1970’te okulu bitirdiğim ve devlet memuru olarak Diyarbakır’a atandığım yıldı. Maaş ve rüşvetle tanışmam burada oldu. Aldığım ilk rüşvetle sarsıntı geçirdim. Kayapınar (Peyas) daha köy iken, çok da bilincinde olmadan köylüler lehine attığım imzayla sanırım dönemin parasıyla dört bin lirayı cebime indirdim. O gece sarsıntı geçirdim. Ahlaki ilkemin rüşvete itirazı vardı. Fakat çaresini hemen buldum. Bu parayı ileriki dönemin toplumsal amaçları için (Kürtlükle ilgili olarak) kullanma düşüncesi yaşadığım ahlaki sarsıntıyı aştıracağı gibi bana daha etik de geldi. Yücelmiş amaç dar amacı aşardı. Dolayısıyla kent ortamının da teşvik ettiği Kürtlük hakkındaki ilgim giderek arttı. İlk yatırımı Kürtlüğe yapmamın öyküsü böyleydi. Bu aynı zamanda kişiliğimi yansıtan bir olaydı. Çocukluğumda hatırladığım ilk günlerinden beri hastalık derecesinde bir toplumculuk aşkım vardı. Örneğin anam ve akrabalarımın beni kucağına almalarından hiç hoşlanmadığım halde, rakip ailelerin çocuklarıyla dostluk ve arkadaşlık yapmak bana inanılmaz ölçüde çekici gelirdi. Büyük şehitlerimizden Hasan Bindal benim için böyle bir arkadaştı. Kızlar için de kural böyleydi. Ama kızlarla ilişki kurma olanağının sınırlı olduğunu fark etmiştim. Ancak yasakları sıkça deldiğimi hatırlıyorum.
Fransız ve Rus Devrimleri ve diğer birçok modern devrimde iç içe yaşanan bu iki seçeneğin Kürdistan Devrimi’nde ayrışması, aralarında net ideolojik, politik ve eylemsel hat çizmesi tarihsel öneme haiz bir gelişmedir. Şimdiye kadar tüm modern devrimlerde ya tümüyle üst tabakanın hâkimiyeti ya da tersine alt tabakanın üstünlüğü geçerliydi. Birlik halindeyken de, ayrıyken de aralarında net sınırlar çizmiyorlardı. Kendi içlerinde birbirlerini tasfiye etmeyi temel mücadele yöntemi haline getirmişlerdi. Bu durum kapitalist moderniteyi güçlendirmekten öteye bir rol oynamadı. Hem iki sınıf hem de iki ulus arasında yanlış bir mücadele anlayışı söz konusuydu. Kürdistan devrimci halk savaşı deneyiminde bu muğlâk durum başta kendinden önceki örneklere benzese de, yaşanan yoğun mücadeleler sonuçta ayrışmayı hızlandırıp netleştirdi. Bu süreçte reel sosyalizmdeki ulus-devletçilik aşılmakla kalmadı; onun yerine sosyalizmin bağrındaki burjuva ulus-devletçiliği ideolojik olarak da aştıran, ulusal sorunu ulus-devlet kurma sorunu olmaktan çıkaran ve halkın bizzat kendisini eşit ve özgür bir ulus olarak, yani demokratik ulus kategorisinde inşa eden bir modeli geliştirdi. Demokratik ulus kategorisini hem sınıfsal hem de ulusal sorunların çözümünde alternatif model haline getirdi. Demokratik ulusu demokratik modernitenin en önemli unsuru (Diğer unsurlar ekolojik endüstri ve kârı dışlayan komünal ekonomidir) kıldı. Bilimsel sosyalizmin başına yüz elli yılı aşkındır bela kesilen Hegelci ulus-devletçiliği aşmakla bilimselliğe en yakın sosyalizmin yolunu açtı. Felsefi, bilimsel, ahlaki ve estetik sosyalizmin inşasında en önemli katkıyı sundu.
Hegel felsefesinde aşkın gerçekleşebilmesinin gerekli koşulu kadın ile erkek arasında güç dengesinin sağlanmasıdır. Gerekli ama yeterli olmayan bu koşul güçlenmiş kadını ifade etmektedir. Kaba ve maddi güç dengesinden bahsedilmiyor. Söz konusu edilen fiziki, psikolojik ve sosyal güç dengesidir. Yani en eski ve en derinleştirilmiş köleliği yaşayan kadının aşkı olamaz denmektedir. Doğruluk payı olan bu felsefi görüşün pratikte içini doldurabilmek için saflardaki kadını çok yönlü (ideolojik, politik, ahlaki, estetik, fiziki, hatta askeri “öz savunma için”, ekonomik, sportif vb.) güçlendirmeye öncelik tanıdım. Kadına karşı saygılı olma ve tutarlı davranmanın, sevginin, doğru, iyi ve güzel olanın yolunun onu güçlendirmekten geçtiğinin tamamen farkında olarak kadınla ilgileniyordum. Dolayısıyla kadın güçlenmeden aşkı gerçekleşemezdi. Bu tanımın doğruluğuna kesinlikle inanıyordum. Asla taviz verilmemesi gereken bir konu olduğundan emindim. Giderek bu yeteneği ve gücü kazandıktan sonra kadın çalışmalarım değerli oluyordu. Kızlar sanki bin yıllık uykudan, kâbustan uyanmış gibi bana bakıyor ve kucaklaşıyorlardı. Bu konularda çok ihtiyatlı olmama rağmen, ben bile onları sonsuz bir sevgi ve özlemle kucaklamaktan, baş tacı etmekten çekinmedim.
Liberalizmin tüm ideolojik taarruzlarına rağmen kapitalist modernite, tarihinin en derin bunalım sürecini yaşıyordu. Reel sosyalizmin çözülüşü ile güçlü bir dayanağını kaybetmişti. Aslında Birinci Dünya Savaşında çözülen kapitalist modernitenin ömrünü reel sosyalizm uzatmıştı. Reel sosyalizmin çözülüşü liberalizmin zaferi olmayıp, en güçlü mezhebinden yoksun kalması anlamına geliyordu. Bunun anlaşılması çok uzun sürmeyecekti. 1990’lar sonrasında daha da yoğunlaşan ekonomik bunalıma çare olarak düşünülen ve planlanan Irak ve Afganistan işgalleri ile hayata geçirilmeye çalışılan Büyük Ortadoğu Projesi çok geçmeden sistemin yapısal bunalımını bütünüyle açığa çıkardı. Reel sosyalizmden geriye kalan Çin de kapitalist moderniteyi kurtaramayacak, bilakis yeni hegemonik güç merkezi olarak tehdit edici rol oynayacaktı. Dünyanın içine girdiği yeni durum, kapitalist modernitenin sürdürülemezliği ve yeni alternatiflerin gelişmemişliğiydi. Sosyal bilimde, siyaset, etik ve estetikte yaşanan dönüşüm ortaya çıkan bu durumla bağlantılıydı; hem nedeni hem de sonucuydu.
PKK’nin politik seviyesi de eskiye kıyasla yeni dönemde hayli gelişmiştir. Politik kapasite daha çok deneyimle kazanıldığı için, PKK bu yönde dünyada sayılı partilerden biri konumundadır. Kapitalist modernitenin hegemonik seviyede yoğun kuşatmasını yaşamasına rağmen tasfiye edilememesi ona politik tecrübe, dolayısıyla güç kazandırmıştır. Kürt toplumundaki politikleşme PKK’deki politikleşmeyle iç içe ve birbirini güçlendirici temelde olmuştur. Kürt halkı tarihindeki en güçlü politikleşme dönemini yaşarken, bu gerçeklik PKK için de geçerli olmaktadır. PKK’de iç ve dış politika sıkı bir iç içelikle yaşanmaktadır. Yaşanan politik seviyenin hem tarihsel hem de güncel evrensel gerçeklikle bağı kurulmuş durumdadır. Ayrıca politikayla ahlâk arasındaki bağ da sağlam kurulmuştur. Ahlaki ve politik toplum iç içeliği esas alınmaktadır. Politikasının temelinde ideolojik ve sosyolojik öğeler, dolayısıyla bilimsellik öğesi kadar ahlaki ve etik öğeler de geçerlidir. Sanatsallıkla bağını ihmal etmemeye de özen göstermektedir. Politikanın sadece ideolojik ve ahlaki değil, sanatsal olarak da varlık ve anlam kazanmasına geçerlilik kazandırmaktadır. Kuru politikadan uzaklaşıp böylesine zenginleşmiş bir politik olguya ve onun hakikatine varılmaya çalışılmaktadır.
Bu durumlarda bireyde, aşk unsurlarında ülkenin özgürleşmesi, bir toplumun ve ulusun kurtuluşu temsil edilmek durumundadır. Bu ise çok yoğun askeri ve politik savaşlar gerektirir; çok büyük ahlaki ve ideolojik güç ister. Ayrıca estetiksizliği, güzellikten yoksunluğu kabul etmez. Platonik aşkları olduğunu iddia edenlerin aşklarını özelleştirip somut yaşamak istediklerinde, tüm bu koşulları karşılamaları gerekir. Bu koşullara güçleri yetmiyorsa ya platonik aşka devam etmeleri gerekir, ya da buna da güç getiremiyor ve anlam veremiyorlarsa, biyolojik kuralların veya kölecil cinsel birlikteliklerin geçerli olduğu geleneksel uygarlık ve modernite evliliklerini yaşamaları söz konusu olacaktır. Özgür aşk ile biyolojik-kölecil evlilik ya da evlilik dışı ilişkiler bir arada olmaz. Aşkın kanunu bu tür ilişkileri kaldırmaz.
Kadına ilgim de bu yıllarda benzer biçimde gelişti. Doğal olarak her gencin bu ilk yıllarında yaşayabileceği tutkulu bağlanışlar benim için de söz konusu olabilirdi. Kadına biyolojik ve geleneksel yaklaşımdan oldukça uzaklaşmıştım, bu yönlü ilgim de uyanmamıştı. Kent koşullarında kendini yansıtan kadın modern görüntülüydü. Dikkatimi çekiyordu, ama Türk modernitesi gereği yetişmiş bir kıza yaklaşmam benim için Kaf Dağı kadar uzak bir olasılıktı. Ne bu gücü kendimde buluyordum, ne de elde etmek için bir uğraş içindeydim. Kürt kökenli bazı kızları gözlemlediğimde, bende aynı müzikte geçen umutsuz aşk öykülerini çağrıştırıyordu. Daha önce de belirttiğim gibi, bazı simalara ilişkin “Bu kızın soyu da özgür olmaya layık bir soy olmalı” deyişim Kürt gerçekliği ve sorunuyla yakından bağlantılıydı. Aram’ın müziği ne kadar Kürt gerçekliğinin ‘umutsuz vaka’ durumunu yansıtıyorsa, kızın simasında yakaladığım görüntü de Kürt gerçekliğinin yine o kadar umutsuz bir vaka olduğunu, ama eğer sınırlı bir namus anlayışım varsa, bu umutsuz vakanın, yani Kürt gerçekliğinin peşine düşmem gerektiğini ısrarla dayatıyordu. Anamın gözlemlediği halimle geleneksel tarzda kadınla olamayacağım anlaşılmıştı. Modernite kadını ise Türk olduğunda Kaf Dağı kadar uzak, Kürt olduğunda da umutsuz bir aşk görüntüsünde kendisini hissettiriyordu. Yanımdaki Kürt ve Türk gençlerinin kadına ilgisi bana ne ahlâki ne de estetik görünüyordu. Dolayısıyla onlara öykünüp bir kızla yakınlık kurmayı asla düşünmedim.
Ben üç büyük dinin kadına yönelik dogmatizmine karşı savaş açtım, yıkmaya çalıştım. Sümer mitolojisinden günümüze kadar kadın üzerinde yaratılan örtüyü kaldırdık. Bana göre bunlar olumluydu. Özgür kadının onurlu olduğuna inanıyorum. Yoksa dünya güzeli de olsa, padişah kızı da olsa haramdır. Böyle kadına tenezzül edilmez.
Önder Apo
“Önderliğin Savunmalarından Derleme Yapılmıştır”