Dicle Serhat
Beş yıl Botan’da kaldım. 2007’de yaşadığım çatışmanın yarattığı etki asla silinmeyecek izler bırakmıştır. Birçok operasyon ve çatışma yaşadım, çok zor koşulları atlattım, ancak 2007’de yaşadığım bir çatışmanın beni birçok açıdan yeniden tazelediğini belirtebilirim. Benim için en zor ve kayıplarını kaldıramadığım bir çatışmaydı.
Beni Güney’e göndermek için karargaha çağırmışlardı. Kaldığım yer karargahtan iki gece uzaktı. Acil gitmem gerekiyordu. O gece iki bayan arkadaşla yola çıktım. Yolumuz çok uzun ve tehlikeliydi. Yürürken çok hassas ve dikkatli olmamız gerekiyordu, öyle de yaklaştık. Uygun bir yerde ara vermemiz gerekiyordu. Epey yorulmuştuk. Dinlendiğimiz yerden etrafı kontrol etmeye başladım. Birden kulağıma bir ses geldi, hemen yerimden kalktım ve etrafa iyice baktım, ama hiçbir şey göremedim. Orada fazla beklemeden tekrar devam etmek için yola koyulduk. Acele etmemiz gerekiyordu.
Çünkü arazide hareketlilik vardı. Bu operasyon demekti. O gece durmadan yürüdük. Sabah saat ikide yolu yarılamıştık ve ulaşmamız gereken noktaya iki saat kalmıştı. Şayet bir şey olmazsa birazdan Masiro suyunun yanındaki noktaya varacağız. Bulunduğumuz araziyi sadece ben tanıyordum. Her iki arkadaş da ilk defa Beytüşşebap alanına geliyorlardı. Zozanlar da hiç kalmamışlardı. Ormanlık arazide ve zozan arazisinde gerilla tecrübesi biraz farklı oluşuyor. Her iki arkadaş da bu nedenle kaygılıydılar. Yarın bu yayla arazisinde operasyon çıkarsa nasıl savaşırız, kendimizi nasıl koruruz kaygısı vardı.
Ben bu konuda biraz daha rahattım. Uygun bir yerde ara verdim. Çantamı indirdim. Dürbünle etrafı iyice keşfetmeye çalıştım. Her yer çok sessizdi, ama benimle gelen her iki arkadaşa da “Şimdilik bir şey yok, ama yine de dikkatli gitmemiz gerekiyor” dedim. Kısa bir aradan sonra yolumuza devam ettik. Masiro suyunun yanındaki noktaya ulaştık. Orada bir tim erkek arkadaş da vardı. Onları görünce biraz rahatladık. Artık herhangi bir operasyon çıksa da, çatışma yaşansa da sayımız buna yetecek kadardı. Bu nedenle bu arkadaşları görmek, kendi başına bir cesaret ve güç kaynağıydı.
Erkek arkadaşların yanına gidip, yoldan gelirken bir ses duyduğumuzu, ama ne olduğunu tam olarak netleştiremediğimizi söyledim. Yüzde yüz olmasa da operasyon amaçlı askerlerin arazide olabileceğini ve bunun için bizim de gerekli tedbirleri almamızın iyi olacağını belirttim.
Sabaha doğruydu, zaman çok kısıtlı olduğundan bir yere gidemiyorduk. Ama kaldığımız nokta da hiç savaşa uygun değildi. Orası çatışma için gereken yapıda bir arazi değildi. Gecenin bitmesine, şafağın sökmesine yarım saat kalmıştı. Bu yarım saatlik zamanı değerlendirdik. Bizim yan tarafımızda biraz daha uygun bir tepe vardı. Oraya doğru hareket etmek isterken, askerlerin pususuna girdik. Yağmur gibi mermiler üzerimize gelmeye başladı. Bu durum bizi şoke etme amaçlı kısa sürdü. Hemen yönümüzü değiştirip hızlı bir şekilde oradan uzaklaştık, ama artık hava açıldığı için hiçbir şekilde hareket edemezdik.
Zozanlar demek yazın serin rüzgârlar, buz gibi kaynak suları, ağaçsız, karlar düşene kadar yemyeşil uzanan bir halı gibi nefes demektir. Kışın kar fırtınaları, tipi, boran hiçbir canlının yaşayamadığı beyaz bir kefen demek. Her halükarda özgürlük demek. Sen zozanlara göre olacaksın, o sana göre değil. İşte biz de şimdi zozanların kucağında ona göre yazgımızı bekliyoruz. Sadece nöbet tuttuğumuz yer biraz taşlık ve iki eski mevzi vardı. Bu iki ve eski mevziye güvenerek orada kaldık. Aslında orada kalmak zorundaydık. Çünkü hiçbir seçeneğimizde yoktu. Yönümüzü değiştirdiğimiz için ve bunu biraz da hızlı yaptığımız için düşman tam olarak hangi tarafa manevra yaptığımızı kestirmekte zorlanmıştı. Ama yine de araziyi genel taramadan geçirmeye başlamıştı. Onlara çok yakın olduğumuzdan dikkatlerini daha uzaklara verdiklerinden erkenden bizi fark edemediler.
Kendi yerimizden düşmanın hareketliliğini takip etmeye çalışıyorduk. Sayımız doluya boştu, yani herhangi bir çatışma için bu kadar asker karşısındaki yüzlercedir. Sadece beş arkadaştık, ancak her an çatışmaya girecekmiş gibi kendimizi hazırlamıştık. Saatler epey ilerlemişti. Saatlerin ilerleyişi ve gecenin yaklaşması bizim için bir avantajdı. Çatışmaya ne kadar geç girersek, daha az şehit ve kayıpsız manevra olanağımız artmış oluyordu. Ben kendi kafamda bu fikirleri getirip götürürken birden mermi sesleri gelmeye başladı. Askerler görünmüyordu, ama sesleri duymaya devam ettik. Yanımdaki arkadaşa dönüp “Hazır mısın, geliyorlar” arkadaş gülerek “Gelsinler, zaten sabahtan beridir gelmelerini bekliyoruz, gelecekleri varsa görecekleri de vardır. Sabahtan beridir bu mevzilerde patlamak üzereyiz.”
Saat iki-üç nöbetçisi bendim ve elimde dürbün keşif yapıyordum. Birden bize yakın bir sırtta askerler göründüler. Hala bizi fark etmemişlerdi, ama an be an çatışmaya girmemiz kesinleşiyordu. Çok yavaş bir ses tonu ve hareketlerle mevzideki bütün arkadaşları uyardım. Yüz metre yaklaştıklarında vuracağımızı, herkesin mermilerini idareli kullanması gerektiğini belirttim. Tüm yoldaşlar birbirimizin gözlerinin içine bakarak “serkeftin” dedik. Hızlı bir şekilde mevzime geri döndüm.
Askerler bulunduğumuz yere doğru ilerliyorlardı. Aramızda yüz metreden az bir mesafe kaldığından ateş etmeye başladık. Askerler hepsi bir anda komutanlarının “Yere yat” talimatı üzerine, ateş pususuna geçtiler. Sık sık “Teslim ol” çağrısı yapmaya başladılar. Ancak etkili ve büyük direnişimiz karşısında düşman gücü ne yapacağını bilemiyordu. Biz gerillalar bu direniş savaşını ne için verdiğimizin bilincindeydik. Akşama kadar çatışma devam etti. Amaçları bizleri imha etmekti, ancak direnişimizle bu planı boşa çıkardık. Boşa çıkardık, ama bedelsiz olmamıştı. Hava karmıştı, artık toplanıp çatışma alanından çıkmaya hazırlandık, ama son mevzideki her iki yoldaşımızdan ses gelmiyordu. Kimse bu sessizliğin nedenini bilmiyordu. Yanıma bir arkadaşı alıp son mevziye gittik. Kısık bir sesle arkadaşlara seslendik. Ama cevap yoktu. Anlamıştım. İyice mevziye yaklaştık, her iki arkadaş da yan yana şehit düşmüşlerdi. Yanlarında kalıp diğer arkadaşı, bekleyen arkadaşların yanına gönderdim. Çok geçmeden onlar da geldiler. Hepimiz çok üzgündük. Bu iki yoldaşımızın şehit düştüğüne bir türlü inanamıyorduk. Yoldaşlarımızın cenazelerini götürüp sağlam bir yerde gömdük. Ve sonra çatışma yerinden uzaklaşmak için harekete geçtik.
Evet, karargaha ulaşmamız gerekiyordu. Ancak alan operasyon altındaydı. Ve karargah gücünün nerede olduğunu bilmiyorduk. Yani nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Alanı tanıdığım için herhangi bir operasyon olduğunda nereye gidebileceklerini tahmin etmeye çalıştım. Ve en güçlü ihtimale doğru yola çıktık. Çok yorgunduk, ancak yol güzergâhımızda iki kişinin bize doğru geldiğini gördük. Kim olduklarını bilmediğimiz için yolun kenarına çekilip beklemeye başladık. Sesleri gelmeye başladı. Soranca konuşuyorlardı. Evet, arkadaşlardı ve üstelik bizi arıyorlardı. “Hun kine” diye bağırdım. “Hevalin, hevalin kaza yapmayın” diye cevap verdiler. Bizi gördüklerine ve yaşadığımıza inanamıyorlardı. Karargah gücüydüler. Kato Jirka’dan çatışma alanını kontrol etmek için göndermişlerdi.
Grubumuzun hali perişandı, dört gündür yürümüş, yemek yememiş, takatten düşmüştük. En önemlisi de iki yoldaşımızı bu yaz sıcağında kaybetmek bizi oldukça üzmüştü. Özcesi çok büyük bir iradi gücümüzün olması gerekiyordu ve biz buna sahiptik. İlk defa bir operasyonda bu kadar zorlanmıştım, çünkü böyle bir operasyona hazır değildik. Nedeniyse çatıştığımız alanı yeterince tanımamaktı. Bir gerilla için savaştığı alanı yeterince tanımamak en zorlayıcı etkenlerin başında gelir. Ne yapacağını bilemezsin, kör gibisindir.
Evet, her şeyin bir bedeli var derler. Ama söz konusu yoldaşlarımızın hayatı olduğunda, bu gerçekten nefret ediyor insan. Hepimiz şüphesiz bizleri bekleyen zorlukları bile bile bu özgürlük yürüyüşüne koşuyoruz. Belki de yüceliği buradadır. Can yoldaşlarım sizleri hiçbir zaman unutamam, bunun gerçekleşmesi için kendimi unutmam gerekir. Sizler çok fedakâr ve fedai yoldaşlarsınız. Böylesi yoldaşların olması ve bunun karşısında onların unutulması tek kelimeyle ihanettir. Beraber geçirdiğimiz o çatışmalı gecedeki duruşlarınız beni çok derin etkiledi. Çünkü o gece bir halkın yeniden yaratılışına şahit oldum. Heval Berxwedan, ismin sonsuza dek o gece senin oldu. İsmin gibisin, daha fazlasını söyleyemem. O mevziye bilerek gittiğini biliyordum. Gençliğiniz ve beraber daha yapacak çok işimizin olması içimi her zaman acıtsa da yükümü daha da büyüterek sizleri her zaman selamlayacağım.