• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Seni Senin Dilinden Yazmak

10 July 2012
in Genel
A A
Share on FacebookShare on Twitter

 

Şevîn Murat Bingöl

 

Dün akşam eski gerilla fotoğraflarına bakmaya cesaret ettim, o fotoğraflarda umudu, sevgiyi yoldaşlığı ve fedakârlığı gördüm. Hüzünlendim, hüznümü içime akıttım. Sonra devam ettim, bir anda senin fotoğrafını gördüm… İşte o an gözyaşlarımı tutamadım. Yıllar sonra ilk defa senin fotoğrafına böyle derinden bakmaya cesaret ettim. O fotoğrafla eski günlere gittim, eski günlerde paylaştığımız o güzel sohbetlere daldım o sohbetler de senin son sözlerini hatırladım. Olur da bana bir şey olursa beni…

 

Bilmem duyar mısınız, bilir misiniz beni ve ben gibi yoldaşlarımı? Bilmem tanır mısınız beni ve benim gibi olan gerillaları. Belki şimdiye kadar kimse yazmadı bizi, yazmaya cesaret etmedi ya da tanıyanlar bizim gibi kahramanlar kervanına katıldılar.

Ama bizler hep bir gün yazılmayı ya da yazılacağımızı düşünmeden edemiyorduk. Birkaç cümleyle de olsa, bir yoldaş ya da sizlerden biri sizlere anı olarak bıraktığımız fotoğraflarımıza bakar da, bizi kaleme alır diye düşünüyor ve tartışıyorduk. Biliyor musunuz, biz gerillalar çoğu zaman yoldaşlar topluluğu içerisinde ölümle dalga geçer gibi derdik ki, acaba şehit düşersek gün gelir bizi kaleme alan olur mu ya da kaleme alırsa acaba ne yazar? Sonra başlardık anlatmaya…

Elbette ki, genel anlamda gerillayı kaleme alanlar, yazan çizenler var. Ama bir gerillayı gerillanın kaleminden ya da dilinden yazan acaba kaç kişi var, diye düşünmeden edemiyorduk, hatta sohbetlerimize konu ederdik.  Sonra derdik ki, bir gün bizi de kaleme alan mutlaka olur. Acaba kim kaleme alır diye düşünmeden de edemiyorduk. Sonra da birbirimize dönüyorduk, sen beni kaleme al diye. Hatta “Söz ver” diyorduk, söz vermenin ağırlığını o an hesaplamadan. Sonra başlardık şunu demeye; yazan kişi bizi tanımadan nasıl yazar, yazmak için tanımak, bizim yaşadıklarımızı yaşamak, bizim geçtiğimiz patikalardan geçmek, bizim su içtiğimiz çeşmelerden ya da ırmaklardan su içmek, bizim gibi terlemek ve dağların o gizemli doruklarında gezmek gerekir. Bunlar olmadan, bunlar yaşanmadan insan nasıl birini ya da bir gerillayı kaleme alabilir ki? Sonra biraz düşünürdük ve derdik ki, insan bir fotoğrafa bakarken de yazabilir. Yeter ki o fotoğrafın içinde kendisini görsün ya da o fotoğraftaki her ne olursa olsun, o fotoğraf olsun ve kalemini kullansın. O fotoğraftaki gerilla olsunlar, akan su olsunlar ya da gerillanın fotoğraf çektiği doğaya baksınlar ve kendini o an oradaymış gibi hissetsinler. Hissederek yazsınlar. O zaman yazabilirler. Sonra başlardım kendimi anlatmaya.

Biliyorum “Bu gerilla kim” diye merak ediyorsunuz. Hemen kendimi tanıtayım. Benim adım Sipan. Arkadaşlarım bana Erzurum Eyaleti’nde (Bingöl kırsalında)Yedisulu ya da Bingöllü Sipan derlerdi. Ben 1993’te özgürlük mücadelesine katıldım. Doğduğum topraklarda özgürlük mücadelesine katıldım. Bandozların o baş eğmeyen asiliğinden etkilendim, Qîr Vadisi’nin derinliklerinde kendimi buldum, Kızılağacın ormanlarında bir gerilla molası verdim, Şevdin ormanlarında korkusuzca savaştım, Dallı tepede semaha durdum, Yedisu’da çocukluğumun hayallerini gerçekleştirme andını içtim. Yayladere’de Star, Sülbüs ve Tari dağlarını selamladım. Sülbüs ve Tari’nin aşkıyla özgürlük aşkımı birleştirdim. Yüzlerce adsız yoldaşımla birlikte gecelerin özgürlük savaşçısı, umudu oldum. Atalarımızın onurlu evladı olma ve onların egemenlere karşı olan isyanının sesi oldum ya da olduk. Halkımızın, çocuklarımızın özgürlük sesi olduk.

Bizler çocukluk hayallerimizi yaşayamadık; bırakmadılar, bırakmak istemediler. Ama bizler gelecek nesillerin bu hayalleri yaşaması için, dalgalanan isyan bayrağı olduk. Bu bayrağı kendi özgürlük aşkımızla, patikalarda döktüğümüz terimizle, amansız savaşımımızla akıttığımız kanlarımızla dalgalandırdık. Bizler çocukluk hayallerimizle büyüyemedik, ama çocukluk hayallerimizi gerçekleştirmenin mücadelesini verdik, verdik ki başka çocuklar kendi çocukluk hayallerini yaşasınlar diye; amansız bir inançla sarıldık mücadelemize. Yeni nesiller kendi öz iradeleriyle büyüsünler ve geleceği özgürlük ırmaklarıyla sulasınlar diye kendimizi feda ettik. Hiç pişman olmadık, pişmanlığı kendine ya da çocukluk hayallerine ihanet olarak algıladık. Asla ihanet etmedik. İhanet cehenneme giden yoldu; kendi cehennemimizi kendi ellerimizle yaratamazdık.

Dağlara yönümüzü verdiğimizde bir baktık ki, atalarımız da bizim için aynı şeyleri düşünmüşler, aynı mücadeleyi canları pahasına vermişler. Bizler onların damarlarında akan kanlarla yoğrulmuşuz, bizlere bel bağlamışlar. O yüzden dört elle sarıldık sevdamıza, sevdamızı özgürlük aşkıyla taçlandırmaya.

Evet, ben Bingöllü Sipan’ım. Sizlere anlatmak istediğim ve anlatamadığım o kadar çok anım var ki? Anlatmama izin vermediler; vermekten korktular. Bizim ismimizden, bizim mücadelemizden korktular. Ben uzun yolların yolcusuydum, yürüdüğüm her patikada binlerce yoldaşımın sevdasını, umudunu, hayallerini ve binlerce güzel anılarını nakşederek yürüdüm. Attığım her adımda onları düşündüm, her nefes alışımda onları damarlarımda akan kanda hissettim, öyle hissettim ki, kimi zaman sessizce ağladım. Geride bıraktığım yoldaşlarımı özlüyordum, özlemleri içimi yakıyordu. Bu özlem öyle bir özlemdi ki, içimi adeta yakıp geçiyordu. Benliğimi, kendimi sorguluyordum. Sorguladıkça yüküm ağırlaşıyordu, sorguladıkça kendimi buluyordum; sonra bakıyordum ki, bir kendim bir de kaybettiğim yoldaşlarım oluyordum. Onları yüreğimin, ruhumun derinliklerinde buluyordum.

Bir gün yine yürüyordum, ay ışığı dolunaydı. Dönüp yanımdaki arkadaşlarıma baktım, onlara bakınca öyle bir ferahladım ki, içime sanki sonsuz bir huzur doldu. Bu huzurdan korkmadım, hiç sorgulamadım. Benim için önemli olan o andı, o an yaşadıklarımdı, o anı yazamazsın, o an anlatılmayı değil yaşamayı gerektiriyordu! İşte o an başladım konuşmaya, “Ayrılık nedir, ayrılık ne anlama geliyor” diye sormaya. Ne ayrılıklar yaşadık, her ayrılık kimi zaman yüreğimize bir hançer gibi saplandı, her saplanan hançerde yaramız kanadı. Kanayan yaramız bizde kaldı. Bazen keşke o anları kaleme alabilseydik diye içimizden geçiriyorduk, ama nafile. Yazamadık, yazmak istemediğimizden değil; hasret, ayrılık, özlem ve sevdalarımız da mücadelemiz gibi büyüktü. Bu büyüklük yüreğimizde kalmalıydı. Ama mücadelemiz bizimle sınırlı kalmamalıydı. Mücadelemiz herkese mal olmalıydı. Eğer bu olursa o zaman sevinçlerimiz, umutlarımız, hayallerimiz, acılarımız ve de ayrılıklarımız birleşecek ve anlam kazanacaktı.

Kim bir gerilla kadar özgür olabilirdi, kim gerilla kadar doğayı iliklerine kadar hissederek yaşayabilirdi ki? Hiç kimse bir gerilla kadar aşkın ve sevdanın anlamını bilemezdi, bir gerilla özgürlük aşkını yüreğine nakşederek nefes alıp veriyor. Bunu anlatmak zor ya da dile getirmek kolay, ama hissetmek, hissederek yazmak…

Gerilla, gerilla her yerdeydi, bazen bir yıldız, bazen zifiri karanlık, bazen yağmur, bazen esen rüzgar, bazen kar tanesi, bazen gök gürültüsü, bazen akan bir nehir, bazen bir dağ, bazen bir bulut, bazen bir çiçek, ağaç ya da bir ırmaktı. Bazen sen bazen de ben oluyordu. Yol oluyor, yolcu oluyordu.

Biz de 1999’da geri çekilme temelinde, yirmi arkadaş yola çıktık. Adımlarımız ilerlemesini bilmiyordu, gözlerimiz geriye doğru bakıyordu. Bizler bu kadar yıla neler sığdırmamıştık ki! Sığdırmak ne kelime, bizler tek yürek tek beden olmuştuk bu topraklarda. Bu topraklarda özgürce soluk almış, bu topraklarda kendimizi bulmuş, bu topraklarda düşmanın bizi yabancılaştırdığını, güven kırılmasını yaşattığını, anlamıştık. Biz de bu topraklarda onların değişmez dedikleri teorilerini yerle bir etmiştik. Onların o teorisini kendi kişiliklerimizde param parça etmiştik. Özgüven olgusunu kendimizde yaratmıştık. Yoldaşlar topluluğu umuda doğru yol almıştık, umut baş kaldırmaya, mücadeleye davetti. Biz o daveti gözümüzü kırpmadan kabul edenlerdendik. Güven bizi birbirimize kenetlemişti. Savaşabileceğimiz bir amacımız vardı.  Emek ve amacın insana neyi öğreteceğini yaşayarak öğrenen özgürlük savaşçılarıydık. Şimdi ayrılıyorduk, başka diyarlara, başka yoldaşları görmeye, başka yerleri, dağları, ırmakları keşfetmeye. Yol uzun ve riskliydi. Uzun geceler atlattık, uzun serüvenler yaşadık, ölümlü pusulardan geçtik ve geçtiğimiz her yerde yeni yüzleri yeni yoldaşları tanıdık. Umudumuza umut kattık. Tekrardan ilerlemeye başladık ve Garzan Eyaleti’ne ulaştık. Sipanê Xelatê ve Xecê’yî selamladık.

Son hatırladığım kuytu bir gecede yürüdüğümdü, ne olduğunu anlayamadım, sadece yoldaşlar topluluğuyla halaya duruyorduk. Uzun yıllardır göremediğimiz yoldaşlarımız içtimaya girmiş ve bizleri gülüşleriyle karşılıyorlardı. İçten bir selam veriyor ve birbirimize sarılıyorduk hem de sımsıkı kopmamacısına. Sonra anladım ki…

Kusura bakmayın yoldaşlar, buluşacağımıza söz vermiştik, buluşup da geçen yılları ve bugünleri yazacağımıza söz vermiştik, olmadı. Biz yazamadık sizler yazın, yazın ki kaybolmayalım, yazın ki tarihe adımız geçsin. Biz tarihe adımızı bırakmak için dağlara adım atmadık, bizler özgür olmak için özgürlüğü bütün insanlığa armağan etmek için dağlara çıktık.

Dün akşam eski gerilla fotoğraflarına bakmaya cesaret ettim, o fotoğraflarda umudu, sevgiyi yoldaşlığı ve fedakârlığı gördüm. Hüzünlendim, hüznümü içime akıttım. Sonra devam ettim, bir anda senin fotoğrafını gördüm… İşte o an gözyaşlarımı tutamadım. Yıllar sonra ilk defa senin fotoğrafına böyle derinden bakmaya cesaret ettim. O fotoğrafla eski günlere gittim, eski günlerde paylaştığımız o güzel sohbetlere daldım o sohbetlerde senin son sözlerini hatırladım. Olur da bana bir şey olursa beni böyle yazın demiştin. Bütün cesaretimi toplayıp seni, senin dilinden yazmaya karar verdim. O güne geri döndüm; sen anlattın ve ben yazdım.

Seni canlandırdım gözlerimde ve o güzel gülüşünü yeniden gördüm. Özledim, hem de çok. Özlemek aynı zamanda hasreti içinde taşıyabilmekmiş. Bunu yaşayarak öğrendim, ama mücadeleme sizlerin umutlarını katarak yol almaya devam ediyorum. Sizler sönmeyen güneşsiniz.

 

 

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk