• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Toplumsal Doğa Ve Uygarlık-24

21 January 2022
in Araştırma-İnceleme
A A
Toplumsal Doğa Ve Uygarlık-24
Share on FacebookShare on Twitter

1. Çin Uygarlığı: M.Ö. 4000’lerde neolitik kültürle ilk kez tanışan Çin, M.Ö. 1500’lerde bu kez uygarlıkla tanışmıştır. Her ne kadar Çin kendi özgülünde bir neolitik ve uygarlık geliştirmiş olmuşsa da, bunlar orijinal olmaktan ziyade Aryen ve Sümer kültüründen etkilenerek açığa çıkmış gelişmelerdir. Önderlik Çin neolitiği ve uygarlığını değerlendirirken, bunların oluşturmuş oldukları neolitik ve uygarlığın esasında bir taklit olduğunu ifade etmektedir. Bu konuda “Tahminimce bugünkü Çin sosyalizmi ve kapitalizmi ne kadar yerli ve orijinalse, Çin neolitiği ve uygarlığı da o kadar özgün ve yerel damga taşır” demektedir.

Çin’in M.Ö. 1500’lerde devletçi uygarlık sistemine geçişinden 20. yüzyılın başlarına kadar olan süreci sürekli olarak hanedanlıklar şeklindeki bir sistem örgütlenmesidir. Nitekim M.Ö. 1000’lerden itibaren yoğun bir kentleşme, kentler arası rekabet ve çatışmalar baş göstermiştir. Bu nedenle Çin tarihine bakıldığında sürekli olarak hanedanlıklar arasındaki çelişki ve çatışmalar ön plandadır. Çin uygarlığı diğer Ural-Altay dil ve kültür grubunda yer alan kesimler arasında da etkide bulunmuş ve yayılmıştır. Bu anlamda Ural-Altay dil ve kültür grubundaki topluluklarda uygarlıksal gelişmede öncülük yapmıştır.

Çin, İpek Yolu’nun başladığı yer olması itibariyle önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Kâğıt, barut ve matbaa Çinlilerin icadıdır. Çin uygarlığı biraz taklittir, her yerden bir şeyler almaya yatkındırlar. Bu nedenle kendilerine has bir kültür oluşturmaktan ziyade, var olan kültürleri alıp onun üzerinden bir gelişim açığa çıkartma daha ön plandadır. Yani taklit edip, sonra da o taklidi kendine ait kılma vardır.

Temel mitolojileri Yin-Yang’tır. Yin kadın, yang erkektir. Bugünkü Yahudilik sembolünün buradan alındığı söylenir. Yin daha çok Yang’ın hâkimiyetindedir, mitolojilerinde bile erkek hâkimiyeti çok belirgindir, bu hanedanlık kültürünün çok gelişkin olmasıyla da bağlantılıdır.

– Taoizm

Çin kültüründe inançtan çok bilgeliğin özel bir yeri vardır. Bu anlamıyla evreni ve doğayı kavramaya, anlamaya yönelik arayış güçlüdür. Canlı evren anlayışı hâkimdir ve bu temelde gelişen Taoizm felsefesinde dile gelen “Tao, taşta uyur, çiçekte rüya görür, hayvanda uyanır, insanda uyandığının farkına varır” sözü, derin evren anlayışını içinde barındıran bir söz olmaktadır. Bu tanımlamada oluşumun amacı dile gelirken, aynı zamanda bir bütünlük içerisinde kesintisiz ve canlı bir oluşum diyalektiği ifade bulmaktadır. Taoculuğun M.Ö. 6. ve 3. yüzyıllarda ortaya çıktığı söylenmektedir. Fakat esas olarak temel kaynağı M.Ö. 4000’lerdeki Çin neolitiğinin gelişmesini sağlayan düşünce, komünal yaşam geleneğinin evren ile doğayı tamamlayan ve bütünleyen olarak gören anlayışın bir devamı ve bunun yeniden arayışıdır. Taocu felsefenin ilk düşünürleri Lao-tzu ve Chaung-tzu’durlar.

Kelime anlamı olarak yol, söz ya da öğreti anlamına gelen Tao, öz olarak bir yol durumunu, sürekli bir hareket durumunu ifade eder. Taoculukta doğanın ve evrenin zıt oluşumlarının birliği ilkesi esastır. Karanlık ve aydınlık, yaşam ve ölüm, dişil ve eril gibi tüm düalist nitelikteki zıtlıklar, birliğin farklı açılardaki görünüşleridir. Taoculukta zıtlıklar Yin ve Yang (dişil ve eril) olarak simgeleştirilmiştir ve bunu şu şekilde ifade eder ve buna göre de her şeyin birbirinden ayrılamaz iki karşıt kutbu vardır. ‘Yin’ ve ‘Yang’ kutubu. Nerede Yin ve Yang kutuplaşması oluşursa, orada hareket de başlar. ‘Bir’ ‘Hiçlikten’ gelir. ‘İki’ de ‘Bir’den doğar. Her şey ise iki kutbun, yani Yin ile Yang’ın tükenmeyen, değişen ve dönüşen sarmal döngüsünün ürünü olarak ortaya çıkar. Burada derin bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi ve birbirine dönüşüm hali, sürekli bir devinim dile gelmektedir.

Taocu felsefede ilk toplumsallaşma mükemmeldir, bu nedenle bozulan bu mükemmelliği yeniden oluşturmak ve ona ulaşmak gerekir. Buna ulaşmak için de her insanın içinde bulunan ‘Te’ denilen kuvveti açığa çıkartması gerekmektedir. ‘Te’ olarak tabir edilen esasta öz güçtür. Taoculuk evren, doğa, toplum ve insan hakkında derin bir felsefik düşüncedir ve özellikle uygarlığın ortaya çıkışından sonra toplumda açığa çıkan sorunlara cevap arama ve aşma temelinde bir hakikat arayışı olarak gelişim göstermiştir.

– Konfüçyüs:

Taoizm düşüncesine dayalı olarak Çin’de çıkan en önemli filozof Konfüçyüs’tür. Hindistan’da Buda bir nefs terbiyesini, ahlak felsefesini esas alırken, Konfüçyüs M.Ö. 500’lerde Çin’de iyi devlet ahlakını geliştirmek ister. Çin’de karmaşanın en yoğun olduğu ve Taoizm arayışlarının yoğun olduğu süreçte çıkar. Bu temelde de kent ve devletin ilke ve ahlakını geliştirmeye çalışır. Kent ve devletin nasılına yönelik görüşler, teoriler geliştirir. Bu görüşlerini uygulayabilecek bir yönetici bulmak için çok çabalar. Tüm sarayları yöneticileri bulup ikna etmek için gezmesine rağmen kimseyi bulamaz. Konfüçyüs felsefesinde bir yönetim iyi, dürüst ve örnek olmalıdır. Aynı zamanda felsefesinde evrensel uyumdan söz eder ve insanın da buna uyması gerektiğini dile getirir. Bilgi ve öğrenmenin önemine ortaya koymakta, ama aynı zamanda bunların da ahlakı geliştirmek için olduğunu belirtmektedir. Yani bilgi ve öğrenme ahlakı geliştirmek, uygulamak ve ahlaklı yaşamak için olmalıdır. Konfüçyüs öğretisinde din-inanç hiç yoktur, bunlarla uğraşmaz. Toplumsal ve siyasal sorunları ele alır. Aynı zamanda kurumlar arası ilişkilerin yeniden kurulmasıyla da uğraşmaz, bireyin ahlaklı olmasıyla ilgilenir. Konfüçyüs öğretisinin de beş temel ilkesi vardır:

1) Yönetici yöneticiliğinin tam gereklerini yapmalıdır.

2) Kadın, eşliliğin tam gereklerine göre yaşamalıdır.

3) Oğul, babaya tam bağlılığın gereklerini yerine getirmelidir.

4) Küçük kardeş, büyük kardeşe tam uyum göstermelidir.

5) Herkes arkadaşlığın gereklerine uymasını bilmelidir.

2. Amerika (Kızılderililer) Uygarlıkları: Bugüne kadar tespit edildiği kadarıyla ilk insan gruplarının Amerika kıtasına geçişi son buzul döneminden sonraya denk gelmektedir. Bu temelde M.Ö. 12.000’lerde Bering Boğazı üzerinden Kuzey ve M.Ö. 10.000’de de Güney Amerika’ya yayılımlar gerçekleştiği belirtilmektedir. Amerika kıtasında neolitiğin ilk izlerine M.Ö. 3000-2500’lerde rastlanmaktadır. Uygarlığa geçişleri ise çok daha geç bir dönem olarak M.S. 600-500’lere tarihlenmektedir. Aztek, Maya ve İnka adında Güney ve Orta Amerika bölgelerinde çok gelişkin üç uygarlık kurulmuştur. Bu uygarlıklar bugünkü Meksika’dan Şili’ye kadar olan bölgede kurulmuşlardır. Uygarlıklarında Sümerlerin etkisi görülmektedir, devlet sistemlerini rahip devlet sistemi olarak oluşturmuşlardır. Yazıya benzer işaretler kullanmışlardır, topraklarında altın rezervlerinin çok zengin olmasından kaynaklı altın kullanımı ve işletiminde çok gelişkindirler. Takvim anlayışları gelişkindir, farklı bir takvim sistemi geliştirmişlerdir. Özellikle Maya takvimi bu konuda en bilinenidir. Bu takvim sistemiyle geleceği yorumlama ve ona göre kendini uyarlama vardır. Halen üzerinde araştırmalar ve tartışmalar sürdürülmekte, dikkatleri çekmektedir. Açığa çıkan kalıntılardan çok özgün bir mimariye sahip oldukları görülmektedir. Tapınak sistemleri ve mimarileri ziggurat benzeri fakat daha farklı bir sisteme sahiptir. Oldukça gelişkin uygarlıklar oluşturmalarına rağmen uzun ömürlü olamazlar. Bunun nedeninin iklim ve coğrafik koşullar olduğu ihtimali dile gelmektedir. Kimi tarihçiler ise sebebin iç çekişme ve çatışmalardan kaynaklı olabileceğini söylemektedir. Avrupalılar Amerika’yı keşfettiklerinde bu uygarlıklar cılız bir şekilde varlıklarını sürdürmektedirler, nitekim Avrupalılarla birlikte var olan izleri de yok edilir, değerli taş ve altınlar için, yeni topraklar için Kızılderili halkı katliamdan geçirilir. Bilinçli ve sistemli katliamdan geçirilmeyenler de Avrupalıların kıtaya taşıdığı çiçek vb. hastalıklardan kaynaklı hayatlarını kaybettiler. Aztek, Maya ve İnka uygarlıkları halen büyük merak ve ilgi konusudurlar.

3. Fenike Uygarlığı: Bugünkü Lübnan, Suriye, Ürdün, İsrail ve Türkiye’nin Akdeniz’e yakın güney kısımlarını kapsayan ve M.Ö. 2000’lerdede ortaya çıkmış bir uygarlıktır. Fenikelilerin uygarlık kurdukları topraklar aynı zamanda Kenan toprakları olarak da bilinmektedir. Kendi döneminin en gelişkin uygarlıklarından biridir. Önderlik Fenikelilerin başta Aryen dil ve kültürüne daha yakın olduklarını, tıpkı Mısırlılar gibi zamanla Semitik dil ve kültür içerisinde eridiklerini belirtmektedir. Deniz ticaretinde oldukça gelişkin olan Fenikeliler, bundan kaynaklı birçok koloni de oluşturmuşlardır. Örneğin; tarihte Roma İmparatorluğu’nun kâbusu haline gelen ve yenen ünlü Kartaca bugünkü Tunus’ta bir Fenike kolonisidir. Başta çivi yazısını kullanırlar, daha sonra bugünkü Latin alfabesinin temelini oluşturan 22 harften oluşan bir alfabe oluştururlar. Yani bugün dünyada en yaygın alfabe olan Latin alfabesini oluşturanlar Fenikelilerdir.

12.yüzyılda Thomas Hobbes tarafından devlet felsefesini oluşturmak ve devleti tanımlamak için kullandığı Leviathan kavramı da Fenike mitolojisindeki bir öykü de geçer. Fenike’de deniz ticareti sürekli olduğu ve oldukça zengin bir uygarlık olduğu için dışarıdan yoğun saldırılara sürekli maruz kalmıştır. Bu saldırıların büyük çoğunluğu deniz ticareti esnasında gerçekleştiği için, saldırıların denizden çıkıp gelen Leviathan adlı bir canavar tarafından yapıldığını öyküleştirir. Bu Leviathan öyküsünü daha sonra Tevrat ve İncil de alıp kullanır. İncil’e göre kötülüğü temsil eden bir canavardır, Tevrat’a göre ise tanrıları Yehova bu canavarla savaşmış ve yok etmiştir. Aslında Fenike’de dile gelen Leviathan, büyük ihtimalle deniz korsanlarıdır, deniz ticareti yaparken sürekli bir tehdit ve tehlike olarak karşılarına çıkan korsanlar kendileri için adeta bir canavar gibidir. Ticarete, gemilere zarar verip yağmalamaktadır. Bu nedenle de bir canavar olarak nitelendirilmektedir.

Fenike bulunduğu konum itibariyle tüm çevre uygarlıklar üzerinde etkide bulunur. Bulunduğu yer tam bir üçgendir, bu nedenle de hem bir ticaret merkezidir hem de oldukça etkindir. Bugün nasıl ki dünyada bazı ticaret merkezleri varsa o dönemde de Fenike bir ticaret merkezidir. Bu nedenle de o dönemde Greko-Romen, Girit, Anadolu vb. uygarlıklar üzerinde büyük etkide bulunur. Gemiciliği oldukça geliştirmişlerdir, yine marangozluk, ticaret ve zanaatta gelişkin oldukları gibi koloniciliği de ilerletmişlerdir. Ayrıca homojen değil heterojen, kozmopolit bir uygarlıktır. Diğer uygarlıklarda baskı altında kalan kesimlerin adeta barınak yeridir. Hz. İbrahim’in Urfa’dan çıkış hikâyesinde yönünü Kenan topraklarına çevirmesi de bu gerçekliği göstermektedir. Hz. İbrahim Babil’den çıkınca gelip yerleştiği yer Fenike topraklarıdır, vaat edilmiş topraklar aslında Fenike topraklarıdır. Bu dönemde Fenike’de çocuk kurban etme geleneği çok yaygındır. Yağmur yağması, toprağın bereketli olması, tanrıyı hoşnut etmek ve ticaretin başarılı olması vb. için çocuk kurban etme törenleri gerçekleştirilir. Hz. İbrahim’in çocuk kurban etmeye başkaldırısı, buradaki gelenekle bağlantılıdır. Daha sonraki bölümlerde göreceğimiz gibi Fenikelilerin tanrıları El’dir ve tanrı El inancı tek tanrılı dinleri etkilemiştir. Tanrıça İştar, Fenikelilerde bereket ve verimlilik tanrıçası Astarte olarak isim bulmaktadır.

Fenikelilerin her ne kadar Aryen kültüründen aldıkları olsa da, ama esas olarak devlet ve uygarlık sistemlerinde Sümer ve Mısır kültürlerini sentezlemişlerdir. Grek, Roma, Osmanlı ve Bizanslılar ise kendi kültürel dokuları ile Fenike’yi alıp sentezlemişlerdir. Fenike’nin diğer temel bir özelliği hiçbir gücün hâkimiyetini kabul etmemesi ve özerk kalmayı başarabilmesidir. Mezopotamya, Anadolu ve Arabistan toprakları arasında kaldıklarında her üç bölgeyi de dengelemeleri gerekmektedir, bu da diplomaside çok gelişkin bir düzey yakalamalarını getirmiştir. Böylelikle bu her üç alanla uzlaşıp kullanmayı da bilmişlerdir. Fenike’nin bu özelliği daha sonra Yahudilerin hareket tarzını da oldukça etkilemiş ve siyasal-diplomatik alandaki duruşlarını belirlemiştir.

4. Greko-Romen Uygarlığı: Avrupa uygarlığının temeli olan Greko-Romen Uygarlığı Aryen kültürünün etkisiyle M.Ö. 5000’lerde neolitik devrim sürecini yaşar. M.Ö. 1800’lerde uygarlık aşamasına, M.Ö. 1400’lerde de kent devletleri aşamasına geçilir. Hititlerden, Troya’dan ve Fenike’den ciddi bir etkilenme vardır. Önceleri daha çok bir Mısır kolonisi gibidir. Bu nedenle daha sonra Yunan felsefesinin ve demokrasisinin temellerini atacak olan Thales, Pisagor, Solon vb. filozoflar en çok Mısır ve Babil’e gelirler. Mısır, Babil ve aynı zamanda Med-Pers sarayları ile okullarını, burada kurulan düzenleri görüp, eğitim ve kurallar sistemlerini öğrenerek Grek yarımadasına taşırlar. Aynı zamanda M.Ö. 3000’lerden itibaren Troya üzerinden Ortadoğu’yla karşılıklı bir ticaret geliştirdikleri için Ortadoğu’dan ciddi bir etkilenme vardır. Dolaysıyla zamanla bir gelişim ve ilerleme kaydeden Greko-Romen temelli uygarlıklar açığa çıkmıştır. Bu temelde gelişen ilk uygarlıkları ele alırsak:

5. Girit Uygarlığı: Mısır ve Fenike’den beslenmektedir. Önderlik Girit’i Mısır’ın etkilediği tek özgün uygarlık olarak nitelendirmektedir. Avrupa’ya Mezopotamya ve Ortadoğu kültürlerinin taşınması Girit üzerinden gelişmiştir. Farklı kültürleri diğer bölgelerden alıp Grek’e taşırlar. Kurdukları güçlü bir saray düzeni vardır. Çömlekçilikte oldukça gelişkinler. M.Ö. 3000’lerden itibaren Troya’yla ticaret temelinde bir bağlantı halindedirler, hem Troya’dan beslenmekte hem de diğer uygarlıklarla ticaret ve bağ kurabilmek için bir köprü konumundaki Troya’yla ilişkilenmekte, burası üzeri Mezopotamya ve Ortadoğu uygarlıklarına ulaşmaktadırlar.

Troya, günümüzde Türkiye’de Çanakkale-Hisarlık’taki bir Hitit kentidir, Akhalar yani Giritliler (esasında Giritlilerin bir koludur, bir konfederasyondur) tarafından yıkılır. Troya’nın düşüşünü Önderlik Ortadoğu’nun düşüşü ve Batı’nın Ortadoğu’ya girişi olarak yorumlamaktadır. Troya çok zengin ve gelişkin bir şehir uygarlığıdır, herkesin gözü oradadır. Aynı zamanda Troya’nın bulunduğu yer Ege kıyılarının bittiği ve Ortadoğu topraklarına girişin başladığı yerdir, bu nedenle dikkat çekmektedir. Akhalar da Ege’ye girmek isterler, fakat birçok savaş yürütmüş olmalarına rağmen bunu başaramazlar. En son ünlü Troya savaşı gerçekleşir. Savaş esnasında kazanan taraf Akhalar değildir, fakat savaşın ve gidişatın kaderini belirleyen bir Akha savaşçısı olan Aşil (Akhileus-ölümsüz olduğu, tek zayıf noktasının topuğu olduğuna inanılır) ile Troya prensi Hektor arasında yapılan düellodur. Esasında düellonun Aşil ve Hektor’un kardeşi Paris arasında olduğu, Paris’in korkup kaçtığı, onurlarını ve topraklarını korumak için Hektor’un düelloya girdiği belirtilir. Yine savaşa sebep olanın da Paris olduğu söylenir. İşin özünde ise uzun zamandır Troya’ya göz diken Grekler için Paris bir fırsat yaratmıştır. Hikâyeye göre Paris, Miken kralının kardeşi olan Sparta kralı Menelaos’un eşi Helen’i kaçırır. Zaten uzun bir süredir herkesin gözü Troya’dadır, Troya’yı ele geçirmek için birçok savaş yürütülmüş olmasın rağmen başarılamamıştır. Fakat Helen’in Paris tarafından kaçırılması Greklilerin birleşmesini ve Troya’ya büyük bir saldırı gerçekleştirmesinin tüm imkânlarını yaratır. Savaş esas olarak bu şekilde başlar, bu savaştan kesinlikle eli boş dönmemeye kararlı olan Grekler, savaşı kaybedeceklerini anladıklarında en güçlü savaşçılarıyla Paris’in bir düello yapmasını, savaşın buna göre sonuçlanmasını isterler. Fakat Paris’in kaçması, Hektor’un düelloya girmesine neden olur. Bu düelloda Hektor öldürülür ve Troya çok zayıflar, fakat buna rağmen düşmez. Fakat ardından Önderliğin de belirttiği Yunan komplolarından biri gerçekleşir. Troya’nın dışarıdan saldırıyla düşürülemeyeceği anlaşılmıştır, ancak içerden fethederlerse alabileceklerini fark etmişlerdir. Böylelikle tahtadan dev bir at yapıp içine binlerce asker yerleştirerek Troya’ya hediye olarak sunarlar. Artık bir barışın gelişmesini ve ticaret geliştirmek istediklerini söylerler. Bu komploya kanan Troyalılar hediyeyi kabul eder. Böylelikle binlerce Grek askeri Troya’ya girer ve Troya düşer. Troya komplosunu Önderlik Ortadoğu’ya yönelik ilk komplo olarak nitelendirir, Troya’nın düşüşünü Ortadoğu’nun düşüşü olarak değerlendirir. Troya’nın düşüşü Ortadoğu’nun ve Avrupa’nın kaderini belirler niteliktedir.

Berfin Zinê

Devam edecek

 

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk