkemli Hasankeyf diğer taraftan da önümüzde duran Mava alanıyla Botan Dağları.
Ve biz dört arkadaş hızlı adımlarla Mava alanına geçmeliydik. Arkamızda kalan Hasankeyf ise gülümsercesine, parlayan suyuyla sanki bizlere veda ediyordu. Evet, bir daha görüşmeyeceğimizi fısıldar gibi vedalaşıyordu. Ben ise hayal dünyasındaydım yine. Bir önümdeki dağların görkemliliğine, bir Hasankeyf’in unutulamayacak güzelliğine dönüp, dönüp arkama bakmadan duramıyordum. Birden önümde ilerleyen Zindan arkadaş ses tonunu kalınlaştırarak “ haydi Heval şimdi romantizmin zamanı değil. Her an düşman bizi fark edebilir. Dikenlere dikkat et. Düşmeyesin tamam mı?”
Zindan arkadaşın uyarısıyla birlikte daha dikkatli yürümeye başlarken ayağımdaki botlarla birlikte ıslanan bahçe toprağının içine düştüm. Zor da olsa kendimi kurtarmaya çabalarken, Zindan arkadaş ellerimden tutup çamurun içinden çıkardı. Kalın ses tonu yerini sevecenliğe bırakmıştı. “sorun değil Heval. Sen Azad arkadaşın elini sıkıca tut. Ve attığı adımlara bakarak adımlarını at. Haydi, yürü şimdi.”
Saatler süren yürüyüş ardından Beşiri ovasında bulunan köylerden bir tanesine girdik. Köyün dağlara bakan son evinin kapısını çaldık. 50 yaşlarında toplu ve beyaz tülbendiyle bir ana kapıyı açtı. Bizi salona aldı. Salonda sayısını bilemediğim kadar ayakkabı vardı. Ana odaya girerek bizlere tahta kapıyı açtı. Odaya girmemizle birlikte kalabalık bir gerilla grubunun içinde buldum kendimi. Çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordu.
Evet, ilk kez bu kadar sayıda bir gerilla grubunu televizyon ekranlarında değil gerçekte bir arada görüyordum. Oval bir şekilde oturmuş bizleri bekliyorlardı. Kalabalık gerilla grubunun komutanı olan Haki Mardin arkadaş mütevazi bir sesle bizi selamladıktan sonra Zindan arkadaşa döndü. Haki arkadaş “biz yeni arkadaşları yarın akşam sizden alacağız. Bu akşam zorlu bir yoldan geçeceğiz” dedi ve ayağa kalktı. Haki arkadaşın ayağa kalkmasıyla birlikte diğer gerilla arkadaşlar da ayaklanıp tek, tek bizimle gülümseyerek “serkeftin Heval” deyip tokalaştılar. Haki arkadaş sevecen ses tonuyla “yarın görüşürüz” diyerek evden ayrıldılar.
Yarım saat aradan geçtikten sonra ev sakinlerinden hatırımızı isteyerek evden çıktık. Yeniden Beşiri çayında geçmeyi deneyeceğiz. Zindan arkadaş bizleri Azad arkadaşa telsim ederek yarım saat sonra geleceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Bizler suyu yeniden geçeme çalıştık. Ama yine başarısız olduk. Yağan yağmurlarla birlikte iyice yükselmişti Beşiri çayı. Berrak ve kendi halinde akan su gece karanlığında gürleşen bir ses ile içimizi ürpertircesine hırçın bir hal almıştı. Ve biz suya vurarak geçmek zorundaydık.
Azad arkadaşı, tüm girişimlerimize rağmen geçemeyişimiz ve hala köylerin içinde bulunmamız tedirgin ediyordu. Zorlu suya vuruşumuz ardından yeniden köye dönerek, farklı bir eve girdik. Evde sadece yaşlı bir ana ve küçük bir erkek çocuğu vardı. Üzerimizdeki ıslak elbiseleri çıkarıp kuru elbiseler giyerken dışardan sesler gelmeye başlamıştı.
Evet, köye jandarmalar baskın yapmıştı. Ve biz üç arkadaş köyünde, bir evin içindeydik. Eşyalarımızı evde bırakarak hızlı adımlarla köyden çıkmaya başladık. Bizim köyden çıkışımızla birlikte jandarmalar çıktığımız evin içine girdi. Ayaklarımı sıkan postallarla birlikte hızlı adımlarla köyden uzaklaştık. Islak elbiselerden kurtulmuş olmam o anda beni mutlu eden tek şeydi. Azad arkadaş sıkıca elimi tutuyordu. Giderek artan köpek sesleri ve silah atışları eşliğinde Beşiri çayına son kez vurarak suyun diğer tarafına geçtik. Ve köyden hızlı adımlarla uzaklaştık.
Ay ışığı etrafı gündüz gibi aydınlatıyordu. Uzaklaştığımız 15 hanelik köyde hala jandarmalar vardı. Hafif kendimizi yukarı vererek köyü izlemeye başladık. Ancak köyün hemen yakınında havada uçan izli mermiler ile bir çatışma yaşandığını fark ettik. Ve silah sesleri havadaki sessizliği bozan tek şeydi. Bir saat öncesine kadar ellerinde silahlarıyla, gülen yüzleriyle bizi bir köy evinde karşılayan gerilla grubu çatışmaya girmişti. Ve Zindan arkadaş hala gelmemişti. İçimde ise tarifi zor, nerden geldiğini anlayamadığım bir sıkıntı vardı.
Saatler ilerledikçe köyden gelen köpek sesleri kesilmiş ve silahlar ise susmuştu. Bizler Azad arkadaş ile birlikte kayalıkların içinde yapılan bir mevziiye girdik. Sessizce Zindan arkadaşı gelmesini bekleyeme başladık. Ancak ilerleyen saatlere rağmen hala gelmemişti.
Bize fark ettirmemeye çalışan Azad arkadaş, oldukça telaşlı bir bekleyiş içindeydi. Zorlu bir geçen bir gecenin ağırlığını ve bize yaşadığı tedirginliği yansıtmamaya çalışmasına karşın nedense içimde bu bekleyişin sonunda iyi bir haberi alamayacağını hissediyordum. Bu bekleyiş ile birlikte ıslak giysilerimizle, nemli mevzi havasını soluyarak uykuya daldık.
Mevzii kapısından gelen ani gürültüyle yattığımız yerden ürpererek uyandık. Ve elinde silahını sıkıca tutan Azad arkadaş, hiç uyumamış bir şekilde kapının önünde duruyordu. Azad arkadaş, dışarıdaki arkadaşlara fısıldayarak kapıyı sessizce kapıyı açtı. Genişliği üç metre olan yer altı mevziisinin içerisine iki arkadaş girdi.
Ellerinde silahlarıyla içeriye giren arkadaşlar ile yattığımız yerden doğrularak selam verdik. Kısa selam ardından köydeki çatışmaya ilişkin Azad arkadaş ile şifreli konuşmaya başladılar. Bizler “Zindan arkadaş nerde” diye sorduğumuzda ise Raman arkadaş bize dönerek “gelecek yarın görürüsünüz. İyidir merak etmeyin” diye cevap verdi. Ve bizim dinlenmemiz gerektiğini söyledi. Yarın bizi çok uzun bir yolun beklediğini ve bu nedenle hemen yatmamızı iyi olacağında ısrar etti. Biz de ellerinde silahlarıyla, gür sesleriyle karşımızda gördüğümüz bu gerillaların söylediği biçimde yatıya geçtik.
Yeniden akşam olmuş aradan bir gün geçmişti. Başka bir köyden geçiyorduk. Ve biz berrak akan Beşiri çayının kenarındaydık. Birden Zindan arkadaş ile birlikte Kendal arkadaş yanımıza geldi. Zindan arkadaş gülerek nasıl olduğumuzu sordu. Zorlu geçen geceyi anlatmaya başladık. Soğuk suyu nasıl geçtiğimizi, köydeki çatışmayı ve gördüğümüz gerilla grubunu tek, tek anlatmaya başladım. Zindan arkadaş, başını sallayarak gülümsedi. Suyun üstünde bulunan siyah araba lastiklerinin üzerine Kendal arkadaş ile oturan Zindan arkadaş gülen yüzüyle yanımızdan sağ elini havaya kaldırarak “hoşçakalın Heval” deyip, giderek uzaklaştı. Ter içinde gözlerimi açtığımda karanlık nemli ve toprak kokulu, ıslak elbiselerle yeraltı mevzisinin içindeydim. Gördüğüm sadece kısa bir rüyadan ibaretti. Ve ilerleyen saatlere rağmen hala Zindan arkadaş gelmemişti, bize ulaşmamıştı.
Evet, Zindan arkadaş akşam saatlerinde çıkan çatışmada şehit düşmüştü. Gördüğüm rüya ile dolan gözlerimle yüreğimin derinliğinde büyük bir acıyla şahadetini hissettim. Yaşam akıp giderken zorlu yolculuklarla ölüm ve yaşamın ince çizgisinde bu ne duyduğum ilk şahadeti ve ne de alacağım son şahadet haberi olacaktı.
Zınarin Nupelda