• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Toplumsal Doğa Ve Uygarlık: Neolitik Devrimin İlkeleri

14 April 2021
in Araştırma-İnceleme
A A
Toplumsal Doğa Ve Uygarlık: Neolitik Devrimin İlkeleri
Share on FacebookShare on Twitter

Genel olarak doğal toplumun, fakat özelde de toplumsallaşmanın başlangıç aşamasını oluşturan neolitik devrim dört temel ilke üzerinden örgütlenmektedir. Bunlar; karşılıklı bağımlılık, tamamlayıcılık, farklılıkların birliği, eşitsizlerin eşitliği.

Bu ilkeler aynı zamanda Önderliğimizin demokratik-ekolojik-cinsiyet özgürlükçü paradigma temelinde ortaya koyduğu özgür yaşam ilkelerine de denk gelmektedir.

1- Karşılıklı Bağımlılık: Her şey birbiriyle karşılıklı etkileşim içerisindedir. Birey topluma, toplum bireye, insan doğaya muhtaçtır, doğa aynı zamanda insanı işler kılarak güçlendirmektedir. Karşılıklı bağımlılıkta özgünlükler korunur. Fakat parça bütün-ilişkisi vardır. Özgürlük ilkesi esastır, fakat bu özgürlük birbirini tamamlama üzerinedir. Toplum bireye, birey de topluma karşı sorumludur. İlişkilerde optimal denge esastır. Ben değil, biz olgusu vardır. Bireycilik değil, bireysellik esastır. İlişkilenmelerde öz kimliğini yitirmeme esastır. Örneğin; iradesini teslim etme değil, iradi katılım, iradeyi güçlendirme esastır. Birey, toplumun iradesine saygı duyar, o toplumsal iradeyi hiçe sayan, zayıflatan tutumlar içerisine girmez; toplum da aynı şekilde bireyin iradi katılımına saygı duymaktadır. Toplumun bireyi kendi iradi varlığında bütünlemesi de aynı şekilde toplumun genel ilkelerinin gözetilmesi temelinde olmaktadır. Bu özgünlük ve özgürlük ilkelerinin korunmasını getirir. Bu özgünlüğün korunmasının temel ilkelerinin başında da özgürlük ilkesinin korunması gelmektedir. Özgürlük, yaşamın temel ilkesidir. Bu özgürlük de birey ve toplumun, toplum ve doğanın birbirini tamamlamasından geçmektedir.

Yine doğadaki hareketlere bakarak kendisini de doğanın bir parçası ve karşılıklı etkileyeni içerisinde olarak görmekte, karşılıklı bağımlılık ekseninde yaklaşmaktadır. Hiçbir şeyi birbirinden koparmamaktadır. Bu bir ideoloji, felsefe, düşünce tarzı olarak kavramlaştırılamamakta; fakat yaşamsal olarak gelişmektedir. Yani o dönemin temel yaşam felsefesi bu tarzda gelişiyor. Bir yaşamsal ilke olarak yaşanıyor. Bu, yaşamın temel bir ilkesidir.

2- Tamamlayıcılık: Yaşam birbirini tamamlama üzerinden oluşmuştur, herkes yaşama katılarak yaşamı tamamlar. Doğadaki ve toplumdaki her şey birbirini tamamlar. Birbirini tamamlama, bütünleme üzerinden toplum vardır. Birey, toplumun tamamlanması, toplum da aynı şekilde bireyin tamamlanması üzerinde vardır, toplumsal varoluş bu şekilde örgütlenmiştir. Kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-yetişkin birbirlerini tamamlamak üzerinden vardır ve bu temelde bir toplumsal ilişki gerçekleşmektedir. Aynı zamanda birey doğayı, doğa bireyi tamamlamak üzerinden vardır. Birbirinden ayrı, bütünlemeyen bir varlık bulunmamaktadır. Bu tamamlama ve bütünleme içerisinde toplumsal kimliğe saygısızlık kabul görmez. Toplumdaki herkes kimlikli bir varlıktır. Kimse bu kimliğe saygısızlık edemez. Birbirini tamamlama bütünlüğü, bütünlük de ahlaki bir düşünceyi geliştirmektedir. İnsan kendisini doğa ve toplumla bir, kendisini onların bir bütünleyeni, tamamlayanı, parçası olarak ele aldığında bu ahlaki bir yaklaşımı da beraberinde ortaya çıkarır. Tamamlama ve tamamlanma toplum ve insan kimliğinin gelişmesini, kendini bulmasını ve kendi farkındanlığını ortaya çıkarmasını getirir. Toplum birbirinden kopuk değil, bütünlüklüdür. Tamamlayıcılık ve bütünlük etik bir anlayıştır. Bu tamamlayıcılık evren-doğa-insan-toplum ilişkisi temelinde ele alınır. Hiçbir şey birbirini yok etmek için değil, tamamlamak için vardır. Değişim ve dönüşüm geçirir. Gece nasıl gündüze, gündüz geceye dönerse, doğadaki her şey nasıl ki doğar, yaşar, büyür ve ölürse ve her şey nasıl bir döngü içerisindeyse bu toplumsal yaşamda da yansımasını bulur. Hükmetme anlayışı değil, tamamlama ilkesi esastır.

3- Farklılıkların Birliği: İnsan, evren ve doğadaki zenginliği, farklılıkların çokluğunu gözetir. Birçok farklı rengin, sesin, biçimin, varlığın olduğunu gözlemler. Doğadaki sadece bir yeşil rengin bile kaç çeşit, değişik tonu bulunmaktadır. Kuşların, aynı türdeki bir kuşun bile kaç çeşit rengine, sesine tanık olmaktayız. İnsanlar o dönemlerde de bunları gözlemler ve gözetir. Yüzbinlerce değişik hayvan ve bitki çeşidinin aynı doğa içerisinde iç içe yaşadığını görür. Bunların hepsinin doğa içerisinde bir anlamı ve etkinliği olduğunu gözlemler. Bunların hepsi doğaya bir zenginlik ve güzellik katar, doğayı veya birbirini yok etmez. Doğayı gözlemden çıkartılan bu sonuç bir ilke olarak toplumda da gözetilir. Toplum yaşamının da tüm renkleri ve sesleri içinde barındıran bir zenginlik olmasının hoşgörüsü gelişir. Farklılıklar toplumun zenginliği olarak kabul edilir. Böylesi bir zenginlik anlayışı kadın-erkek, genç-yaşlı ayrımını, zıtlığı, bir varlığın bir diğerine üstünlüğü anlayışını değil, toplumun zenginliği, birliği olarak ele alınmasını getirir. Herkes kendi farklılığıyla toplum yaşamına katılır; bu, toplum yaşamının daha zengin bir bileşimle oluşumunun, hoşgörü toplumunun gelişmesini sağlar. Toplumdaki ve doğadaki hiçbir varlığa fazlalık ve gereksiz gözüyle bakılmaz. Bu farklılıkların zenginlik olarak görülmesi, toplumda tek tipleştirme anlayışının gelişmemesini de getirir. Tek tipleştirme yoktur. Herkes, her şey bir diğeri olmak zorunda değildir. Toplumdaki ve doğada her varlık bir renktir, bir zenginliktir; bu farklılıklarla birbirini tamamlama gelişmektedir. Bu toplum yaşamının, toplumsallığın daha fazla güçlenmesini getirmektedir. Doğal toplum yaşamının ve özelde de neolitik devrimin kadın eksenli bir yaşam olduğunu, kadın etrafında gelişen örgütlülüklerden oluştuğunu belirtmiştik. Burada kadının birinci doğaya saygılı yaklaşımı olduğu kadar, ikinci doğaya da kendisi gibi olma dayatması yoktur. Herkesin bu yaşama kendi rengi ve sesiyle katılma hakkı vardır, esas olarak korunan ilke toplumsal örgütlülüğün zenginlikleriyle beraber korunması, güvencesinin sağlanmasıdır.

4- Eşitsizlerin Eşitliği: Kavramdan da anlaşılacağı üzere bu nicel bir eşitlik değildir; eşitlik, niteliksel bir eşitlik anlayışına dayanmaktadır. Herkes toplumsal yaşama cins, yaş farklılığı, gücü oranında katılır. Bir yaşlının bir genç, bir çocuğun bir yetişkin veya bir kadının fiziki güç anlamında bir erkek gibi yaşama aynı düzeyde katılım sağlaması beklenemez. Bu gerçekçi bir yaklaşım değildir. Biyolojik olarak da böylesi bir durum mümkün olamaz. Yani bu eşitlik anlayışı kaba eşitlikçi, mutlak bir eşitlik anlayışı değildir. Biyolojik olarak bir eşitsizlik vardır. Eşitlik denildiğinde çokça yanlış anlaşıldığı gibi herkesin her koşul altında yaşama aynı oranda, yani aslında eşitsiz katılımı anlaşılmaktadır. Fakat doğal toplumdaki eşitlik anlayışı, eşitsizlerin eşit olarak katılımını sağlayan bir eşitlik anlayışıdır. Yani bu eşitlik anlayışında herkes yaşama katılmak zorundadır. Kimse toplumsal yaşamın dışında kalamaz, herkes kendi gücüne göre bir katılım sağlar. Örneğin; tarımın gelişmesiyle birlikte diyelim ki bir tarla ekimi gerçekleşmiştir, bir çocuk tarlanın sürülmesini veya sulamayı yapmayı belki gerçekleştiremez, ama çocuğun bu toplumsal örgütlülük içerisindeki görevi, hayvanların ekinlere zarar vermesini engellemek için tarla bekçiliği yapmaktır veya yetişkinler tarla işleriyle uğraşırken kendilerinden daha küçük çocuklara göz kulak olmaktır. Yaşlı kadınlar genç kadınlar gibi belki çok aktif katılamayabilir, ama toplayıcılık işiyle yine de uğraşabilirler, var olan tecrübelerini aktararak katılırlar. Yaşlı bir erkek de genç bir erkek gibi yaşama aynı şekilde katılamaz, örneğin eskisi gibi avcılık yapamaz. Ama tecrübelerini aktarabilir. Bu şekilde yaşamda bir denge sağlanır. Bu eşit olmayanların da yaşama eşit katılımını, birbirlerini tamamlamalarını getirmektedir.

Tüm bunlar toplumsal ekolojinin gelişmesini sağlamaktadır. Yaşamın bu tarzda örgütlenmesi, toplumun kendi eko-sistemini sağlamasını getirmektedir. Toplumun eko-sistemi oluşuyor. İkinci doğanın birinci doğayı gözeterek geliştirdiği eko-sistem, toplumun optimal dengesini oluşturuyor.

Bu ilkeler hem toplumun kendi içerisinde optimal bir denge sağlayarak örgütlenmesini getirir hem de doğayla optimal bir dengede yürümesini sağlar. İnsan-insan, insan-toplum, insan-doğa ilişkilerinde optimal denge korunur.

Berfin Zin

Devam Edecek

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk