Hazırlayan:Gulan BOTAN
Erkek egemen sistemin ve kültürün gittikçe arttırdığı ve normalleştirmeye çalıştığı kadın katliamları, tecavüzü ve şiddeti, kadın şahsında tüm topluma uygulanmaktadır. Kadınlar üzerinden geliştirilen bu şiddet ve tecavüz kültürüyle mücadele etmek ve bu yönlü toplumsal refleksi güçlendirmek kadınlarla birlikte toplumu da kurtuluşa götürecektir. Yaşamın her anı, her saniyesi yoğunlaşmış bir şiddete dönüşen kadınlar nasıl bir yol tercih etmeli ve bu şiddet kültürüne karşı nasıl örgütlenmeli, kendisini nasıl savunmalı sorularına ve bu şiddet kültürünün dayandığı kaynağı Partiya Jinên Azad A Kurdistan- Kürdistan Özgür Kadın Partisi (PAJK) Koordinasyon üyesi Ronahi Serhat ile tartıştık. Ronahi Serhat, kadına uygulanan şiddeti toplumsal şiddetten bağımsız ele almadığını ifade ederek son süreçte Güney Kürdistan’da Rojavalı 16 yaşındaki bir genç kıza 7 kişi tarafından yapılan tecavüz olayını da değerlendirerek önemli açıklamalarda bulundu.
Şiddetin kendisini dayandırdığı kültür ve kaynak için neler söyleyebilirsiniz? Neden hep kadınlar hedef seçiliyor? Yine bu kadar artış göstermesini neye bağlıyorsunuz?
Ronahi Serhat: Şiddet, savaş günümüz insanlığını özelde kadını ve Ortadoğu halklarını sarıp sarmalayan en temel bir sorundur. İktidarcı sistemin onun ulus-devlet biçimi ve zihniyeti sürekli olarak şiddeti doğurmakta. Zaten mevcut uygarlık sistemi kadına, topluma, insanlık değerlerine karşıt bir sistem olarak örgütlenmiştir. Süreklileşmiş bir şiddet durumundan söz ediyorsak bunu sadece münferit durumlar, olay mahalliyle açıklanmasıyla yeterli olabilecek bir mesele olarak göremeyiz.
Ortada varolan hakim bir kültür var. Hakim kültür hem kadını kapatır, her türlü baskıyı, hiçliği uygular, mal-meta olarak görür, üzerinde her türlü tasarruf hakkını kendisinde görür. Bedeni sürekli bir sömürülme konusudur. Sömürgesini en hoyratça bir biçimde ortadan da kaldırabilir. Yaşam kadın için işkenceli bir durumdur. Psikolojik, fiziki, sözlü her türlü saldırı ve yönelim normal görülmekte. Bu anormallik, insanlıktan düşüş, insanlıktan çıkma durumu normalleşmiş durumda. En basitinden eşler arası ya da kadın-erkek arası ilişkilerde geçimsizlikle açıklanamaz. Kadını namus olarak görmenin getirdiği kadın üzerinde her türlü hakimiyet anlayışına bile bakıldığında ortada bir namus olgusu bile yoktur. Namusun feodal uygulanması bir yanıyla korumadır, ortada o da yok. Apaçık cinayet, yaşama kast etme vardır. Fakat bu saldırılar ahlaksal bir düşüşün, dibe vurmanın göstergesidir. “Kıskandı öldürdü, sevdi öldürdü, birlikte olmak istedi öldürdü”, ya da bilmem “namus” dedi öldürdü, öldürdü de öldürdü. Öldürmeye gerekçe üretmek erkek zihniyetinde sonsuzdur. Her türlü bahane buna yeterlidir. Demek ki ortada gerçek anlamda böyle bir yok edici, insanlık değerlerine sürekli saldırı halinde olan gelenekten, yani kültüründen söz etmek lazım. Bir de tecavüzü değerlendirirsek insanlıktan tam bir düşüştür. Kapitalist modernite birey ve toplumu hiçleştirdi. Bu kadar yıkılmış ve hiçe indirgenmiş birey ve toplumlarda ahlak, insani değerler, davranış ve yaşam kültürü beklenemez. Ahlaki olarak tüm değerlerinden kopartılmış bir toplum için artık hiçbir şeye ölçü konulamaz. Ölçüsü kalmamıştır. Yanlışın, kötülüğün ölçüsü yoksa, dizginlerinden boşanırcasına ondan her türlü kötülük gelir. Kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar herkes şiddet altındadır. Fabrikadaki işçi, tarım işçisi, kol emeği veren, düşünce emeği veren toplumsal üretimin bir yerinde bulunan, bulunmayan herkes bir şiddet sarmalı içindedir. En derin, en mükemmel köle durumuna getirilmiş kadının üzerindeki her türlü şiddet ise ayyuka çıkmış durumda. Bozulmanın nasıl, ne zaman başladığını tespit edemezsek, kaynağına, kökenine inemezsek günümüzdeki bu çılgınlığı anlamak oldukça zorlaşır. Çılgınlık içinde çıldırmamak için ayaklarımızı sağlam zemine basıp insan olarak bizi var eden, toplumumuzu var eden tüm insani değerlerimizi var eden, toplumun kök değerlerine yeniden dönüp bakmak gerekir.
Hiçbir şey tarihte yaşanmıştır ve geçmiştir diye bakılamaz. Birebir aynı biçimlerde tarihi güncelleştirmek, yaşam modellerini oluşturmaktan bahsetmiyoruz, ama yaşamın öz değerlerini, zihniyetini yeniden güçlü güncelleştirmeye, soylu insanlık tarihini yüksek sesle haykırmaya, örgütlemeye, eyleme geçmeye ihtiyaç vardır. Soylu kadın yaşamı nasıl yarattı, üretti, bununla birlikte kültürel tüm gelişmeleri nasıl ortaya çıkardığını anlamak lazım.
Ana-kadın çevresindeki kolektif yaşam ve ona dayalı değerler toplumsal değerlerle birlikte toplumsallaşmayı geliştirdi. Ananın doğa gibi doğurganlığı, besleyiciliği, şefkati, yaşamdaki büyük yeri, hem maddi hem manevi kültürün başat ögesidir. O dönem erkeğin kocalık rolü yoktur hatta daha ötesi henüz toplumsal üretimdeki rolünden bile bahsetmek mümkün değildir. Toplumun yaşam şekli buna izin vermemektedir. Dolayısıyla erkeğin hakim cinsiyet, kocalık, mülk sahibi, devlet sahibi gibi vasıfları tamamen sosyal karakterlidir ve sonradan gelişmiştir. Toplum demek ana-kadın, çocukları ve kardeşleri demektir. Neolitik dönemde ise kadın zirveye ulaşır. Muhtemel koca adayı erkek ise, erkek yararlılığını kocalığı dışında bir marifetle, örneğin iyi avcılık ve bitki ve hayvan yetiştiriciliğiyle kanıtlarsa üye olarak kabul görebilir. Karısının erkeği, çocuklarının babası gibi bir hak ve duygu henüz sosyal olgu olarak gelişmemiştir. Babalık, analık esas olarak sosyolojik kavram, olgular ve algılar olarak gelişir.
Kutsal ana kültünden baba kültüne geçiş, ataerkil sistemin de kök bağladığı sürecin de başlangıcı olur. Toplumsal sorunun ilk defa ciddi boyutlarda güçlü erkek adamın etrafında giderek toplanan ataerkil topluluklarda boy gösterdiğini söylemek mümkündür. Kadın eksenli toplumun verdiği yanıt, temel örgütlenme ilkesi olarak AHLAKI esas almadır. Toplumsal ahlak olmadan analitik zekânın yıkıcılığıyla baş edilemez. Yaşa ve yaşatma kuralı günümüzde bir tek analitik zekanın denetimi altındadır, buna o karar verir. Haklılığını ispatladığın, ya da kazandığın orandadır. Sömürge halkların, ezilen toplumsal kesimlerin hak ve özgür yaşam hakkı iktidarcı sistemin pençesi, darbesi altındayken direnebildiğin, karşı koyabildiğin, kendini var edebildiğin kadar var olur. Bu nedenle sık sık ulus-devletin ve kapitalist modernite sistem güçlerinin suçlular, teröristler, tehlikeliler listesi oluşur ve yok etmek için var gücüyle yönelir. Erkek de kadına böyle yaklaşır. Yok hükmünde sayar. Kürtlere, Güney Afrikalılara, Filistinlilere, daha birçok örnek verilebilir. Kadın da yok hükmündedir. Sistemin sessiz, uysal bir dişlisi olmayı sürdürdüğü sürece sorun yoktur. Ben de varım dediğinde asıl erkeğin vahşi darbesi o zaman, yani şiddetle ortadan kaldırma yönelimi devreye girer. Ezilen, sömürülen halklar, kesimler de bu katlanılmaz sisteme karşı koyduğunda başında tüm belaları bulur, ölümden ölüm beğenir duruma getirilir. Kadın için de böyledir. Ölümden ölüm beğen diye sunulan seçeneğin dışında başka bir seçenek tanınmaz ve yoktur. Sosyal rencide, siyasi şiddet, toplumdan dışlama akla gelebilecek her türlü şiddet kadına yönelik kullanılır. Toplum işte bu tehlikeye karşı ahlakı olmazsa olmaz bir toplum ilkesi haline getirerek baş etmek istemiştir.
Uygarlık öncesi toplum çağlarında ‘güçlü adam’ın ilk zor örgütlenmesi sadece hayvanları tuzağa düşürmedi. Kadının duygusal emeğinin ürünü olan aile-klan birikimine de göz koydu. Bunu ilk ciddi zor örgütlenmesi olarak tanımlayabiliriz. El konulan, kadının kendisi, çocukları ve diğer kan hısımlarıydı. Hepsinin maddi ve manevi kültür birikimleriydi. İlk talan ev ekonomisine yönelik yapıldı. Bu temelde proto-rahip şaman, tecrübe sahibi şeyh ve güçlü adamın zor örgütünün el ele verip, tarihin ilk ve en uzun süreli ataerkil hiyerarşik (kutsal yönetim) gücü oluşturduğunu tüm benzer aşamadaki toplumlarda gözlemlemekteyiz.
Güçlü ve kurnaz adam kadının ev ekonomisine bir hırsız gibi girmiştir. Talan etmiştir. Daha da vahimi, kadını daimi tecavüzü altında tutarak kutsal aile ocağını yerle bir etmiştir. Hakaret, küfür, şiddet, tecavüz gibi tüm hoyratlığın kadına yöneltildiği bir evlilik ortamında aileye hala ne denli kutsaldır denilebilir? Orada kutsallık adına ne kalmıştır ki? Kocaman bir hiç! Kutsanan nedir? Kutsanan erkeğin egemenliği, kadının hiçliğidir. Ve bu sömürü düzeninin bozulmaması için erkek ve yaratımı olan kurumlar “aile kutsaldır” diyerek ve bunu da tüm topluma benimseterek işin içinden sıyrılır. Böylece her şeyin üstü kapatılmış olur. Bir de özel alandır, kimse karışamaz. Ama her gün de özel denilen alanın sorunları topluma fersah fersah yansımakta. Özel denilen alanı egemen erkek zihniyeti, inançları, gericilikleri çoktan kuşatıp kadın için ehlileştirme kafesine dönüştürmüştür. O alan, kadın-erkek evlilik adına adımını atmadan önce zaten fethedilmiştir. Kural koyanı belli, istenen roller bellidir. Toplumunu özgürleştirmeden özel alanını özgürleştirmek mümkün mü? Her evlilikte buna “evet” diyen kadını ve erkeği bekleyen roller, görevler vardır. Bunu yapmaya, karşılamaya herkes mecburdur. Değilse zaten toplum dışıdır, dışlanır. Oysa kutsallık kutsallığa yaraşır olursa kutsaldır. Hayır, mevcut erkek gerçeği ve tecavüz, şiddet kültürünün hakimiyetinde, eşitsiz statülerde bir araya gelişler, yani aileyle oluşan beraberliklerle baştan efendi-köle, egemen-sömürülen ilişkisine evet denilerek aile kurmaya evet denilir. Aile kurumu, sömürüyü maskeleyen, tecavüzü maskeleyen bir pozisyondadır. Mesele sadece devlet hukukuna göre resmi aile kurmak da değildir. Özgürlük sorunu olan kadın-erkek beraberlikleri de buna yol açmaktadır. Şiddetin kurumsal olarak sürdürülmesinde aile kurumunun rolü belirleyicidir.
Kadın köleliğine daha yakından baktığımızda, çok ezici ve insanlıktan çıkarıcı yönü dikkat çeker. Eve kapatılma sadece bir mekânsal tutsaklık değildir. Hatta hapishane de değildir. Derinden tecavüze alınma durumunu ifade eder. İstenildiği kadar nişan, gelinlik törenleriyle derinliğindeki gerçek örtülmek istensin, bir günlük uygulama kendini bilen için insan onurunun bitimidir. Kadın binlerce yıllık üretimsel, eğitimsel, yönetimsel, özgürlüksel değerinden o kadar sistemli ve çok çeşitli şiddet araçlarıyla, ondan da fazla ideolojik düşürme (aşk söylemleri dahil) araçlarıyla hırpalanır ki, sonuç tam teslimiyetten ötedir. Kimliğini tümüyle yitirişi, bambaşka bir gerçeğe, ‘karıya’ dönüşmesidir. En sıradan bir erkeğin, dağ çobanının bile gözünde kadın sadece karı olabilir. Karı olmak ise, üzerinde sonsuz tasarruf hakkının (istediği an öldürme de dahil) doğması demektir. O sadece bir mülk değildir. Çok özel bir mülktür. Sahibi için küçük imparator olma potansiyelini taşır. Yeter ki kullanmasını bilsin!
Uygarlığı hazırlayan temel ayaklardan biri bu gerçeklikti. Maddi kültürün sınır tanımazlığının altındaki temel etkenlerden biri olması da bu gerçeklikle bağlantılıydı.
Maddi kültür yüceltildikçe manevi kültür vicdan, ahlak gibi her türlü etik değer düşüşe geçti. İnsanlar arası ilişkiyi belirleyen, değerli, değersizliğin tek ölçütü para ve parayla alınıp satılan insan gerçekliği oldu. Kapitalizmde tek geçerli ilişki paran kadar yaşamak, konuşmak, insan yerine konulma durumudur. İnsanlık şiddetle kendi soy köklerini, değerlerini ortadan kaldırdıkça tek değer gören şey para ve sermaye olmuştur. Paranın açmadığı hiçbir kapı yoktur deyimi kendiliğinden ürememiştir.
Bir de mesela Türkiye’de fikirlerinden dolayı siyasi olarak haksızca tutsak edilen birinin tutukluluk hali 4 yıldan fazla sürebiliyor. Sırf devletin hoşuna gitmeyen şeyler düşündüğü, söylediği veya harekete geçtiği için. Peki, bu tecavüzcülere, şiddet uygulayanlara, cinayet işleyenlere, fuhuş ve eroin şebekelerini işletenlere nasıl bir ceza verilmekte? Devlet denilen aygıt ve onun yürütücü kurumları ve işbaşındaki görevliler açıkça kadına, topluma karşı suç işleyenleri, gerçek suçluları hep korudu ve korumaktadır. Bu dünyanın genelinde böyledir.
Son süreçte Güney Kürdistan’da 16 yaşında Rojavalı bir genç kıza toplu bir tecavüz olayı yaşandı. Toplumsal ahlakın ayaklar altına alındığı bu yönlü bir saldırılarının nedenleri ve dayanakları için ne söyleyebilirsiniz? Nasıl bir tepkiyle karşılanmalıydı böyle bir olay?
Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım nedenler, gelişim seyri Güney Kürdistan için de elbette geçerlidir. Fakat bir de işin siyasi boyutuna bakmak lazım Güney Kürdistan için. Güney Kürdistan yerel hükümeti KDP otoritesindedir. Başından itibaren Rojava devriminin boşa çıkarılması için Türk devletiyle işbirliği içinde çalışmış. Sınırları kapatarak halkın ekonomik zorlanmasına sebep olmuş, göçe teşvik etmiştir. Rojava halkına dönük çeteci saldırılardan medet umarak her şey kaybedildikten sonra Rojava’yı denetimi altına almaya heves etmiştir. Yine içerde bazı komplocu oyunlara başvurmuştur. Kürt ulusal birliğini görünürde savunmuş, ancak birliğin kendi otoritesi, emrinde ve çizgisinde olması için zor bela sağlanan birliğin parçalanmasında aktif rol oynamıştır. Hatta öyle ki binlere varan Rojavalı Kürtlerin şehadetine rağmen devrime dönük inkar siyaseti izlemiştir. Adeta “ya benimsin ya kara toprağın” misali bir tutum izlemiştir. İlk kez özgürlük şansını yakalayan ve bunun için varını yoğunu seferber eden soylu Rojavalı Kürtlerin direnişini kırmak için elinden geleni yapmıştır, yapılan yardım yollarını bile kesmiştir. Böyle bir durumda halk adeta çeteci ve Esad güçlerinin saldırılarına terk edilmiş, direnişin bu denli görkemli yapılabileceğini kestirememiştir. Bütün umudunu devrim şartlarını yaşayan ve bu şartlardan kaynaklı normal yaşam düzeni bozulan, elektrik, su, ısınma, ekmek gibi temel ihtiyaçların giderilmemesinde suçlayıcı olarak halkın PYD’ye tepkisinin gelişmesine bel bağlamış ve göçün önünü sonuna kadar açmıştır. Güney Kürdistan’a göç eden Rojavalı Kürtler ise vatan kavramının, Kürtlüğün ortak temel değerlerinden hareket ederek Güney Kürdistan’da en onurlu bir karşılanmayı, sahiplenilmeyi beklemiştir. Yaşanan ise tam tersi olmuştur. Kamplara yerleştirilen Rojavalı Kürtler kendi kaderine terk edildikleri gibi temel yaşamsal ihtiyaçları karşılanmayarak, her türlü kirli çevrelerin ajanlaştırma, fuhuş gibi kirli işlerin kurbanı olmaya, razı olmaya bırakılmıştır. Rojavalı Kürtlere kendi Kürt kardeşleri tarafından adeta dilenci, onursuzlaştırcı muamele reva görülmüştür. Genç kızlar, kadınlar her savaşta olduğu gibi öncelikli istismar edilen kesim olmuştur. Kaçak düşük ücretli işçilikte çalıştırmadan tutalım, en tortu işlerde çalıştırılmasına göz yumulmuş, fuhuşa zemin hazırlanmış, adı, sanı belli olmayan ortalıkta kalan muamelesiyle toplumsal dışlanmaya maruz bırakılmışlardır.
Durum böyle olunca bu izlenen kirli siyasetle Rojavalı kadınlar da birer savaş ganimeti olarak görülmekte. Tüm savaşlarda nasıl ki kadınlar köle olarak köle pazarlarına satıldıysa, haremlere alındılarsa, en kaba işlerde çalışmaya mecbur bırakıldılarsa günümüzde de Rojavalı Kürtlere bu yapılmıştır. Bir savaş ganimeti olarak, herkesin kullanımına, hoyratlığına açık bir mal-mülk olarak bakılmıştır. Güney Kürdistan’da aşiret yapılanması köklüdür. Güney Kürdistan’da da kadın cinayetleri fazlaca yaşanmaktadır. Yaşanılanlara tahammül edemeyip kendini yakan girişimler kadından geliştiği gibi namus adına kadını öldürme vakaları da çokça yaşanmaktadır. Ancak böyle aleni bir biçimde tecavüze yönelim pek gelişmemiştir. Olsa aşiretler arası silahlı savaşa, karşılıklı birbirini öldürmelere yol açar. Bu tecavüz vakası ortaya çıkan bir örnektir sadece. Ancak tahmin edilir ki daha birçoğunun üstü basına yansımadan kapatılmıştır. Güney hükümeti, sorumluluğunu aldığı Rojavalı Kürtlerin onur ve haysiyetini, can güvenliğini korumak başta olmak üzere temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamadığı gibi bir hukuki, siyasi, ahlaki ve yurtseverlik sorumluluğunu da yerine getirmemiştir.
Bin bir umutla ve vaatle Güney Kürdistan’a gelen Rojavlı Kürtler, karşılaştıkları tablo karşısında hayal kırıklığı içinde ve perişan bir halde bir yolunu bulup yeniden Rojava’ya dönmeyi tercih etmektedir. Göç edenlerin sayısı, yerleştirildikleri kamplar, kamplarda verilen hizmetler, hukuki, siyasi, sosyal tedbirlerin, ekonomik tedbirlerin ve yardımların ne olduğunu herkesin bilmeye hakkı ve Güney Hükümetin de bunu başta Kürt halkına ve kamuoyuna açıklama sorumluluğu vardır.
Bu yönlü duyarlılığın toplumsal bir refleksin oluşabilmesi için neler yapılmalı?
Bu kamplara siyasi yapıların girişi ve medyanın girişi serbest bırakılmalıdır. Kimse o kamplarda neler olup bittiğini bilmemekte, bilse bile aleni değildir. Yine kamplarda kalmayıp da farklı yerlere taşınan halkın yerleştiği alanlar, ekonomik durumu, çalıştığı iş yerleri, sosyal güvenceleri gibi bir dizi resmi tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bundan daha fazlası ise Güney Kürdistanlı Kadın örgütlerinin sorumluluğudur. Ne kadar sorumluluğunu yerine getirdi, şimdiye kadar neler yaptı, iş yerlerinde çalışan Rojavalı kadınlar için ne türden tedbirler geliştirdi gibi soruları uzatarak herkesin fazlasıyla payına düşeni ortaya koymak lazım. Kadın olmaktan kaynaklı başta kadın hareketlerinin, siyasi partilerdeki kadın örgütlenmelerinin sorumluluğu olduğu kadar Güney Kürdistan’daki sivil toplum örgütlerinin de sorumluluğudur. Yine medya kuruluşları bu sorunları ne kadar halkın gündemine taşıdı? Toplumsal dayanışma ve kollektivitenin ortaya çıkmasında, toplumsal vicdanın harekete geçmesinde günümüzde medyanın rolü son derece belirleyicidir. Şayet ortada bağımsız medya varsa bunu yapar. Yoksa bağlı olduğu otoritelerin icazeti kadar haber yaparlar. Yine siyasi partilerin de yeterince sorumluluklarını yerine getirmedikleri açıktır.
Bu vahşeti, alçaklığı nefretle kınıyorum. Orada tecavüz edilen sadece 16 yaşındaki genç kadın arkadaşımız değildir. Tüm Güney Kürdistan toplumuna, kadınına ve tüm kadınlara yöneltilmiş bir saldırıdır. Topluma karşı işlenmiş bu namussuzluğu ortaya çıkarmak başta kadın hareketlerinin sorumluluğundadır. Yine Güney Kürdistan hükümeti de bu olaydan yola çıkarak gerekli tedbirleri kadın örgütleri, sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerle işbirliği yaparak bir proje oluşturmak durumundadır. Güney Kürdistanlı tüm kadın örgütleri bir araya gelerek Rojavalı kadınların durumunu izleme komitesi kurabilmelidir. Yine şiddet ve tecavüze, fuhuşa karşı ortak bir platform oluşturabilir. Kadınlık onuru için böylesi bir ortak çalışma fazlasıyla gereklidir.
Kürdistan Özgür Kadın Partisi (PAJK) olarak siz nasıl bir tutum sahibi olacaksınız? Bu yönlü varsa bir değerlendirme ve çağırınız onu da alabiliriz.
Toplumsal şiddet kadına her an, her saniye uygulanmaktadır. Devlet, koca, baba, erkek kardeş ve kadınla ne kadar ilişkili çevre ve yakınlık bağı varsa hepsi kadın için yaşamı katleder durumdadır. Bunun kendiliğinden olmadığı açıktır. Toplumsal cinsiyetçilik sürekli aileden başlamak kaydıyla eğitim, siyaset, hukuk, ekonomi, medya tüm alanlarda bu zihniyet topluma aşılanmaktadır. Şiddeti bunlardan sıyırarak ele alamayız. Erkek egemen yok edici, dışlayıcı, ayrımcı, iktidarcı sistem sürekli kendini sistemsel kurumlarla sürdürmekte. Zihniyetini oluşturmakta, kültürün sürekliliğini sağlamakta. Devletin bizzat idari kurumları, yapıları hep kadın aleyhine çalışmaktadır. Polis, asker, vali, mahkemeler, meclis vb. buna hizmet etmektedir. Günlük siyaset de bu kadın kırımını beslemektedir. Türkiye, İran, Irak, Güney Kürdistan’a baktığımızda mevcut siyasi partiler devletin birer uzantısı olduğu için topluma dönük demokrasi, özgürlük programları yoktur. Toplum için toplumcu, katılımcı bir siyaset yapılmamaktadır. Kadına dönük ise programlarında bir şey yoktur, olamaz da. Kadına yer vermeleri de zevahiri kurtarmak içindir. Oylarından yararlanmak içindir. Nereye el atsanız, nereye bakarsanız bakın tepeden tırnağa yanlış kurulmuş bir toplum var. Yanlış işleyen bir toplum var. Ulus-devletlerin kendisi toplum karşısındadır. Güvenlik, hukuk her şeyiyle kendisini garantiye almanın ötesinde kadına, toplumsal kesimlere halka dönük bir yararlılık bulmak gerçek dışıdır. Bu nedenle toplumu yeniden kurmak gereklidir. Bu nedenle devrimci mücadele gereklidir. Bu nedenle kadın devrimi gereklidir. Bu nedenle tüm toplumsal ilişkileri, yaşam tarzını, gericiliği reddederek özgürlük alanlarına kadınların akması gereklidir. Kadınlar özgürlük alanlarını şehirlerde de yaratabilmelidir. Durmadan örgütlenmelidir. Kafesteki tutsak durumundan çıkmak için fazlasıyla yol yöntem vardır. Artık Kürt kadınları alternatifsiz, çözümsüz, çaresiz değildir. Bugün Kürt kadınlarının savunma birlikleri, özgür partisi, toplumsal örgütlenme araçları vardır. Açıkçası biz de kendi payımıza bir özeleştiriyi hak ediyoruz. Güney Kürdistan’da daha fazla topluma nüfuz etme görevimiz vardır. Kadınların çektiği hiçbir acı boşa gitmeyecektir. Kürdistan topraklarında yeni yaşamı kadınlar olarak yurtsever onurlu halkımızla birlikte kurmayı mutlaka gerçekleştireceğiz. Durumun farkında olan tüm kadınları birleşmeye, örgütlenmeye, eyleme, seslerini daha güçlü çıkarmaya, örgütlü erkek sistemi karşısında birlikte güç olmaya çağırıyorum. Hiçbir siyasi parti farkı kadınları birbirinden bölmemeli, kadınların kadınlar için özgürlük mücadelesini birlikte yürütmelerinin fazlasıyla ortak sebepleri vardır. Her şeyden önce kadındır ve örgütlenmiş erkek sistemi de kadına karşıdır, düşürücüdür, katliamcıdır. Kadınlık onuru için, yarattığımız tüm değerlerin gerçek savunucu olma yolunda tüm kadınlara özgürlük mücadelelerinde başarılar diliyorum.