1.Roma İmparatorluğu: Roma İmparatorluğu temelini Helenizm’den alır, Helenizm senteziyle çıkar. Bu anlamda orijin bir uygarlık değildir. Aryen kültürden, Mezopotamya ve Anadolu kültürlerinden, Fenikeliler üzerinden Mısır ve Semitik kültürden ve adeta tüm bu kültürlerle arasında bağ, köprü oluşturan ve Roma’ya akıtan bir rol oynayan Greklerden de yararlanır. Bu dört temel kaynaktan yararlanır ve içine alır. Bunların bir sentezini oluşturur, en son Greklerin sentezleyerek aldığı kültürleri Romalılar yeniden sentezleyerek, bir nevi sentezin sentezini yaratarak kendilerini oluşturmuşlardır. Roma bu nedenle çok kozmopolit bir yapıya sahiptir.
Doğu Avrupa’da bulunan Roma (İtalya) neolitiği M.Ö. 4000’lerden itibaren yaşamaya başlar. M.Ö. 700’lerde ise uygarlık aşamasına geçerek ilk şehir devletini kurar. Roma şehir devletinin kuruluş öyküsü de mitolojik bir anlatımla dile gelir. Roma kurucularının öyküleri, hem Akad Kralı Sargon hem de Hz. Musa’nın öyküsünün bu kez Avrupa-Roma versiyonudur. Yine Hz. Meryem öyküsündeki kutsal bakirelik düşüncesinin izlerini de içinde yer almaktadır. Bir sonraki aşamada Türkler de kendi mitlerini Romalılarından alacak ve çok benzer bir paralelde dişi kurt Asena’dan türediklerini dile getireceklerdir. Romus ve Romulus öyküsü olarak dile gelen mitolojide Romus-Romulus ikiz kardeşlerdir ve M.Ö. 753’te Roma şehrini kurmuşlardır. Ataları, Troya düştükten sonra Troya’dan kaçan ve yerleşmek için yeni bir yer arayan Troyalılara öncülük eden Hektor’un kuzeni ve Paris’in en yakın arkadaşı olan, aynı zamanda Afrodit’in oğlu olduğu da söylenen Aeneas’tır. Romus ve Romulus’un babası savaş tanrısı Mars, anneleri ise bir ‘Vesta Bakiresi’ olan Rhea Silvia’dır. Vesta bakireleri Antik Roma’da aile tanrıçası Vesta’nın kutsal bakire rahibeleridir. Bu rahibeler seçkin aile kızlarından seçilirler ve 30 yıl boyunca bekâretlerini koruma zorunlulukları vardır. Buna uymayan rahibeler canlı olarak gömülme cezasıyla öldürülürler. Vesta rahibelerinin temel görevi, Vesta tapınağının kutsal ateşini korumaktır. Vesta rahibesi olmak bir ayrıcalık ve büyük bir onur olarak ele alınır. Bu rahibeler öldükleri zaman ise tüm malları devlete kalır.
Mitolojiye göre amcasının, kral olan babasını öldürüldükten sonra kendisi babasının varisi olmasın diye yine amcası tarafından zorla bir Vesta bakiresi yapılan Romus ve Romulus’un annesi Rhea Silvia savaş tanrısı Mars tarafından tecavüze uğrar ve ardından ikizleri doğurur. Bunun üzerine amcası ikizlerin ve annelerinin öldürülmesini emreder. Fakat öldürmekle görevlendirilen kişi ikizleri öldürmez ve Tiber nehrine bırakır, nehir tanrısı Tiberinus ikizleri bulur ve yavrusunu yeni kaybetmiş bir kurda vererek kurtarır, ikizlerin annelerini de yine kurtarıp onunla evlenir. Hikâyenin ikinci versiyonunda ise yine ikizler Tiber nehrine bırakılır, ikizleri bir çobanın eşi bulur ve büyütür, bu kadına diğer çobanlar kurt lakabını takmışlardır. İkisinin birleşiminden oluşan bir diğer hikâyede ise önce kurt onları bir mağarada emzirir, ardından bir çoban ailesi onları bulur ve büyütür. Daha sonra Romus ve Romulus Roma şehrini kurmak isterler. Bunun için de kurdun kendilerini bulup ilk emzirdiği yeri seçerler. Kenti kurdukları esnada aralarında bir tartışma çıkar ve Romulus kardeşi Romus’u öldürür, böylelikle de yeni kurulan Roma kentinin ilk kralı olur.
Roma’nın ismini Romus ve Romulus’tan aldığı söylenir. Mitolojilerinde kökenlerini Mezopotamya-Anadolu uygarlıklarına dayandırma, kendini Greklerin değil, Troya’nın bir devamı olarak nitelendirme vardır. Atalarının, kurucularının Troyalı olduğu dile gelmektedir. Bu tartışmalı bir konudur, ama Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarından çok şey aldıkları kesindir. Fakat Anadolu ile bir bağlarının olduğu kesindir. Nitekim tarihçiler Roma’yı kuranların esasında Etrüskler olduğunu söylemektedir. Etrüskler, M.Ö. 6. yüzyıla kadar İtalya’da varlıklarını sürdürmüş, daha sonra imparatorluk sürecinde Romalılar içerisinde erimiş bir halktır. Heredot Etrüsklerin Lidya’dan İtalya’ya göç ettiklerini, köken olarak Lidyalı olduklarını söylerken, birçok tarihçi de Troyalı olduklarını belirtmektedir. Etrüsklerin, Latin köylerini birleştirip Roma kentini kurdukları ve oradaki halkı kentin kurulmasında zorla çalıştırdıklarını belirtilmektedir.
Roma’nın Mezopotamya ve Anadolu uygarlıkları üzerinden gelişim kat ettiği nettir. Ama aynı zamanda Akad, Asur gibi ilk Mezopotamya uygarlıklarının yayılmacı ve şiddet yüklü karakterlerini de aldıkları çok açıktır. Çin uygarlığı hariç kendisinden önceki tüm uygarlıkların sentezini yaparak kendisini var eden bir uygarlık olarak güç, birikim oluşturan özellikleri sentezlediği kadar, yine aynı şekilde şiddet, zulüm, zorbalık, despotizm yüklü özellikleri de sentezleyerek, üzerine ekleyerek yaşamsallaştırmıştır.
Bu nedenle Roma’nın en belirgin yönlerinden biri her yeri işgal etmesidir, neredeyse işgal etmediği yer kalmamıştır. Zaten o dönemde şimdi dünyada var olan kıtaların hepsi daha yoktur, keşfedilmemişlerdir. Asya, Avrupa ve Afrika’dır. Roma, bu üç kıtada hâkimiyetini kurar, bir tek İran-Part (ardından zaten Sasani olur) İmparatorluğu’nun toprakları bunun dışında kalır, geriye kalan her yeri hâkimiyetine alır. “Her yol Roma’ya çıkar” sözü bundan dolayı söylenir, çünkü her yer Roma’nın elindedir ve her yere çok iyi yollar yapılır. Roma, tarımsal üretim, zanaatçılık, ticaret, gelişkin yollar, maden işletmeleri, gelişkin mimari, taş ocakları, yontmacılık ve silah yapımında gelişkindirler. Önderlik Roma’nın temel özelliklerini şu şekilde ortaya koyar:
-Köleci uygarlığın zirvesi ve düşüşü
-İmparatorluk kültürünün genişliğine ve derinliğine en büyük temsilcisi
-Maskeli tanrı kralların son ve en güçlü temsilcisi
-Hukuk ve vatandaşlığı en geniş insan topluluklarına tanıtan devlet
-İlk defa dünya vatandaşlığı, kozmopolitizm ve bağlantılı olarak dünya dinine (Katolik, Ekümenik) yol açan imparatorluk
-Büyük Avrupa uygarlığının şafak vakti, köprübaşı
-Uzun süre cumhuriyet olarak yaşaması
Roma’da cumhuriyet rejimi M.Ö. 508’de başlar. Tarihçiler zamanla güçlenen Latin aristokratların M.Ö. 508’de Etrüsk kralını kovduklarını ve Roma Cumhuriyeti’ni kurduklarını belirtirler. Roma tarihine baktığımızda devletçi-iktidarcı zihniyeti aşamayan tüm güçlerin, halkların başına gelen aynı kaderin yaşandığını görürüz. Yaklaşık olarak üç asır boyunca Etrüsklere karşı direnen, onlara karşı mücadele eden ve birliklerini koruyabilmek için konfederasyon tarzında örgütlenen Latinler (beraberlerinde o dönemde yaşayan başka halklar da var), bu kez devlet yönetimini, iktidarı ele geçirdiklerinde karşısında mücadele ettikleri güce benzeşmiş, hatta zulüm ve baskı da çoğu zaman onları bile aşmışlardır. Etrüskleri kovup kendilerinin iktidarı ele geçirmeleri toplumun özgürlüğünü getirmemiş, generallerin, aristokrat kesimlerin tüm topluma hükmettiği bir sistemi açığa çıkarmıştır. Sadece bulundukları bölgede hâkimiyet ve zulümle yetinmemiş, bir süre önce kendilerinin mücadelesini verdikleri özgürlüğü bu kez kendileri halkların, toplumların, insanların elinden almış, neredeyse tüm dünyayı Roma kölesi haline getirmeye çalışmışlardır.
