Adam diyor “bir karış toprağımızı çiğnetmeyiz” nasıl bu senin bir karış toprağın olmuş da ben binlerce yıl yaşayacağım, ama bir özgür nefes bile alamayacağım! O kendi vatanının birlik, bütünlüğünü bu kadar düşünür ve tutkulu davranırken, sen neden namuslu, onurlu olmak için, mutlak muhtaç olduğun bir karış toprak için, onun kadar sahiplenme duygusunu kendinde gerçekleştirmiyorsun, neden? Bu insanın kendisine yediremeyeceği bir yaklaşımdır aslında. O her şeyi elinden alıyor, istediği gibi yiyor-içiyor. Çiftlikler var, yer altı-yer üstü kaynaklarına kadar her türlü sömürü aracını kurmuş alıp götürüyor. Peki ben muhtacım, ben biraz insan olmak istiyorum, bunun kazanılma duygusu bende neden gelişmesin, neden? Ama dikkat edin, düşmanın çapulcu, işgalci bir tarzda “benimdir” demesi kadar biz neden kendimiz için “benimdir” diyemiyoruz, “bizimdir” diyemiyoruz? İşte duygu noksanlığı… Adam seni dilsiz bırakmış, yüreksiz bırakmış ve böylece seni yenmiştir. Farkında değilsiniz.
Bütün bunlar için kıyamet koparmak gerek. Bizim tarz basitten karmaşığa biraz böyle gelişti. Onlar da araştırarak “acaba hata nerede?” bunun uygulamalarına giriştiler ve bu uygulamaları belli oranda biraz başarı kazandı. Bir ordulaşma meselesinde, bir siyasileşme meselesinde, hatta sıradan ekonomik ihtiyaçları karşılama meselesinde sizi birçok şeye muhtaç etti. Ama siz düşmanın bu uygulamasını fark etmediniz. İtirazınız, tepkiniz zayıftı. Olduğunda da ölçüsüzdü, yersizdi. Ve giderek zaman zaman tepki, zaman zaman “hayır” biçiminde geçti yaşamınız. Bugün sonuçta anormal tepkiler gelişiyor. İntihara yol açıyor, anormal duygulara yol açıyor. Bu da gasp etmeye yol açıyor. Bunun için tasarrufçusunuz, bunun için intiharvari yürüyorsunuz. Bazen ve birden bire irkiliyorsunuz, geri çekiliyorsunuz. Bu da “benim için değildir” duygusunun zaman zaman size egemen olmasıdır. Sonuç; bırakalım ordulaşmayı, doğru-dürüst bir yurtseverlik hattında bile yürüyememeye sizi götürüyor.
İşler karmaşık. Karmaşıklığı da ben icat etmiyorum. Nedenlerini sıralamaya çalışıyorum. Bunun giderilmesinin gerektiğine inanıyorum. Bütün bunları siz benden daha iyi bilmeliydiniz. O dağların doruklarında, o vadilerin görkemliğinde, Zap kıyılarında neler düşünülemez!… Ne tutkular gelişmez insanda!… Hatırlıyorum, bir kez Ağrı Dağı’nın eteklerine gittim. Yani bir şeyler duyumsadığımı hatırlıyorum. Büyülendim. Aslında o zaman edebi, sanatkarane birikimim yok, fakat büyülendim, bende bir iz bıraktı. Bir tarih harabesinin yanından geçtik. Bu tarih harabesini ortaya çıkaran eller, bunu yaşayanlar nerede deyip biraz içlendik. Derin bir kültürümüz olmasa da büyülenmiştik. Sanırım bir çoğunuz “ya bu harabe de ne” deyip yüzünü bile çevirmez, bakmazdı. Örneğin, bir de Zap vadileri var, Dersim’in kendisi de öyle. Tamamen insanı romantizme çekebilir.
Fakat hepsi kaçıyor oradan. Zap kıyıları başlı başına bir dünya harikası sayılır. Irmakların akışı tarihidir aslında. Burada oluşan uygarlıklar, buradan geçen, yürüyen ayaklar tarih kadar eski. Ve siz tüm bunlardan habersizdiniz. Buralarda dediğim gibi efsanevi gerilla yaratılabilirdi. Hepsi birbiriyle didişiyor. Ne yani, ben mi size böyle yapın dedim? Hayır. Ben sizi bütün gücümle oraya taşımaya çalıştım. Yurtseverlik üzerine az mı değerlendirme yaptım? Hepsi var aslında. Bu açıdan sizin diliniz beni tırmaladı. Yani zorlama dediğim olay burada. Adam nasıl yapacağını bilemiyor. Madem bu kadar çilesini, cefasını çekiyorsun, o zaman burada görkemliliğini de koy, yakala ve başar. Eğer sevilip sayılmak istiyorsanız bunu başarmak zorundasınız, aksi halde tekmelenirsiniz, lanetlenirsiniz. Bu da bir gerçek.
Hayat felsefemizin böyle gelişmesi açıktı. Bunu tekrarlıyorum. Yani şimdi yanlışlık bunun neresinde? Ayrıca, bu temelde tarihi bir hamle, çok kutsal bir oluşumu sağlamak için neden böyle tepkisel bir yaklaşım? Gerekçeniz var mı? Hayır. Bozarız, birbirimize böyle yaklaşırız demek kabul edilemez. Ben buna yokum. Yani kendinizi çözemeseniz, ben buna tepki hareketiyim. Bu konuda beni tam tanımak zorundasınız. Yani “sevgili Önderimizi” bu konuda inatçı, keyfinize göre yaşarsanız, çok amansız olurum. Mahvolursunuz. Bu noktaları tutmazsanız, benim bir tepki durumum var. Evet, ben yaşadıkça siz bu tarzı yürütemezsiniz. Dediğim gibi gittiler, hepsi bizi unuttular. Bir halkın umutları, bir halkın çıkarları esas alınmak isteniyordu. Gittiler kendilerini dayattılar, yaşadılar, yaşasınlar, ama ben buna temsilcilik ediyorum. Sana aman vermem, istediğin gibi yaşamana izin vermem. Giderek ne kadar duygusal yaklaşıyorsam da acımama duygusunu da geliştiriyorum.
Önderlik deyip geçmeyin, bir şeylere gücü yeten bir kurumdur. Yasaları da kendisinde mevcuttur. Ciddiye alacağız. İyi-kötü başınıza geçirilmiş ama, oluşmaya yüz tutan bir olay. İster korkun, ister sevin, ben söyledim. Komplo kurmak isteyenler de dikkatli olmalıdır. Bunun için de rica ettik, geçen yıllarda olası komplo tiplerine şunu söyledim: “Çok iyi düşünün, bu konuda bazı yönelimler içine girdiğinizde sonlarınız feci olmasın. Katlanamayacağınız bir sonuç için komploya, oyunlara girişmeyin. Çünkü sonucuna katlanamayacak kadar zayıfsınız.” Bu da iyi bir dersti aslında.
Önderlik olayına tutkuyla bağlandığınızı iddia ediyorsunuz. Ben gereklerini size o kadar sıraladım. Bu gerekler benim için de vazgeçilmezdir. Önderlik bir kurumdur ve gerekleri vardır. Gideceksiniz, kendinizi konuşturacaksınız, on yıl sonra yine karşılaşırız. Kaldı ki benim karşılamam şart değil, bu PKK’nin örgütleniş tarzıdır. Az çok seni de buraya getirmiştir, az çok seni de bir yerlere koymuştur. Kurulmuş olan olaylar gerekçeleri aştı mı kendiliğinden yıkılmaya başlar. Bu yıkıntının altında sizin de kalmanız kaçınılmazdır. Örgüt kuruluşu, örgüt önderliği böyle bir anlamı da içerir. Tüm bunlar az-çok PKK gerçekliği konusunda duyarlı olma anlamına gelir ve ben duyarlı davrandığıma kesin eminim.
Halka, tarihe ve tek tek sizlere karşı sorumluluğunuz en üst düzeyde duyulmuştur. Olası ihtiyaçlar giderilmeye çalışılmıştır. Pozisyon budur. Size bağlılık bu temeldedir. Sizin yetersizlikleriniz var, bu çocuk kafalarınızla kendi kendinizi çeşitli yakıştırmalarla değiştiremezsiniz. Önderlik tarzımızın gerçekten kendine has yanları vardır ve hiç olmazsa hükmü geçerli oldukça intibak edilmeye çalışılacaktır. Bu da ordulaşmanın en temel gerçeklerinden birisidir. Ordulaşmada da bu önderlik ilkesini dikkate almazsanız hiçbir şey başaramazsınız. Unutmayın ki 1980’lerden sonra bizim direnişimiz olmasaydı değil Kürdistan’da, Türkiye’de dahil tek kişi bile eline silahı alamazdı. Bu konuda biraz zeki olun, gerçekçi yaklaşmaya çalışın. Yani değil ordulaşma gibi büyük bir olayın bizde etkisini görmek, elinize silahı almak ve hatta yüreğinizi büyük faşist zulme karşı ayakta tutmak bile mümkün olmazdı. Olsaydı bile son tahlilde yine ezilirdi. Yani her şey benimle başlar, benimle biter demiyorum, ama halihazırdaki bir durumun gerçekçi değerlendirmesini anlatmak için söylüyorum.
Ben şunu da size söyledim; yani değil birbirilerinize kin, tepki, öfke duymak, bünyemizdeki tüm insanlara en değerli saygı, sevgi göstermek gerekir. Fakat barut gibi birbirine karşı, işte bu ruhsal durum asla ordulaşmaya götürmez. Kesin sevgi gerekiyor, şefkat gerekiyor, değer verme gerekiyor. Bu duygu da çok zayıf. Bu duygu oldukça siz ordu kuramazsınız. Baktınız bu kadar tepkilisiniz, kesinlikle kendinizi ıslah edin. Bu kadar birbirlerine öfkeli, tepkili, anlamazlıktan, sevmezlikten gelenler çok güçlü bir tarihi oluşumun sahibi olamazlar. Tepkiniz, öfkeniz kusura, hataya, eksikliğe olmalı. Bu, kişinin kendisine olmamalı. Yüzde bir de olsa kişinin kurtarılmasını esas almalısınız. Yüksek sorumluluk orada da gerekli. Halk için bir şey söylemiyorum. Halk için her şeyi sağlamışız.
Bu halka geçmişteki muameleler dayatılarak ordulaşılır mı? Ordulaşmanın halk ilkesi çok açıktır. Sadece halk ilkesini yerle bir ettiğimiz için ordulaşmanın ayağını nasıl kırdığımızı biliyoruz. Ordulaşmanın temelde halka dayanması gerekirken, biz halkı nasıl karşı-devrim ordularına peşkeş çektik! Buna bir tepkiniz olmazsa, siz ne kadar ordulaşabilirsiniz? Halkın bir üzüm sapına, bir üzüm tanesine bile zarar vermemeyi eğer bir ilke edinemezseniz, siz ordulaşamazsınız! Şimdi bütün bunlar tarihin de, pratiğin de ispatladığı hususlardır. Bilemiyorum bütün bunlara acaba ulaşmanız çok mu zor? Bu temel ilkelere yaşamanızı adapte etmeniz sizi niye zorluyor? Ben bunun sırrını çözemiyorum. Çok mu baştan çıkarılmışsınız, çok mu bozulmuşsunuz gerçekten? İflah olmaz sınırında mı kalınıyor ve bu kadarına neden ulaşamıyorsunuz? Haydi Kemalist okullar, Ortaçağ kalıntıları üzerinizde oynadı ve baştan çıkardı, ama biz de karar verdik, söz verdik, eğitim aldık, her gün ant içiyoruz, hiç mi sonucu olmayacak? Bunları kesinleştirelim diyorum. Bunlar kesinleşirse ordu bal gibi oluşur, hem de müthiş gelişir. Mühim olan bu temelde hususları kesinleştirmektir. Kendini aldatmadan, oynatmadan, söz kadar eylem gücünüz de kesinse bu iş yürür. Hem de bu temel siyasi amaçların ilkesi olduğu kadar evrensel çapta büyük sonuçlar ortaya çıkarır.
Bundan hiçbir zaman kuşkunuz olmasın. Bizim isyanımız, tepkimizin baştan beri böyle olması gerekirken, bunun yürütücüleri kendi yürüyüşlerini tıkamaları, yürüyüş kollarını bozmaları, terfi-kumanda gücünü sergilememeleri, bu konuda yeterli olmamaları, bozmanın önüne geçmemeleri söz konusudur. Buna fazla yüklenmiyoruz. Başlarken, ordulaşmaya nereden başlayalım, bunlar geliyor akla. Daha basit içinden çıkmak istiyorum tabii. Hem de bir an önce. Ama benim niyetim, isteğim yetmiyor. Gerçekten tam da bir orduya yaraşır bir biçimde ordu kuruluşçularının kendi yüreklerini, istek ve arzularını, düşünce ve siyasetlerini verme meselesi olduğu da açıktır. İşte bu gücünüz var mı? Korkmayın, gücü kaybetmişseniz bunu tekrar yakalayın. Zorlamayalım sizi. Bazı arkadaşlar tecrübeleriyle güçsüzlere yardımcı olabilir. Diğerleri de hızla imkan-olanakları çokça değerlendirerek ulaşma gücüne ulaşsınlar. Kendimizi ordulaştırmamız iyi bir iştir diyorum.
Evet, biz kendimizi ordulaştırmaya çalışırken karşı-devrim tüm gücüyle bizi bozmaya çalışıyor. Amerikalı senatör müdür, temsilci midir “yok olası kafa, parçalanası kafa” diyor. “Herkes vazgeçti, onlar vazgeçmedi” diyor. Avrupalı papaz “tek Marksist-Leninist harekettir” diyor. Buna öfkeliyim. Sözüm ona her tarafta yenmiş de biz kalmışız. O açıdan sonuna kadar TC’ye destek veriyor. Özal, “büyük ihtirasçı, sadece ve sadece ihtirasçılığın sonucudur bu” diyor. Bu kadar düşkünlükte ısrar etmesinin nedenleri var. İhtirasçılık güzel bir şey, fakat ihtirasçı olmayacağız. Bütün bunlar şunu gösteriyor; büyük düşünmek, büyük duymak, büyük oynamak… Bu da savaştır. Biliyorsunuz, savaş insanlık tarihinde şöyle bir anlama sahiptir; sorunların çözümünde en etkili yol, asırlık sorunların çözümünde en temel araç ve bizim için onun dışında başka hiçbir seçeneğin olmadığı, onunla her şeyin yaşam bulacağı araç, yöntemdir. Bunun şansını elde etmişiz. Başlı başına savaşmak imkanına ulaşmak bile büyük bir olaydır aslında.
Bundan 22 yıl önce hatırlıyorum, acaba bir gün savaşabilecek bir pozisyonu yakalayabilecek miyiz diye düşünüyordum. Benim çabam 22 yıldır bu çizgide bir savaşım olayına yol açabilme çabasıdır. Eylemimiz bir savaş eylemi olsun istiyordum. Şu ölümden çekiniyorum: Halkımız hep öyle gereksiz ölür, hatta o ölümü büyük bir karamsarlıkla karşılar. Sessiz, sedasız ve ne için öldüğü, hatta yaşadığı belli olmayan bir musalla taşına sarılıp götürülür. Ama “ben bunu kendimden uzaklaştıracağım” diyordum. Bu kararlılıkla böyle bir savaş duygusuna ulaştık. Önemli tabii. Yaşarken ölmek kötüdür. Eğer bugün bize herkes biraz koşuyorsa, zengini, fakiri herkes koşuyorsa, burada savaşmanın yüceliğini gördüğü içindir. Kürdistan’da da en büyük yüceliğin bu olduğunu bildiği içindir.
Savaşmak çok kutsal bir olay. Bir yerde ticaretin ta kendisi, her türlü insani özelliklerin kazanılmasının ta kendisidir. Ordulaşma biliyorsunuz bunun içindir. Bu büyük olayın kurumudur ve bu kurum için insan her türlü düzenlemeyi, hem de büyük bir dirayetle yapar. Yöntemimiz birçok halkın, hatta birçok feodal sınıfların, köle sahiplerinin tarzına benzemiyor, ama bizde sağlam esaslar dahilinde çok belirleyici hayati bir olaydır. Savaş ve ordu kurumlaşması çok tartışılıyor, çok vurgulanıyor. Belli ki öneminden ötürüdür.
Zorluklarınız olabilir, fakat işin çekiciliği bizi ta buralara getirmiştir. Sağa-sola sapmadan ne o eski köhnemiş yaşam tarzının kalıntılarına, ne de intiharvari tutumlara girmeden bu işi layıkıyla yapmaya koyulacağız. Şimdiden bu işin nasıl yapılacağına ilişkin veriler çok zengin, adım adım gerçekleştirmeye koyuluyoruz. Bütün siyasi çalışmalarımız, ordulaşmaya gitmek içindir. Bu da geliştiriyor sürekli. Yani her şey bir anlamda ordulaşma içindir. Buna yürüyoruz, fakat istiyoruz ki daha ustaca, daha bitirici bir tarzda olsun ve bir de perspektiflerimizle planlanan hedeflerimiz var, olması gereken bir biçimde gerçekleştirelim. Tutum son derece kesin, kesin olduğu kadar da gerçeklere dayanır. Tam disiplin yanı kadar, duyarlılığı da her konuda yeterince yakalayabilmeliyiz. Başarısızlığa gidecek sıradan sapmaları mahkûm etmek kadar, işin yaratıcılığı için sergilenmesi gerekeni tam bir yarış halinde sergilemeye açık bir tutum ifade etmeliyiz. Bunda gereken düşünce gücü kadar, ruh büyüklüğü de sergilenmeli.
Teknik düzenlemeler her zaman söylediğimiz gibi bu esaslar dahilinde zor değildir. Bunlar karşılandığında tugay kuruluşuna hemen geçebiliriz. Her türlü özel birliklerin teşkiline anlam verme hiç zor olmaz. Asgari maddi ihtiyaçlarından tutalım, moral ihtiyaçlarına kadar tüm bunları verimle karşılamak doğal bir taleptir. İçine girmemiz gereken tutum budur. Dolayısıyla kazandıracak tutum da budur. Kazanmaktan başka çareleri olmayanlar, bizde kazanmanın yaşamla eş olduğu gerçeğinin sahipleridir.
Her şeyin yol açtırdığı sonuç tam ve kesindir. Bu sonuç alıcı yürümedir ve bu yürümenin de sonunda başarı vardır.
Önder Apo
2 Mart 1992