Zozan Sima
Jîn Nasıl Kurtulur?
Kürt kızları okul okumamış olmalarından kaynaklanan cehalet ve devletin ‘yanlış politika’larından kaynaklı çıkar dağlara. Yanlış politikalar denilince asimilasyon, haksızlık-hukuksuzluk, Kürtlerin yok sayılması, Kürdistan’daki katliamalar kast edilmez. Aşırıya kaçan; yani Diyarbakır zindanındaki insanlık dışı uygulamalar yada hala kemiklerinin bile nerede olduğu bilinmeyen faili meçhul cinayetler, yakılan köyler, dışkı yedirilen köylülerdir kast edilen. Yani bunlar yapılmasaydı, asimilasyon, isyanlarda gerçekleşen katliamlar, Kürdistan’ın ekonomik talanı zaten olması gerekenlermiş gibi. Jin filmindeki genç kadın gerilla da bu teoriye uygun bir biçimde okul okumamış yada çok az okumuş, babası faili meçhul cinayette katledilmiş, bu bilgisizlik ve öfke ile çıkmıştır dağa. Yani klasik batıcı, pozitivist bakışı ile aslında okusa, eğitilse hangi “aklı başında” kadın çıkar dağlara mesajıdır verilen. İyice öğütülse asimilasyon merkezlerinde ilkokuldan üniversiteye böylece Türkleştirildiğinde zaten bu kadınların Kürt sorunu da kalmazdı.
Oysa bu filmi yapanların bilmezliğinden mi yoksa işlerine gelmediğinden midir dağlarda onların en gözde üniversitelerinden yüzlerce eğitimli kadının olduğunu bilmeyen yoktur herhalde artık. Anlaşılan buna pek anlam verilmek istenmemiş. Gerçi filmde gerilla ve savaş gerçeği konusunda da ciddi bilgisizlik var. Çin-Japon filmlerinden yada Latin Amerika gerillalarından mı esinlenildiği bilinmez gerilla kızımız habire ağaçlara çıkıyor saklanmak yada korunmak için. Oysa Kürdistan gerillalarının odun kırmak yada meyve toplamak dışında ağaçlara çıktığına pek tanık olmayız. Hele de savaş uçakları vururken ağaca çıkıldığı görülmüş şey değildir. Zaten askeri mantığa da denk düşmez. Bir uçak vurduğunda neler olduğunu araştırma zahmetinde bulunsaydı senaryosunun büyük bölümü savaş alanında geçen ve bir gerilla kadının yaşamını anlatmak isteyen bir filmin yapımcıları, tüm kazan ve roket parçalarının yukarılara dağıldığını, en fazla da ağaç dal ve gövdelerine nasıl saplandıklarını görebilirlerdi. Kandil’in köyleri, Dersim, Amed yada Kürdistan’ın savaş alanlarına gidilip bakılsaydı Balıkesir’in ormanlık arazisi yerine o bomba parçalarının ağaçları ne hale getirdiğini ve ağaca çıkmanın bir gerilla açısından intihar anlamına geleceğini daha iyi görürlerdi. Diğer yandan ağaç dalı da uyumak için pek tercih edilir bir mekan değildir gerilla için. O dalda bir gece yatsa sabaha nasıl kalkar Allah bilir. Oysa gerillanın uyumak için zamanı kısıtlıdır, bu nedenle hem kendini koruyabileceği hem de dinlenebileceği bir yerde uyur. Ve doğada ateş yakmadan da ısınabileceği, yataş marka yataklar kadar olmasa da altına ot, ağaç yapraklarından, ince dallardan gayet konforlu yataklar yaparak yatar gerilla. Yani bir ağacın dalında maymun misali yatıp belinin tutulmasına izin vermez.
Filmde çok kısa bir kare gerillaların bir arada olduğu bir ortak mekanda geçiyor. Zaten diğer sahnelerde Jin’in gerilladan kaçarken başına gelen felaketler, dış dünya daha kötü olduğu için mecburen geri dönmeye çalışırken ölümü anlatılıyor. Gerilla ortamının yansıtıldığı karede ortalıkta kabadayı kabadayı dolaşan erkek gerilla diğer yanda Jin ve annesine olan özlemi ifade eden türküyü söyleyen bir kadın gerilla yansıtılır. Seçilen türkü de dikkati çekmiyor değil hani. Nizamettin Arıç’ın “daye” parçası. Dinleyenler bilir bir anne ile çocuğunun karşılıklı atışmasıdır bu türkü. Annesi mücadeleye katılan evladının evine geri dönmesini ister, evladı da “ben de geri dönmek istiyorum ama yapamam” diyor. Aslında tüm gerillalar annelerine özlem çeker durumdadır, geri dönmek isterler ama mecburen kalırlar denilmek isteniliyor. Gerilla kadın türküsünü söyleyip diğer arkadaşlarının yanına giderken sırtında çantası ve silahı ile dışarı çıkan diğerinin farkına varmazlar. Küçük bir gerilla birimi, üstelik de daha yeni çatışmadan çıkmışlar birinin silahı ve çantası ile o kadar rahat uzaklaşmasını fark edememede biraz duyarsızlıklarına işaret ediyor. Üstelik genelde kadın gerillalar tek hareket etmezler. Öncesini bilmiyoruz; yaşadığı başka bir olay mı vardır, söylenen türküden dolayı annesini özlediğinden midir yoksa filmin hemen başındaki çatışma sahnesi nedeniyle korkmasından mıdır Jin kaçar.
Yolda bir çobana rastlar. Erkek bir Türk subayı gibi tehditkar tavır ve edayla çobandan ekmek alır. Yani elinde silah olan bir kadın ille de erkeksi tavırlar takınmak, sert olmak zorundaymış gibi. Tabii askerlik kadın kavramlarını nasıl bütünleştireceğini bilemeyen senarist bir kadın gerilla olduğunda, eline silah alıp savaştığında erkek gibi davranmaya ve konuşmaya başlar ve bir nevi erkekleşir diye düşünmüş olmalı. PKK’nin kadın özgürlük ideolojisini esas aldığı, daha bundan 20-25 yıl öncesinden kadının erkek karikatürü olmadan kendi rengi ile savaşa, siyasete ve yaşama katılımını tartıştığı bir tarihe sahip olduğunu yeterince bilinmiyor anlaşılan. Bu konuda Abdullah Öcalan’ın binlerce değerlendirmesi olduğundan da bihaberdir. Bırakalım kadınların erkekleşmesini kabul etmeyi, bunu olumlamayı, PKK’de toplumsal cinsiyetçilik yıllardır temel bir eğitim konusu olarak işlenir. Egemen erkekliği ve kadın köleliğini en fazla çözümleyen ve sorgulayan bir hareket olan PKK’de Abdullah Öcalan’ın “erkeği öldürmek” isimli kitabının erkek gerillalar için bir eğitim materyali olarak okunduğundan haberi yok bizim gerilla filmini yapanların.
Gerilla elbiseleri ve silahını bırakıp bir köy evinden aldığı sivil kıyafetleri, özellikle de büyük bir özenti ve özlemle dokunup sonra yanına aldığı -filmin son sahnesinde hala üzerindedir ve üzerine kamera zoom yapar- dantelli tayt da dikkati çeken bir diğer ayrıntı. Gerilla kadınların “kadınsı” eşyalara özlem duyabileceği düşünülmüş herhalde. Sivil kıyafetleri giyince kızımız artık yeni bir kimlik edinmiştir. Elbise, para ve yiyecek çaldığı evin kızının okul eşyalarına, önlüklü resmine ve ders kitaplarına da büyük bir özlem ve özenti ile dokunur. Sonra da bir ilkokul coğrafya kitabını yanına alır. Kitap ve okumaya bu kadar özlem duymaktadır. Gerilla ortamında okunacak bir şey yoktur ya, ilkokullar için hazırlanmış bir coğrafya kitabını o denli değerli görür. Burada da “klasik eğitimsizliktir bu kızı bu hale düşüren, eğitilmiş olsa yaşamı bu hale gelmeyecekti” deniliyor. Gerillanın ne kadar zengin bir kitaplığının olduğu, kendini eğitme zorunluluğu bundan uzak durmak isteyenlerin eleştirildiği ve kabul edilmediği, okuma-yazması olmayan her gerillanın eğitildiğinden de haberi yok anlaşılan senaryoyu yazanların. Dağda okuma yazma öğrenip yaşamını kitaplaştıran onlarca örneğe tanık olunabilir.
Filmin çekildiği mekanın Kürdistan olup olmadığı tam anlaşılmıyor ama filmdeki erkeklerin hepsinin kıza tecavüz etme girişimleri hem gerçekçi değil hem de kızın yağmurdan kaçarken doluya tutulduğu izlenimi veriyor. Yani mecbur kaldığı için dağa dönme kararı alıyor kızımız ölümü görüp sıtmaya razı oluyor anlaşılan. Özellikle yaşlı Kürt amcanın yanında kıza tacizde bulunan adama müdahale etmemesi toplumdaki ahlaki değerlerin kalmadığı sonucuna ulaşmamıza neden oluyor. Oysa çok istisnai kişi ve olaylar dışında böylesi bir durumda müdahale edemeyecek kadar da ahlaki yozlaşmanın yaşandığı kanısında değilim.
