Jiyan LAVA
Kapitalist modernite güçleri uzun yıllardır Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışıyorlar. Aynı batılı egemen güçler Ortadoğu ülkelerin de kendi çıkar politikalarını halklara karşı en acımasız ve baskıcı tarzda dayatacak hükümetler ve rejimler yarattı. Bu batılı egemen güçler Ortadoğu’ya dönük bu savaş politikalarıyla hem Ortadoğu’nun tüm kaynaklarından yararlanıyor hem de hem de kâra dayalı kapitalist sistemlerine karşı tehlike oluşturmayacak ve denetiminden çıkmayacak bir Ortadoğu oluşturma çabasındalar. Kapitalist güçlerin tüm çabası Ortadoğu kaynaklarını kendi tekeline almaya yöneliktir.
Kapitalist modernitenin kendi eliyle yarattığı ve desteklediği rejimler artık kendi sömürü sistemi için yetersiz hale gelince, Ortadoğu işgalinde kullanılacak yeni güçlere, daha fazla kâra ve sömürüye el verecek yeni bir konsepte ihtiyaç duydular. Körfez savaşıyla birlikte başlayan Ortadoğu müdahalesi 2001 yılında Afganistan, 2003 yılında Irak ve son olarak 2010 yılı ile beraber Suriye ile devam etti. 25 Mart 2011 yılında başlayan Suriye müdahalesi diğer müdahaleler gibi olmadı tabi. Bu batılı güçler Suriye’de bu müdahale sürecini hızlandırmak istedi ancak bu süreç dört yıla yakındır tüm yakıcılığıyla devam ediyor. Elbette bunun nedeni Suriye’nin Ortadoğu’da jeopolitik ve stratejik konumunun bazı Ortadoğu ülkelerine nazaran daha belirleyici olmasındandır. Suriye düşerse, İran ve diğer ülkelerin de mevcut sistemleriyle kendi varlıklarını devam ettiremeyeceği gerçeği, bu savaşın uzun sürmesine neden oluşturuyor.
Ortadoğu’da kapitalist modernitenin yarattığı statüko parçalanırken, yerine bir başka sistemin ikame edilmesinin hiç de öyle kolay olmadığı bir kaos halinden çok açık bir şekilde görülmektedir. Bin yılların geleneğin, halklar mozaiğinin, farklı inanç ve mezheplerin göz ardı edilmesinin ne kadar ağır sorunlara yol açtığı, hatta bunlara rağmen oluşturulan sistemlerin ne kadar başarısız olduğu yıkılan ulus- devlet rejimlerinden, savaş ve çatışmalardan anlaşılıyor. Egemen sistemler ne dün Saddam’ı, Esad’ı, Mübarek’i desteklerken, ne de bugünkü politikalarıyla Ortadoğu topraklarına istikrar ve barış getirdi. Zaten böyle bir niyetleri ve amaçları da hiçbir zaman olmamıştır. Tek amaçları daha fazla kâr, sermaye kazanmaktır. Halkların birbirini boğazlaması, mezhep-din ve etnik çatışmalar ancak kapitalizmin ekmeğine yağ sürmesi ve zamanı geldiğinde kendini barış havarisi ilan etmesi için bilinçli oluşturduğu politikalar dışında bir şey değildir. Sorunların kaynağıyken barış ve istikrar söylemleriyle Ortadoğu topraklarına giren kapitalist batılı güçler Ortadoğu halklarına bu söylemlerin aksine savaş, kan, yıkım, ölüm, yoksulluk, açlık, tecavüz ve ölümden başka hiçbir şey getirmedi.
Tüm bunlara karşı Ortadoğu halkı, direnişini başkaldırı ve bu sistemsel saldırılara karşı kendi demokratik iradesini ayaklanmalarla, alanlarda sesini yükselterek gösterdi. Önder Abdullah Öcalan bunu,“Ortadoğu’da halkların baharı” olarak tanımlarken Suriye’deki demokratik halk güçlerinin direnişinde Kürtler temel bir aktör olarak öne öncülük etti ve Rojava devrimiyle birlikte kendi demokratik iradesini açığa çıkardı. Ağır bedellerle verilen uzun soluklu mücadele ve kazanılan özgürlük-örgütlülük bilinci, Kürt halkını bölgenin en temel değişim iradesi haline getirdi. 19 Temmuz 2012 yılında gerçekleşen Rojava devrimi bu mücadele deneyimi, kazanılan örgütlenme, mücadele bilinci ve mirası üzerinden gelişti.
Kürtler dış bir müdahalenin ve Baas Rejiminin çözüm olamayacağını bilincinde olarak üçüncü bir çizgi olarak halkların öz iradesine dayalı demokratik mücadeleyi esas aldı. Temel mücadele yaklaşımını, stratejisini bunun üzerinden belirledi. Rojava’da yaşanan gelişmeler özgürlük mücadelesinin yarattığı mirasın sonucudur. Uzun yıllar önemli bir mücadele yürütüldü ve ağır bedeller ödendi. Önderliğimizin ve Rojava halkının uzun yıllardır verdiği emeğin meyvesi olan 19 Temmuz devrimi Kobanî’den başlayarak, Afrîn, Derîk olmak üzere tüm Rojava Kürdistan’ına yayıldı. İlk defa Rojava Kürdistan’ında Kürt halkı ulus-devlet sistemine ve bu sistemin yarattığı imhacı-inkarcı, soykırımcı politikalarına karşı başkaldırarak, demokratik ulustan yana tavrını ortaya koymuştur. Demokratik ulus zihniyetini ifade eden demokratik özerklik sistemi, ilk kez halkın kendi iradesi ve mücadelesiyle açığa çıktı, görünür kılındı ve Ortadoğu halkları için alternatif bir sistemin mümkün olabileceğini gösterdi. Öz yönetim gücüne kavuşan halk kendi sistemini ve yaşamını kurarak, özgürce yaşanılabileceğini ve bu sistemi yine öz gücüyle koruyabileceğinin büyük bir emek, çaba ve fedakarlıkla gösterdi.
Rojava devriminin tüm Kürt partilerince sahiplenilmesi gerekirken, bazı Kürt partilerinin bu gerçeği görmezden gelmesi ve bu iradeyi tanımaması salt kendi dar çıkarlarına hapsolan ve kendi iktidarını halkın çıkarları önüne koyan bir siyasetin sonucu olarak açığa çıktı. Özellikle PDK-S vb. partiler devrime karşı saldıran çeteleri perde arkasından silah, savaşçı vb. ile desteklemekten çekinmediği gibi Kürt halkının iradesini parçalamaya çalışan siyasetleri, çetelerin devrime daha fazla saldırmasına neden oldu. Elbette saldırılar salt bununla sınırlı değildi. El Nusra’dan sonra El Kaide zihniyetinin bir devamı olan IŞİD uluslararası güçlerin, Türk devletinin ve bölgedeki bazı ulus-devlet güçlerinin desteğini alarak Rojava halkımıza karşı saldırılarını insanlık vicdanın kabul edemeyeceği bir düzeye taşıdı. Bir planı olmadığı anlaşılan IŞİD, son haliyle hegemon güçlerin Ortadoğu planlarına uygun bir taşeron örgüt olarak hareket ediyor. IŞİD İçerisinde yer alan çetelerin ele geçen kimliklerinde Afgan, Çeçen, Türk, Tunus, Suudi ve Avrupa yurttaşı olduklarının açığa çıkması IŞİD’ın homojen bir güç olmadığı, aksine devşirme bir güç olduğunun ve uluslararası destek aldığının işaretidir. Musul işgali öncesi KDP de dahil bölge güçlerinin katılımıyla Ürdün’de gerçekleşen uluslararası toplantı belgeleri IŞİD’ın Ortadoğu’da üstlendiği rolün çerçevesini anlamamız açısından yeterince veri sunmaktadır. IŞİD’e Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da mezhep ve ulusal kimlik esaslı çıkar savaşlar ve küçük devletler kurulmasına zemin oluşturma rolü yüklendiği Amman’da gerçekleşen toplantı belgelerinden anlamak mümkündür. Bu parçalama planı açık ki Ortadoğu için uzun yıllara yayılacak ölüm, kan ve gözyaşı, savaş ve istikrarsızlık demektir.
Musul’un IŞİD’e teslimi nasıl bu planın bir parçası ise Kobanî’ye saldırı ile Rojava devriminin hedeflenmesi de bu planın bir parçasıdır. IŞİD gerici güçleri devrimi başarısızlığa uğratmak için daha öncede Afrîn, Kobanî ve Cîzre’de saldırılar gerçekleştirdi. IŞİD, halklara ve kadınlara dönük çok vahşi yöntemlerle katliamlar gerçekleştirdi, herkesin gözü önünde satırlarla insanların kafasını kesti ve halkın mallarını yağmaladı. Alevi, Hıristiyan ve Êzîdi inancına sahip yurttaşlar, Kürt, Süryani halklar hedef alındı ve tüm bunlar “radikal İslam” (Selefi) gruplar adına gerçekleştirildi. İslam’ı kullanarak gerçekleştirilen bu saldırılarla halkların iradesini teslim almaya çalışanların gerçek amacının Kürdistan’ın kaynaklarını ele geçirmek, hırsızlık ve talan olduğu bu güçlerin ele geçirdiği ve girdikleri bölgelerdeki icraatlarıyla gün gibi ortaya çıktı. Söz konusu planla IŞİD bugün saldırılarını çok daha güçlü ve vahşet boyutlarında sürdürmektedir. Özellikle kadını hedef alan saldırılarıyla (hellalik, tecavüz, katliam vs. uygulamalarıyla) Ortadoğu değerleri bir bütün olarak hedeflenmektedir.
IŞİD’in en temel amacı halkların bölgede yarattığı alternatif sistemi ortadan kaldırarak Rojava’yı işgal etme, başta petrol kaynakları olmak üzere tüm maddi ve manevi değerleri ele geçirmektir. Son olarak IŞİD Musul’u ele geçirdikten sonra tüm gücünü toplayarak Kobanî’ye karşı saldırı geliştirdi ve bu saldırılar tüm yoğunluğuyla sürüyor. Kobanî’ye karşı geliştirilen bu saldırının en temel amacı Kanton sistemini boşa çıkararak bölgeye hakim olmaktır. Bunun için Kobanî Kantonu kuşatmaya alınarak düşürülmek istenmektedir. Bu saldırıların arkasında Suriye, Türkiye, İran, KDP, Katar, Sudi Arabistan, Ürdün gibi bölge güçlerinin yanında batı hegemonyasının olduğu artık bir sır değildir. IŞİD’ın Musul’da elde ettiği ağır silahları rahatça Rojava’ya geçirmesi, Kobanê saldırısından sonra Suriye rejiminin Halep’e saldırısı, Türkiye sınırında IŞİD çetelerinin hareketliliği, Türk devletinin konsolosluk üyelerinin IŞİD’ın elinde olmasına karşın yüksek sesle terörist olduğunu ilan etmemesi, tutum almaması, Mesut Barzani’nin bağımsız bir Kürt devleti için referandum çağrısı ve öncesinde İsrail ve Türkiye’den teşvik edici beyanların gelmesi, İran’ın medya savunma alanlarına dönük artan tehditleri, Kobanî’de insanlık değerlerini zorlayan İŞID saldırılarına karşı uluslararası camianın tepkisizliği vs. artırılabilecek pek çok olgu bu güçlerin IŞİD’e dönük desteğinin basit göstergeleridir. KDP’nin başından itibaren Rojava devrimini hedefleyen politikaları ve beyanlarının bu dönemde artarak sürmesi başlı başına dikkat çekilmesi gereken bir durumu oluşturmaktadır. KDP başından itibaren Rojava Kürdistanı’nda halkların kazanımlarına saldırmakla yetinmeyip, Güney Kürdistan’a yerleşen Rojava’lı Kürt halkına karşı baskılarını ve özel savaş yöntemlerini kullandı. KDP’nin Türkiye devletinin Nusaybin ve Qamişlo’da yükselttiği duvarlara paralel Rojava’yla sınır olan yerlerde hendek kazması ortak bir konsepti işaret ettiği gibi, Rojava’yı her alandan kuşatarak yalnızlaştırma politikasını da göstermektedir. Hatırlanacağı gibi KDP’nin Rojava’da kendisine bağlı dört partiyi (Yekiti, El Parti, Azadi, Azadi) birleştirerek Suriye KDP’sini (PDK-S) oluşturmuştu. Bu oluşumun amacı Kürtlerin birliğini parçalayarak zayıf düşürmek, Kürt halkının bin bir emek ve bedelle yarattığı değerleri bölge ve uluslararası güçlere peşkeş çekmekti. Ancak, KDP’nin Rojava üzerindeki planları halkların büyük tepkisine ve öfkesine yol açmakta bu planlar halkın mücadelesi ile boşa düşmektedir. Tüm bu saldırılara karşı IŞİD’e ve uluslararası bu ittifaka karşı durabilen tek güç ise Kürt özgürlük hareketidir.
Rojava halkı yediden yetmişe, kadını, gençliği ile kendi savunma sistemini oluşturarak, bu saldırıları göğüsledi ve göğüslüyor. Halk Savunma Birlikleri (YPG)’nin ve Kadın Savunma Birlikleri (YPJ)’nin görkemli direnişi ve gösterdiği kahramanlık düzeyi bu saldırıları boşa çıkarıyor. Rojava’da Kürt anaları kendi evlatlarını tereddütsüz bir biçimde devrim değerlerinin korunması için devrim saflarına katıyor ve gerektiğinde aynı mevzide savaşmayı kendisine ilke ediniyor. Kobanî’de anaların öncülüğü buna bir örnektir. Onuru için bugün tüm ailesi ile yurt ve özgürlük savunmasına katılan Kobanî halkı buna örnektir. Mevziiye gidemeyenlerin cephe gerisinde fedakarca katılımı buna örnektir. Başta analar olmak üzere tüm kadınlar özgür ve adil bir yaşamın ancak direnişle mümkün olabileceği bilinciyle her türlü fedakârlığı sergiliyor. Bugün özgürlüğü için Kobanî ve Rojava halkı gerçek bir destan yazıyor. Bu direniş, demokratik inşa toplumun gücünü ve hakikatini açığa çıkarıyor.
Kürt kadını özgür ve demokratik bilincinin gelişmesiyle birlikte tüm bölge halkını kucaklıyor, bölge halkı ve kadınlarıyla çözüm ve özgür yaşamı inşa edebileceğini, koruyabileceğini pratiğiyle sergiliyor. Zira Kürt kadını Musul ve Kobanî’de kendisine dönük gerçekleşen saldırıyı tüm Ortadoğu kadınlarına ve Ortadoğu halklarına yapılmış sayıyor. Bu saldırıların Ortadoğu’nun geleceğini tehdit ettiğini görüyor. Bu yüzden direnişini de tüm Ortadoğu adına gerçekleştiriyor. Örgütlü bir savunma gücü olarak her geçen gün büyüyor ve kendini devrimin teminatı olarak geliştiriyor.
Bu nedenle devrimin başından itibaren Rojava’da kadınlar hem YPG birliklerinde yer aldılar hem de kendi öz savunma birlikleri olan ve sadece kadınlardan oluşan YPJ birliklerini oluşturdu. Kürt kadını bir yandan Rojava halkına yönelik saldırılara cevap olurken, bir yandan da erkek egemen zihniyet ve onun saldırılarına karşı durdu ve duruyor. Savaşla birlikte artan kadın katliamlarına, taciz-tecavüze, kadına karşı şiddete ve tüm erkek egemen zihniyetine karşı kadının kendi öz savunma gücünü oluşturdu. Çok doğru bir tutumla oluşturulan kadın ordulaşması YPJ sadece Kürt halkının ve kadınlarının savunulması için değil, Rojava’da yaşayan halkların ve kadınların savunmak için yapılandırıldı. Ve bölgede profesyonel düzeyde kadın taburları oluşturuldu, öz savunma birlikleri geliştirdi. Şuan da IŞİD saldırıları altında askeri akademilerde kadınlar eğitilmekte ve meşru savunma eğitimini almaktadır. Kürt kadını şahsında ortaya çıkan görkemli direniş, özgürlüğün tercih edildiğini, iradenin ve muazzam gücün ortaya çıkarıldığını gösteriyor. Kadının bu gücü, ideolojik, siyasal bir güçtür. Aynı zamanda bu güç ortak yaşam iradesinin açığa çıkarılmasının gücüdür. Kadının yarattığı bu güç, devletçi, iktidarcı erkek egemenlikli sistemin Ortadoğu’da yarattığı gerçeği boşa çıkarmaya kadirdir. Bugün Rojava halkı yediden yetmişe hala direniyor ve özgür bir yaşamın mümkün olduğunu, kendi öz gücüyle yaratılabileceğini tüm dünyaya anlatmaya çalışıyor. Bu açıdan Rojava’ya sahip çıkmak, halkların özgür ve eşit yaşamına sahip çıkmak kadar değerli bir anlam taşıyor. Umudunu demokrasi ve özgürlükten yana koruyan tüm güçler Rojava’nın sesine ses katmalıdır, çünkü Rojava, tüm halkların özgürlük sesidir.