• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Toplumsal Doğa Ve Uygarlık: Doğa-İnsan-Toplum

27 April 2021
in Araştırma-İnceleme
A A
Toplumsal Doğa Ve Uygarlık: Doğa-İnsan-Toplum
Share on FacebookShare on Twitter

Neolitik devrimle birlikte ikinci doğanın tamamlanması gerçekleşmektedir. Dört ilkeyle beraber ikinci doğa içerisinde optimal denge sağlanmaktadır. Bu optimal denge, toplumsal doğada ahlaki ve politik bir kültürün gelişmesini getirmektedir. Toplumsal doğa bu şekilde ahlaki ve politik bir topluma dönüşmektedir. Bu ahlak anlayışında hiçbir şey birbirinden kopuk değildir, her şey birbiriyle bir ilişki ve bütünlük içerisindedir. Doğanın dışında değil, doğanın içinde bir yaşam vardır. Doğanın üstünde değil, doğanın içerisinde bir yaşam ahlakı oluşmaktadır. İnsan doğa hâkimi, doğadan üstün bir varlık değildir, toplum doğanın üstü bir örgütlenme değildir.

İnsan, toplumdan bağımsız, toplumdan öncelikli haklara sahip değildir. Bu, bir ahlak anlayışı olarak toplumda vücut bulmuştur. Ahlaki kurallar zaten doğal toplumun ilk başlangıç aşamasından itibaren, insanın topluluk, toplum biçiminde yaşamanın kendisini daha güçlü kıldığını, yaşamak için insanlar arası örgütlülüğün şart olduğunun farkına varmasıyla beraber oluşmaya başlamıştır. Fakat ahlak kurallarının kurumlaşmaya başlaması, neolitik dönemle birlikte gerçekleşmektedir. Ahlak kuralları zaten toplumun ilkeleri demektir.

Bu ahlak kuralları toplumun temel yaşam ilkelerini belirlemektedir. Toplumsal ahlak ilkeleri eşitlik, özgürlük, adalet, paylaşım, tamamlama, dayanışma, sevgi-saygı, cömertlik, doğruluk (dürüstlük), toplumu koruma ve gözetme biçiminde ilk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ahlak kuralları toplumsal hafızayı oluşturur. Bu toplumsal hafıza, günümüze kadar devam eden hafızadır, yok olmamaktadır. Oluşan bu hafızayla topluma zarar veren, birliği bozan uygulamalar ve hareketler yasaklanır. Hırsızlık, yalan, iftira, talan, gasp, öldürme, cimrilik toplumda iyi olmayan özellikler olarak görülmektedir, toplum tarafından kabul görmemektedirler. Toplumun kendisi için olumlu olarak kabul ettiği özellikler toplumun örgütlenme ilkesinin temel hafızasını oluştururken, bunlar da toplumun ret ettiği hafızayı oluşturmaktadırlar.

Bunlar, toplumda açığa çıkan ahlak anlayışı, yaşamdaki ahlak felsefesi sonucunda gelişen tutumlardır. Toplum bugüne kadar kendisini bu toplumsal hafıza üzerinden var etmekte, kabul ve ret ölçülerini ortaya koymaktadır. Bugüne kadar da toplumda hırsızlığa, cimriliğe, talana, gaspa kötü gözle bakılması bundandır; dürüst olmayan, yalan söyleyen bir insana güven duyulmaması, kabul görmemesi yine bu hafızayla bağlantılıdır. Öldürmelere toplumun onay göstermemesi, yine bu ahlak anlayışından kaynaklıdır. Bunların tümü toplum tarafından lanetlenen özelliklerdir. Bu kuralların ve ilkelerin dışına çıkanlar, toplumun dışına itilirler.

Doğal toplumun bu konudaki kuralları çok katıdır, kuralların işleyişi keskindir. Toplum gelişebilecek olumsuzluklara karşı tedbirini, savunma sistemini bu şekilde oluşturmaktadır. Ahlak kuralları toplumun savunma mekanizmasını, savunma kalkanını oluşturmaktadır. Lanetlenme ilk kez toplumun bu savunma mekanizmasının aşındırılmaya çalışılması, ahlaki kuralların ilhakı üzerinden gelişmektedir. Lanetlenme toplumdan kovulmayı, toplum dışına itilmeyi ifade etmektedir.

Diğer taraftan doğal toplum, aynı zamanda politik bir toplumdur. Bugünkü biçimiyle anlaşıldığı biçimde bir politika değildir bu. Yaşamın kendisi zaten politiktir. Yaşamın kendisi nasıl politik olur? Çünkü herkes yaşama katılmaktadır, bunun kendisi yaşamı politik kılmaktadır. Mesela orada yönetilenler ve yönetenler birbirinden ayrı değildir, birdir. Herkes inisiyatif kullanabilir, herkes plan-proje sunabilir. Zaten politikayı esas olarak Önderlik nasıl tanımlıyor; günlük olarak oluşturduğun ve ortaya koyduğun plan ve projelerle yaşama katılım olarak değerlendiriyor. Politikayı bu şekilde ele alıyor. Yaşamda herkesin iradi bir katılımı vardır. O dönemin politikasına, politik yaşamına bir katılım sağlamaktadır. Bu, toplumdaki hiç kimsenin toplumun kararlarının dışında kalmamasını getirmektedir. Herkes karar mekanizmalarına dahil olmaktadır. Bu kendisiyle birlikte politik bir yaşamı getirmektedir. Böylelikle ne oluşuyor? İlk kez demokratik bir yaşam tarzı oluşuyor. Demokratik yaşam, tarihte ilk kez bu şekilde yaşanıyor. Herkes yaşama katıldığında, herkes yaşamda hak sahibi, söz sahibi, karar sahibi olduğunda, o zaman demokratik bir yaşam tarzı oluşur. Demokrasi ilk kez nasıl ortaya çıkıyor? Emek demokrasisi olarak ortaya çıkıyor. Emek üzerinden demokrasi oluşuyor. Çünkü herkes emeğiyle bir katılım sağlamaktadır. Neolitik toplum, ilk emek demokrasisinin uygulandığı toplumdur. Neden ilk emek demokrasisi orada açığa çıkmaktadır? Çünkü el, kafa ve beden emeği birbirinden kopuk değildir. Oysaki uygarlığın doğuşundan günümüze kadar emek birbirinden kopartılmıştır. Birileri kafa, birileri el, birileri bir bütenen bedensel olarak emek verirler. Türk diktatör Erdoğan’ın dediği gibi egemenler ‘kol, bacak ve gövde, başın yerine geçemez, baş esastır’ demektedirler. Ama neolitik toplumda, birbirinden kopartma yoktur. El, ayak, gövde, kafa emeği birdir. Düşünen insan aynı zamanda yapan insandır, yapan insan aynı zamanda düşünen insandır. Birbirinden kopartmıyor. Birisi düşünüp bir diğerine doğru olanı budur, gidip yap demiyor. Ben izleyeceğim, sen yap demiyor. Düşünen, proje ortaya konan, oluşturan kişi aynı zamanda uygulamaktadır da. Bu nedenle demokrasi ilk olarak Atina’da değil, burada ortaya çıkmıştır diyoruz.

Çok temel bir husus olarak da belirttiğimiz gibi, yöneten ile yönetilen birbirinden kopuk değildir. Burada ne açığa çıkıyor, yaşama katılıma göre doğal bir dayanışma tarzı açığa çıkıyor. Otorite veya güç olgusundan ziyade organik bir dayanışma gelişiyor. Bu ne üzerinden oluşuyor? Emek demokrasiyle bağlantılı doğal bir dayanışma, doğal bir öncülük, örgütleyici güç ortaya çıkıyor. Çünkü kadın en fazla bu topluma öncülük edendir. Herkes bu yaşama katılmaktadır, herkes emek harcamakta, düşünmekte, uygulamaktadır. Ama tüm bunların yanısıra kadın toplumun öncülüğünü üstleniyor, uyguluyor, bu nedenle de doğal öncü olarak öne çıkıyor. Kadının doğal öncülük konumu bir baskıya dayanmıyor, zora dayalı gelişmiyor. Kadın ‘ben bu toplumun öncüsüyüm, ne diyorsam o olacak’ demiyor. Fakat toplum kadının öncülüğünü doğal olarak kabul ediyor. Çünkü her alanda en öncü pozisyondadır, toplumsal alanda bilgi-birikim sahibidir. Aynı zamanda çocuklar onun etrafında toplanmaktadır. Zaten toplum kendisini esas olarak ana ve çocuk ilişkisi üzerinden örgütler. İlk toplumsallık çocuk ve ana ilişkisi üzerinden oluşur; çünkü çocuk annesinden uzaklaşamaz, bu da ilk toplumsallığın çocuk ve ana etrafında oluşmasını sağlar. Ana ve çocuk arasındaki bu ilişki zamanla toplumsal öncülükle birleştiği için aynı zamanda kadını doğal toplumun gücü ve sözcüsüne dönüştürür. Bu güç ve öncülük, baskı, zor, hükmetmek üzerinden değildir. Toplumu iyi örgütlemek üzerinden bir güçtür. Toplum iyi örgütlendiğinde, o zaman toplum kendisini daha ileriye de götürebilir. Bu kadına karşı saygıyı da öne çıkartmaktadır. Belirttiğimiz gibi; daha klan yaşamı döneminde de kadını doğaya benzetme vardır, kadının doğayla özdeşleştirilmesi yaşanmaktadır.

Öncesinde doğa olarak ele alınan kadın neolitik sistemde, özellikle de Til Xelef aşamasında artık yavaş yavaş tanrıça olarak nitelendirilmeye başlanır. Doğayla özdeşleştirilen kadın, bu doğal öncülük sonucunda artık tanrıçalaşır. Tanrıça kültürü ve kültü için Önderlik “neolitik dönemin ideolojik kimliğidir” demektedir. Kült, inanç anlamına gelmektedir. Neolitik dönemin kültü tanrıçalaşmadır, yani inancı tanrıça inancıdır ve Önderlik bunu neolitik dönemin ideolojik kimliği olarak adlandırmaktadır.

Neden tanrıçalık, niçin tanrıça deniliyor, tanrıçalığın özellikleri nelerdir? Bugün hâlâ Kürdistan’da ‘ya Star’ denilmektedir. Kürdistan’da halen insanların yakarışta bulunduğu Star’ın özellikleri nelerdir?

1-Koruyucu (toplumu koruyor, toplum halen bu nedenle yakarışta bulunuyor)
2-Örgütleme gücüne sahip
3-İradeli (irade sahibidir, iradesini teslim etmiyor, topluma öncülük ettiği gibi toplumun da irade sahibi olmasını sağlıyor)
4-Öncü

Bu maddeler daha da çoğaltılabilir, ama dört temel husus var tanrıçalık statüsüne yükselmesinde. Önderlik “her kadın tanrıça kişiliğine ulaşmalıdır” diyor, esas olarak budur. Estetik konusu da buna eklenebilir hem düşünsel olarak hem de iradesel anlamda, yine fiziki olarak da buna eklemek mümkün. Estetiksel bir düşünceyle topluma ve doğaya yaklaşıyor musun? Önemli olan da esasta budur. Bunlar tanrıçalığın özellikleridir, işte tüm bunlar tanrıça kültünü oluşturmaktadır. Özellikle Til Xelef döneminde tanrıçalık kültü ve kültüründe kurumlaşma oluyor.

Berfin Zin

Devam Edecek

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk