Saptırılmış ve sakat temellere dayanmış bir sevgi, yaşamı katletmenin diğer bir biçimidir. Yani sevgisizlik, yaşamı katletmedir. Fakat bunun saptırılmış biçimi de en az onun kadar tehlikelidir. Sevgiye ulaşmak, yaşama ulaşmak demektir. Sevgiye ulaşmayı bilmemek, devrimi anlamamak demektir. Fakat ucuz sevgiye ulaşmak savaşımsızdır, çabasız, hatta düşüncesizdir. Bu da çok önemlidir.
Saydığımız dört temel husus düşünceyle bağlantılıdır. Tarihi temelden tutalım, güncel felsefi ve bilimsel boyuta kadar düşüneceksiniz. Demek ki sevginin düşünceyle, bilimle, felsefeyle ilişkisi vardır. Felsefeden, bilimden biraz haberiniz olacak ki, sevgiye doğru bir çıkış yaptırabilesiniz. Doğru sevgiye ulaşmanın savaşla da bağlantısı vardır. Bizde özgürlük ve özgür ilişki ancak savaşla elde edilebilir ve savaşla sağlanabilecek bir olgudur. Sevgi yolunda tuzaklar, sevgi adına saptırılmış bin bir duygu ve bağlılık da vardır. O oyunlara gelmeyeceksiniz. Sevginin her türlü saptırılmış yanıltıcı biçimlerine ve sevgisizliğe karşı kendinizi çok sağlam bir pozisyonda tutacaksınız. Sevgisizliğin devrimciliğe ve yaşama karşıtlık olduğunu bileceksiniz. Mutlaka sevgi dünyanız olmalı ve bu dünyaya ulaşmalısınız. “Sevgim olmalı, sevilecek ve sevecek durumda olmalıyım” diyeceksiniz. Sevecek durumda olmak, belirttiğimiz dört hususta başarılı olmak anlamına gelir. Dört temel husus ve onun bir sonucu olan beşinci hususta başarılı olursanız, sevilebilme durumuna ulaştınız demektir. Aynı zamanda bu, sevme durumuna gelmeniz anlamına da geliyor. Bunlara ulaşılınca hem sevgide hem sevme ve sevilmede kişiliği yakaladınız demektir. Aksi halde sevilmezsiniz, sevemezsiniz. Bazıları “Canım istedi seviyorum, o da beni seviyor, engelleyemezsin” diyor. Yalan! Öyle sevme-sevilme olmaz! Bilimsel temelleri koy, aldatma. Zaten bir gün sevilirsiniz, ikinci gün atılırsınız. Sevginize karşılık bulamazsınız ve yerle bir olursunuz. Bunun için kendinizi aldatmayın ve yanlış temellerde gelişen bir sevme-sevilme olayına düşmeyin. Sayılan hususlar, başarılı olmayı gerektirir.
Kürt tipi niye sevilmez? Dünyada en sevilmesi gerekenler bu konuda ve vatan kurtuluşunda neden başarısızdırlar? Özgürlükte, savaşımda, örgütlenmenin bütün sorunlarında neden başarısızlar? Bu kadar başarısız olan bir tip neden sevilsin? Zaten çirkindir de. Çirkinlik ile güzelliğin bu sayılan şeylerle bağlantısı var ve kesinlikle de toplumsal bir olaydır. Bu hususlarda başarı sağlarsanız güzelsiniz, aksi halde çirkinsiniz. Bunun fiziki boyutu da vardır. Çirkin ve güzelin fiziksel boyutu belirleyici değil, belirleyici olan sayılan hususlarda başarılı olup olmama durumlarıdır. Sevme ve sevilmenin koşulları kadar, bir de sevginin gereğine inanacaksınız. “Başarısız kalıyorum, bu hususlarda başarılı olmam çok zor, o halde sevgiden umudu keseyim, varsın kimse beni sevmesin, ben de kimseyi sevmeyeyim” diyemezsiniz. Bu da doğru değildir, bunu kabul etmek; savaştan, devrimden umudunu kesmek demektir. Hatta partiden, halktan, yaşamdan umudunu kesmek demektir. Devrimciler yaşamdan umut kesecek insanlar değildir. Her şeylerini özgür bir yaşama adamışlardır. Demek ki sevmeyi, büyük bir tutku olarak kendinizde hep diri tutacaksınız. Umut ve tutkuyla sevgiyi kendinizde diri tutacaksınız. Fakat olmazlara ve tuzaklara düşmeden ona başarı ve gerçekleşme şansı vermek gerekiyor. İşte bu, militanlığın şahsınızda çiçek açması ve yiğitliğin zaferidir, yiğitliğin zaferle taçlanmasıdır.
Görülüyor ki, sevgiye giden yol zorluklarla dolu olduğu kadar da çapraşıktır. Bu yolda yürümek yiğitlik istiyor. Eğer böyle yaparsak, ülkemizde halkımızın yaşadığı toplumsal koşullar, büyük sevgisizlik, hırçınlık, saygısızlık giderilebilir. Biz devrimimizi, bir anlamda ülkemizin sevilmez konuma, harabe duruma getirilmesine karşı geliştirdiğimiz gibi, aynı zamanda halkımızın bağrındaki büyük sevgisizliğe karşı da geliştirdik. Bizim devrimimiz sevgi devrimi, ülkeyi ve halkı sevme devrimidir. Ama bu kadar çirkinlikle, iğrençlikle, barbarlıkla savaşarak gerçekleşecek bir sevgi devrimidir. Yoksa faşizmin “sevgi her şeyi halleder” demesi bir saptırmadır. Faşizmin yalanına inanmak, aldanmak demek onun büyük oyununa gelmek demektir. Maalesef sizler sevgi konusunda büyük oyuna gelmişsiniz. Sizi biraz bu oyundan çekip çıkarıyoruz. Sizi kendi başınıza bıraksak, kim bilir başınıza daha neler gelir? Hiç çaba sarf etmeden ne kadar birbirinizi sevdiğinizi görüyoruz. Daha düne kadar buna inanmamış mıydınız? Belki de hiç farkında olmadan yılanı sevdiniz, sevgili yerine koydunuz. Bunlar sizler değil misiniz? Çirkinlikle bile gırtlağınıza kadar koyun koyuna yaşıyorsunuz. Bu temelde yaşam tarzınızın ne kadar düşmanın sevgi anlayışı doğrultusunda olduğunu sorgulayın. Düşmanın sevgi anlayışını yaşayanlar, gerçek sevgiden nasibini alabildi mi? Yaşadığınız yaşam, yüce bir yaşam olarak ne kadar kabul edilebilir? Fakat mevcut biçimiyle çelişkilidir. Tüm bunları sizleri ürkütmek için belirtmiyorum. Yaşamınız kesinlikle gözden geçirilmeyi gerektirir. Özellikle anlayış düzeyinde açıklık getirmeye çalışıyorum. Bunun adım adım hayata geçirilmesi belki de yüzyılları alır.
Bir ilişkiyi sevilir ve yaşanılır kılabilmek için, bu kadar yılımı verdim. Ben bile ancak birkaç adım yol aldım. Siz her şeyi birden halletmek istiyorsunuz. Demek ki militanlığınızın fazla gerçekçi olmayışının bir nedeni de budur. Hep aldatıcı, yanıltıcı kişiliklerden söz ediyorum. Onun en temel nedenlerinden biri de çizdiğiniz çerçeve dahilindedir. Ya kendinizi sevgisizliğe ya da sahte sevgiye mahkum ediyorsunuz. Yüreğiniz bunu nasıl kaldırıyor? Beyniniz düşünme gereğini bile duymuyor. Bunlar sizin hikayenizdir. Militanlıkta, yiğitlikte, büyük duyguda ve sevgide ne kadar iddialı olabilirsiniz? Çoğunuzun çocuk sevgisi vardır…
Size ve topluma yönelttiğim bütün bu eleştiriler gerçekçidir. Kabul olmayacak bir duaya neden amin diyelim? Geliştiremeyeceğiniz bir sevgiye, neden iyi sevgidir diyelim? Vatanı, halkı hayırlı bir duruma getiremeyen bir tutkuya, neden saygıdeğer bir tutkudur diyelim? Maalesef geriye çok zor olanı kalıyor. Biz biraz da köleyiz. Köleler bin yıllarca aile, çocuk, kadın-erkek nedir diye düşünmediler. Biz o köleler gibi değiliz, ama bazı yönlerimizle kölelerden daha kötü bir durumdayız. Örneğin vatandan, toplumdan kopuşta bu böyledir. Dolayısıyla bazı duygularımıza ve yaşam anlayışlarımıza biraz daha gerçekçi yaklaşalım. Bütün bunları, sevgiyi mahkum etmek şurada kalsın, sevgi bizde nasıl işlerlilik kazanır, neye bağlıdır hususlarına açıklık getirmek için belirtiyorum. Ülke de halk da savaş istiyor. Artık savaş yaşamın adı olmuştur. Bu, aynı zamanda sizin savaşçılığınıza da bir anlam biçmek oluyor. Yaşamı bu kadar yaratacak bir olaya katılmanız, bu içerikten dolayı sizi yüceleştiriyor. Savaş bugün neden bu denli bir tutku haline gelmiş? Çünkü savaş bugün her şeyin yaratıcısı ve doğrucusudur. Bunu biraz topluma kavrattık. Yarın tam kavratırız. Bugün size de tam kavratsak, müthiş savaşırsınız. Çünkü yaşamınız bu savaşın sonucunda gizlidir. Her türlü çirkinlikten, sevgisizlikten, hakaretten kurtulmanız, bu savaşı az-çok vermenizle mümkündür. Bu bütün derinliğiyle anlaşılsa, müthiş savaşçı olursunuz. Yaşamın gölgesi var, kendisi yok; yaşamın adı var, kendisi yok. Peki kendisi nasıl olacak? Tabii ki, savaşarak. Çok sevdiklerinize bu temelde ulaşabileceksiniz. Her şeyden önce böyle savaşırsanız, vatanın her parçası harabe gibi değil, size cennet gibi görünür. O kaçtığınız aileleriniz, analar-babalar, eşler-dostlar size en değerli bir varlık gibi gelecek. Halkınız adı-sanı unutulan bir halk değil, ekmek-su kadar birlikte yaşayacağınız bir gerçeklik haline gelecek. Kadın-erkek ilişkilerine indirgediğimizde böyle yabancı gibi değil, doğanın ayrılmaz iki parçası tanımına uygun, mutlak olarak birbirlerini tamamlaması gereken taraflar olarak ortaya çıkacak. Buna nerede ve nasıl ulaşılacak? İşte bütün tartışmalar, politikalar, düşünceler, parti kurmalar ve savaşı geliştirmeler böylesi bir yaşamı mümkün kılmak içindir.
Yaşamda kör tutkular, gerçek dışı yaklaşımlar belki sizi yaşatabilir, ama zaferi getirmez. Bu açıdan yollara çok düştünüz, kafanızı sağa-sola çok vurdunuz, ama yine de sonuç yok. Ne aileyi, ne de eşi-dostu, hatta bir merhabayı bile kurtaramadınız. O zaman bu yaşamdan ne anladık? Buna yaşam mı diyelim, özgürlük mü? Düşünüp taşının ve yaşam konusunda iyi planlar çizin. Mükemmel örgütçü ve eylemci olun. Bu size yaşamın yolunu gösterir, sevginin fırsatını elinize verebilir, sevgi dünyasına ulaşmaya imkan hazırlayabilir ve bir sevgili olabilirsiniz. Birçok kişi mektuplarda “şöyle sevgili” diye yazar. Ben bu kelimelerden utanç duyuyorum. Haklı olduğum şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bizde fazla sevgili yok, ulaşılması da çok zor bir düzey. Belirtilen düzeye ulaşan arkadaşlara ne mutlu ki, bütün halkı ve yoldaşları ona sevgili varlıklarımız desin. Böyle bir sıfata ulaşmak, belirttiğimiz koşullarda başarıyla savaşmakla, kahraman ve yiğit olmakla mümkündür. Bu da bilinçle, oldukça politik, askeri yetenekle mümkündür. Böyle olursanız sizi neden sevmeyelim? Neden sizi alkışlayıp, yücelerden yüce yeri vardır demeyelim? Kendimi neden ucuz bir şeye ve hak etmediğim bir yere layık göreyim? Bu sahtekarlık olur, kendimi ve başkalarını aldatma anlamına gelir. Bunu yapmam, ama doğru yolu bulmaya da uğraşım vardır. Fazla hata yapmadan, çarpıklaşmadan ve çarpıtmadan çaba sarf ediyorum. Benim tavrım budur. Ama çoğunuza bakıyorum, bizden çocuklar gibi el üstünde tutulmayı istiyorsunuz. Kendinizi ciddiye aldırtacak bir pozisyona getirmemişsiniz. Ben sizi nasıl seveyim? Kimseyi kolay kolay beğenmem. Bu, kendimi çok beğendiğimden dolayı mıdır? Bu kadar eleştirel olmam, hiçbir şeyi doğru bulamamamdan dolayı mıdır? Hayır! Tüm bunlar doğruyu, beğenileni ortaya çıkarmak içindir. Eleştirirsiniz, ama sonra da birbirinizi beğenirsiniz, bununla ne elde edersiniz? En değme iki kişiyi bir araya getirebiliyor musunuz? Oysa ben getirebiliyorum. İnsanlar benimle bir araya geldiler ve geliyorlar.
Devrim en yüce sanat, devrimci ise en büyük sanatkardır
İşi sanatsal, estetik boyuta indirgemek istemiyorum. Tabii ki, onun da ele alınması gerekir. Genelde devrimlerde, özelde ise bizim devrimde bir sanatın oluşmasına dikkat etmek gerekiyor. Devrimci militanın, devrimci eylemi bir sanat gibi işlemesi gerekiyor. Devrim en yüce sanat, devrimci ise en büyük sanatkardır. Bu da dikkate alındığında, düşüncelerinizi, duygularınızı, eylemlerinizi, hatta fiziğinizi bir sanatkar gibi geliştirmeniz gerekiyor. Bunlar son derece birbirine bağlıdır, sanatkaranedir ve gerekleri yapılırsa yaşam ve sevgi dünyası anlam kazanabilir. Bizim devrimimiz başka türlü anlaşılmamalı, yorumlanmamalı. Birçoğu devrimimizi yıkma hareketi olarak görebilir, öfke hareketi olarak değerlendirebilir. Ama hareketimiz, yeniden inşa ve sevgiye en kutsal değeri verme hareketidir. Duygulara, sevgilere en doğru temelde ve en yüce biçimde ulaşmanın hareketidir. Bu ne anlama gelir? Oradaki mücadele ve örgütün yürüyüş tarzı, en mükemmele yakın tarzdır, kişilikleri ise kahramancadır. Düzenleniş bu temeldedir.
Sorumluluğumuz altında gelişen PKK’nin böyle geliştiğini tartışmaya gerek yok. Çünkü anlatılanlar gerçeğin hikayesidir. Görülüyor ki, her devrimde olduğu gibi, bizim devrimimizde de yıkılması ve aşılması gereken kurumlarla bu kurumdaki ilişkiler, anlayışlar, tutkular olduğu kadar, onun yerine inşa edilmesi gereken kurumlar, büyük değerler vardır. Doğru düşünce, doğru yaklaşım felsefi düzeyde bir ahlaki alışkanlıktır ve bilimle bağlantılıdır. En önemlisi de bunun eylemciyle, örgütleyiciyle ve savaş tarzıyla bağlantılarının çok kapsamlı olarak ele alınmasıdır. Genelde bütün devrimler için böyle olduğu gibi, bizim devrimimiz için de bu böyledir. Hele bu ülkemiz Kürdistan ve onun yer aldığı bölge Ortadoğu ise, bu temelde ele alış daha büyük önem taşıyor.
Şu an ancak sorunları ortaya koyabilir ve olası çözüm yolları üzerinde tartışmayı geliştirebiliriz. En önemlisi de soruna militanca yaklaşıyor ve savaşla bağlantısını çok iyi kuruyoruz. Sonuç almak büyük sabır ve çaba ustalığı ister. Devrimimize başka türlü halel getirmeyelim. Özellikle şehitlerimizin bu temelde yaşama bağlı olduklarından eminiz. Yoksa kendilerini böyle feda etmezlerdi. En azından şahadet ve vasiyetlerine böyle bir devrimle karşılık vermek, tam da anılarına layık olmak demektir. Halkımız bu temelde yaşam imkanını bizde yakaladığı, her şeyini devrime adadığı ve buna katıldığı derin bir gerçektir. Siz farkında olmasanız bile halkımız, PKK’de böyle bir yaşamın farkına vardığı için buradasınız ve büyük zorluklara katlanıyorsunuz. Devrim, parti ve savaş gerçeğimizi her zamankinden daha fazla göreceğiz. Yine yaşanabilecek bir dünyaya doğru yol almak için devrime katıldığımızı göreceğiz. Gördükçe daha iyi olmaya çalışacağız. Büyüklüğünü hissettikçe, düşüncesini derinleştirdikçe, eylemini örgütlemesini çok gerekli görüp başardıkça, yaşanılabilecek, sevilebilecek bir dünyaya ulaştığımızı göreceğiz. Sevgiden, yaşamdan eser bırakılmayan ülkemizde, halkımız ancak bu biçimde savaşarak yaşanabilecek bir ülke, sevilebilecek bir halk gerçeğine ulaşacak. Devrimler bunun için gereklidir. Devrimciler de böylesi soylu amaçlar için bu büyük fedakarlığı, cesareti gösterir ve çabayı sergilerler. Hiçbir engel onları böylesine kutsal amaçlarından, yaratmak istedikleri dünyalara ulaşmaktan alıkoyamaz. Onlar başlangıçta ne kadar zayıf olursa olsun, imkanları ne kadar sınırlı olursa olsun, bu dünyanın bir yaratma dünyası olduğunu bilirler ve bu temelde her türlü yaratıcılığı, bunun için gerekli çabayı sergileyerek, böyle bir yaşama, böyle bir sevgi dünyasına ulaşırlar ve ulaşacaklar.
Belirtilenler önemli ve oldukça sonuç çıkarmak gerekiyor. Kişilik sorunlarının ağır etkisi altındayız. Özellikle ilişkilerde yaratılan durumlar, düşman baskılarını bile bize unutturmuş. Can alıcı görevler karşısında ilişkilerinize anlam vermek bizi zorluyor. Bu da anlaşılıyor. Bu, devrimcileşmenin sancılarıdır. Fakat kendinizi tedavi etmesini de bileceksiniz. Aslında çok yenik ve her şeyi kabule yatkın kişiliklerle karşı karşıyayız. Bu, bizi zorluyor. Ağır yaşanılan demagojik ortam, söz gücünü çok zayıf düşürüyor. Düşünce dünyasından kopukluk giderilmelidir. Terbiye hakeza altın değerindedir. Ne öğrenci olabiliyorsunuz ne de öğretmen. Bu dünyada ne gözünüz ne kulağınız ne de beyniniz açılmış olarak yaşamak istiyorsunuz. Doğru yolda güçlenme imkanı var. Biraz kendinize yüklenin; duygularınızı, kişiliğinizi eğitin. Eğitim fırsatı vardır. Ayrıca temel ihtiyacınızı tespit edin. Başarma gereğini kendinizde hissedin ve başarın. Başka türlü bu iş yürümez. Doğru düşünceye dayalı yaşayın. İlkeli olun, ilkeleri konuşturun. Bu konuda biraz bağlı yaşayın. Karar adamı olmayı ve kendinizde uygulama gücünü artık başarmalısınız. On tanesi çalışıyor, bir tanesi bozuyor, en ucuzundan gasp etmeye çalışıyor. Bu konuda denetim gücümüzü artık geliştirelim. Nasıl yaşamalı sorusuna biraz daha yakın cevaplar verilebilir. Bu temelde doğru yaşamaya dair hepiniz müthiş söz verirsiniz, ama ömür boyu buna sadakatle bağlı kalacak kişiliği gösterebilir misiniz desek çok zorlanırsınız. Halbuki bir ömür boyu sadakatle bağlı kalmalıyız. Bu belirtilenler birçok romanın yazılmasında anahtar rolü oynayabilir. Yaşama, çok renkli ve çözümleyici yaklaşımlara fırsat verilebilir. Ölçünün, seçim kabiliyetinin gelişmesinde ve ilişkilerde önemli rol oynayabilir. İyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin ayırımını geliştirebilir.
İlişkilerdeki mülkiyet ve metalaşma doğru mu? Özellikle cinsler arası ilişkilerdeki metalaşma ve mülkiyet, ahlaki açıdan olduğu kadar siyasi açıdan ne anlama geliyor? Önemli bir husus olmakla birlikte, biraz açıklanması gereken nokta burasıdır. Cinselliğin siyasi mücadelede bir araç olarak kullanılması ve onun mülk edinmeye tabi tutulması, meta gibi düşünülmesi inkar edilmemekle birlikte ahlakımız ve siyasi tutumumuz olmaması gerektiği kanısındayım. Aslında metalaşmanın gayrı ahlaki ve politikada en oportünist bir yaklaşım olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu, genel ilke düzeyinde bir doğru olduğu kadar, bizim somutumuzda da bunun çok tehlikeli yaşandığını görüyoruz. Hatta bizde yaşanan metalaşmanın, mülkleşmenin özüdür diyebiliriz. Eğer bu böyleyse, özgürlük ilkesiyle çelişmiyor mu? Tam çelişki halinde olduğu kanısındayız. Dolayısıyla yaşadığınız ilişki biçimleri hep mülkleşmeyi ve metalaşmayı doğuruyor. Bunun da özgürlük ilkesiyle veya sosyalizmle bir ilgisi yoktur ve onunla çelişki halindedir. Fakat mevcut toplumsal düzenleniş yüzünden -ki, bu bir yönünü oluşturur- ağır geçiyor. Yaklaşımlarınızın mülkiyetle ilişkisini koparmak, metalaşmaya dayalı özünü tasfiye etmek oldukça zor. Zor olduğu kadar başarılı bir mücadeleyi de şart kılıyor. Kendimizi metalaşma ve mülkleşme konusu yapmayalım. Mülkiyet, meta biçiminde kişiliğe mal etmede daha tehlikeli olabilir. Bu durum hayvanlaşma eşiğinde yaşamaya denk düşer.
Özgürlük ilkesine bizim getirdiğimiz yorum çok hayatidir. Kendi yaşamımızı, somutlanışımızı şu üçgen arasında çözmemiz gerekiyor; tepede özgürlük ilkesi, bir ucunda mallaşma, metalaşma ve mülkleşme, diğer ucunda ise fahişeleşme veya kuralların denetiminden tam çıkış! Bu üçgenin neresindesiniz? Özellikle bu konuda kendinizi sorgulamanız gerekiyor. Bu bir yerde insanlaşma kavgasıdır. Bunun içinde ulusal kurtuluş da var, toplumsal özgürlük de var, savaş da var, barış da var. Bütün bunlar üçgenin doğru ele alınmasıyla mümkündür. Üçgenin tepe noktasında, yani özgürlük noktasında yer tutmak tek çıkış yolu oluyor. Bir de bu yönüyle kurulmuş bir şeytan üçgenine düşmemek için kendinizi nasıl koruyacaksınız? İşiniz zor. Bütün bunlar sınıflı toplumun yarattığı hastalıklı durumlardır. Bu, kendini insan ilişkilerinde, hayatın her alanında gösteriyor. En kötüsü de gayrı-resmi fuhuş kurumları çok yaygın. Her kentte var, hatta köylerde bile gelişiyormuş. Buna bir yasaklamayla, eylemle karşılık vermek yeterli değildir. Aile planlaması konusunda öngördüklerimizin gerek teknikle, gerekse ahlakla, özellikle sistemle bağı var. Bu nedenle önlenebilmeleri çok zor. Yine erken yaşlardaki köleleştirici ilişkilere, hemen yasalarla karşılık vermek köklü çözüm olmaktan uzaktır. Bu alanda da köklü bir devrime ihtiyaç duyuyoruz. Köklü bir devrim olmadan bu hususlara cevap vermek bana göre çok zor. Olsa olsa sorunun ucuna dokunma anlamında bir karşılık olur. Bu da hiç doyurucu olmaz. Zaten çok köklü ele almanın nedeni de sorunun ağırlığındandır. İçinizden bazıları mümkünse derinleşsin. Bu işin temel militanı, temel kural koyucusu ve yürütücüsü olun demem boşuna değildir. Bu hususları çok büyük özveri ve ahlaki yorumla uygulamak şarttır. Yoksa yasalarla, tekniğin son buluşlarıyla, baskıyla sorun halledilmekten uzaktır. Kuşkusuz işin temelinde ilişkilerin kuruluş özelliği yatar. Ustalar da bu işin üzerinde fazla durmamış. Bu sorun, en çok geçiştirilen bir sorun olma özelliğindedir. Bu konuda Marks’ın, Lenin’in ilişkisine bakıldığında, dile getirdiklerinin sosyalizmle bağlantılı olduğunu belirtmek zordur. Kurdukları ilişkilerin, ağırlıklı olarak burjuva ilişkiler olduğunu tahmin ediyorum. Sosyalizm aile konusunda bu kadar derinleşmiş değildir. Aileye ilişkin sosyalizmin söyleyeceği yeni şeyler olacaktır. En çok da sosyalizmin çözüm gücü olma durumu vardır.
Bizim devrimimizin bu konuda da oldukça iddialı olacağını söyleyebiliriz. Zaten şimdiye kadar ilişkilere getirdiğimiz yaklaşımlar, hatta sınırlamalar bu konuları çözümlemede ipucu olabilir. Kendinizi kurtarılma pozisyonunda tutmak yerine, kurtuluş savaşımının bir militanı olarak düşünüyorsanız, bu konuda samimi olursanız erkekler hiçbir yerde siz kadınlara istemediğiniz bir tarzda, doğru bulmadığınız yaklaşımlarla yaklaşamazlar. Çünkü siz tam da bir özgürlük mücadelesi silahıyla karşılık veriyorsunuz. Eğer bu özgürlük silahını kendi sorunlarınızın çözümü temelinde kullanırsanız, bir erkek bile semtinize uğrayamaz. O çok yönlü kadın zaaflarınızla karşılık verirseniz, özgür kadın olamayacağınız gibi, köleliğiniz devam eder. Özgür kadın olma gücünü kendinizde görüyor musunuz? Buna gücünüz var mı? Özgür kadın kimdir veya hazırlanması gereken kadın kimdir sorusuna belki yanıt tarzı olabilecek hususları yakaladınız. Çünkü onu yakalayamazsanız, mücadele veremezsiniz.
Kabul edilecek kadın ve erkek kimdir sorusu da çok önemlidir
Kadınları tanımaya çalışıyoruz. Ezici bir çoğunluğunda gördüğüm, kendilerini cinsel meta konusu olmaktan çıkaramamış olmalarıdır. Cinselliklerini halen yüzyılların, hatta bin yılların egemenlerinin şekillendirdiği temelde bir araç olarak kullanmaya çalışıyorlar. Bana bile bunu uygulamaya çalıştılar. Ben onlardan biraz daha uyanığım, diğer erkeklere benzemem. Kendimi oldukça iyi örgütlediğim için, kolay kolay beni oyuna getiremezler, aldatamazlar, yenemezler. Bu da bir savaş. Biz sömürgeciliğe karşı açılan savaşta olduğu gibi, kadın gericiliğine açtığımız savaşta da ustayız. Böyle erkekler var mı? Üç tane böyle erkek arkadaşım olsa, dünyayı yıkarız. Erkek kendini yanlış değerlendirirse, kadını alt eder ve köleleştirebilir. Bu seçenek bir yol değildir. Kadın geriliğine karşı mücadele ettim. Öyle olması gerektiği kanısındayız. Erkekler kurdukları tuzağa kendileri de düşmüşlerdir. O tuzak nedir? Kadını mülk konusu haline getirmekle kendilerine iyi mal edeceklerini sanmışlar. Kadın ise canlı bir varlık olduğu için tepkide bulunuyor. O tepki, kendi cinselliğini, tam bir meta olarak değerlendirip ona dayanarak yaşam planlarının geliştirilmesinin ifadesidir. Kadın dünyası, kendini bu temelde nasıl sunar ve nasıl yükselirden ibarettir. Aslında toplumun kocalık ahlakı, bu gerçeklikle koşullandırılmıştır. Erkek dünyasının temelinde ise, kadının üzerindeki mülkiyeti korumak için baskı ve yine mülkiyetin doğal bir sonucu olarak kadını metalaştırması, eşya haline getirme durumu vardır. Aile reisliğiyle bu amacı gözetir. Toplumdaki hemen hemen bütün kurumlar, bunu ahlaki bir tutum olarak sıkı sıkıya benimserler. Böylelikle çok güçlü bir ağ oluşur ve kadın nefes bile alamaz. Bu ağ içinde kadının vereceği cevap -hem de bu durumu fark edercesine- “madem siz beni böyle yaptınız, ben de cinselliği en kötü bir tarzda silah olarak kullanırım ve sizi satın alırım” olur. Bu da metalaştıranların metalaştırılmasıdır. Tabii bu, ilişkiyi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Kadının fendi erkeği yendi sözü, tam da bunun için söylenmiştir. Erkeğin baskıcı hareketi kadını bu duruma getirmiştir. Kadının oyunları, erkeği daha da kötü bir duruma getirmiştir. İlişkilerde müthiş birbirini düşürme, ikiyüzlülük ve yabancılık yaşanıyor. Tek kelimeyle iğrenç! Cinsler arası ilişki böyle mi olmalıydı? Ben halen bunu dehşetle karşılıyorum. Ne yazık ki hepiniz bunu yaşıyorsunuz. Genelde kadın ilişkisinin böyle düşürülmesi bana çok iğrenç, çirkin, gayri ahlaki bir tutum görünüyor. Nasıl yaşıyorlar diye kendi kendime soruyorum. Yaşamaktan da öteye, daha çirkincesini yapıyorlar. Kadını mal gibi piyasadan satın alıyorlar. Bu anlayışı böyle kabul etmekte insan müthiş zorlanıyor. Bu anlayış yalnız kaba anlamda yaşanmıyor, ilişkilerin iliğine süzülmüş gibidir.
Bütün ilişkilerin, bu ilkeler gereği oluşmasını bekledim. Onu ölçü olarak aldım. Çözümü burada görüyorum. Yaşanan diğer sorunlar, benim için çok tali ve türevdir. Şu anda PKK’de benim başarmak istediğim -teorik de olsa, hatta sembolik de olsa- hiç olmazsa ileride uğruna savaşılarak ulaşılan bu özlü yaklaşıma, yaklaşım gücü göstererek yaşama güç verilmesidir. Bu da emperyalizmle, faşizmle, cehaletle, mevcut aile gerçeğiyle, hatta bütün toplumumuzun kurum ve kuruluşlarıyla savaşmayı içerir. Bundan sonra önemli olan, anlayış büyüklüğüne ulaşmak ve bu anlayışı yaşamımızda ne kadar gerçekleştirdiğimizdir. Bütün bunlardan anlaşılması gereken budur. Konuyu toplumsal yönden, aile yönünden ve kişisel yönden derinliğine ele alıyoruz. Çözüm bulabilmek için, başlangıçta soyut ve sembolik çözümlere de ihtiyaç vardır. Eskiden kadının kölelik durumunu fark ettiğimde hemen sosyalist klasiklere sarılıyordum. Acaba çözüm bulabilir miyim diye felsefeye vb. alanlara daldım. Oysa bazıları da bunu sorundan kurtulmak için yapıyor. Aslında biraz da benim durumumu sorgulamak gerekir. Geliştirdiğim hususlar, eleştirdiğim fikirler ne anlama geliyor? MİT müsteşarı bile “APO’nun Bekaa’da nerede kaldığını saati saatine biliyorum, ama önemli olan nerede olduğu değil, ne yaptığıdır” diyor. O adam bile ne yapıyor diye düşünüyor. Bir şey yapmak istiyorlar, bunun için ne yaptığımızı öğrenmeye çalışıyorlar.
Devrimin gücüyle kadını nasıl sevilir ve sayılır hale getirebiliriz?
Bütün çabama rağmen kadın yoldaşlarımızın yaratıkları sınırlı kalıyor. Örneğin en cüretkar davranışı ben gösterdim; kadının bir araya gelmesinde, dağlara çekilmesinde, geleneksel kurumların içinden çekilmesinde çok büyük çaba gösterdim. Bunun da çok dikkat çekici ve ileri düzeyde bir gelişme olduğunu tüm dünya biliyor. Yine de çok yetersiz buluyorum. Kabul edilecek kadın ve erkek kimdir sorusu da çok önemlidir. Mümkün olsaydı da roman, sinema veya başka sanat türleriyle bu tiplemeyi başarıyla yansıtsaydık. Esas alacağımız kadın ve erkek tipi nasıl olmalıdır? Nasıl yaşamalıdır? Bu konuda çözümlemeler en önemli araçtır. Bu konuda çok hassasım. Hamal gibi kadın, turp gibi adam kaç para eder? Devrimin en önemli bir amacı da yaşanabilecek insanı yaratabilmektir. Biz sadece birbirimiz için yaşamıyoruz. Yaşanabilir adamın kişilik tipi, ilişki düzenine bağlıdır. Oysa siz bundan kaçıyorsunuz. Neden kaçtığınızı biliyor musunuz? Çirkin olduğunuz için kaçıyorsunuz. Çirkinliği yalnız fiziki anlamda değil, ruh ve düşünce anlamında da belirtiyorum. Ruh ve düşünce dünyası sizde çok çapraşık. Devrimcilik, büyük sanatkarane ve artistik bir olaydır. Ben bile, acaba devrimin otoritesini kendimde ne kadar temsil ediyorum diye düşünüyorum. Devrime kıyıyor muyum, devrimi çirkinleştiriyor muyum diye kendimi her gün sorguluyorum. Bu ne demektir? İlişkilere ne kadar düzen verdim demektir. Bunu başaramazsam kendimi büyük bir suçlu olarak görürüm. Ama siz bu soruları kendinize hiç sormuyorsunuz bile. İnsan halinize acıyor. Yaklaşılacak, uyum sağlanacak ve benimsenecek kişi kim? Halbuki devrim farklı büyüklüğü ifade eder. Uğruna binlerce eserin yazıldığı bu hususları, bir çırpıda kendi gerçeğimizde çözmeyeceğiz. Fakat yine de dıştalayamayız, sorunu örtbas edemeyiz. Bunlar sorunun çözümü için temel verilerdir. Yoksa reformist olunur. Devrimin gücüyle kadını nasıl sevilir ve sayılır hale getirebiliriz? Öyle yapmasak, devrimci kadın kimdir sorusuna cevap veremeyiz. Çirkin, dıştalayıcı ve herkesin kaçmak istediği bir tip olunur. Aynı zamanda bireyci tutkuların esiri olunur ve kendini dizginleyemez.
Artık bu işin ilk adımı, son adımı yok. Başarılması gerekir. Kadın kendini aldatarak kabul ettiremez. Ne cinselliğini ucuza kullanarak ne de kaba çabayla bunu başarabilir. Kadın yoldaşlarımız, “Ben de silah kullanıyorum” demekle bu işi başaramaz. Devrimci çözümlerin çok yönlü, detaylı hususlarıyla bütün bunların gereksinimine cevap olacaksınız. Bu çok zor, ama devrimci militanın kabul ediliş tarzı bu çerçevede olabilir. Tabii ki, biz de devrimci kadını yaratacağız. Kadın yoldaşlarımız bunun objesidir. Bu sorunla bu kadar uğraşıyorum. Çünkü kadının özgürlüğüne tutkun olmak gerekli. Yaşamın böyle temel öğesini göz ardı etmek, ciddi bir devrimciye yaraşmaz. Yoksa erkek egemenlikli bir düzen devrimcisi olur ki, bu da bana göre değildir. Yaşamın en temel kaynağını göz önüne getirmek büyük bir tutkuyu gerekli kılar. Sizde bu var mı? Tutku delinince siz ne anlıyorsunuz? Basit bir kadın ilişkisi yakaladınız mı, sizin için her şey biter. Oysa bizim için öyle değil, daha fazlası gereklidir. Kadın olgusuna ulaşabilmek, oldukça zor bir sorundur. Şu anda yaklaşım kadar, siyasi güç haline gelmeyi de gerektiriyor. Siyasi güç haline gelmek, kadın sorununun çözümü yönünden faydalıdır. Geçmişte önemli uygulamalardan biri de kadınların saraylara, haremlere kapatılmasıdır. Köleci ve feodal dönemde bu durum yaşanmaktadır. Kapitalizme baktığımızda -yalnız kadınlar değil- bütün insanların durumu kölecedir, ama kadınlarınki daha fazladır. Kapitalizm bunu daha ince bir tarzda yapıyor. Daha sonra sosyalizm ortaya çıktı. Bütün bunları karşısına alan bir çözüm uyguluyor, bir bağlılık yaratıyor. Bizdeki tablo daha farklı gelişiyor.
Bu sorunu nasıl çözeceğiz? Aldım-sattım ile olmaz, anlaştıkla da olmuyor. Sorunları belirtmek, sadece çözümleme yapmak değildir. Bizim için duygulara büyük bir öz ve içerik kazandırmak çok gereklidir. Buna yetkin gücünüz varsa, “güdülerimiz uyandı” demeden önce, “her türlü gericiliğimizle bağı olan ilişkiye nasıl bir yaklaşım göstereceğiz, nasıl çözüm olacağız” diye düşünmelisiniz. Kadını mücadelenin dışına atmakla, kazanmamakla sorun çözülmez. Birbirimizi bu çözüme uygun dönüştürerek, samimiyet, dostluk, sevgi dünyasına bu temelde ulaştırarak geliştirmeliyiz. Bu konuda kendimi yargılamayı geliştirmek istiyorum. Parti içinde bu konuda kesinlikle baskı olmayacak. Fakat baskı yok diye de kimse bunu istismar etmeyecek; yetkisine, gücüne ve fiziğine dayanarak istismar edemeyecek. O zaman kadınla iyi anlaşırız. Kadın, erkeği biraz daha kabul edilebilecek hale gelir. O zaman aile planlaması, genelev sorunu sorun olmaktan çıkar. Bu konuda başardığımız şudur; kadını ciddiye alıyoruz. Kadın kendisini biraz anlıyor ve tanıyor. Erkeklerin geleneksel baskıcı, ezici yaklaşımlarını frenledik, durdurduk, asla baskı uygulayamazlar. Özde büyük bir dönüşüm yaşamasalar bile, partinin kurallı yaşamı içinde, özellikle toplumda geçerliliği olan yaklaşımları sürdüremezler. Şimdilik daha büyük kazanımları vaat edemeyiz. Durumu fazla umutsuz göstermiyorum. Umutsuzluktan öteye, abartılı olduğunu da sanmıyorum. Özellikle bu aşamada çözüm köklü olmaz. Kadına da doğru bir tanı koymalı, yani çıkışına tam özgür bir ortam sunulmalıdır. Aynı şekilde erkeğe de bir tanı koymalı ve onu da çözüm için sağlam bir yere oturtmalı. Israr etmemeliyiz, anlayışlı olmalıyız.
Önder Apo
Kaynak: Sosyal Devrim Ve Yeni Yaşam