Roza Amed
Yaşamış olduklarını yazmalıydı. Bir şeyler kalmalıydı ya anlatılamayacak ve anlatılamaya-cağı gibi unutulmayacak olan anlarını yazmalıydı. Hafızası yenik düşse de zamana o ka-leme sığınmalıydı. Yazmalıydı, kelimeler kaleminin ucundan saklanıverse de.
Yıllardır hep yanında taşıdığı defteri ve kalemiyle baş başa kalmıştı. Çok zorlansa da hep bir şeyler yazmıştı paylaşmıştı onunla. Kimi arkadaşın gelişen eylemler üzerine sıcak bir tartışma yürüttüğü kiminin görevden gelip koyu bir çay yudumlarken dinlenmeye çekil-diği ve kimininse kendisinden hiç ayırmadığı radyosunu açıp türküler haberler dinleyerek uzaklara daldığı kamelyadan biraz uzaktaki çınar ağacın altına çekilerek bunları düşünmeye koyulmuştu.
Elindeki günlüğüne çok şey yazmıştı aldığı günden beri. Yıllar önce çok sevdiği yoldaşın-dan ayrılma vakti gelip çattığı zamanda yoldaşı ona bu, kendi eliyle süslediği defteri ver-mişti.
Gerillada hediyeler hep elden ele dolaşır ve o da aynısını yapmıştı birçok şey çantasına girip çıkmıştı ama o defter hep yanında olmuştu. Uzun süre içinde yazı yazmadan kendi-siyle dolaştırmış sonunda yazmıştı yazılması gerekenleri.
Defteri onunla birlikte akan bir nehir misali güneşin kendisini esirgediği iklimlere tanıklık etmiş, insanlarından uzaklaştırılmış a¬si¬ma¬na küsmüş coğrafyalara uğramış, yüz hatlarında katliamlara uğrayan sürgün edilen insanlar görmüştü.
Kimsenin ne tanıklık etmek ne uğramak ne de görmek istediği bu gerçekliği şimdi o yazı-yordu.
Kalemi ve defteri bazen yüreğinde kopan fırtınaları,
Bazen ayrılmayı sindiremeyip içine akan gözyaşları,
Bazen de bir merhabaya hazırlanırken hoşça kal olmuştu.
Ve elbette onlarca yaşam sevdalısının, özgürlük savaşçısının ardından sözlerinin, tebes-sümlerinin ve sıcacık bakışlarının anlatıldığı bir gerçek olmuştu.
Oturduğu yerden bir şeyler yazmaya karar verse de bir türlü kalemi ona uymuyor ve so-nunda yenik düşüyor kalemine. Yazamamasına karşılık defterini elinden indiremiyor sonra da yavaş yavaş bir zamanlar bomboş olan sayfaların çoğu yaşanılanların ağırlığı ve anlamlılığıyla farklı bir görünüme kavuşmuş. Sayfaları karıştırırken bugünlerde yine yüreği uzaklardaki yoldaşlarının özlemiyle taşarken yıllar öncesinde özlemle ilgili yazdıkları gözüne çarpıyor ve mırıldanıveriyor:
Özlem
Bir berfinin güneşin etrafına saçtığı o ışığı görmek için vermiş olduğu var oluş misalidir.
Yine bir deniz kenarında maziye dalan bir ihtiyarın sevdiğinden kendisine yad kalan siyah beyaz fotoğrafa bakıp dalmasıdır.
İnsanlarından uzaklaştırılmış onlarla konuşmaya hasret ve onlara yer vermeyi bekleyen harabeye dönüştürülmüş kayıp bir köyün tarihe karşı direnişidir özlem.
Bir kayanın üstünde oturan ve vedalaşma esnasında yoldaşına görüşme sözü veren gerillanın karşı patikada takılı kalan o beklenti ve umut dolu bakışlarıdır özlem.’
Özlemle dolmuştu bu günlerde yüreği. Yine özlemle beklediği onca yoldaşa sarılırcasına kalemine sarılmıştı. Onlar şimdi burada olmazsa da onlar için yazıyorum özlemimi diye mırıldanı vermişti. Tam da o esnada ondan biraz uzakta silahını temizleyen bir arkadaşı yüreğinin özlemini hissetmişçesine bir türkü söylüyordu. Ne güzel söylüyordu.
Bir gerilla, kayalıklarda elinde silahı ve insanın yüreğini titreten güzel sesiyle söylediği bir türkü. Yaşadığı anı ne de güzel anlatıyordu o an. Yaşam mücadelesi, aşkı ve inancı.
Hangi kare bunu yansıtabilirdi ki. İşte bunları yazmalıydı yaşamın her anını, yaşayan her zerreyi yazmalıydı. Çünkü bu yaşam kutsaldı. Çünkü bu yaşam özgürlük abidelerinin eseriydi. Yazılmayı anlatılmayı ve aktarılmayı hak ediyordu. Bir tek onun bilmesi yetmiyordu, milyonların bilmesi yüzyıllara aktarılması gerekiyordu.
Bu düşüncelerinden uyandığında defterine sıkı sıkıya sarılmış ve kalemi parmaklarının arasında sıkışmış bir şekilde gördü kendisini. Sonra tekrar bir türkü duyarım diye etrafına bakınsa da kimseyi göremedi. Çünkü arkadaşı çoktan silahını temizlemiş gitmişti. Günlüğüne benim de kalkmam gerek dercesine baktı, sarıldı ve çantasına koydu. Giderken de;
Yazmalıyım, yazmalıyım.
Dağ başlarında ufka gülen yüzlerle umutla bakan gerillayı, onun inancını, dur durak bil-meyen yaşam mücadelesini sevdasını, yarım kalan hayallerini özlemlerini, her ayrılıkta verilen görüşme sözünü ve isyanını yazmalıyım.
Gerillayı, toprağa düşen ilkbahar yağmurunu
Gerillayı, karlardan sıyrılıp güneşe merhaba veren kardeleni
Gerillayı, Kürdistan’ın topraklarını diyar diyar dolaşan
Dicle’yi, fırat’ı Munzur’u zap’ı,
Gerillayı, sessizlikten doğan çığlığı
Anlatmalıyım.
Yazmalıyım.
Diye kendi kendine konuşarak batmak üzere olan güneşin ışınları arasında patikadan gitti.