Yeniden gerilla kıyafetlerini giydikten sonra yaralı askere yardım etmesi esnasındaki diyaloglar da ilginçtir. Asker gayet minnettar ve dost canlısı iken gerilla kıyafetini giyince yeniden sert ve duygusuz hale gelen kadın çok soğuk ve kabadır. Askerin “keşke bir çay bahçesinde tanışsaydık” sözü de iki düşman olarak karşılaşmanın anlamsızlığına işaret ediyor. Yani askerle gerilla arasında bir sorun yoktur. Birileri onları karşı karşıya getirmiştir ve birbirini öldürmeye mecbur bırakmıştır sanki. Yaralı asker her ne kadar Çanakkale’den kalkıp Kürdistan’da savaşmaya gelmiş olsa da kendisinin niye orada olduğunu sorgulayacağına gerilla kızın durduğu yeri sorguluyor. Kadının yeri dağ değil, bir çay bahçesinde sevgilisi ile oturmak olmalıydı. O zaman herhangi bir sorun karşılıklı öfke ve öldürme olmazdı. Yani kadının yeri sevgilisinin dizinin dibi olmalıdır. Yani asker de gerilla da kader kurbanıdır.
Filmin sonunda verilen mesaj da oldukça dikkat çekici. Yeşilçam Türk filmlerinde talihsizlikler, kadersizlikler nedeniyle kötü yola düşüp kirlenen kadın sonradan bir kurtarıcı gelip onu kurtarsa ve yeni bir yaşama başlasalar bile mutlaka filmin sonunda ölürdü. Bu filmlerin yapımcılarının mantığında kötü kadın mutlaka ölmeli türünden korkunç bir ataerkil zihniyetin sinemaya yansımasıydı bu. Aslında bir yanıyla da Müjde Ar’ın başrolünü oynadığı “Asiye nasıl kurtulur” filmi gibi Asiye ne yapsa kurtulamıyor, her yerde tacize, tecavüze uğruyor, genel eve düşüyordu. O filmin mesajı güçlüydü kadının etrafındaki ataerkil örgüyü işliyordu. Oysa Jin’in trajedisinin bir sorumlusu yok. Mecburen gerillaya katılıyor, savaş kadına göre olmadığından orada yapamıyor, sisteme gitmeye çalışıyor ama başına gelenler nedeniyle gitmeyi başaramıyor, geri dönmek istiyor ama dönemiyor ve ölüyor. Yani Kürt kadınları için bir kurtuluş yok mesajı veriliyor. Oysa binlerce Kürt kızı kurtuluş yerini ve umudunu canlı tutacak kahramanlıklara imza atıyor siz bu filmi yaparken.
Büyük Günahın Vebali Altında Bir Film: Küçük Günahlar
Bir ağabeyi özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren, diğer ağabeyi de gerilladayken muhtemelen kaçıp güney Kürdistan’a yerleşen Şilan mücadeleye yakın bir gazetede çalışır. Eski solcu, şair, reklamcı, psikolojik sorunları olan ve babası yaşındaki bir adam olan İsmet’in sevgilisidir. Fransız hayranı, Kemalist, bohem Türk aydını olan İsmet, sevgilisine Şilan yerine Jizabell demektedir. Bu da Şilan’ın Fransızcası oluyormuş. Zaman zaman politik konularda kavga edip birbirlerine hakaret etseler de Yılmaz Erdoğan’ın “yaşasın halkların sevgililiği” perspektifiyle gayet güzel anlaşmaktadırlar. Hatta Şilan’ın kendisini faşist olarak gördüğünü bile gülerek anlatmaktadır İsmet. Yani mücadele içinde yer alan bir Kürt kadını olan Şilan faşist diye nitelendirdiği kişiye şizofrenik bir aşkla bağlıdır. Ne diyelim “ey aşk sen nelere kadirmişsin”.
Kürt özgürlük mücadelesine yakın bir aile profilinde büyüyen, üstelik onun gazetesinde çalışan kızımız bu bohem yaşamla kendi kültürü ve mücadele kültürünü bir arada yaşamakta hiçbir çelişki görmemektedir. Özel hayatında bunalımlı Türk aydını ile gayet uyumlu iken, ailesinin yanına gelince Kürtçe konuşmaktadır. Zaten bunun dışında Kürt kültürüne dair hiçbir öğe taşımamakta. Yaşadığı ilişki konusunda annesine gerçeği anlatmasa da ağabeyi bu durumu fazla yadırgar görünmez. Feodal Kürt ailelerinde yaşanan “gelişme” mi anlatılmak istenmiş bilinmez ancak güzel ve alımlı kızın etrafında neredeyse başka hiçbir kadının olmaması da diğer bir ilginçlik. Filmdeki Kürt kızının etrafında sevgilisi İsmet, yozlaşmış bir küçük burjuva olan Melik ve örgütten kaçtığı mı yoksa hala ilişki içinde belli bir görevle mi şehre geldiği tam anlaşılmayan ağabeyi vardır ve tüm karar ve yaşamını belirleyen bunlardır. Her ne kadar asi, başına buyruk görünse de aslında herhangi bir irade sahibi değildir.
Melik’in tek derdi Şilan’a dönük cinsel arzularıdır. Gözaltına alındığında avukat olan kız arkadaşı aracılığı ile onu kurtarır. Kaçırılıp işkenceye uğradığında da zengin bir iş kadını olan öteki kız arkadaşı aracılığıyla onu hastaneye götürür. Her ne kadar Melik’i red eder görünse de onun etrafında olmasından ve ona yardım etmesinden hoşlanan kızımız, onu da kendisi için bir sığınak olarak görür. İki sefer gözaltına alınıp işkenceye uğramasına rağmen bunu doğal görürcesine hiçbir girişimde bulunmaz, karşısında mücadele de etmez Şilan.
Filmde Kürt özgürlük mücadelesi her yerde adamları, arabaları, silahları, kuryeleri olan bir mafya örgütü gibi yansıtılıyor. Bu mafyavari yapılanma kızın güney Kürdistan’a gitmesi gerektiği talimatı verir. O da bu talimata uyup gider. Yani bir yanıyla dağ ve güney Kürdistan özdeşleştirilmiş, diğer yanıyla da bu kararı da Kürt kızı kendisi vermemiştir.
Bakın şu benzerliğe ki bu filmlerin hepsinde güzel, alımlı, hırçın, asi ama sonuçta “kadınsal zaafları” olan Kürt kızları kendi kararları olmadan mecburen, başkalarının telkini ve talimatı ile çıkıyorlar dağlara. Küçük Günahlar filmi mücadeleci Kürt kadınlarının yaşam ve mücadelelerini manipüle ederek büyük bir günaha girmiştir.
Mutlu Son İçin
Elbette sinema tek bir pencereden bakıp Kürtleri ve Kürt özgürlük mücadelesine hiç eleştiri getirmesin demiyoruz. Ancak bu filmlerin ve buna benzer filmlerin sorunu farklı pencereler açma, bir başka noktadan bakma değil. Yeni Kürt politikasına ortak olmalarıdır. Her karakter ve karenin bu amaca göre seçilmesidir. Gerilladan kaçan kadın, deli kadın, cahil kadın, kuma kadın, töre kurbanı kadın, fuhuş yapan kadın, çözümsüz kadın… peki ya gerçekleri nereye gizleyeceksiniz. Türkiye meclisinde oran ve siyasal temsiliyet itibari ile en fazla sayıda olanlar Kürt kadınları değil mi? Belediye başkanları, parti yönetimleri, basın, kültür-sanat, toplumsal alandaki örgütlenme itibari ile Türkiye’deki en güçlü kadın hareketi Kürt kadınlarına ait değil mi? Dünyadaki kadın hareketleri için bir ilham kaynağı değil mi Kürt kadın gerillaları? Binlerce Kürt kadın tutsak Türkiye zindanlarında direniş halinde değil mi? Hala akın akın üniversitelerden, Türkiye metropol kentlerinden, köylerden genç kızlar katılmıyor mu gerilla saflarına?
Bu kadar film çekilirken bu kadınlardan hiçbirinin hakkınca yansıtılmamış olması hatta hakkınca olmasını bir tarafa bırakalım küçük bir kısmının dahi yansıtılmamış olmasını neyle açıklayabilir bu filmleri yapanlar. Onların cevabı nedir bilmiyoruz ama biz biliyoruz neden yansıtılmadığını ve bunun ağır vebalini de. Sizin Jin’leriniz, Berfinleriniz, Şilanlarınız çözümsüz ve ölüme mahkum olsa da bizim Jin, Berfin, Şilan’larımızın hikayeleri bambaşka mecralarda özgürlüğe akıyor.