Tam yeni yılda, Dersim’e bağlı Tahtı Halil köyünde 1958 yılında dünyaya gelmişim. Ben doğduğumda babam askerdeymiş. İzine geldiği Şubat ayında beni nüfusa kaydettiriyor! Bu yüzden resmi doğum günüm 12 Şubat 1958’dir. Zemheride doğmak acaba ayrı bir şans mı? Ben en iyisi şansa buradan başlayarak inanayım. Yeni yılda ve kışın tam ortasında, çok karlı bir coğrafyada doğmak şanstır bence.
Annem ve babam Dersim katliamının çocukları. O yıllarda doğmuşlar.Babam, katliam sonrasında yaşanan baskıları, zorlukları hala hatırlar ve anlatırdı. Katliam yıllarında annem kundaktadır. Ninem, gelinleri, diğer çocukları, torunlarıyla birlikte Munzur kıyılarına yakın sık bir ormanlık alanda saklanırlar. Ninem çocuklarını emzirmeye bile fırsat bulamaz. Annem açlıktan ağlar. Onun sesi yerlerini deşifre eder korkusu ile dayım annemi kundaklı haliyle Munzur’a atmak ister. Munzur suyunun hemen karşısında yeni yapılmış bir araba yolu geçmektedir. Askeri araçlar sık sık buradan geçtikleri, hatta durup konakladıkları için ağlama sesinin duyulma ihtimali yüksektir. Bu yüzden dayım annemi ninemin kucağından alarak suya atmak ister. Fakat ninem çığlık atarak dayımın elinden annemi alır ve üzerine kapaklanır. 1938 Dersim katliamı ’40’lardan sonraya kadar uzar. ’40’lı, ’45’li yıllarda hala köyler basılıyor… İlkokula kaydımı yaptırmaya gittiğimde şehri görmüştüm. İlkokul birinci sınıfı köyden şehre gidip gelerek okudum. Yazları Harçik çayını geçerek gider gelirdik. Türkçeyi öğrenmemiz başlı başına bir işkenceydi. Annemin yirmi yıl sonra yüzüme vurduğu acı bir gerçekliğin de başlangıcıydı bu. “Kürtlükten utanma!..”
Çocukluğumuza adeta isyan ekiliyordu. Yaşananlar, gelişmeler düşünce ve duygu dünyamızı alt üst ediyordu, etkiliyordu.Devlet, Dersimli için 38’di. Orada tanımıştı! Bunun da anlamı: Katliam, vahşice baskılar, sürgünlerdi.Devrimci kadın beni en çok etkileyen şey oldu.Devrimcilik, yaşamın tümünü adamaktı. Öğrendiğimiz en yalın gerçek buydu: Canını ortaya koyma, gücünü, yeteneğini harekete geçirme ve hizmete sokma!. Başkalarının sahip çıktığı, yaşanılası bütün yanlarını kuruttuğu bir ülkeyi sahiplenme kavgasında yer almak büyük bir mutluluk veriyordu, gururlanıyordum. En iyi tartışacağımız yer okuldu. O potansiyelin kendisi en ateşli kavga zeminiydi. Arkadaşlar zaman zaman uyarıyor… “Tartışmalarda daha olgun, bilimselliği temel alarak tartışın” derlerdi… Ulusal Sorun, Sömürgeler Sorunu, UKK Tayin Hakkı, Leninizmin İlkeleri vb. klasiklerden de yararlanıyorduk.
Parti, partileşme üzerine yoğunlaşma, tartışma ve çalışmalarımız kendi içinde sürüyordu. Bir gün Başkan, Cemil arkadaş, Kesire ve ben bir taksiye bindik. Cemil arkadaş önde, arka tarafta Başkan, ortada Kesire ve sol tarafında da ben varım.Lice’nin Fis köyüne geldik. Dört yolun hemen yan kısmında, ana caddenin sağında, bol bahçeli bir köy. Gittiğimiz ev dıştan büyük görünüyor. Zengin ya da varlıklı birinin konağını andırıyor. Çok dikkatli gidiyoruz. Etraf son kez kontrol ediliyor. Ev biraz tenhalık yerde, diğer köylüler fazla fark etmiyor. Havanın karanlık oluşu da avantaj sağlıyor. Topraktan eve giriyoruz. Bir salon, iki odası var.. Salonda kuzine yanıyor, Sıcak. Ev sahipleri evi boşaltmış, geçici olarak başka evlerde kalıyorlar. Sadece yemek getiriyorlar.Müthiş heyecan verici, sessiz ama büyük sevinç duyuyorum. “Herhalde önemli bir toplantı olacak, bu kadar arkadaş toplanmazdı yoksa” diyorum.Sabah Kuruluş Kongresi resmi olarak başlıyor. Odanın dört tarafı tahta sedirdendi. Yerleştiği kadar arkadaşlar oturmuş, kalanlar da yerde oturmuşlardı. Hayri arkadaş ve Başkan’ın oturduğu yere küçük bir masa da konulmuştu. Başkanın açılış konuşmasıyla başladı. Daha önce kaldığımız alanlarda okuduğumuz program taslağı, “Doğru Yolu Kavrayalım,” bazı notlar ve kağıtlar vardı.Bazı bölgelerin raporlarında çalışma biçiminden de söz edilmişti. Bunun üzerine bende Elazığ’daki çalışmalarımıza ilişkin bazı sınırlı düşüncelerimi belirttim. Yanı sıra genelde kadına yaklaşımdaki yetersizliğe dikkat çekim. Arkadaşların en yakınlarını (eşlerini, kardeşlerini Vb.) bile devrimcileştirmede Parti, partileşme üzerine yoğunlaşma, tartışma ve çalışmalarımız kendi içinde sürüyordu. Gerekli çabayı göstermediklerini, ilah ta bir kadın yoldaşın gelip onları örgütlemesini beklediklerini ve özellikle bunun öncü kadro arkadaşlarda yaşanmasının şaşırtıcı ve yanlış olduğunu belirtiyorum.Toplantı iki gün sürdü.
Yaşamın hiçbir yanı bana yabancı gelmiyordu, ona yetmesem de! Yaşam karşısında ezilip-büzülmüyor, seviyordum, sanki başka bir yaşam yaşamamışım, hep böyle yaşamışım ya da yeniden doğmuşum gibi..Kürdistan’ın güzelliklerini adım adım özlemle izlemek, yaşamak vatan-ulus kavramlarını daha da anlamlılaştırıyordu. Kuzey’deki yoksulluk, yaşamın her anına alanına yansıyan ezilmişlik, fukaralık yer yer gözlerimi yaşartıyor, yüreğimi kanatıyordu. Malazgirt’te bir gece kaldığımız evin o yoksul hali bir halkın yaşadıklarıydı, onun en sıradan yanıydı. Bir köşede inek, diğer köşede evin küçükleri ve kadınlarıyla birlikte yatmıştık. Pencere naylonluydu.
7 Mayıs ‘79 sabahı, ortalık sessiz… Çevre caddelerde arabalar seyrek çalışıyor. “1800 Evler”e giden yolda sadece biz vardık. Yani baskına gelen polis arabaları dışında başka araç yoktu. Düşmana gafil avlandık! Cezaevinde örgütsel değerleri koruma, onlara zarar getirecek herşeyden sakınma, düşmanın her türlü yönelimi karşısında iradeyi, inancı ayakta tutma, bunların hepsi müthiş bir savaştı aynı zamanda. Üstelik en eşitsiz koşullarda gelişiyordu bu savaş. Düşman her türlü tekniği, her türlü aracı kullanacak ve sen devrimci iradenle, inancınla bu savaşı yürüteceksin. İçerde ve dışarıda uygulanan vahşet, ülkede belli bir örgütsel dağılmayı, kitlelerde sindirilmeyi ve korkuyu geliştirmiş olsa da Parti’nin yurt dışşı çalışmaları için taşınan umut hep canlı kaldı. Cuntanın dördüncü yılı. Faşist generaller çetesi üç yıl biçmişti herşeye. Üç yıllık programlarından sonra ‘demokrasi’ye geçme planını uygulayacaklardı. ‘83’te kurdurulan Özal hükümeti faşist cuntanın sivil yüzüydü ve herşey bitirilememişti. Türkiye devrimcidemokratik cephesinde sol gruplar önemli darbeler almışlardı. Bir çok grubun önder, öncü kadrosu tutsak edilmişti. İdamlar gerçekleştirilmişti. Türkiye’de de cezaevi direnişi sürüyordu. Mamak baştan düşürülmüştü. Esat orayı “dize getirdikten sonra” Diyarbakır’a gelmişti. Ama ‘82 büyük direnişinden sonra kendisi kaçmıştı. Yani başaramamıştı, istediği biçimde dize getirememişti Amed’i.Düşmanla PKK arasındddaki bir savaştı bu ve bütün teknik üstünlüğe rağmen, zafer PKK’nin olmuştu. “BAŞARDIK” denilen şey çok önemliydi.
‘84 Ocak direnişinden sonra koğuşlara televizyon verilmişti. Kendi paramızla almıştık. İstemler içinde radyo, TV, gazzete vb. iletişim araçları da vardı. 15 Ağustos’ta akşam TV haberlerinde, “Aralarında kadınların da olduğu bir grup terörist Eruh ve Şemdinli ilçelerimizi bastı…Devlet kuruluşlarını roketlerle, otomatik silahlarla tarayan teröristler bindikleri araçlarla uzaklaştılar…”. O an sevinç tufanı kopmuştu sanki. Kimse haberlerin devamını dinlemiyor. Zılgıtlar, halaylar birbirine karışmış. Yan koğuşlarda da hareketlilik var. Belli ki herkes halay çekiyordu. Islık sesleri geliyor. Tanrım bu günleri görmek, duymak ne güzeldi! “Arkadaşlar söylemişti tabii. Gruplar ülkede hazırlık yapmıştı, bunun içindi. Daha da gelişecek mücadele. Demek ki başladı silahlı mücadele. Gerilla bir kez başlarsa tamamdır” diyoruz.Bir bayram gibi. Artık ölüm de gelse, dünyanın işkenceleri de gelse gam yemem. Bugünleri duymak sevinci de insanı öldürebilir. Böylesi ölümler gelsin bulsun insanı. Böylesi sevinçli anlarda ilk aklımıza gelen yine Mazlumlar, Hayriler, Pirler oluyor. Ne olurdu bugünleri onlar da görseydi.Tarih 26 Aralık 1990’ı gösteriyorken cezaevi müdürü bana “Haydi gözün aydın! Biz senden, sen de bizden kurtuldun” dedi. Çanakkale zindanından çıktım.
Zindandan çıktıktan beş ay sonra Suriye’ye ulaştım. Kalbim duracak gibi. Kapı açılıyor ve karşımda Başkan. Kucaklıyor…Kucaklıyorum…Bir gerçekti. Yıllarca hayal ettiğim, hiçbir zaman da umudumu yitirmediğim, hep “Karşılaşacağım, Başkan’ı göreceğim, o büyüklüğünü kucaklayacağım” dediğim an gelmişti. Ama bütün o yoldaşların “Bizim yerimize de kucakla, alnından, gözlerinden öp” sözlerini tek tek değil, bir kucaklayışta yerine getirebildim ancak. Hepsinin yerineydi, hepsinin özlemiydi, sevgisiydi. Arada “İnanamıyorum” diyorsam da herşeyiyle bir gerçekti. Başkan’ı en son Fis Kongresi’nde görmüştüm. Onüç yıl olmuştu. Araya giren zindan yıllarından sonra keefenleri yırta yırta yaşam kaynağımın en güzel yanına ulaşmıştım. Geçen sürede çok şey değişmişti ve bunu adım adım, düşe kalka, çelişkilerle boğuşa boğuşa öğrenecektim.
Kızıştıran kamçılayan, alevlendiren o kadar çok şey vardı ki, ama benim de uğruna herşeyi göze aldığım, bağlandığım, inandığım ve onlarca ihanet yanıbaşımda türese de asla beni yolumdan saptırmayacakları büyük, yüce KAVGAM vardı. Ölüm kaç kez yanımda, yakkkınımdaydı, kaç kez yakalamıştım bilemiyorum. Zor değildi aslında, ben de hazırdım. Ben ölümden değil, ölüm benden korkmuştu. Belki de anlaşmıştık. “Kürdistan’ın bağımsızlığını görmeden ölmeyeceğim” diyordum. Bir inattı, ölüme meydan okumaydı aslında. Ama tabii günlük olarak belki yüzlerce kez ölüme yatırmıştık kendimizi, ondan sakındığımız da yoktu. O belalı ölümdü, belki de onun için yakalamadı. Yerinde ölmek en güzeli… Bir keresinde Başkan “Haydi Sakine, sen dağları seviyorsun. Dağlara vura vura bütünleşirsin…”demişti. Başkan’ın elleri uzun süre havada sallanıyordu. Bir kez daha APO’culuğun gururunu yaşadım. Ne güzeldi o an başka hiçbir şey düşünmedenn, varsaymadan APO’culuğu kucaklamak! Yaşam buydu, KAVGA buydu! KAVGA aşkının güzelliği buradaydı. Herkesi, her yoldaşı herkesten bol sevdiğime inanıyorum. Hatta bu konuda ölçüm yok, insanları, hele yoldaşların hepsini yüreğime koyacak kadar sevgi duygu dünyam var.
Özlemle hep seni yükledim
Ondandır ağır bir yük gibi oturmuş yüreğime
Uzaklık bir adım ötesiyken kavgamın
Özlemin zaman ve mekan denkleminde
En yakınıma mesken kurdun
Ben uzaklaştıkça
Mekânsal duraklarda,
Sen bütün zamanlarımın
Özlenen belası oldun
Kavgalarım
Zamanı koşturan
Bitimsiz sevdalarım oldu
Soluksuz kavgalarımla koşuyorum
Zamanı yakalayıncaya dek…
‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ kitabından derlenmiştir