Kod adı:Amara
Katılım tarihi:2000
Şahadet tarihi: 31.05.2005/ Kandil
Tam anlatamıyorum ne hissettiğimi… Ben de bir özgürlük militanıyım. Ben de Önder APO’nun kızıyım. Ben de artık bir kadroyum. Bunları söylemek çok ağır ve zor. Yani söylemektense hakketmek lazım. Altını doldurmak lazım. Bunu çok iyi biliyorum. Özellikle de Avrupa’yı yavaş yavaş tanıdıkça… Ama gerilla olmadan da kendimi hep buralarda eksik hissedeceğim gibi geliyor.
Bizi gerillaya götürecek arkadaş, bana “PKK’li deyince aklına ne geliyor?” diye sormuştu. Ben de “sevgi dolu mütevazi insanlar” demiştim. Çok şaşırdı. O benim yiğit, kahraman vs. dememi bekliyordu. Ama benim ilk ölçüm bunlardı.
Bir zaman makinası olsam, geleceğe gitsem ve kendi gözlerimle bu mücadelenin başarısız olacağını görsem bile yine de bu partiye katılır, yine PKK’liler gibi yaşamaya çalışırdım. Bence bu mücadele inançtan da öte bağlılık işi… Bir tercih… Yaşam tercihi… Bir zorunluluk değil asla… Vicdan muhasebesi, ödenmesi gereken borç, toprağa düşen genç bedenlere ödenmesi gereken bir borç… Vicdanı olan öder, vicdanı olmayan ödemez. Bu kadar basit aslında… Ve insan bu basitliğin, sadeliğin arasında bir o kadar karmaşık bir varlık. İnsanın kafasını çalıştırdıkça gördüğü, bazen de “kör olsaydım” dediği bir olgu bu insan…
Çok özledim her şeyi. Çok özledim. Ama en çok da denizi…Bu havası lanet beton yığını ülkeden nefret ediyorum. Yarı açık cezaevi… Cezaevi’nde gökyüzü dikdörtgendi. Burada çokgen. Hiçbir şey ama hiçbir şey kokmuyor. Kendini sürekli nezle sanıyorsun. Dilimle satılan karpuzlardan, kolum kadar salatalıktan bile bıktım. Bu ülkeden çok sıkıldım. Gri gökyüzünden, asitli sulardan gerçi hiç içmiyorum, sıkıldım. Ayağım toprağa hiç değmiyor. Bu yıl hiç deniz görmedim. Yağmurdan sonra toprak kokmuyor. Bırak toprağı, hiçbir şey kokmuyor. Yediğin o kırmızı şeylerin domates olduğunu ispatlamak imkânsız bir şey. Ülkemi çok özledim. Yurtseverliğin ne olduğunu, ülkesinden uzaklaşınca anlıyor insan…
İnsan Avrupa’da tek başına örgüt olmayı öğrenmeli… Yalnız kalmayı, yalnız yaşamayı öğrenmeli. Çünkü en büyük bağlılık; yalnız kalsan da, bu dünyada tek başına olsan da ayakta kalıp mücadeleyi devam ettirmektir.
Aslında böyle boşuna kılıf aramaya gerek yok. Sanırım büyüyorsun. Büyüdükçe senin çocuk ve saf dünyan yıkılıyor. Ve acı gerçekler apaçık meydana çıkıyor. Galiba bu durumda artık başarı; hep inandığın doğrular adına yaşama çabası oluyor. Ve bir de içinde kaldığına inandığın dürüst ve saf yanlarını koruma kavgasını kazandıkça huzurlu olabiliyor insan. Bu karanlık dönemler kaosu hatırlatıyor bana. Bence insanın en cesaretli olması gereken zamanlar bu at izi ile it izinin birbirine karıştığı dönemler. Kim haklı, kim haksız? Ne doğru, ne yanlış?
Çok bilinmeyen bir denklem içindeyiz adeta. Ve tek ışığımız Önderlik. Bugünlerde hep aklıma gelen bir hikâye var. Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşe attığı zaman, bir karınca ağzıyla bir damla su alıp ateşe atıyor. Görenler de “senin bir damla suyun o ateşi söndürmez ki… Niye yoruluyorsun?” diyor. Karınca da “Olsun… Biliyorum ama yine de tarafımız belli olsun.” diye cevap vermiş. O ateşte yanman gerekse de doğrulardan taviz vermemelisin. Belki o suyu atarken sen de ateşe düşebilirsin. Ama bu vicdan işi… Bu kadar kan, bu kadar acı ve tutsak edilmiş bir güneşe karşı senin vicdan savaşın. Bu savaş tüm dünyayla… Senin içindeki düşmanla da… Bu sözü kaç kere söyledim bilmiyorum ama herkes gitse de, Önderlik içerde ben dışarda, bir ben bir Önderlik kalsak da –belki bir örgüt yaratacak kapasitem yok- ama ben yine de önderliğin ilkelerine göre yaşayacağım. Ve ne olsa da ölürken “Biji Serok Apo” sloganıyla öleceğim.
Günlüğünden Notlar