Besê Şimal
‘‘Başkanım! Gerçekleştirdiğim eylemin nedeni senin ve Kürt halkının üzerindeki komployu kabul etmemek ve egemen devletler tarafından size ve Kürt halkına karşı uygulanan haksızlığa karşı başkaldırmak içindir. Aynı zamanda yetersiz yoldaşlığımın bir özeleştirisi, halk ve tarih karşısında utanç duygusundan kurtulmak içindir.’’ Viyan eylem gerekçesini bu kısa ve öz cümlelerle ortaya koyuyor. Her insanın yaşamın soğuk, karanlık ve gıri yanına karşı bir yaklaşımı ve mücadele tarzı vardır. İşte bu da Viyan’ın mücadele tarzı.
Viyan yaşamın soğuk yanını, karanlığı yakarak ısıtıyor. Zifiri karanlıktan ateş sıcaklığında bir yaşam doğuruyor. Komplo; yaşamın soğuk, karanlık yanıdır. Viyan düşünceleriyle komplo ve karanlıkları yaşamın doğuş ışığına çevirdi. 1 Şubat 2006, cihazda bir eylem şifresi veriliyor. Tekrar zamanları kabul etmeyen Viyan eylem gerçekleştirmişti. Önderliğinin ve halkının üzerindeki saldırılara dur demişti eylemiyle. Viyan Behdinan’da karanlığı ateşe vermiş!… Karanlık yanıyor!… Karanlık Viyan’ın eylem ateşinde eriyor!…
Viyan’nın eylemiyle aydınlattığı karanlık tarihin yüzünden anlıyoruz bize ve halkımıza saldırıların büyüklüğünü. Önderliğimize komplo geliştirmek için nasıl toplandıklarını ve ikiyüzlü politikalarını. İçinde bulunduğumuz ağın gerçekliğini görmek için yüzüme sürmek istiyorum Viyan’ın gerçeğine.
Hiç unutmam onun gerçeğe coşkuyla yol alışını. 2004 yazı Xınere’deydik ve ben mangada oturmuş kadro okulundan mezun olacak arkadaşların notlarını yazıyordum. Viyan arkadaş elinde bir kitap ve dosya ile gülerek içeri girdi. Ardınadan bana doğru yönelerek yüksek bir sesle ‘‘Buldum! Buldum!’’ diye bağırdı. Ben şaşkın şaşkın dönüp ona bakıyorum. Uzanıp elimdeki kalemi alarak coşkuyla gülümsüyor. Bana bakarak ‘‘Ne bakıyorsun öyle? Ne bulduğumu sormayacak mısın?’’ diye soruyor. Ben şaşkın ve işimi böldüğü için de yarı kızarak ‘‘Sen tam bir çılgın ve sabotajcısın, söyle bakalım ne buldun?’’ dedim. Elindeki kitap ve dosyayı önüme koyarak ‘‘İşte bunları buldum’’ dedi. Ardından da ‘‘Haftalardır arıyordum, en sonunda buldum.’’ Dedi bir hazineyi bulmuşçasına. Ben onun heyecanını anlamak için elindeki kitabı elime alıyorum bakıyorum ki; ‘Özgür Yaşamla Diyaloglar.’ Dosyaya uzanıyorum; ‘Zilan ve Sema arkadaşların mektupları.’ Şaşkınlığım daha bir artıyor. Ona bakarak ‘‘Sen gerçekten tam bir çılgınsın. Bunları bulmak zor değil ki, kitap kütüphanede mektuplar da arşivde kesin var.’’ ‘‘Olur, mu’’ diyor ‘‘Kaç defa kütüphaneyi didik didik aradım ama bulamadım. Sora sora en sonunda bir arkadaşta buldum. Mektupları da nihayet PAJK basını gönderdi.’’ Diyor arayışlarını detaylandırarak. ‘‘İyi öyleyse’’ diyorum. ‘‘Peki, neden bu kadar istiyorsun bunları, bir yazı mı hazırlıyorsun yoksa?’’ O an kitaptan başımı kaldırıp ona bakıyorum. Bakışlarını elimdeki kitaba sabitlemişti. Birlikte geçirdiğimiz ve ayrı geçirdiğimiz tüm zamanlarda onun gerçeği arama ve karanlıkları aydınlatma isteminin coşkusunu ve arayışlarını hep duydum ama en çok da duyumsadım.
‘‘Ben’’ demişti ‘‘aslında biraz tartışmak istiyorum.’’ ‘‘Tamam’’ diyorum. ‘‘Acelesi yoksa bu notları bitireyim sonra’’ diyorum. O büyük bir merak ve ısrarla ‘‘Yok, yok’’ diyor ‘‘şimdi tartışsak daha iyi olur.’’ Yoldaşının ruhunu duyumsamak ve gerektiğinde onu duymak çabuk fark edilen bir şey değildir. Ama o an içimden gelen bir sezgiyle ‘‘olur’’ diyerek, bulunduğu yere gidiyor ve yanına oturuyorum. Onun oldukça çok heyecanlı olduğunu yanına oturduğumda daha bir fark ettim. Yarı telaşlı bir halde elindeki kitabı karıştırıyor. Bana dönüp ‘‘Sen Sema ve Zilan arkadaşların mektuplarını okuduğunda ne hissediyorsun?’’ Diye soruyor. Ben şaşırmış bir şekilde ‘‘Nerden çıktı, neden bunu soruyorsun?’’ diyorum. O ‘‘Merak ettim, gerçekten de anlamak istiyorum? Çok düşünüyorum biliyor musun, çoğu zaman kendi kendime diyorum; neden bu tür kahraman arkadaşlar hep kuzeyden çıkıyor? Sen de dikkat ettin mi özellikle Güney parçasından bu tarz eylem yapanlar fazla yoktur. Bilemiyorum belki de hiç yoktur. Senin bildiklerin var mı?’’ diye sordu.
Şaşkınlığım ve içime sinen sisli hava gittikçe dağılıyor. ‘‘Aaa!’’ diyor ‘‘sanırım sen beni yanlış anlıyorsun. Güneyden de biri çıkıp aynı şeyi yapsın demiyorum. Ama nedense bu nokta uzun süredir kafamı kurcalıyor. Kendi kendime çok soruyorum. Acaba diyorum Güneyde bu düzeyde özgürlüğe tutkulu kadınlar ya da erkekler yok mudur? Oysa belki de kuzeyden daha fazla bir baskıyı Güney kadını yaşıyor. Toplumda ve aile içinde onun yaşadıklarını anlatmaya kelimeler yetmez. Derler ya bazı şeyler yaşanır, anlatılmaz. Onları anlatmak gerçekten özel güç ister. Düşünüyorum tabii kuzeyde böyle kahramanlar çıkmasaydı mücadele bu kadar büyür müydü? Onlar kuzeyde çok güçlü bir direniş ve mücadele mirası yarattı, anlıyor musun? Ve mücadele bu miras üzerinden bu kadar yükseldi.’’ Sözlerini tarihe söyler gibi bana bakarak sıraladı.
Ben gözlerimi dikmiş pür dikkat ona bakıyor, yüzündeki ifadeden sorusunun ne olduğunu bulmaya çalışıyorum. ‘‘Ama’’ diyorum ‘‘güneyden de çok kahraman arkadaşlar çıktı. Kaldı ki güney gerçekliği çok farklıdır. Bir kuzey gibi değil. Kuzeyde 30 yıllık bir mücadele geleneği var. Türkiye’nin de realitesinden kaynaklı yaşanan çelişki ve çatışmalar daha keskindir.’’ ‘‘Tamam, öyle fakat sanırım güneyde kölelik çok derin’’ diyor. ‘‘Tabii bunda güneyde öncülüğe soyunan örgütlerin güdümlü ve uşaklık pozisyonları çok belirleyici oluyor. Halkın ve kadının bu durumundan, duruşundan onlar sorumlu. Ne zaman hakim güçlerin uşağı olmaktan vazgeçtiler ki? Hiç bir zaman bu realiteyi aşamadılar. Biliyor musun, kendilerini ve halkı kullandırtmaları insanları kendisine çok yabancılaştırdı. Bu politikalar halkın kişiliğini çok parçaladı. Öz güvenlerini ve öz saygılarını çok zedeledi. Doğarken hayallerine ihanet eden bir insan topluluğu özgürlüğe ne kadar aşık olabilir ki?’’
Sonra konuyu değiştirdiğini fark ediyorum. ‘‘Sema ve Zilan arkadaşlar beni çok etkiliyor. Düşünüyorum da Sema nasıl bir ruha sahip ki gözünü kırpmadan kendisini cayır cayır yakıyor? Ve üçüncü dereceden yanık vücuduyla günlerce ölümü gülümseyerek bekliyor. Zilan beyninde ve yüreğinde nasıl bir ateş taşıyor ki kilolarca TNT’yi kendisine bağlayarak azimle, sabırla ve gülerek askeri tören sahasının içine girip kendisini patlatıyor. Bu ruhu derinden anlamak istiyorum anlıyor musun?’’ diye ekliyor.
Bir süre sonra anlıyorum ki konuşmamı değil onu dinlememi istiyor gibi hiç ara vermeden konuşmasına devam ediyor. ‘‘Ya heval Mazlum! Ferhatlar!.., Kemaller!…katıldığımdan beri bu arkadaşların eylem biçimleri sürekli beynimi meşgul etti!… Benim için hepsi bir gizem. Bu gizemi çözsem sanki asıl gerçeğe ulaşacakmışım gibi bir duygu yaşıyorum. Baksana hepsi de çok kritik süreçlerde bu sıradışı çıkışları gerçekleştirdiler. Çıkışları hep de üzerimize çöken karanlığı yırtan çıkışlar oldu. Dikkat edersen hepsi de gecenin çok uzadığı anda geceden gündüzü doğurdular. Anlıyor musun, geceye hükmederek gündüzü doğurttular. Ne müthiş bir inanç ve irade değil mi? Her insan yapabilir mi bunu? Sıradan insanlar karanlığın içinde saklı olan gündüzü göremezler. Daha da ötesi yüreğindeki ateşle karanlığı tutuşturup gündüzü ortaya çıkaramazlar. İşte bu güç, bu tutku beni büyülüyor. Aslında hepsinin eylemi de komploya karşı bir başkaldırıdır. Mücadelemizin zindandan başlanarak boğdurulmak istendiği bir süreçte Mazlumlar, Ferhatlar, Kemaller o görkemli direnişi geliştirdiler. 1996’da komplocu güçler Önderliği hedefleyerek sonuca gitmek istedikleri zaman Zilan, komplocu sistemin en çok uygulama alanı bulduğu Dersim’de kendisini bomba yapıp komplocuların beyninde ve yüreğinde patlattı. İhanetin eliyle komplocular esaret duvarları arasında kol gezdiğinde Sema, aşılmaz denilen duvarları aşarak kendisini koca bir ateş topu yaptı. Dikkatli okursak bu yoldaşlar hep de gizlenmek istenen tarihi, direnişe dönüşen bilinçleriyle, iradeleriyle yazdılar. Yazılması istenmeyen tarihin yazıcıları oldular. Gerçek oldular!…gerçek olarak gerçeği haykırdılar! Ve gerçeklere yeni sayfalar eklediler!…’’
Ben içinde bulunduğum zaman ve mekandan uzaklaşmış, Viyan’ı dinliyorum. Karşımda farklı bir Viyan var. Durmaksızın konuşuyor… Gözleri ışıl ışıl. Yüz ifadesi coşku, inanç, inat, tebessüm yüklü. Yüreğinin ateşi dilini, sesini tutuşturmuş, ağzından dökülen sözler sıcak, içten. Şarkı söyler gibi… şiir okur gibi konuşuyor Viyan… Viyan konuşuyor… Viyan’ın içinde yanan özgürlük ateşi konuşuyor!…
“Ben dinliyorum!… ben düşünüyorum!… ben soruyorum!… Ama sorularımın cevabını tam alamıyorum. Yoğunlaşıyorum’’ diyor. ‘‘Özgürlükle nasıl diyalog geliştireceğim üzerine yoğunlaşıyorum. Baksana kitabın adını Önderlik, ‘Özgür Yaşamla Diyaloglar’ koymuş. Bakma bana öyle! Önderliği anlamak istiyorum. Biliyor musun, görmediğim halde çoğu zaman rüyalarıma giriyor Önderlik. Tam dokunmak üzereyken uyanıyorum. Lanet olsun tamda dokunmak üzereyim. Dokunsam hemen başımı omuzuna koyup derin bir nefes alacağım. Neden bu kadar çok istiyorum başımı omuzuna koyup derin bir nefes çekmeyi? Tuhaf değil mi? Bana da bazen tuhaf geliyor. Ama nedense bu istem bende bir tutkuya dönüşmüş. Başımı Önderliğin omuzuna koyup derin bir nefes aldığımda sanki o an yeniden doğacağım. Özgürleşeceğim, ne bileyim işte sanki gerçek yaşam o an başlayacakmış gibi geliyor bana.’’ coşkuyla gülerek, ‘‘Şimdi kesin diyorsun bu kız delirmiş. Öyle düşünüyorsun değil mi? Haydi itiraf et! Neyse sanırım çok uzattım. Senin de işin acele, sonra devam edelim olur mu? Arkadaşlar dergi için benden yazı istemişler. Trüska’ya bir yazı yazacağım.’’ Sözlerini bitirirken, ağız dolusu gülerek yerinden kalkıyor. Ben gülmeyle karışık biraz da kızarak ‘‘Ortaya bir sürü şey attın, sonra hiçbir şey olmamış gibi kalkıp gidiyorsun. Oldu mu şimdi?’’ ‘‘Söz’’ diyor ‘‘işimizi bitirelim sonra devam ederiz.’’
