20.yüzyılla birlikte gelişen ulus-devletçilik hareketleri özünde oryantalist düşüncenin ajan kurumları niteliğindeydi. Ulus-devlet kurucuları, çokça iddia ettikleri gibi bağımsızlıkçı düşünceye sahip değildiler, olamazlardı da. Sol düşünce de dahil, 20. yüzyılın bütün düşünce formları Ortadoğu’da oryantalizmin damgasını taşımaktaydı. Sosyal bilim adına bölgeye uyarlanan düşüncelere her ne kadar evrensel bilim hakikatleri dense de, özünde hepsi oryantalistti. Oryantalizm gücünü elbette eski zihniyet kalıplarına göre hakikate çok daha yakın olmasından almaktadır. Oryantalizmi eleştirenlerin düşüncelerindeki hakikat payı oryantalistlerinkine göre zayıf olduğu için başarılı olamıyorlardı. Aynı şey oryantalist iktidar elitleri için de söylenebilir. Oryantalist iktidar elitleri, örneğin Jön Türkler, İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi elitler güçlerini eski zihniyetlere göre daha güçlü olan oryantalist zihniyetlerinden alıyorlardı. Bu durum onların hem Meşrutiyet hem de Cumhuriyet dönemindeki iktidar savaşımından başarılı çıkmalarının temel nedenidir. Türk milliyetçiliğinin arkasındaki güç kaynağının Batı oryantalizmi olduğunu iyi bilmek gerekir. İktidar elitlerinin kıblelerini çoktan Mekke’den Paris’e doğru çevirmelerinin nedeni, oryantalist düşüncenin kendilerinde yol açtığı güçlenme ve başarıydı. Ulus-devlet inşalarıyla oryantalist düşünce zirveye yerleşti. Diğer tüm zihniyetler üzerinde tekel kurdu. Oryantalizm sadece ideolojik alanda değil, sanat alanında de tekelini kurdu. Geleneksel ahlâkı çözerek Batı’nın etik kalıplarının hâkimiyetine yol açtı.
Sonuç olarak çok daha kapsamlıca karşılaştırabileceğimiz kapitalist modernite ile demokratik modernite arasındaki farklılıklar ve karşıtlıkları sadece bir idea değil, somutta yaşanan kocaman iki dünyadır. Tarih boyunca diyalektik karşıtlıklar halinde bazen birbirleriyle amansızca savaşan, ama aralarında barışları da eksik olmayan bu iki dünya günümüzde de benzer biçimde ilişki ve çelişkileriyle bazen çatışmakta bazen barışmaktadır. Sonucu şüphesiz entelektüel, politik ve etik olarak mevcut sistemik yapısal bunalımdan doğru, iyi ve güzel çıkış yapanlar belirleyecektir.
Aynı hususlar devrimler için de geçerlidir: Meşru yollarla gerçekleşmeyen ve ahlâki-politik dokuya mal edilmeyen toplumsal gelişme olarak değişmeyi toplumsal doğanın bir kendiliği olarak değerlendirmemek gerekir. Toplumlar yaratılmaz, yaşanır. Şüphesiz yaşamdan yaşama fark vardır. Daha özgürce, eşitçe ve demokratikçe yaşam olduğu gibi, dayanılmaz kölelik, eşitsizlik ve diktatörlük altında geçen yaşamlar da vardır. Belki de daha çoktur. Demokratik modernite bu koşullar altında uygun yöntemlerle yaşamı daha özgür, eşit ve demokratik kılmanın zihniyet ve yapılanmasını ifade etmektedir. Yola düşmüş bir taşı kaldırmak kadar, meşru değişimin tek yolu olarak kalmış bir devrimi yapmak da demokratik modernite kapsamında değerlidir. Buna karşılık ilahi kurtuluş da, kölelik kokan kaderci sûfilik de aynı kapsamda düşünülüyor ve etik bulunmuyor. Son dört yüz yılda yaşanan demokratik özgürlük ve eşitlik mücadelelerinden çıkaracağımız dersler ışığında, içinden geçmekte olduğumuz küresel finans kapitalizminin hegemonyasındaki sistemik ve yapısal bunalım döneminde demokratik moderniteyi güçlendirmek ve hatta yer yer güçlü yeniden inşalarla yenilemek mümkündür. Dolayısıyla demokratik modernitenin temel boyutları üzerine yoğunlaşmak ve aydınlanmak bu yönlü çabalarımızı daha başarılı kılacaktır.
Demokratik siyaset ve kültür akademileri bu görevi üstlenecek uygun kurumlaşmalar olabilir. Ahlâki ve politik toplum birimlerinin yeniden yapılanma ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan entelektüel ve bilimsel desteği bu akademiler sağlayabilir. Resmi ve özel tekel kurumlarını kendileri için örnek almak yerine, orijinal çıkışlar olarak yapılanmaları daha uygundur. Modernite kurumlarını taklit etmek, başarısızlıkla sonuçlanmalarını beraberinde getirebilir. Özerk ve demokratik olmaları, kendi program ve kadrolarını kendileri oluşturmaları, gönüllü öğrenciliği ve öğretmenliği esas almaları gerekir. Başlangıç itibariyle öğrencinin öğretmen, öğretmenin öğrenci pozisyonuna sık sık geçebileceği, dağdaki çobandan kentteki profesöre kadar ideası ve amacı olan herkesin katılım gösterebileceği öngörülebilir. Kadın ağırlıklı akademilerin de aynı içerikle birlikte kadın gerçeğinin özgün yanlarını bilimsel kılmaları için oluşturulması uygun olabilir. Sadece teorik kalmamaları için pratiğe çok yönlü katılım sağlamaları da aranan niteliklerden biridir. Akademiler yer ve zaman bakımından pratik ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak kurulur ve çalıştırılır. Tarihte örneklerine çokça rastlandığı gibi (Zerdüşt’ün dağ başlarındaki ateşgehleri, Eflatun ve Aristo’nun bahçeleri, Sokrates ve Stoacıların cadde kaldırımları, ortaçağın manastır ve tekkeleri vb.) sade ve gönüllü kuruluşlardır. Dağ başından tutalım mahalle köşelerine dek her yer mekân olarak seçilebilir. Şüphesiz iktidarların azametini kanıtlayan binalar aranmaz. Manastırlar ve sivil medreselerde görüldüğü gibi eğitimin süresi katılanların durumuna ve öğrenci akışlarının yoğunluğuna göre belirlenebilir. Resmi kurumlar gibi eğitim için kesin süreler belirlemek gerekli değildir. Tümüyle şekil ve kuraldan yoksun olmaları da düşünülemez. Etik ve estetik kuralları mutlaka olmalıdır.
Eski zihniyet, eski kişilik, eski savaş, eski ideoloji, sevgi, saygı (hepiniz için söylüyorum) iflas etmiş bir sosyal ahlaktı. Yirmi yıllık rant, bir tuzak, bir kirli yaşamdı. Bunu sadece PKKliler için değil, bütün Türkiye için söylüyorum. Hürriyet gazetesini görüyorsunuz; onu bile okursanız toplumsal ahlakın çöktüğünü görürsünüz. Bence bu aşılacak. Bütün Türkiye ve Kürtler için söylüyorum: Özgürleşme imkanı belirdi. Ben savunmamda bunları derinliğine açtım. İnsanlığın ipuçları vardır. Kitabıma o yüzden üçüncü doğuş, yeniden doğuş, Rönesans diyorum. Savunmam bu konuda öğreticidir. Olup biteni derinliğine açıklıyor. Her şeye yaşama ve özgürlük şansını yeniden veriyor. Amerika’daki bu son gelişmeleri de çözümleyecek nitelikte. Savunmam tarihsel, psikolojik, zihinsel, ahlaki ve siyasal bütün yönleriyle bir yanıttı. Bütün alanlara yönelik bir değişim zorunluluğu var. Benim savunmam herkese önemli oranda büyük bir yol gösterebilir. Ekonomik, siyasi, ahlaki kurtuluş bununla olur. Savunmam bu konuda hayli iddialıdır ve tam zamanında yetişti. Kürtlerin bu anlamda şansları büyüktür. Çünkü Kürtler çok büyük acılar yaşadılar. Bu acılar çiçek vermelidir. İnsanlık tarihinin böyle dönemleri önemlidir. Tapınaklarda acılar çektiler ve din oluştu. Musa dağa çıktı, acılar çekti, din oluştu. İsa çarmıha gerildi, acı çekti, din oluştu; Muhammed göç etti acı çekti, Hira dağına çıktı, din oluştu. Günümüzde de böyle olacak. Dönüşüm, değişim acılıdır. Yaşanan doğum sancısıdır. Toplumsal değişimlerde acılar yaşanır, Türkiye’nin de yaşadığı budur. Değişime inanmayan lanetlidir, yozdur, seviyesizdir. Onurlu olma şansı yoktur ve saygısızdır.
Önder Apo
“Önderliğin Savunmalarından ve Çözümlemelerden Derleme Yapılmıştır”