Sema Yüce’nin mücadelesinde, özellikle Parti içi savaşımında, kısmen Zilan’da da vardır gereken yeterli yaklaşımları bulamıyor. Yani o etrafındakiler de Partili ve doğruları söylüyorlar ama biraz da ideolojik kuruluk temelinde ve çok somut, gerekli olduğu kadar yerine getiremiyorlar. Bu çok genel bir durumdur ve bu saflarımızı da zorluyor ama çok zor bir gerçekleştirme biçimidir. Benim tarzımda bu cevabı iyi yakalıyor. Özgürlükte buluşma olarak değerlendiriliyor. Yalnız bunu taklit etmeniz bir çok çarpıklığa yol açmıştır. Bence bu uyarıdan da yola çıkarak bu taklitçiliğe son vermek gerekiyor.
Nereden bakılırsa bakılısın, erkekte Fikri Baygeldi’deki hem çok değer veriyor, çok seviyor. Dikkat edilirse sevgi, aşk sözcüklerini çok değerli anlamda kullanmıştır. Ve bu kadın yoldaşları da çok iyi incelemiş ve onları özümsemiştir. Öyle cahil birisi değildir. Ulusallık derecesinde görüyor ve bağlanıyor. İşte bizim özlediğimiz bağlılık bu temeldedir. Bunu saflarımızda acaba ne kadar uyguluyorlar. Bir sürü kadın militan var aslında. Onları ne kadar inceliyorlar, somutta olduğu gibi değerlendiriyorlar. Erkek kişiliklerinin de bu yönlü çok önemli görevleri var.
Burada Zilan ve Sema Serhıldan kişiliğinde ucuz bir kadın olmak istemiyorlar. Diyor ki; “başlangıçta ‘kadın düşürücüdür’ sözünü büyük bir rahatsızlıkla karşıladım ve asla böyle bir kadın olmayacağıma o zaman karar vermiştim. Ne düşen, ne de düşürülen bir kadın olmamaya çok büyük bir çaba harcadım” diyor ve sonuna kadar bununu savaşımıyla yürüyor. Aslında şeyden de vazgeçmiyor. Oradaki yoldaşlarla bir sevgi paylaşımını doğru temelde, biraz sanırım bizim gerçekleştirmek istediğimiz temelde gerçekleştirmek istiyor. Yanıt alamayınca iki duygu arasında eziliyor; bir doğru sevgiye ulaşamama, bir de yanlış anlaşılma. Bu şiddetli kırılmalara, acılara yol acıyor ve karşı taraf bunu anlamıyor. Hep ideolojik doğruları dayatma adı altında, kuru, anlama derinliği olmayan bir yönetim, bir merkez dayatıyor. Onun için diyor; orada iki merkez olmaz. Sanırım bunu kastetmek istiyor. Merkez tektir, güneş tektir. Sonuca buradan gidiyor ve biraz da hatasının telafisi söz konusu burada. Neden bölme kişilik şahsında bir merkez gördü ona özeleştiridir. Son şehidin bunu dile getirmesi ve zaten bir iki cümle sonra kökten kopuştan bahsediliyor. Bu anlayışta onu belirtmesi önemlidir. Bireysel, keyfi kişiler seçme, merkezler seçme, Partiyi kişilerin şahsında tanıma, burada şiddetle onu mahkum ediyor ve kendisine de son bir noktayı koyuyor. Bu çok çarpıcı.
Sadece büyük sözler değil, büyük eylemlerdir
Önderlik olayındaki gerçekleşen özgürlük, bütünüyle ilkesi ve uygulamalarıyla güneş kadardır. Katılmamız gerekir gibi bir kesin sonuç var. Zilan’da daha teorik, daha ilkeli iken, Sema’da daha sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var. Fikri’de de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair çok duyarlı, anlamlı yanıt var. Zaten kendisi de söylüyor. Bunlar büyük gerçekleşmelerdir. Sadece büyük sözler değil, büyük eylemlerdir.
Bize düşen bunun ne kadar gerçekleştirilebileceği sorunudur. Sizlere de bir halk olarak, bir Partili olarak, bir kadın olarak vasiyetleri var. Ama en çok da bana. Kendilerini adamaktan bahsediyor, o zaman ben kendi gücümü bunun için kullanacağım. Sınırsız adamaya karşı, sınırsız bir yanıt olabiliyor, oluyor da. Yani hem erkekten, hem kadından kendi devrimcilerinle kendi savaş ustalığında yaşamda özgürlük düzeyini gerçekleştirme ustalığında neler yapabilirim? Bu da biraz bana kalıyor. Dogmatik bağlanmamak gerekir. Zaten bu vasiyetlerin içinde var. Çok somut olmak gerektiği yine dile getiriliyor. Çok sahte özeleştiri dilinin kullanılmaması gerektiğini söylüyorlar. Bu da çok çarpıcı.
Çok büyük yaşam isteği, çok büyük eylem isteği var ve gerçekleşiyor. Çok büyük yaşam isteği, yaşamı çok büyük sevmekten, aşk düzeyinde ve ondan bahsediyorlar. Ama o da işte olmuyor. İlkesi olmadan, örgütsel çabaları olmadan bu büyük yaşam gerçekleşemez. Ben o halde deli değilim. Neden bu kadar örgütsel olabiliyorum. Milyonları bile şahsında her tür fedakarlığa yatırabilecek kadar uygulayabiliyorum. İşte örgütsel gücümle. Çok küçümsediğimiz, hep sıkıldığınız örgüt ilişkileriyle oluyor. Büyük yaşamın başka bir yöntemi yoktur. Sizin bütün yaptıklarınız örgüt gücünü dağıtarak bir yaşama ulaşmak, bu düşmanın ezeli uyguladığı “sen köle kalmaya mahkumsun” ilkesine göre yaşamak. Çünkü güçsüzleşenin, güçlü büyük yaşamı olamaz. Hanginiz burada kalksanız, burada ağır bir cezayla çarptırılsanız birisinin yüreği “ah” bile demez. Çünkü örgütsüzsünüz.
Örgütlülük; yoldaşlarınızla kurduğunuz ilkeli bir bağlılıktır. Buna sevgiyi de, duyguyu da katmalıyız. Ama ilkeli olmak esastır. İlkelilik nedir? İlkelilik; bir savaş için gerekli olan bütün örgütsel bağları, yani köprüleri kurmaktır. Yok! Hazır örgütü bile dağıtmak en çok hoşlandığımız işlerdir. Demek ki, büyük özgür yaşam için en çok gerekli olan önderlikte kendini ifade eder. Örgütselliğin, yani yoldaşlarla halkla bağlaşmasının, ilkeli çok örgütlü biçimini kişide yakalamak. Herkesin biraz değer verebileceği, aslında güneş parlıyor, bizi sonuna kadar temsil eder, akıllıdır, yaptığı işin bilinci, gücündedir. Bunun dışında birey seviyeli, saygılı, sevgili bir yaşamın başka yolu yoktur. Örgüt yetkilerini gasp ederek, örgütün kuru tüzük esaslarına dayanarak, hatta hatta biraz da gözü kara kendi köhnemiş güdülerini dayatarak, bırakalım büyük bir yaşamın sahibi olmayı, büyük emekle hazırladığımız özgür yaşam olanaklarını yerle bir eder. Hele bir de buna hammalvari veya güdüler sınırına inmiş böyle ne verirsen ona razı, yaşam adına bir kırıntı da bulsa razı bir kimlikle büyük yaşam talebine asla ulaşılamaz, layık olunamaz. Bunlar da yetmiyor.
Bunlar işin asgari olması veya olmaması gereken hususları iken, büyük yaşam aynı zamanda güzel geliştirilmesi gereken yaşamdır. Güzel yaşamın büyük, kutsal ilkeleri kadar onun gergef işlemesi gibi ilmik ilmik dokunması gereği vardır. Gözle, davranışlarla her şeyin estetik, yani güzellik sınırlarında yürütülmesi gerekir. Büyük yaşamın özü örgütse, örgütlülük düzeyiyse, bunun elbisesi de güzel nakışlardır veya böyle bir dokumayı gerektirir. Nedir bunlar da? Dildir, davranış güzelliği. Böyle olunmadan büyük sayılır, sevilir bir yaşamın sahibi olunamaz. Hayret ettiğim nokta; neden bugüne kadar düşünemediniz? Ve çok sevmek ve sevilmek istiyorsunuz, ama gereklerine de bu kadar ters davranıyorsunuz. Neden? Bugünde en çok sorgulamanız gereken yönünüz budur. Bu yoldaşların bana kendilerini büyük adaması acaba boşuna mı dersiniz. Değil! Ben onlardan daha fazla, eskiden beri adamıştım. Onların ki bir yanıttır. Nasıl adadım kendimi? Bunu açtım da herhalde, bugün dolayısıyla biraz daha açmakta yarar var.
Genel geçer ölçülerle ne beğenirim, ne de kendimi beğendirtirim. Ama çok eskiden beri hem bana hakim olan bir duygu, hem de giderek kişilik pratiği olarak geliştirdiğim husus, özgür veya özgürleşmesi gereken bir kadın kişiliğine göre nasıl kendimi anlamsız müthiş yaparım? Bu yoldaşların aslında biraz dile getirdikleri benim bu çabalarımla olmuştur. Daha ben çocukken bizim erkeklerimizin kendilerini beğendirme ölçülerini halen hatırlıyorum. İsim düzeyinde bile bazıları aklımda. Ceplerinde o yuvarlak küçük bir aynaları vardı, bir de tarakları vardı, ikide bir açar, böyle saçlarını tararlardı. Bunun pek fazla bir çekicilik yaratacağına o zamandan beri inanmadım. Ama o güne göre ölçüler bunlardı. Kadının da bundan farklı değil.
Bazıları halen benim bir sırrım olarak
Şüphesiz kendini bir insan olarak, yalnız kadına değil, halka da beğendirmek için akıl almaz bir savaşım yürüttüğüm biliniyor. Ve her düzeydeki bir savaştır. Her boyutta, tek boyut da değil. Çok yönlü ustalıkla işlenmiş bir yaşamdı. Bazıları halen benim bir sırrım olarak değerlendirmek istiyorlar, ama öyle değil. Emekle kendimi hazırladım. En büyük eleştirilen benim Kürt halk gerçeğinde, genelde de, ama giderek en maruzlarımızın bile bize öykünmekten geri durmadıkları, hatta düşmanımızın da oldukça saygılı olmaya çalıştığını biliyorum. Ve halkımızın da derinden bir bağlılığı, onun büyük bir boşluğunu, zihinsel ruhsal açlığını büyük gidermenin büyük ustalığını göstermekle bağlı.
Şimdi kadın söz konusu olduğunda bu biraz daha derinleştirilmiş. Özgün bir kişiliği gerektiriyor. Çok değişik bir kadın kazanım dilim vardır. Hem kültürü, hem pratiği aslında oldukça kapsamlıdır. Sanmıyorum içinizde bu konuda biraz araştırmak isteyenler olsun. Bu yoldaşlar, bunu biraz Partiyle olan yoldaşlar olduğu için söylüyorum bu çok kendi içinde eleştirisel, savaşsaldır. Halen de sürdürüyorum. Benim için beğenmek ve beğenilmek bitmiş bir savaş değildir. Bunun için de ilkeler giderek tanrısal sınırlara kadar da dayanır. Tarihin ilk dönemlerine kadar, geleceği de kuşatır. Hoşlandığım bir savaş türü.
Erkek tarih boyunca bir silahı iyi kullanır, onun hoşuna da gider. Erkek egemenlikli çirkin anlayış dediğimiz de bu. Kadının zayıflıklarını kadına karşı bir silah olarak kullanır. Ben bunda hep çirkinlik gördüm. Hep böyle başından beri herhangi bir öğretiyi okumadan önce derinlikte bile böyle kadının zayıflıklarını, erkeklerin tek yönünü değerlendirmelerini, kendilerine avantaj çıkarmalarını kesinlikle kendi gururuma yakıştırmadım. Farklı olma gerektiği kararını o zaman verdim. Kadınların alıştırılmış olduğunu erkek olmamayı daha o günlerde kafama koydum. Bu nedenle anam, bana göre ve benim kadına göre fazla bir kişilik olamayacağımı dile getiriyordu. Yani ne bu kadına göredir, ne de kadın buna göredir. “Bizim oğlan akranları gibi olamayacak. Yani evele oğlum aile sahibi olamayacak” anlamında endişeleri vardı. Aslında çok ahım şahım bir kişilik olduğumu söyleyemem, ama toplumun bütün bireylerinin, kadın ve erkeklerinin rahatlıkla içine girdikleri yaşam benim için Kaf dağına, Ağrı dağına çıkmak kadar zor geliyor. Ben sizi esas alamam. Ben böyle olamam diyordum. Ve bu beni hep arayışlara itti.
Hemen şunu da belirteyim ki kadından uzak durmak kadar ilgi yüksekliği de at başıydı. Feodal, dini ideolojiye göre Fatma’nın günahkarlığını halen çok iyi hatırlıyorum. Gerektiğinde 300 metre mesafeden bakmak, ama diğer yandan da daha gizli duygularla da. Neden böyle oluyor? Neden şu kızı şu erkek istiyor? Şu adam şu kızı şöyle oldu, bunlar böyle olmamalı gibi değişik duygular altında da kalıyordu. O günün düzeyi böyleydi. Bunlar devam etti. Bu ortaokulda, liselerde değişik aile ve sınıflardan gelen kızlar benim için ulaşılması da çok zor, benim de onlara ulaşmayı kabul etmem çok zordu. Başkaları için çok rahat olan bir iki sözcük konuşmayı bile benim gerçekleştirdiğimi düşünemiyorum. Bu üniversiteye kadar da devam etti, son sınıfa kadar. Ankara gibi bir merkezde bu gücü ne gösterdi? Kendimi de oldukça iyi sakladım. Kadına bu düzeyde verdiğim şey vardı, değer var. Bu daha doğrusudur. Yanı başımdakileri çok gözü kara, çok rahat kendilerini herhalde düşürdükleri de desem doğru olur, benim için yine umutlarımı yitirmeden bir yaklaşımı elde ediyordum. Daha bu Partiye başlamadan önce kadın gerçeği şahsında bir yurtseverlik duygusunu yakaladığımı veya bir yurtseverlik duygusunun gerekli olduğunun sonuç olarak kendime belirttim. Yani sevebilmenin bir şartının yurtseverlikle bağlantılı olması gerekir. O kadar.
Daha sonra böyle Partileşmeyle birlikte kadınla işe başlamam da var. Biraz güçlendiğim bir süreçtir. ama gerçekten en zorlandığımız bir süreç. Bunun hikayesi çok işlenmişti açmayacağım. Halen o ilişkiye yönelmemin içinde yurtseverlik var, sosyalizm var, hesaplaşma var. Büyük bir cesaret, fakat böyle kapsanamaz. Sonuçları biliniyor. Devletle savaşa kadar götürdü. Öyle kadın savaşı nedir derseniz her attığım bir ilişki beni TC ile en büyük bir savaşa kadar sürükledi. Bu savaşın sonuçları özellikle 76’dan 86’ya kadar çok iç içe, adeta cephe savaşı gibi, daha sonraki yıllarda cephe gerisinde yürütülen savaşlardır. Sizin bu savaşları sıradan basit vermenize şaşırıyorum. Herhalde diğer savaşları da büyük vermeyişinizin bir nedeni de budur.
İncelemenize açmıştım bu süreçleri, bu yoldaşlarımız sanırım biraz incelemişlerdir. Ve gerçekten bu özellikle ruhsal iradeyi ayakta tutma, özgürlük ruhunu satmama, kadın konusunda genel geçer ölçülerle yetinmeme, ne kendini kullanma, ne de kullandırtma gibi bir duruma yer vermeme. İçinde bambaşka bir sürü şey var. En önemlisi de devletin kendisi var. Şunu da hiçbir zaman unutmayın. Kadın erkek ilişkilerinde, bu ilişkilerin merkezinde, kalbinde devlet vardır. Şahadetlerimiz dolayısıyla bu büyük gerçeği ifade etmem gerekir. Devlet sızmıştır, yani düşman sızmıştır. Bunun bilinçli bir ajanlıkla alakası yok. Objektif olarak devletin en iyi sindiği, sızdığı noktadır. Buradaki devleti göremeyen hem de görülmesi gerçekten büyük bir anlayış ve duygu gücü istiyor bu savaşta herhangi tutarlı bir başarıya gidemez. Ben biraz el yordamıyla, biraz daha baskın çıkan yurtseverlik, Partisellik görevlerimle kendimi yenilmekten alıkoydum. Farkımız burada. Yenilmekten alıkoyduğum gibi biraz da devleti yenmeye çalıştım.
Şimdi devleti yenmek sadece kaba istihbaratını, polisini, JİTEM’ini bilmem MİT’ini, Özel savaş birliklerini atlatmak değildir. Daha fazla güç istiyor. Duygu yükü, ilişki tarzı onu yenmekten daha zor. Bir alışkanlığı yenmek kurulmuş bir savaş düzenini yenmekten bildiğiniz gibi çok daha zor. Einstein bile “Bir alışkanlığı yenmek atomu parçalamaktan daha zordur” diyor. Burada bunlar var. Kendi alışkanlıklarımı yenmek. Herhalde en zor savaşlardan biridir. Kendi erkekliğini yenme en ilginci de bu! Ve bende genelde bir Kürt erkeği olduğuma göre bazı özelliklerini mutlaka kapmışım, o erkeği yenmek herhalde gerçekten atomu parçalamaktan daha zor. Nasıl yendim? Kendimi sorgulamam gerekiyor. Sorardım; eğer sizin böyle bir kadınla ilişkiniz olsaydı ne yapardınız? En zavallı çoban erkeğimiz bile diyor ben anında şöyle bellerdim. Oysa giderek ünü, adı yayılan bir örgüt, bir hareket önderliği. Bir çoban kadar bile düşürülmedi. Burada büyük bir farklılaşma var, ayrışma var. Hakim erkeklik dünyasından kopuyorum. Büyük oranda darbelerle, vura vura, vurula vurula duyguda, düşüncede, örgütlenmede, ama yenik düşmüyorum. Ve daha sonra bir özgürlük alanı kazanıyorum. Gerçekten bu savaş belli bir aşamaya geldikten sonra, büyük oranda TC ölümcül bir darbe almıştı. Köleleştirici bir çok ilişki öldürücü bir darbe yemişti. Savaşmayan erkek öldürücü bir darbe yemişti…
Önder Apo
30 Haziran 1998
Devam Edecek