Bir zaman sonra 1 Şubat 2006’da Viyan karanlığı yakarken coşkusunun göklere yükselen sesini herkes duydu. Viyan eylemiyle Behdinan’da geceden, gündüzü doğurmuştu. Çünkü gerçeğin kendisi olurken hiç tereddüt yaşamamıştı.
Ne diyordu Viyan: ‘‘Başkanım! Bir tek kişi kalsak bile senin ideolojik çizginin ve felsefenin başarıya ulaşacağına dair iddialı ve inançlıyım. Birçok kişi senin şahsında ideolojik hattı yok edeceklerini düşünüp, söylemektedirler. Ancak ben bunu çok ciddiye almıyor boş bir iddia olarak görüyorum. Çünkü sen artık milyonlarca insanın ve özellikle de kadınların yüreğinde, beyninde ve tüm hücrelerinde yer edinmişsin. Sen tarihe ve topluma mal oldun. Sen her zaman kadının bağlılığını ve dürüst oluşunu bize tanıttın. Bugün tüm yetersizliklerim ve zayıflıklarıma rağmen özeleştirimi vermek, demokratik ve bilimsel sosyalizme ve yeni paradigmaya yönelik kararlılığımı göstermek istiyorum. Azda olsa iç gericilik ve dış saldırılara bir mesaj vermek istiyorum. Çoğu zaman şehit arkadaşlar gibi keşke canımdan daha değerli bir şey olsaydı ve Başkan Apo’nun, halkımın ve ezilen kadınların yoluna feda edebilseydim diyordum.’’
Viyan Önderliğimiz, halkımız ve kadınlarımız üzerindeki saldırılara eylemiyle dur çığlıklarını yükseltti. Viyan’ın da dediği gibi; gecenin uzadığı her dönemde geceyi kısaltan birileri hep çıkmıştır. Mazlumlar, Kemaller, Zilanlar, Semalar en uzun geceleri kısaltıp gündüzü doğurtarak sembolleşenlerdir. Bu yoldaşlar mücadelenin içinden geçtiği en kritik süreçte en büyük çıkışları yaparak mücadeleye nefes aldırtmış ve yaşama yeni bir soluk getirmişlerdir. Devletin zulmüne, baskılarına, insanın onurunu hiçe sayan inkarcılığına, komploculuğuna karşı, bilinçlerini, yüreklerini, ruhlarını, özgürleştirerek gerçeğin kendisine vararak tarihin seyrini değiştirmişlerdir. Viyan da bu soylu direniş kervanına katılanlardan biri oluyor. Önderlik üzerinde hakarete varan düzeyde baskıların yoğunlaştığı, halk ve hareket üzerinde saldırıların her alanda geliştirildiği ve dış güçlerin eliyle geliştirilen iç ihanetin yönelimlerini arttırdığı, ihanetin etkisiyle kafası bulananların gittikçe vicdansızca kendisini harekete dayattığı bir süreçte Viyan, Sema’laşarak bütün bunlara durun diyor. Kanla yaratılan mücadele değerleriyle büyük bir kesimin oynamaya çalıştığı bir süreçte Viyan, herkesi vicdanlı ve ahlaklı olmaya çağırıyor. Viyan, eylemleriyle özgürlük ahlakının kitabını yazanların kitabına yeni sayfalar ekliyor. Behdinan semalarına yükselen alevin kızgın kızıllığı ile sayfalarını çoğaltıyor, zenginleştiriyor kitabın.
Şunu bir kez daha hatırlatıyor bizlere; İnsanlık vicdanını yitirdiği an ahlakını da yitirdi. Ahlakını yitiren insan öldü, yerine zalim tanrılar çıktı. Tanrılar insanın ölümüyle doğdu ve çoğaldı. İnsanı diriltmek ve tanrılar zamanına dur demek de bizim elimizde. Bizim ellerimizdeyse eller bizim ellimiz güneşe uzatalım.
Viyan’ın anısına bağlı kalmak, Viyan gibi bedenimizi tutuşturarak değil, Viyan gibi ruhumuza, bilincimize ve duygularımıza sinen karanlığı, geriliği mücadele inancımızla, iddiamızla aşarak olur. Viyanlaşmak, yaşayarak kendimizi mücadelenin arındıran suyuyla yeniden yaratmaktır. Her birimiz yaşayan Viyan ve Viyan’ın umutlarını, özlemlerini gerçekleştiren Viyanlar olmalıyız. Viyan’ı biçimsel değil, bir mücadele ve yaşam çizgisi olarak ele almalıyız. Bu mesajım özgürlük mesajıdır. Hepinizi Başkan Apo’yu korumaya, başarıya ulaşmak için eylem ve mücadeleyi yükseltemeye çağırıyorum.’’