Etrüsklerin kovulup Latinlerin iktidarı ele geçirdikleri Roma’daki cumhuriyetin rejiminin iki meclisli bir sistemi vardır. Biri senato meclisidir, imparatorun yanında senato da devlet yönetiminde söz hakkına sahiptir. Ayrıca her yıl devlet yönetimi için iki yönetici seçerler, bunlara konsül derler. Bu konsüllere de senato öğüt verir. Aynı zamanda güçler ayrılığını da uygulayan bir sistem geliştirirler. Ordu sistemleri çok güçlüdür, özel muhafız birlikleri vardır. Daha doğrusu Roma’nın güçlü bir ordusu olmasından ziyade, Roma’nın kendisi bir ordudur. Yine yargı sistemleri güçlüdür, hukuksal sistemleri oturmuştur. Roma hukuku, Avrupa hukukunun da temelidir. Roma hukuku vatandaşlarının haklarını savunma ve arama düşüncesini geliştirmiştir. Tüm halklara çok büyük zulüm ederken, kendi vatandaşlarına da ciddi bir hukuk zemini açmış, bunun çok güçlü bir bilincini oluşturmuştur.
Roma’nın cumhuriyet rejiminin M.Ö. 44’de Jül Sezar’ın imparator ilan edilmesiyle sonlandığı, asıl imparatorluk sistemine ise Sezar’ın öldürülmesinden sonra M.Ö. 27’de Sezar’ın evlatlık edindiği yeğeni Oktavianus tarafından geçildiği belirtilir. Bazı tarihçiler bu aşamadan itibaren de esasında Roma’nın yavaş yavaş bir düşüşe geçtiğini belirtirler. Oktavianus dönemi, Roma’nın en genişlediği dönemlerden biri olur, aynı zamanda sistemde birçok değişikliğin yapıldığı dönemdir de. Sezar’ın imparator olarak tüm yetkileri kendisinde toplaması öldürülmesine ve karışıklıklara sebep olduğu için yeğeni kurnazca bir hamleyle tüm yetkilerini senatoya devredeceğini açıklar. Esas yönetimin senatoda olacağını, kendisinin sadece senatonun kurallarına uyacağı bir işleyiş uygulanacağını söyler. Bu hem senato içerisindeki hem de halk içindeki Oktavianus taraftarları arasında rahatsızlığa ve kargaşaya, senatoya öfkeye neden olur. Bunun üzerine Oktavianus ve senato arasında bir uzlaşmaya gidilerek “Pax Romana (Roma Barışı)” denilen anlaşma gerçekleştirilir. Bu anlaşmanın ilk dönemlerinde eyalet yönetimlerinin senatoyla paylaşılması vb. kararlarla senato dengelenir. Ardından M.Ö. 23’te yeni bir anlaşma daha yapılır ve burada Oktavianus daha fazla yetkiyle donanır. Bu dönemde Roma kendi iç çekişmelerini önemli oranda durdurarak dışa yönelik yayılımını genişletmiştir. Nitekim Pax Roma’na dönemi M.S. 192’lere kadar sürmüştür.
Roma karakter olarak başlangıcından itibaren şiddet yüklüdür, kuruluş mitolojisinde bile iktidar çekişmesinde bir kardeşin diğerini öldürerek tahta geçişi dile gelir. Devlet karakter olarak zaten şiddet ve zulüm yüklüdür, hangi halkın, hangi toplumun elinde olması veya rejimin ne olduğu bu anlamda fazla bir fark yaratmamaktadır. Roma’nın karakteri de zaten bununla donanmış, doyurulmuştur. Bu nedenle belirli bir dönem rejim olarak cumhuriyeti uygulasa da ve kendi yurttaşlarına yönelik belirli bir hukuk-anayasal sistemi olsa da, sonuç itibariyle uygarlığın tüm özelliklerini almış, bu karakterle doğmuş ve büyümüştür. Hem de önceki tüm uygarlıkların tecrübe, birikim ve yöntemlerinden yararlanarak. Bu nedenle önceki tüm güçlü uygarlıklar nasıl ki sonunda bir çöküşü yaşayıp ortadan kalkmışsa, Roma’da aynı akıbeti yaşamıştır. Rejim değişikliğinin Roma’yı düşüşe doğru götürdüğü yalnızca bir etken olabilir. Ama esas olarak Roma’yı çöküşe götüren iki temel etken vardır, bunlardan biri Hristiyanlıktır, ikincisi ise M.S. 375’ten itibaren başlayan Kavimler Göçü olarak tarihe geçen Cermen kabilelerinin göçleri ile Roma’nın baskısına karşı halkların direnişleridir. Bunun yarattığı çatışmalı durum Roma’yı 395’te ikiye bölmüş ve Doğu ve Batı Roma İmpartorluğu olarak birbirinden ayrılmıştır. Batı Roma İmparatorluğu M.S. 476’da Got kabilelerinin Roma zulmüne karşı gösterdikleri direniş ve karşı saldırıları sonucunda çökmüştür. İmparatorluğun doğu kısmı ise Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğu adıyla Türklerin İstanbul’u işgaline kadar varlığını sürdürmüştür. Türklerin 1453’te İstanbul’u ele geçirmeleriyle Roma İmparatorluğu artık tamamen çökmüştür.
Roma’nın köleci sistemin zirvesi olması, aynı zamanda zulmün, zorbalığın, katliamların da zirve yapmasını getirmiştir, tarihte benzeri görülmemiş uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Arenalarda bir spor etkinliği gibi yaptırılan gladyatör savaşları, gladyatörlerin, kölelerin aslanlara parçalatılması ve Romalıların bunu büyük zevkle izlemesi zulmün, vahşetin boyutlarının bir göstergesidir. Roma’nın imparatorluk dönemi, tarihte ilk kez isyan hareketlerinin baş gösterdiği dönemdir. Bu dönemde Roma İmparatorluğu’na karşı iki nesil boyunca süren üç köle ayaklanması gerçekleşmiştir. Bu isyanlardan sonuncusu ve en büyüğü M.Ö. 73’ten 71’e kadar süren Spartacüs isyanıdır, Spartacüs isyanı, tarihte ortaya çıkan ilk sosyalist hareket ve isyan olarak kabul edilir. Spartacüs Trakyalı bir gladyatördür. Hakkında değişik rivayetler vardır; kimisi Trakyalı bir asilzade olduğunu ve esir alınıp köle olarak satılarak gladyatör yapıldığını, kimisi ise yine Trakyalı olduğunu, Roma ordusundan kaçtığını ve yakalanarak köle olarak satılıp gladyatör olarak kullanıldığını belirtir. Güçlü komutan ve önderlik özelliklerine sahip olduğu kesindir. Roma zulmüne karşı özgürlük arayışlarını örgütlemiş ve ayaklanmanın öncülüğünü yapmıştır.
Başta küçük bir grup olarak başlayan Spartacüs isyanı giderek büyür, başka gladyatörlerin ve kölelerin (bunlara kadınlar ve çocuklar da dâhildir) katılımıyla sayıları 120 bini bulur. İsyan, başlangıçta Roma ordusunu, lejyonlarını yener, kırıp dağıtır. Dört-beş hamleye kadar da başarılı olur, fakat sonrasında Roma çok sert yönelerek yok eder. 8 lejyon (elli bin asker), üç bin milis ve 12 bin diğer askeri güçlerden toplamda 65 bin kişilik bir Roma ordusuyla isyan bastırılır. İsyancıların neredeyse tümü öldürülür, isyana öncülük eden ve etkin olan 300 kişi de çarmıha gerilir. Ayrıca bu isyanın ardından Roma İmparatorluğu, kendi ordusundan da bu savaşta savaşmayan veya ikircik yaşayan dört bin askerini de öldürür. Kimisi Spartacüs’ün de çarmıha gerilen 300 kişi içinde olduğunu söyler, kimisi ise yürütülen en son savaşta öldüğünü. Fakat cesedinin asla bulunamadığı belirtilmektedir. Ya gerçekten kurtulmayı başarmıştır ya da öldürülmüş-çarmıha gerilmiş, fakat ezilenlerin kurtarıcı umudu haline geldiği için efsaneleştirilmiştir. Fakat sonuç itibariyle ezilenlere ilham kaynağı olarak dilden dile dolaşarak gelmiştir.
Berfin Zînê
Devam edecek