• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Sosyalizm, Özünde Devletin Sönmesini Öngören Bir İdeolojidir

27 April 2024
in Önder APO, Önderlik Perspektifleri
A A
Sosyalizm, Özünde Devletin Sönmesini Öngören Bir İdeolojidir
Share on FacebookShare on Twitter

Özellikle emperyalizmi yıkmaya ilişkin bir abartma olmazsa ve o gün için bazı gerçekleri ifade etmeye çalışsa da, sonrasını görememe gibi bir durumun yaşandığını biliyoruz. Yine Sovyet deneyiminde işçi-köylü diktatörlüğü, o gün için çok önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıksa da daha sonrasının sosyalizmle bağlantısının zor kurulabileceği de kendini günümüzde kanıtlamaktadır. Sovyet deneyimini kavramak açısından belirtmek gerekir. Sosyalizm, özünde devletin sönmesini, devletin giderek tasfiyesini öngören bir ideolojidir. Sosyalizmde devlete tapınma, devleti mutlaklaştırma çok zayıftır, yoktur!

Öyle anlaşılıyor ki, yine devlet olgusunun doğru ele alınması mevcut kargaşayı veya mevcut yanlışlığı görmenin de en uygun yolu olacaktır. Sosyalizm ve devlet meselesi kavrandıkça günümüzü de doğru kavramak kolaylaşacaktır. Bir anlamda devlet olgusu gereklidir. Bir çok gelişmeye yol açar, ama bir çok kötülüğün de kaynağıdır. Feodal devleti çok geri bulan, ona savaş açmış olan burjuvazi, demokrasi getirdiği iddiasındaydı. Ama bugün burjuvazinin geliştirdiği devlet aygıtı bir ahtapot gibi toplumu sarmıştır.

Faşizmde ifadesini bulmuş insan soyunu en tehdit eden bir aşamaya gelip, dayanmaktadır. Sosyalizmin yapması gereken devleti daha da güçlü kılmak olmamalıydı. En temel hata burada işlenmiştir. Sosyalizmin yapması gereken, burjuvazinin özellikle faşist biçimi itibariyle, insanlığın artık taşıyamaz, altında iniminim inlediği bu baskı aracını nasıl ortadan kaldırırız, bunun yerine nasıl daha iyisini koyabiliriz değil, nasıl zayıflatırız biçiminde olmalıydı.

Faşizmle mücadele ederken veya burjuva demokrasisi ile mücadele ederken, buna bütünüyle bir Sovyet devleti veya işçi sınıfı, işçi-köylü diktatörlüğü biçiminde daha da çok gelişmiş bir aygıtla cevap vermek, herhalde burjuvaziye karşı en yerinde bir cevap olmayacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, devlet sanatından geçmiş sınıflar, yani egemen sömürücü sınıflar bu sanatta çok daha yetkindirler. Kalkıp sosyalizm adına; işçi-köylü temsilciliğinde, daha gelişmiş bir devletle buna karşılık verilmesi, herhalde en hatalı ve bir çok yanlışlığı içeren cevap verme olacaktır.

Genelde Stalin’in eleştirisi geliştirilecekse, devlet aygıtını burjuvaziye taş çıkartırcasına geliştirme biçimindeki aşırılığına yüklenilir. Çünkü daha o dönemde de görülmemiş bir durum değildir. Bürokrasi şu kadar gelişiyor diye eleştirilir. Troçki’nin geliştirdiği eleştiriler vardır. Yine proleter demokrasinin sorunları tartışılır; “demokrasi yoktur” denilir. Fakat bir sonuca bağlanmaz ve bunun nedenini de çok iyi biliyoruz.

Karşıda faşizmin gelişmesi vardır. Yapılması gereken amansız bir Sovyet deneyimini geliştirerek, sosyalizmi kurtarmaktır. Acaba sosyalizm, sosyalist anavatan kurtarılır mi, yoksa içinden boşaltılır mi? Bugün dahi çok düşündürüyor. Öyle anlaşılıyor ki düşündürmeye de devam edecektir. Büyük ihtimalle incelemeler, araştırmalar daha ileri giderek gösterecektir. Sovyet deneyimi büyük bir sapma olarak karşımıza çıkabilir. Devlet olgusuna verdiği ağırlık, sosyalizmin savunmasını bütünüyle devlet savunması biçiminde düşünmesi, devleti öncü kılması, hatta partiyi bile günümüzde neredeyse anlamsız kılması en ciddi hatalardan birisi olarak karşımıza çıkıyor.

Devlet biçiminde toplumsal düzenlenmenin acaba sosyalizm midir, değil midir, tartışması bugün en belirleyici bir tartışmadır. Eğer serbest piyasa adı altında sosyalizme saldırı son hızla devam ediyorsa bunun altında biraz da şu vardır; sosyalizmin bütün sorunlarını devlet düzeyinde ele almak, çözümü tamamen bu çerçevede görmek, çok yanlış bir zeminde ve özüne de çok ters gelebilecek bir biçimde mücadele içinde tutmak olacak ki, sosyalizm bundan zarar görür. Bu Sovyet deneyiminde nelere kadar varmıştır. Bir sistem olarak ifade edilmeye çalışıldığını görüyoruz.

Biz de bu deyimleri çok kullandık. Sosyalist sistem denildi, kapitalist emperyalist sistem denildi, aralarında kaf dağları inşa edildi. Sözüm ona çok farklı dünyalar olduğu vurgulandı. Ama bugün bakıyoruz adeta, kapitalist emperyalist sisteme imdadımıza gel de bizi kurtar denilecek noktaya veya bir teslimiyete gidiliyor. Burada teslimiyete gidenin sosyalizmin sakat bir devlet olarak örgütlenmesi, her şeyin devletle halledilmesi,  ki, bu da demokrasi değil, bürokrasidir  bunun nefes alamaz duruma getirilmesidir. Bir anlamda çok kötü bir araç olarak savunma yeteneklerini sosyalizm adına kaybetmesidir.

Sovyetler bu deneyimden nasıl sağlam çıkacaktır? Öyle anlaşılıyor ki Sovyet deneyimi bugün tarumar oluyor. Aslında bu bir anlamda olumludur. Kapitalist emperyalist sistem karşısında ama ayni zamanda da toplumun başında sömürücü, baskıcı bir güç olan bu sosyalizmin, daha doğrusu sosyalizmi tıkayan bu sistemin aşılması veya paramparça olması çıkış için ilk gereksinimlerden birisi olarak kendini dayatır. Dolayısıyla yıkılan sosyalizm değil, bilakis sosyalizmin kendini geliştirme, kendini savunmasının önüne dikilen engelin, aygıtın, aracın ta kendisi oluyor.

Eğer sosyalizm çıkış yapacaksa, her şeyden önce önündeki bu devlet engelinin veya devletin, sosyalizm adına her şeyi ele alış, her şeyi hallederim dediği noktadan başlayacaktır. Sözüm ona sosyalist insan, sosyalist topluma tabii olmaktadır! Hiçbir şey düşünemez duruma gelmiş, her şeyi devletten bekler bir konuma getirilmiştir. Bir kapitalist toplumdaki bireyin inisiyatifi, sosyalist toplumdaki bireyde yoktur. Girişkenliği, atılımcılığı, yaratıcılığı gelişmemiştir veya ket vurulmuştur. Ulusal çapta da bu böyledir. Sosyalist uluslar neredeyse ütopik uluslar durumuna gelmişlerdir. Hayatla bağlarını oldukça koparmışlardır. Bu ciddi bir sapmanın veya engelin varlığına tanıklık eder.

Sosyalizmin varacağı yer bu olmamalıydı. Bir defa kapitalizme veya özellikle kapitalizmin, emperyalizmin gerçekten toplumsal dışılığa ne kadar yer açtığı, toplumun üzerine nasıl çullandığı, doğanın tahribatını nasıl geliştirdiğini göz önüne getirdiğimizde, sosyalizmin kaderi olmamalıydı. Oldukça gelişmiş açılımlara, çözümlemelere mutlaka ulaşması gerekirdi.

Sovyet deneyimi sosyalizm deneyiminden öteye, sosyalizmden esinlenerek, hatta içinde çok değerli sosyalistlerin de mücadele ederek, sonuçta milli sosyalizm biçiminde veya sosyalizmin geri toplumlarda dönemine göre henüz tam kapitalistleşme imkanı bulamamış fakat kapitalistleşmek isteyen sosyal gelişmenin veya sınıfsal gelişmenin bir ifadesi olmuştur. Öyle ki bireysel yolla kapitalistleşmenin, emperyalist koşullarda fazla mümkün olmaması ve bazı toplumların kapitalistleşmeyi Bati Avrupa’da veya Batı sistemindeki gibi gerçekleştiremeyişleri onları sosyalizm etiketli bir yönteme, yani devletçiliğe yöneltiyor. Bu günümüzde daha iyi anlaşılmıştır.

Devletçiliğin sosyalizm olmadığı  ki, başta bu söyleniyordu  bizzat Lenin tarafından da söylenir. Devlet kapitalizmi bizim için gereklidir, kaba sosyalizm değildir. Gelişen de devlet kapitalizmi oldu. Bireye dayalı kapitalizm mümkün olduğu gibi, devlete dayalı kapitalizm de mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşum döneminde bireysel yolla kapitalizm geliştirilemiyordu, kapitalist ortaya çıkmıyordu. Türk devletçiliği bile ancak kapitalizmin devlet eliyle geliştirilebileceğini gösterir. Bu, aslında bu dönemin benzer bir çok ülkesinde kendini ortaya çıkaran bir durumdur. Yaratıcı kapitalist yok, dolayısıyla kolektif bir kapitalizme ihtiyaç vardır, o da devletçiliktir. Sovyetler bunun en önde gelen önderliğini yaptı. Sovyet deneyimi öyle anlaşılıyor ki, içinde her ne kadar sosyalizm de olsa, sosyalist inşanın ağır bastığı bir dönem var. Mesela bir Stalin dönemi önemli oranda sosyalizmin ağır bastığı bir dönemdir. Fakat kapitalizm de vardır.

Bürokrasi kapitalizm demektir.

Gereksiz yere artan bürokrasi, artan kapitalizmdir. Bu da artan burjuvazidir. Emeğin de kendini burada örgütlemesi var. Kendini devlet içinde güçlü tutması vardır ama, bürokrasi de vardır. Bildiğimiz gibi bunlar şimdi daha şiddetli çekişiyorlar. Bugün 1 Mayıs’ta Sovyet Rusya’nın başı Yeltsin ile Sovyetlerin başı Gorbaçov işçilere bir şeyler anlatma ihtiyacını duyuyorlar. Bunlar bürokrasinin temsilcileri iken işçilerde grevlerde bunların istifasını istiyorlar. Demek ki, bir mücadele var, bürokrasiyle işçilerin arasında için içinde giden bir mücadele var. Sovyet örneğine ilişkin olarak daha fazla söylenecek şeyler vardır. Bunlar milli sosyalizm adına, bir de milli kapitalizm olarak değerlendirilmelidirler.

Bugün tepeden, liberal kapitalizme veya serbest piyasaya dayalı kapitalizme yol aldırılmak isteniliyor. Bu da şunu gösterir: Devlet eliyle geliştirilen bir kapitalizm artık belli ölçüde tıkanmıştır ve artık devlet kapitalizmine daha fazla yol aldırtmak mümkün değildir. Sovyet deneyimini yalnız kapitalist deneyim olarak görmüyoruz. Sovyet deneyiminin hem dönem itibariyle, hem de nicelik itibariyle önemli oranda sosyalizmi yaşadığını ve halen de yaşayacağını söylüyoruz ama, bunun için de kapitalizmin ögeleri, kapitalizmin temsilcileri, kapitalizmin sektörü diyebileceklerimizin de az olmadığı, olmayacağıdır. Aslında Sovyet deneyimi ve bunda işçi-köylü diktatörlüğü diye tabir edilen devletin kendisi bir yerde sınıf mücadelesidir, tepede devlet bünyesinde yoğunlaşmış ve kilitlenmiş bir mücadeledir.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nde 1940’lara kadar verilen büyük bir mücadele vardır. Bu mücadelede gerçekten çok büyük tasfiyeler gerçekleşmiştir. Stalin’in sanırsam 1935’te seçtiği bir merkez komitesi vardır. Yarısından fazlası tasfiyeye uğramak zorunda kalır. II. Dünya Savaşı’na değin geldiğimizde bu yıldaki  kongrede seçilen merkezin yarıdan fazlası ve hatta partinin de üyelerinin yarısı tasfiyeye uğramaktan kurtulamaz. Bu büyük bir mücadeledir. Stalin ne kadar haklı, ne kadar haksız tartışması bir yana, fiilen büyük bir mücadelenin verilmiş olduğunu gösteriyor. Daha önce de vardır; 1928’lerde de, 1925’lerde de vardır. Bizzat Lenin döneminde bu mücadeleler çok şiddetlidir. Daha 1900’lerin başlarında Menşevikler bir hizip olarak ortaya çıktığında Bolşeviklerle şiddetli çatışırlar. Sosyalist devrimciler giderek uzlaşırlar ve bu, 1940’lara doğru geldiğimizde bir sonuca bağlanır. Aslında orada sonuca bağlanan parti içindeki sınıf mücadelesidir.

Parti içinde sınıf mücadelesi Stalin tarafından kesiliyor, donduruluyor. Bu, devlete taşırılıyor, devlet olarak ifadesini buluyor. Buna bir de Hitler tehlikesini eklersek parti artık dondurulacaktır. Parti içi mücadeleler kesilecektir. Devlet eliyle sosyalizmin kendini savunma dönemine geçileceği açıktır. “Büyük anavatanın savunulması” denilen bir sürece giriliyor. Ölüm kalım yıllarıdır aynı zamanda. Parti içinde dondurulup devlet içine taşırılan bir mücadele, devlet içinde de dondurulan bir mücadele. Stalin de daha tam sonucunu görmedi. Tabi bu mücadele bir kişinin şahsıyla sınırlı değildir. Ondan sonra yeni bir döneme girilen bir mücadele söz konusudur.

Kruşçev-Brejnev dönemi denilen mücadele, bir anlamda parti içinde sınıf mücadelesinin yozlaştırılması veya dondurulması, devletin ciddi bir engel olarak artık sosyalizmin önüne dikilmesidir. Kapitalist öğe özelliklerinin daha da vücut bulması, bürokrasinin ve böylece bir bürokrat kuşağın egemenliğine yol açılmasıdır. Bu, aynı zamanda devlet kapitalizminin oldukça güç kazanmasıdır. Gorbaçov türü bir gelişmenin objektif koşullarının olgunlaşmasıdır.

Kruşçev-Brejnev dönemi biraz da budur. Stalin dönemi üzerine çok şey söylenebilir. Zaten çok tartışılıyor. Öz olarak ifade edilirse; Stalin dönemi sınıf mücadelesinin, parti içinde burjuva öğelere karşı çok kaba yöntemlerle, yetersiz yöntemlerle de olsa ve kendi özgüllüğü içinde, kendi dönemi itibariyle işçi-köylüler adına, emekçiler adına bir sonuca bağlanmasıdır. Devletin abartılmasına, partideki sınıf mücadelesini antidemokratik yöntemlerle kesip devlete dayanma, devletin gücünü öne çıkarma, devletle artık sonuca gitme  ki o da, “büyük anavatan savunması” diye bir dönemin adıdır hedeflenmiştir. Zorunludur denilir. Emperyalist kuşatma, faşizmin saldırısı, büyük Hitler saldırısı.. vb. nedenlerle artık bir anlamda devletin abartılması, devlet gücünün azamileştirilmesi, partideki mücadelelerin anlamsız bir biçimde sekteye uğratılması, durdurulması, o bildiğimiz sorunların kaynağını oluşturur.

Bundan burjuvazi bürokratik güç kazanır. Gorbaçov dönemi, devlet tekelciliği temelinde günümüzde gelişen devlet bürokrasisi, veya bir burjuva türünde buna daha da yol açmak istiyor. Biraz daha yaşamını güvenceye bağlamak istiyor. Aslında Sovyet deneyimi, ulusal kurtuluş mücadelelere, sosyal mücadelelere verdiği destek var. Şimdi Gorbaçov’un birden bire bu destekleri kesmesi anlaşılmaz değildir. Sovyetlerdeki bürokrasinin çıkarlarının bir gereğidir.

Diğer ulusal kurtuluş mücadeleleri, sosyal mücadeleleri destekleme gereği duymaz. Kendisine gerekli olan bürokratik temeldeki sınıfsallaşmayı biraz daha geliştirmektir. O da emperyalist burjuvaziyle uzlaşmayla mümkündür. Bu da genelde burjuvaziyi, küçük burjuvaziyi geliştirmeyle mümkündür. İçerde özel mülkiyete tanınan ayrıcalıklar, dışarıda emperyalist burjuvaziyle girişilen ilişkiler, Sovyet bürokratik burjuvazisini palazlandırmak, ona nefes aldırmak, onu iktidarı içinde güçlü tutmak içindir. Tamamen böyle olmasa da ağırlık yönü böyle olan bin gelişmedir. Bu bir defa şiddetli çekişmelerle karşı karşıya olan bir modeldir.

Yeltsin örneğinde Ruslar “bizim kaynaklar daha zengindir” diyorlardı. “Biz daha hızlı liberal ekonomiye gitmek istiyoruz, kaynaklarımıza sahip çıkmak istiyoruz, ordumuza sahip çıkmak istiyoruz” diyorlardı. Bu, büyük Rus şovenizmine kadar götürdü. Zaten daha önceki küçük ulusların şovenizmi de bastırılmıştı. Bundan da güç alarak o da gelişir. Bildiğimiz gibi işte daha şimdiden gelişen milliyetçiliktir veya bir burjuva, küçük ulusların burjuvasıdır. Bunların milliyetçiliğe sarılmasıdır. Hepsi, sözüm ona dışarıya açılmak istiyor, birbirleriyle yeniden ilişki arıyorlar. Burada “her şeyi burjuvazi mi tayin ediyor?” denilir. Hayır. Sovyet deneyimi tamamen bir burjuva deneyimi midir? Hayır, ama belli ki mesafe alınmıştır. Güç kazanılmıştır. Bitmemiş bir mücadeledir.

Önder Abdullah Öcalan
Mayıs 1991
Devam edecek

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk